Yeni Üyelik
90.
Bölüm

42. "Geride Kalanlar"

@rubamsalepe

Günler, haftalar, aylar geçiyordu. Acı unutulmazdı ancak insanlar alışıyordu bir şekilde. Anılarla dolu bir evde yaşamak zorunda kalanlarla diğerlerinin yaşadıkları aynı olmuyordu.

Enes yıllardır kardeşiyle beraber yaşadığı evde onun eksikliğiyle yaşamaya çalışıyordu, Mete için ise daha kolaydı o evde yaşamıyor olması yüklerini hafifletmişti.

Bugün beraber yaşadıkları bu evde ilk defa misafir ağırlayacaklardı, buna anca fırsat bulmuşlardı, bitmek bilmeyen operasyonlar sonra peşinden gelen acı kayıplar onlara engel olmuştu.

Bugünse beraber yemek yapıp sevdiklerini evde ağırlayacaklardı. Hakan ve Miray gelecekti ama Volkan ve Şebnem'i de birbirlerinden haberleri olmadan çağırmışlar aralarındaki sorunları çözmeyi amaçlamışlardı.

"Ee sevgilim? Ne pişiriyoruz dostlarımıza?"

"Ne pişiriyoruz bilmem ama çok pişirmemiz lazım çünkü benim iki ayıboğan doymaz kolay kolay." Miray haricinde o masada az yemek yiyecek tek bir kişi bile yoktu.

Azra malzemeleri çoktan hazırlamıştı, Mete de eksikleri almış ellerinde poşetlerle kapının eşiğinde durmuş onunla konuşuyordu.

"Gelmeyecek misin içeriye?"

Adam yanına gidip poşetleri ona uzattı, Azra poşetleri alıp parmak ucunda kalktı ve dudaklarından bir öpücük aldı.

"Çok tatlı geldin gözüme ya. Ellerinde poşet yemek pişirelim diye gelmişsin rüya gibisin be adam."

"Benim rüyam sensin güzelim benim." Parmaklarının arasına aldığı siyah zülüfleriyle oynadı.

"Ne çok seviyorum bir bilsen, göğsümde nasıl bir yangın var bir bilsen."

"Biliyorum."

"Bilemezsin. Sana söylediğim ve gösterdiğimden daha fazlasını hissediyorum. Emin ol senin beni sevdiğinden daha çok seviyorum ben."

Elindeki bir tutam siyah saçı koklayıp öptü, ardından başındaki gevşek duran lastiği çıkartıp saçlarını toplamaya başladı. Azra poşetleri tezgaha koyunca arkasını dönmüş oldu böyle daha kolay hükmediyordu asi tellerine.

"Sen öyle san, iki seçenek olsa diğeri ülkem değilse o tercihim mutlaka sen olursun."

"Diğer seçenek ülkem olsa ben de ülkemi seçerim güzelim."

Lastiği topladığı kuyruğun etrafında üç tur çevirdi ve sıktı sonra baktı ki çok sıkı oldu birkaç yerinden gevşetip rahatlattı.

"Rahatsın değil mi?"

"Rahatım, yıka ellerini gel hadi kocam."

"İşte böyle diyorsun ben yine âşık oluyorum." Alnından öpüp geri çekildi. "Ellerimi yıkayıp geliyorum."

Üzerinde gömlek pantolonun aksine eşofmanlar vardı, iki dakikalığına markete gitmek için hazırlanmamıştı, en azından Azra söylendikten sonra hemen gitmek durumunda kalmıştı.

Tezgahın üzerine poşettekileri boşaltıp geri çekilip malzemelere göz gezdirdi. Yayla çorbası, karnıyarık, etli nohut ve pilav vardı menüde. Tatlıyı dün akşam yapmışlardı, sultan sarması Mete'nin ellerinden çıkmış bir eserdi.

Çorbayı ve pilavı en son koyacaktı. Fırında kızaran patlıcanları çıkartıp tepsiyi tezgaha koydu, içlerine hazırladığı harcı koyduktan sonra domates sosuyla karışık su döküp fırına geri verecekti. Çatalları bastırıp ortasını açtı iyice, harcı içine koyup kaşıkla üzerine bastırdı.

O bununla uğraşırken Mete geldi yanına, nohudu pişirme işi ona düşmüştü. Düdüklü tencerenin pratikliğiyle halletmesi çok da uzun sürmemişti.

"Ben düdüklü bilmiyorum ya sen olmasan saatlerce nohutla uğraşırdım."

"Düdüklü mü pratik ben mi önce ona bir karar ver." Gülümsediği yüzünü ona doğru çevirdi.

"Düdüklüyü siksinler sen be adam, sen. Şu dünyada sen sadece."

"O zaman çorba sende pilav da bende."

Burnunun ucundan öpüp önüne döndü adam. Ocağa tencereyi koyup tereyağı kızdırdı, şehriyeyi koyup iyice kavurdu.

"Şefim mis gibi kokuttunuz ortalığı." Tencereye doğru yaklaşıp kızgın tereyağı kokusunu ciğerlerine çekti.

"Enes ve Göktürk sen varken nasıl obez olmadılar bazen buna şaşırıyorum."

Göktürk anılarda yaşamaya hâlâ devam ediyordu, herkeste ayrı bir yeri vardı ve hep öyle kalacaktı.

"Enes beceremezdi ama Göktürk'e gösterdiğim şeyleri güzel yapardı. Ah be oğlum, burnumda tütüyorsun."

Burada olmasını dilerdi, bu akşam Hazan ve Göktürk'ü de ağırlamak isterlerdi. Bu mümkün olmadığı gibi hayali bile can acıtmaya yetiyordu.

"Çağırdın mı Enesleri de?"

"Çağırdım ama baş başa çok az zamanları var, baş başa kalalım dediler saygı duydum ben de."

Pirinçleri yağ ve şehriye karışımına ekleyip üzerine de tuzu döktü. İyice karıştırdı sonra da suyu döküp kapağını kapadı.

"Mete," dedi Azra, yemekleri bir kenara bırakıp onun ellerini kavradı sıkıca. "Çok zor zamanlar geçirdik, acılarımız daha dün gibi biliyorum. Ben bir şey düşündüm geleceğimiz için." Gözlerini onunkinden ayırmıyordu, her dediğini çok net bir şekilde dinliyordu. "Bir gün çocuk sahibi olduğumuzda oğlumuz olursa onların adını verelim."

Göz yaşartan bir sözdü bu, Mete bir süre tek bir kelime bile edemedi. Burnunu çekip kendine geldiğinde karısının dudaklarında ümitli bir tebessüm gördü.

"Bunu senin teklif ettiğine inanamıyorum." Bir adım atıp mesafelerini azalttı, alnını onunkine dayayıp yutkundu sertçe.

"İntikamımızı alacağız sonra da bu vatana evlatlar getireceğiz. Biri Orhan diğeri Göktürk olur."

"Orhan Çağrı ve Göktürk Bora..."

"Orhan Çağrı Akıncı, Göktürk Bora Akıncı, belki de Hilal."

"Hilal Akıncı..."

Hayali bile huzur verdirmişti bedenine. Kocaman gülümsedi. Onu göğsüne bastırıp sımsıkı sardı, dudakları saçındaydı, kokusu burnundaydı. Hayalleri vardı, bir değil üç çocuğun olduğu bir hayaldelerdi.

"Üç tane olsun hepsinin adını böyle koyalım bana uyar."

Azra kocasının bu kadar çabuk gardını indireceğini düşünmemişti, bu konuda hassastı demek ki. Çocuğu olsun istiyordu ama adlarının bunlar olması fikri bile onu çok farklı bir boyuta sürüklemişti.

"Ay ağlayacak şimdi çocuk gibi oldu koca adam. Bak bakayım yüzüme."

Dolu gözlerle bakıyordu ona, cidden de bunu hayal ediyordu, hayatın akışına o kadar sıkışmışlardı ki bunun hayali bile iyi gelmişti.

"Ben güzel güzel yemek yapıyordum ya, neden bu hale soktun ki beni şimdi?" Burnunu çekti bir çocuk gibi. "İntikamımızı alıp çocuk yapacağız."

"Yapalım," dedi Mete, pilavı kontrol etti ve altını kıstı. "Ben bu konuda elimden geleni yapacağım. Tüm katkıyı vereceğime emin olabilirsin, Akıncı genlerim emrine amade."

"Ona ne şüphe, maksat çocuğumuz olsun yani başka bir şey değil."

"Asla değil. Ben sadece çocuğumuz olsun diye yoksa hiç şey etmem yani."

Azra başını sallayıp diğer yemekleri kontrol etti. Düdüklüdeki nohudu Mete halletti, diğerlerinin altını da Azra kapadı.

Her şey hazırdı, sadece masa kurulup salata yapılacaktı. Salatayı beraber yapıyorlardı. Azra havuçları soyarken Mete de malzemeleri doğruyordu.

"Adam doğramazken fazla masum görünüyorsun biliyor musun? Ama konuştuğun şeyler biraz masumiyetini yitirtiyor."

"Ben duygusalım şimdi benim libidomu yükseltmeye çalışma. Uslu uslu marullarımı doğrayacağım adam doğramayacağım."

Asker olmasaydı aşçı olabilirdi, yemek işinde Azra'dan bile iyiydi. Marulları doğrarken bile öyle ustalıkla kullanıyordu ki bileğini insan izlerken bile hayran kalıyordu.

"Tamam kocam kızma sakin ol."

"Fikrimin ince gülü,
Kalbimin şen bülbülü." Yüzüne bakmamıştı, parmakları hâlâ işiyle meşguldü.

"O gün ki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni."

İlk gördüğü güne gitti aklı, 5+1 sene önce de değildi bu, Azra 22 yaşındaydı istihbarat görevine o zamanki tim komutanı tarafından ısrarla alınmıştı. Yaşı çok genç ama eli titremiyor ve aklı çok keskin demiş görevi onun ellerine teslim etmişti. Mete'yle tanışması işte o zamandan sonra başlamıştı.

Azra ilk büyük görevi için kendini poligonda hazırlıyordu, tüfekte olduğu kadar tabancada da iyi olmalıydı. Kendince değişik değişik teknikler deniyordu. İlk orada görmüştü onu, o zaman ilgisini çekmişti ama ona bağlanması o ipi vurduğu gün olmuştu.

"Gördüğüm günden beri,
Olmuşum inan deli."

İşini bırakıp suya tuttu ellerini. Sonra karısının belini kavrayıp kendisine doğru çekti.

"O gün ki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni."

Beraber dans ediyorlardı Mete'nin sesinin ahenginde. Sözlerin gerçekliği vardı, o yangın şimdi dinmemek üzere ruhlarını süslüyordu.

"Ateşli dudakların,
Gamzeli yanakların."

Azra onun gözlerine bakıp söylemişti bu kısmı, tekrarınıysa Mete söyledi.

"O gün ki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni."

Devamını mırıldanarak söylediler, ikisi de melodiyi mırıldanıyor ve dans ediyordu. Azra kocasının boynuna dolamıştı parmaklarını, Mete de onun beline sarılmıştı.

"Hep türkü söyleyecek değiliz ya, biraz da böyle takılalım."

"Emredersin yüzbaşım," diyerek gülümsedi. Onun şarkı söylemesini dinlemek huzur veriyordu insana.

"Öyle güzel söylüyorsun ki, kendimi sende buluyorum. Bazen inanamıyorum biliyor musun?" Neden inanamıyorsun demedi ama bunu soran bir bakış attı gözlerine.

"Sen benim imkansızımdın şimdi kollarımdasın."

Mete başını öne eğdi, ona çektirdiklerini, kendisine çektirdiklerini düşündü. Zorunda kalmışlıklara gitti aklı, savaşmak için fazla geç kalmıştı ama zafer bir anda onun olmuştu.

"Ne desen haklısın. Böyle olacağımızı bilseydim o hastaneden taburcu olduğum gün sana açılırdım."

"Böyle olması gerekiyormuş demek ki, birbirimizin kıymetini bilmemiz için yıllarca ayrı kalmamız gerekiyormuş." Başını salladı yavaşça.

"Öyle, sınavımız birbirimiz olmuş."

Başını ocağa doğru çevirdi ve burnuna gelen kötü kokuyla karısını bırakıp hemen ocağı kapadı.

"Hass... Yaktık."

"Üzerinden veririz aman ne olacak."

Bu hiç Mete'lik olay değildi ama bir daha pilav yapmak yerine bunu kabul etti sonuçta dibine dalmadıkça o yanık tadı gelmezdi değil mi?

"Azra." Ona döndü yeniden. "Seni ilk poligonda gördüm ben."

Azra bunu bilmiyordu çünkü poligondan çıktıktan sonra görev zamanı tanışmışlardı bundan önce onunla karşılaştığından habersizdi.

"Öyle odaklanmıştın ki görmedin beni, düz ateş etmekten sıkılıp bir okçu gibi geriye doğru yatıp ateş ettin. O gün dedim bu kadın tam bir Tomris Hatun."

"Bilmiyordum, o günün sonunda aynı helikopterle göreve gitmiştik orada gördün beni sanmıştım." Başını iki yana salladı adam, ilk gördüğü yer atış poligonuydu.

"Hatırlıyor musun timle ayran skandalı yaşamıştık, Enes koliyle getirmişti. O gün orada sevdiğimle poligonda atış yapamayacaksam o ilişki neden var ki demiştim."

Azra da ya korkuyorsa silahtan demişti, Mete korkmayanını bulurum demişti. İşte o korkmayan kadın tam karşısındaydı şimdi.

"O cümleyi seni gördüğüm ilk yeri düşünüp kurmuştum. Sana söylediğim hiçbir şeyin altı boş değildi Azra, timime geldiğinden beri ne söylediysem hislerimi yükleyip söyledim. Demir Demir diye bağırırken Üsteğmen Mete vardı ama görev dışında her meselede seni seven adam konuşuyordu komutanın değil."

"Of Mete... Han olan Mete..." Başını yana doğru eğdi, ona baktı duygusaldı fazlasıyla. "Ya sen nasıl bir adamsın be adam? Türkiye'm benim."

Yüzünü iki elinin arasına alıp dudaklarına bastırdı kendi dudaklarını. Duygu yüklü öpüşmenin sonu Mete'nin çekilip alnından öpmesiyle devam etti.

"Yani karıcığım, o gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni."

"Ben ilk gördüğümde seni ne düşündüm biliyor musun?"

Adam başını salladı iki yana. Onu ilk gördüğünde âşık olmamıştı, onu kurtardığında âşık olmuştu tam bir sene sonrasında.

"Çok yakışıklıydın ama sadece ona takılmadı gözlerim. Alnına düşen saç tutamının ne kadar güzel gözüktüğünü düşündüm. Bir görevden çıkıp diğerine girince vaktin kalmamıştı saç tıraşı olmaya. O tutama düştüm ben."

Parmaklarını henüz tıraş olmamış saçlarına götürdü, alnına yine birkaç tel firar etmiş güzel bir görüntü oluşturmuştu.

"Sana âşık olmaya 1 sene geç kalmışım, o gün birbirimize âşık olmalıydık." Âşık olmasa da çok dikkatini çekmişti, havalı gelmişti ona.

"1 sene geç kaldık bir de üzerine artı 5 sene."

"Boş ver," dedi az önceki dediklerini umursamadan. "Geç meç, yanımdasın, yayındayım. Bitmiştir."

"Bitmiştir."

Mutfaktan alabilecekleri her türlü verimi almışlardı. Beraber yemek yapmak onlara iyi gelmişti. Ruhlarındaki acıları bir kenara bırakıp devam etmeye çalışıyorlardı ve başarıyorlardı.

Bir zorlukla tek başına mücadele etmek yerine el ele mücadele etmek daha büyük zaferler elde ettirirdi. Başarıyorlardı, evlilik meselesini yürütüyorlardı.

Tabakları ve yemekleri masaya getirdikten sonra içerideki koltuğa attılar bedenlerini.

"Bu hayvan herifler için neden bu kadar uğraştık hayatım sorabilir miyim? Yesinler gelsinler. Hatta neden geliyorlar ben her Allah'ın günü bunları görüyorum zaten."

"Bacılarımı onlarla aynı kefeye koyma. Miray kuş kadar yiyor," deyip ekledi. "Ve onlar bizim arkadaşlarımız, onları evimizde hiç ağırlayamadık."

"Yani haklısın da seninle şimdi vakit geçirmek varken..." Başını iki yana sallayıp öteki konuya odaklanmayı tercih etti, sonunda onlar gidince zaten baş başa kalacaklardı. "Tamam o kuş kadar, Hakan su yakmıyor sadece o iri bedenin yakıtı fena tutuyor ben sana söyleyeyim iliğimiz kemiğimiz kurutacak."

Azra gülmeye başladı, sanki yanındaki adam ondan farksızdı. 1.90'lık adam az mı tüketiyordu? Ya kendisi, Azra da fazla yiyordu.

"Sen çok az yiyorsun ya at Hakan Üsteğmen'e suçu at at."

"Az yiyorum ben tabii, 5 tabak yemekle doymuyor olmam az yemek yiyor olduğum gerçeğini değiştirmiyor karıcığım."

Telefonuna birkaç mesaj geldiğinde eline alıp mesajın üzerine tıkladı.

2 Yeni Mesaj
Meryem

 

Seninle birini tanıştırmak istiyorum.

 

Onu da Orhan'ımı sevdiğin kadar seveceksin eminim.

 

1 Sesli Mesaj

 

Orhan Gökmen Kutay'le tanişun bakalum, oy anasi, ağlama bak halayla taniştureyim seni da. Durmiyur halasi, musait olduğumuzde ararum goruntuli. Hayde öptum.

 

1 Yeni Fotoğraf

 

Azra mesajları okuyup sesi dinlerken duygulandı, foroğrafı açınca ağlamamak için zor tuttu kendisini çünkü Gökmen bebek o kadar tatlıydı ki bir de babasının kopyasıydı.

 

Sapsarı saçları asla dönmeyecek masmavi gözleri vardı. Beyaza dönmemiş kırmızı teni ben daha yeni doğdum diye haykırıyordu. Minicikti, öyle güzeldi ki insanın baktıkça bakası geliyordu.

 

"Doğmuş sonunda, haberim yoktu bugün demek ki aniden geldi babası kılıklı. Yerim ki ben bunu ya şu tatlılığa bak." Telefon ısırılıyor olsaydı şu an her ikisi de onu paramparça etmişti.

 

"Orhan Gökmen, adı da kendi gibi çok güzel halasının kuzusu ya. Ah be Orhan'ım göremedin şu güzelliği, alamadın ya o bebeği kucağına ben ona yanarım."

 

Mete ona bu konuda ne kadar teselli verirse versin ona işlemiyordu, giden gitmişti bir kere ne yapabilirdi ki artık acısını yaşamaktan başka? Orhan gitmişti, peşinden Göktürk gitmişti. Geride kalana zordu her şey, o bebek şimdi babasız büyümek zorundaydı.

 

Orhan Gökmen bir şehit oğluydu ve babasız yaşamak zorunda kalacaktı. Bunu kabullenmek kolay değildi. Ne Meryem kabullenenilmişti ne Sancak Timi ne de Azra.

 

"Bugün mutlu günümüz, düşürme başını öyle, yeğenini sev," deyip kapıya doğru baktı, sesler duymuştu geldiklerini anlamıştı böylece. "Geldiler sanırım da neden çalmıyorlar kapıyı?"


Mete gidip kapıyı araladığında Hakan kapıya yasladığı Miray'ı belinden yakalayıp kendine doğru çekti.

"Ne yapıyorsunuz lan kapımda ahlaksızlar sizi?" Parktaki teyzeyi örnek alıp söylemişti ama asıl amacı onları sinir etmekti.

"Abi şey..."

"Ney?"

Cevap veremedi Hakan, Azra'nın gelip onlara selam vermesiyle kurtulmuşlar ve sonunda içeriye geçmişlerdi.

"Aşkım belli değil mi ne yaptıkları?"

Miray'ın dudağındaki ruj dağılmıştı, şanslı olan Hakan da bir şey yoktu ancak Miray ne yaptıklarını çok güzel gözler önüne seriyordu.

Hakan Miray'a döndü ve dudaklarının çevresini sildirtti, biraz çıkmıştı ama hemen gidip temizlenmesi lazımdı, rahatsız edici gözüküyordu.

"Hoş bulduk komutanım."

"Hoş geldiniz."

Azra Miray'a sarıldı, Hakan ve Mete de tokalaştıktan sonra diğerlerine sarıldılar ve içeriye buyur ettiler onları. Azra hemen Miray'ı kolundan tutup odasına götürdü, şu dağılan rujun temizlenmesi lazımdı acil.

"İnsanlar görür diye de mi çekinceniz yok sizin şu hale bak vakumlamış seni."

Pamuğu çıkartıp üzerine makyaj temizleme suyu döktü ve ona uzattı. Makyaj masasının karşısında oturuyordu ikisi de.

"Neden çekineyim ben bu adamla sevişirken çekinmedim."

"Onu mu diyorum ben ya? Tanınırsan fotoğrafını çekerler kaç milyon takipçin var kızım senin." Gülümseyip yeşillerini ona çevirdi. "Tüm dünyanın izlediği canlı yayında öpüştük biz gerisi bize işlemez, bizim için öpüşmenin yeri yok."

"Maşallah hızınıza ne diyeyim. İyi gidiyor değil mi, sorununuz yok. Yani ben komutanımı tanıyorum biraz arıza biridir canını sıkabilir. Buz dolabı olayına girmiyorum hepimize buz dolabı sana ekmek fırını onun farkındayım."

Her şey iyi gidiyordu, Hakan onu bazen gerçekten sinir etse de özür diliyorum demeden gönlünü almasının yolunu buluyordu. En son kapıdaki öpücük bunun içindi, bir konuda yine onu çileden çıkartmış sonra gönlünü almıştı böyle.

"Bazen bende kalıyor, beraber uyuyoruz." Son kelimeyi söylerken yanakları kızardı, o anları hayal etmiş olmalıydı.

"Anladım uyuyorsunuz masum masum, yüzünden çok güzel anlaşılıyor biliyor musun? Röportaj falan verirsen dikkatli ol her şeyi belli ediyorsun güzelim."

Daha fazla kızarmadan içeriye gitmeleri lazımdı, birazdan Volkan ve Şebnem de gelirdi, belki o soğuk rüzgarlar tersine ve ılık eserdi, böyle bir ihtimalin peşini kovalıyorlardı.

İçeriye gittiklerine Azra kocasının yanına oturdu, Miray da Hakan'ın kolunun altına girdi ve bedenini onun iri göğsüne yasladı.

"Ulan Hakan, dağda didiştiğin kızla şimdi ne noktadasın?"

Bunu kendisi de bilmiyordu, tek bildiği bu kadın ve adamın ilişkilerinin mimarı olduklarıydı. Başını Miray'a çevirdi, komutanına bakmadan cevap verdi.

"Çok güzel noktadayım."

Türkmen Kızı'nın dudakları kenara kıvrılınca ev sahipleri de gülümsedi içten bir şekilde. Başarmışlardı, onları kavuşturmuşlardı, sıra diğerlerindeydi.

Kapıdan sesler yükseldiğinde Mete yine kapıya doğru gitti. "Anlaşıldı bugün bu evde kapı çalmayacak." Kapıyı açtığında hiç şaşırmadığı bir manzarayla karşılaştı. Şebnem ve Volkan her zamanki gibi didişiyordu. Komutanlarını gördüklerinde susup içeriye geçtiler.

"Hoş geldiniz," deyip bir sarılma faslının ardından ayrı ayrı yerlere geçtiler. Hâlâ birbirlerine sinirli bakıyorlardı.

"Biri boğa diğeri de kırmızı kumaş tutan matador." Duymamışlardı bile sözlerini. "Asker! Kime diyorum." Bilerek komutanlık taslamıştı, başka türlü konuşmayacak gibilerdi.

"Emredin komutanım."

"Siz neden tartıştınız yine?"

Şebnem söyle der gibi işaret etti komutanını. "Şebo tamam yeter," diyerek cevap verdi üsteğmen. Mete hâlâ onlardan bir açıklama bekliyordu.

"Canımı yakıyor her zamanki gibi. Sebebe ihtiyacı yok onun."

"Her zamanki gibi komutanım, bizim her zamanki boş tartışmalarımız, önemsemeyin hiç."

"Şey mi yapsak, masaya geçelim güzel güzel yemeklerimizi yiyelim."

Masanın bir ucuna Mete diğer ucuna Azra geçti, kızlar ve erkekler de çift olarak karşılıklı oturmuşlardı. Önce çorbayı koydu kadın, o çorbayı koyarken Mete de ekmekleri dağıtmakla meşguldü.

"Zor zamanları aştık bir türlü vaktimiz olmamıştı arkadaşlarımızı ağırlamak için. Bugün böyle beraber vakit geçirelim istedik."

"Sağ olun komutanım, her şey çok güzel." Hakan'dan sonra Şebnem de ona destek çıktı. "Valla bence de güzel, mis gibi kokular geliyor teşekkürler."

Amaç sadece yemek yemek değil, beraber çift olarak vakit geçirmek ve mümkün olursa Şebnem'le Volkan'ın sorunlarını çözmekti.

"Orhan Gökmen Kutay bugün doğmuş arkadaşlar, fotoğrafına bakın hemen yeğenimizin. Altın yollayalım Rize'ye hemen, ilk hediyesi amcalarından olsun."

Azra telefonundaki fotoğrafları gösterince buruk bir gülümseme aldı yüzlerini. Çok sevimli bulmuştu her biri, onun burada olmasını isterlerdi onu sevmek için çok iyi olurdu ama şimdi aralarında kilometrelerce mesafe vardı.

"Maşallah ya ne güzel bebek."

"Aynı Orhan'a benziyor bak aynısı ya, Meryem yenge kocasını doğurmuş resmen." Miray da o açıdan baktığında sevgilisine hak verdi, benziyordu ve tatlılık abidesiydi.

"Nazar değmesin, yollarız altınınızı tabii, amcalarından hatıra kalsın ona."

"Ve halalarından," diye ekleyen Azra oldu. Orhan'ı anıp duygusal durumlara girmemişlerdi, normal akışa devam edeceklerdi ve mutlu olacaklardı en azından şimdilik. Bu bebeğin doğumu herkesin yüzünü güldürmüştü.

"Kalyoncu," dedi Miray başını yana çevirip. "Hakkınızda yazılan çizileni vakit buldukça sosyal medyadan takip etmeye çalışıyorum sürekli sizi konuşuyorlar. Aylar geçti ama hâlâ o ikonik fotoğrafı paylaşıyorlar."

Öpüştükleri fotoğraftı, bir de Hakan'ın Miray'ı, Miray'ın da kupayı kaldırdığı o fotoğraf her yerde dolaşmaya devam ediyordu.

"O fotoğraf gerçekten çok ikonik, sizden sonra İtalya Kupası'nı kazanan voleybolculardan biri de aynı pozu vermiş." Bunu duyunca Miray gülümsedi, karşısında oturan üsteğmen elini tutup ona baktı.

"İlklerin kadınısın Türkmen Kızı."

"Maşallah Allah bozmasın."

Volkan'ın içten dileğiydi, kendi başına gelenin onun başına gelmemesini diledi. Mutlu bir ilişki mutlu bir hayattı.

"Ne diyorlar peki? Sosyal medyada yani?"

"Komple smaçör diyorlardı sana komple voleybolcu demeye başlamışlar geçenlerde pasör çaprazı oynadın diye. İlişkin çok merak ediliyor, Hakan Üsteğmen'i çok aramışlar ama bulamamışlar sosyal medyasını."

Hakan'ın bir sahte hesabı vardı, adına resmi hesap kullanmıyordu bu yüzden kimse ona ulaşamıyordu. Bordo bereli adamı göremezlerdi kolay kolay.

"Bulamazlar beni, kırk yıllık istihbaratçıyı koy yine de bulamaz."

"Komple voleybolcu mu? Ay ağlarım."

Dudağını büküp duygulandığını belli etti, mutluydu, bu yerlere gelebilmek için o kadar çabalamıştı ki... Bayramları yoktu, tatilleri yoktu, sürekli seyahat halindeydi bu araya da aşkını sıkıştırmıştı. Aile hayatı da yoktu, ailesi Mersin'deydi oraya da sık sık gidemiyordu.

Voleybol camiası, Hakan, Nesrin ve Azra'dan başka kimseyi gördüğü yoktu ama değiyordu, bulunduğu yerden mutluydu.

"Sen okumuyor musun kızım yazılanları?" Başını iki yana salladı, okumuyordu çünkü ülkedeki linç kültürü ona zarar veriyordu.

"Okumuyorum sosyal medyamla ilgilenen biri var, görmem gerekenleri o gösteriyor bana. Gördüğüm şeylerin çoğu süzgeçten geçiyor anlayacağın." Tek başına bu kadar şeyle uğraşamıyordu bu sebeple böyle bir yola başvurmuştu.

"Hep bizden mi konuşacağız ya? Mete abi, nasıl gidiyor evlilik? Daha doğrusu Demir Leydi'yle nasıl gidiyor?"

"Ne varmış ya bende? Soruya bak."

"Sus sen, abime sordum ben soruyu." Miray yüzbaşıya odaklandı, ne diyeceğini test etmek için böyle konuşmuştu.

"Her gün âşık olduğun kişinin yüzünü görerek uyanıyorsun, kötü gitmesi mümkün mü? Gidip günlerce haftalarca gelmediğimiz oluyor ama benim hayalimdeki tek şey güne onun yüzüyle uyanmak."

Daha fazlasını hayal etse de söyleyemezdi o kadarını, bu bile fazlaydı ama tutamamıştı çenesini. Bu defa susamamıştı.

Azra tabakları aldı ve pilav üstü nohut yaptığı tabakları Mete'ye uzattı, o da misafirlerin önüne yerleştirdi. Pilav tenceresinin kapağının açılmasıyla yanık kokusu odayı doldurmaya başlamıştı.

Herkes algılamaya çalışsa da seslerini çıkarmamışlardı. Koku kendisini de rahatsız etmişti. Bir dans edelim demişlerdi pilavın dibini iki parmak tutturmuşlardı.

"Azıcık dibi tutmuş olabilir, hep Mete yüzünden."

"Komutan ne yapmış olabilir ki Azra, ben bile timinde değilken biliyorum ne yemek şovları yaptığını. Biraz suçu ona atıyor olabilir misin?"

Volkan'ın söylediği normalde doğru olurdu, harika yemekler yapıyordu ve çok titizdi çalışırken ama söz konusu Azra olunca yemeği unutup onunla ilgileniyordu işte.

"Yok valla onun suçu, o unuttu." Mete ellerini havaya kaldırdı, teslim olduğunu gösteriyordu.

"Benim suçum sadece çok sevmek. Hep ondan başım yanıyor benim."

Sofradaki gülücükler birbirine girdi. Uzun zamandır böyle güzel zaman geçirmiyorlardı, çok acı çekmişlerdi. O acının altında kalıyorlardı sürekli. Sırttaki kemer izleri, üç tane şehit...

Bazı şeylerin telafisi yoktu ama düşmanın istediği takılmalarıydı zaten, telafi edemezlerdi ama inadına yaşama sarılabilirlerdi, bunu demiyorlardı.

Azra çatalına aldığı pirinç tanelerini ağzına götürdü, ilk başta iyiydi ancak ikinci çatalı ağzına götürdüğünde yüzünü ekşitti. Yanık kısmı fark edemeden tabağına koymuştu ve ağzında berbat bir tat oluşturmuştu. Midesi bulanınca peçeteyi ağzına kapatıp arkasına döndü. Altta kalan yanık taneleri çıkartıp ayağa kalktı.

"İyi misin Azra'm?"

"İyiyim ya, sizinkilere koymadığıma eminim ama kendi tabağıma yanık kısımdan koymuşum biraz, düşmana yedirilmez bu vallahi adamı öldürür, rezalet."

Tabağın tam altında kaldığından bir de tabak yerine Mete'ye bakarak yediğinden böyle olmuştu. Elindeki peçeteyi çöpe atıp mutfak tezgahına yaslandı.

"Onun için günlerce gözyaşı döktüğüm evde şimdi onunla misafir mi ağırlıyorum ben?" Başını iki yana sallayıp gülümsedi. Onca zorluğun getirdiği en güzel sonuçtu Mete.

Acılarımın bu kadar güzel biteceğini bilseydim ona daha önce âşık olurdum. Ruhumdaki acıları iyileştirdi bu adam, ne derdim kaldı ne de tasam. En dibe düştüğümde bile tuttu elimi bir daha da bırakmadı, bırakmaz. Sen beni bıraktın mı ben bu elleri nasıl bırakayım demişti, bırakmadı.

İçeriye geri gittiğinde biraz zaman geçmişti. Mete'nin gözleri onun karalarıyla buluştu. İyi misin diyordu yine dudağı bile kıpırdamadan, gözlerini kırpıştıran Azra iyi olduğunu söyledi, içeride onu düşünüp gelmişti sadece.

"Eee bizi konuştuk sonra kavuştuk, Hakan ve Miray da kavuştu sorunlarını çözdüler. Siz ne istiyorsunuz, ne alıp veremediğiniz var birbirinizden? Neden böyle sürüyor, orta yol bulalım size anlatın."

O gelene kadar Mete karnıyarıkları ikram etmişti bile, Azra yemedi, ağzının tadı bozulmuştu bir kere bir daha yemek istemedi. Sonra acıkırsa ki acıkmaması imkansızdı o zaman yerdi.

"Komutanım..." Mete elini havaya kaldırdı. "Komutanın olarak değil abin olarak buradayım Şebnem. İkinizin de abisiyim şu anda, komutan karargahta kaldı."

Böylece daha rahat konuşabilirlerdi, hep komutanları olarak onlara yol gösteriyordu şimdi abileri olarak onlara yol gösterecekti.

"Yeni bir hayata başlamak istiyorum ben ve bu hayatın içinde o yok. Ne zaman bir adım atsam karşıma çıkıyor benim. Nefes almama izin vermiyor."

Volkan sadece dinliyordu, dirsekleri masanın üzerindeydi, gözleri sadece ona odaklıydı. Yüz ifadesinden sıkıntısı net bir şekilde anlaşılıyordu, canı yanıyordu.

"Şebnem, dayanamıyorum ben. İçimdeki öfke galip gelirdi hep ama ne oldu bilmiyorum öfkem değil sevgim galip geliyor benim şimdi."

Herkesin içinde bunları konuşmak zor olsa da neler neler yaşamışlardı, her yaşadıklarına birileri şahit olmuştu belki böyle bir sonuca ulaşabilirlerdi. Belki bu defa tamamen bitirebilirlerdi.

"Keşke öyle kalacağını bilsem, o dağların başıma yeniden yıkılmayacağını bilsem sana gelirdim."

"Böyle de olmuyor, olamayacaksak biz beraberken olmasın."

Dilinden değil kalbinden kopup giden cümlelerdi bunlar. Eskiden sadece nefretini kusan bu adam artık yeniden denemek istediğini söylemekten geri durmuyordu. Tutamıyordu kendisini.

"Zorlaştırıyorsun yine, aynı şeyi yapıyorsun. Sürekli tekrar edeceğiz." Gözlerindeki acıyı gördü, aynı acıyla baktı, dolan gözlerini tutmakta güçlük çekiyordu.

"Ben," Mete'ye döndü. "Ayıp olmazsa gidebilir miyim? İyi hissetmiyorum."

Mete bunu amaçlamamıştı, problemlerinin çözülebilir düzeyde olduğunu düşünüyordu. Öncesini sonrasını düşünmeden oturtmuştu onları bu masaya ama gerçekleri gördüğünde fazla geçti.

Üç cümle konuşup kalkıp gidecek psikolojiye geldiyse orada kurtaracak bir kişi kalmamıştı. Giderken Volkan'ın peşinden gideceğini bildiğinden onlara bırakmayı tercih etti, onlar halledemezse kimse halledemezdi. Bir masada bile oturamıyorlardı.

"Tabii, ayıp olmaz biz iyiyiz sen keyfine bak."

Şebnem ayağa kalkıp herkese kalkmamasını söyledi ve her şey için teşekkür edip çantasını aldığı gibi attı kendini dışarıya. Soğuk havada içi cayır cayır yanan bir kadındı.

Ağlamamak için tuttu kendini, büyük kavga etmemişlerdi. Birkaç cümlede ağlayamazdı, böyle geçiriyordu aklında ama onu ağlatan bir cümle değil tüm hisleri olmuştu. Birkaç damla attıktan sonra gerisini durduramadı. Kaldırıma doğru çöküp başını ellerinin arasına aldı.

Böyle olmamalıydı, bu karanlığın altında böyle ağlayamazdı. Onunla beraberken de ayrıyken de acı çekiyordu, haksızlıktı yoluna bir türlü devam edemiyor olması.

Boğazı düğümleniyordu her defasında, kavgadan ileriye gidemiyorlardı bunu biliyordu ama Volkan'ın dayanamayıp her defasında yeniden deneme teklifi daha da üzüyordu onu, karşılıksız olsaydı belki bu kadar üzülmezdi.

"Şebnem." Bir elini koluna diğerini saçlarına götürdü, ondan kaçıyordu ama o yine yanına gelmişti.

"Volkan git ne olur."

Bakmadı ona, ağladığını görmesini istemedi çünkü ona bakarsa sokak lambasının loş ışığından ne halde olduğu net bir şekilde anlaşılacaktı.

"Gidemem Şebnem, ben hiç gidemedim ki senden, bak yine buradayım."

Elini çenesine koyup kendine doğru çevirdi bakışlarını. Parmaklarının arkasıyla yaşlarını sildi, onun da gözleri dolmuştu ama tutuyordu kendisini.

"Senden nefret ediyorum," dedi, yalan değildi ama nefretinden çok sevgisi baskındı.

"Ben de senden beni terk ettiğin için nefret ediyorum ama bir hissim daha baskın geliyor, sevgim."

"Git Volkan, hoşuna mı gidiyor ağlamam böyle. Sevgin olsa giderdin gidemedin hiç. Git." Dudaklarından acımasızca çıkmıştı git kelimesi, bir silaha dönüşüp ruhunda yara açacak bir silahtı bu.

"Denedim kaç kere, sonunda yine sana geldim. Şebnem olmuyor be. Ben sensiz yapamıyorum görmüyor musun dayanamadığımı. Ben sensizliğe alışamadığım gibi beceremiyorum da."

İnsan başka bir insana kelepçe vurabilirdi, bir ata gem vurulabilirdi ama düşünce ve hislere gem vurulamıyordu. Sevgiye kelepçe vurulamıyordu işte. İnsan ne yaparsa yapsın ona engel olamıyordu.

Başarabileceğini sanıp çabalıyordu, daha sonra birikip boğazında asla yutkunamayacağı bir yumru alacağını bilmiyorlardı. Birikimler bir gün kendini durduramıyor saçılıyordu etrafa, sevgi kendini gizleyemiyordu.

Volkan da öyleydi, adı gibiydi hisleri de. Biriktirip en sonunda patlamıştı, dayanamamıştı ama imkansızlığın kıyılarında yüzdüğünün farkındaydı. Savaşmaya onun gücü olsa da karşısındaki kadının gücü yoktu.

"Ben seni sevmekten hiç vazgeçmedim, ben senden vazgeçemediğim gibi senin aşkından da vazgeçemedim. Nefretim bastırır sandım olmuyor. Devam etmene izin veremem anlasana, bizim hikayemiz daha bitmedi ki nasıl devam edebilirsin?"

Gözyaşlarında dolanan parmakları saçlarını buldu, gözleri gözlerindeydi. Alnını onunkine dayadığında yumdu gözünü kadın.

"Yapma Volkan."

O dudaklara bu kadar hasretken böylesine uzak kalabilmek eziyetti ama onunla olunca daha da acı çekecekti. İki kere denemişlerdi ve olmamıştı, her defasında daha beter olmuştu her şey.

"Seni seviyorum."

"Sevme."

Dudaklarını onunkilere yaklaştırdığında aklında olan tek şey bu öpücüğün tüm acılarını geçirip her şeyi geride bırakacak olmasıydı. Olmadı, Şebnem parmaklarını onun dudaklarına kapatıp ağlamaya devam etti. Parmak uçlarına birkaç damla süzülünceye kadar ağladığını anlamamıştı onun da.

Ne öpebiliyordu ne de sarılabiliyordu, bir parmak dudaklarını mühürlediği gibi onu da mühürlemişti olduğu yere. Yavaşça parmaklarını yere indirirken Volkan'ın artık bir şey yapmayacağını da çok iyi biliyordu.

Sokak lambasının loş ışığıyla aydınlanmaya çabalayan soğuk bir kaldırım üzerinde birbirleri için gözyaşı döküyorlardı. Çözüm yine yoktu, yine kalmışlar ve bir adım ileriye gidememişlerdi.

"O gün kolumdan değil göğsümden vurulsaydım keşke ya da giden ben olsaydım."

"Söyleme böyle, bunu söyleyemezsin." İhtimali bile onu delirtmişti, günlerce kendine gelememişti gerçek olsa dayanamazdı buna.

"Ben savaşmak istiyorum bizim için ama gücüm de kalmadı çünkü sen çabalamıyorsun. Bir seneyi geçti Şebnem ben seni ilk defa öpmeye çalıştım ve bana izin vermedin."

Sesi çaresizce çıktı, gözyaşlarını silip dik durmaya çalışsa da her hâlinden ondan farksız olduğu anlaşılıyordu.

"Bendeki de kalp, ben göğsümde bir kalp taşıyorum ve seni her gördüğümde o kalp paramparça oluyor."

Parmağıyla göğsünü işaret etti, içinde ne varsa yıkılmıştı, yıkılanı toparlamaya çalıştıkça başarısız olmuştu.

"Vazgeçmen lazım. Vazgeçmemiz..."

"Denemedim mi, o kadar çok denedim ki ben bile sayısını unuttum." Ayağa kalkıp elini uzattı, Şebnem onun ne yaptığını algılamaya çalışarak baktı yüzüne. "Hava soğuk yer daha soğuk, üşüme daha fazla."

Ne derse desin ondan kaçamayacağını biliyordu, çabalarının yetersiz olduğunun farkındaydı. Uzatılan eli tutmadı da bundandı zaten. Eli tutup ayağa kalktı ve arkasını temizledi hemen.

"Ben de denedim ama olmuyor. Son kez söylüyorum beni bırak yoksa giderim, gerçekten giderim bu defa yüzümü bile göremezsin. Ve ben gidersem Volkan yoluma bakarım. Tanıyorsun beni, yapabileceğimi biliyorsun."

Gözyaşları akmaya devam ederken bir ciddiyet çöktü yüz hatlarına, bakışlarından sözlerinin arkasında olduğunu ve zorda kalırsa yapabileceğini göstermek istiyordu ama nafileydi. Volkan'ı inandıramazdı böyle bir şeye.

"Bu kadar severken gidemezsin, yola da devam edemezsin bir başkasıyla. Tanıyorum seni."

Başını iki yana sallayıp uzaklaştı ondan. Kendi yoluna gidecekti, Volkan onu bu defa serbest bıraktı, daha fazla çabalarsa belki de üçüncüye denerlerdi. Ona göre denememeleri hataydı çünkü ayrıyken daha kötülerdi, beraberken daha az yıpratıyorlardı birbirlerini.

Evdeki yemek sofrasına da bir sessizlik çökmüştü, Miray arkadaşlarına baktı, Hakan'a döndü sonra. Hepsi kötü hissetmişti bugün bu masadan el ele kalkmalıydı her çift, amaçlarına ulaşamamışlardı.

"Ay tamam bir kendinize gelin." Ona döndüklerinde ilgi çekmeyi başarmıştı. "Böyle sofraya küsülmez, zaten bitirmişsiniz. Hadi Azra kaldıralım sofrayı."

"Biz de yardım edelim." Mete ayaklanınca Miray eliyle dur işareti yaptı ona. "Biraz kız kıza konuşuruz, siz burada kalın." Onlar koltuğa geçince kızlar da masayı toplamaya başladılar. Maksat gerçekten de yalnız konuşmaktı.

"Bunlar düzelmez, Mete abi boşuna çabalıyor."

"Şu sahneyi görene kadar bir şansları olduğunu düşünüyordum ama artık hiç sanmıyorum. Şebo çok mutsuz, yıkılmış ve yeni başlangıç istiyor."

Gözlerine bakınca anlaşılıyordu nasıl bir yıkımın içinde olduğu. Yeni başlangıçlara izin vermeyen Volkan'dı, çözüm Şebnem'de değil Volkan'daydı. Ne zaman onun karşısına çıkmayı bırakırsa o zaman Şebnem yoluna devam edebilirdi.

"Biz bile kavuşunca onlar da kavuşur sanmıştım. Sizin de bizim de benzer hikayelerimiz var. 5 sene siz beklediniz birkaç ay da biz. Bilemiyorum sanırım bunu düşünerek onların da bir şansı olabilir demiştim ama yanılmışım."

Bazı hikayeler diğerleri gibi olmuyordu işte. Herkes aynı kaderi yaşayamazdı.

"Ee Türkmen Kızı, son maçı da almışsınız, çapraz oynamışsın bir de."

"Ay sorma ya, bizim çapraz sakatlandı, yedekle başladık o da hücumda tıkanınca hoca beni ikinci set çapraza çekti."

Ve takımı başarılı olmuştu bu taktikle, 3-1 maçı kazanmışlardı. Başarısını komple voleybolcu olarak sürdürüyordu, pas bile atabilirdi, yeteneği olağanüstüydü.

"Hakan maç sonu videolarımı görmüş, bizim masör bacaklarıma masaj yapıyordu."

"Eyvah eyvah şimdi kıyamet kopmuştur."

Miray başını sallayıp onu doğrulamıştı, Hakan bunu görünce deliye dönmüş ve kapısına dayanmıştı. Hesap sormak değildi niyeti, kadın masörleri yoktu ve ona yaptırmak zorundaydı ama yine de kıskanmadan duramadı. Sevgilisinin bacaklarına başka bir adamın dokunmasına dayanamadı.

"Sorma ya, kıyameti kopardı. Sonra dedim tamam Hakan sen yap masajımı."

Gülmeye başladı sonra yüzü kızardı. Demek ki hikayenin sonu yatak odasında bitmişti yine.

"Aa benim komutanım hayırsever bir adamdır, yapmıştır sana güzel güzel masaj."

"Hı hı yaptı, öyle bir masaj yaptı ki anlatamam."

"Böyle kıskanıyorlarsa ben de kıskandırayım diyeceğim ama Mete Çekip vurur ya, o piknik gününü hatırla o şerefsiz Fehim miydi Fehmi miydi her ne boksa o piçi görünce neler olmuştu. Erkekler kıskanınca başka bir yaratığa dönüşüyorlar, benim kocam bile yani Mete gibi anlayışlı bir adamdan bahsediyoruz."

Muhabbetlerini yarıda bölen Hakan Teğmen'in ona seslenmesi olmuştu. Annesi Nesrin yine onun yaralandığını düşünüp ağlayarak onu aramış, içi rahat etmeyen Hakan da hemen eve dönmek istemişti. Her şey için teşekkür edip ayrılan Miray ve Hakan'dan onları haberdar etmesini istedi Mete.

"E madem yalnız kaldık geçen yarım bıraktığımız film vardı, onu izleyelim keyifleniriz."

"Komutanım emretmiş yapmaz mıyız ya?"

Üzerlerini değiştirip rahat kıyafetlere geçtikten sonra Mete daha önce yarım bırakmak zorunda kaldıkları filmi açıp koltuğa oturdu, Azra da abur cuburları masaya dizip onun iki bacağının arasına oturup sırtını da ardındaki güvenli dağa yasladı. Yeni yemek yemiş olmaları yine bir şeyler yemeyecekleri anlamına gelmiyordu.

"Misafirleri yolladık ve film izliyoruz evimizde hayatım farkında mısın?"

"Maşallah de Azra'm, maşallah de ki telefonumuz çalmasın yine."

Demir Leydi onun istediğini yapıp maşallah çekti ve elinin tersini üç kere sehpaya vurdu. Yüzbaşı oynat tuşuna basınca filmi geçen gün bıraktıkları yerden izlemeye devam ettiler.

Bir kötü adam vardı, kendinden daha az kötü olan adamı yakalamış ve ona işkence etmeye başlamıştı. Yediği onca dayaktan sonra bile bayılmayan adama en son kemerle vurmaya başladıklarında kamera yakın çekime geçmişti.

Başını yana doğru çevirdi Azra, bakamadı. Sırtındaki izler gibi bazı görüntüler de silinmiyordu işte.

"Aşkım iyi misin?" Azra başını sallasa da ekrana bakamadı, film durduğunda elini kocasının bacağına bastırıp derin derin nefes alıp verdi. "İyiyim." Öyle gözükmüyordu. "Gerçekten iyiyim. Devam edebiliriz."

Rengi atmıştı, Mete bu filmi izlemezdi, en azından bu kemer izleriyle alakalı yerleri atlardı izlerken. Ekrandaki görüntüyü değiştirip odanın loş ışığını sürdürdü, belki gizlenmek isterdi ve loş ışığa saklanabilirdi karısı.

"İpleri roketleri sayıklıyorsun uyurken, gözlerin açıkken de kemerlere tahammülün yok ama geçecek bak ben yanındayım senin." Kollarını ona sarıp çenesini omzuna yerleştirdi.

"Nasıl geçecek Mete?"

"İp ve roketi değiştiremeyiz ama kemer değişebilir. En son araba kullandığında nasıl hissettin?" Hiçbir şey hissetmemişti, Mete ona unutturmuştu tüm dertlerini. "Sana kemeri de unutturacağım, en azından sendeki yeri değişecek. İyi olanı baskın gelecek."

"Nasıl yapacaksın onu?"

"Sen kocana güvenmiyor musun?" dedi muzipçe, kötü düşüncelerini dağıtmaya odağını başka yere çekmeye çalışıyordu.

"Gözlerini bağlayıp başıma bir kürdan koysalar ve bunu vuracak deseler ben yine de sana güvenirim."

"Yani bunu benden çok sen yaparsın gibime geliyor Demir Leydi'm. O zaman Irak sınırındayız kıstırdık sözde bölge yöneticisini ama çıkmıyor deliğinden. Kafasını çıkardığı an 1000 metreden vurmuştun." Eski anılara gidip başını salladı iki yana, onunla yaşadığı her an güzeldi, terörist öldürmek bile.

"İş mi konuşacağız ya?" Sözlerine karşılık karısını biraz daha sardı. "Bir oyun oynayacağız seninle ama biraz nasıl desem..." Parmaklarını karnından da aşağıya doğru indirince anladı ne demek istediğini. "Yani ihtiyacım var böyle bir değişime yoksa sana evet diyeceğimden değil yüzbaşım."

"Biz başka bir dünyadayız ve bu dünyada kemerler bizim gecemizi şenlendiren oyuncağımız."

Belinden tuttuğu karısını dizine doğru çekip yüzünü ona doğru dönmesini sağladı. Onu arzulamamak mümkün değildi ki. Her hâliyle kordan bir kadındı sanki, adım attığında karşısındaki adamı yakıyordu.

Azra televizyondaki sahneyi unutmuştu bile, kollarını kocasının boynuna dolayıp dudaklarını onunkilere değdirip geri çekildi.

"Olur." Mete yanağını karısının yanağına değdirerek boynuna indi. "Emredersiniz komutanım."

Parmaklarını eşsiz kokulu saçlarına daldırdı. Mete ona her dokunduğunda ilk defa dokunmuş gibi hissediyordu, şehveti ve sevgiyi ayrı ayrı yaşıyor ikisinde de dorukları görüyorlardı.

(Buradan bölümün sonuna kadar +18 uyarısı vardır.)

Adam ayağa kalkıp karısını kollarının arasına aldı ve yatak odasına yürüdü. Onu yatağa bırakıp geri çekildi. Dolabını karıştırıp kendine beyaz gömlek ve siyah pantolon, bir gömlek de karısı için çıkardı.

"Soyun ve bunu giy, arkan dönük olsun ben de sana bakmayacağım."

Kadın oyunu kuralına göre oynayıp onun dediklerini yapmaya karar verdi. Bu gece de patron o olmuştu ve bir acısını yok edecekti.

"Senin nasıl fantezilerin var ya?" dedi gülerek, ayağa kalkıp üzerindeki kıyafetleri bir kenara attı. Sütyeni de istemedi, madem bir gömlekti bu sadece çamaşırı kalmalıydı altında, bu gömleğin raconu buydu.

"Bende daha neler var neler. Öğrenmek istersen her gece bir yenisini gösterebilirim."

Çağrılmazsak gösterirsin sevgilim.

"Bilemedim şimdi öğrensem mi?"

Gömleği üzerine geçirdi ve sadece göğsünün altında kalan iki düğmeyi kapadı, böylelikle bedeni açıkta kalmış Mete'yi fazlasıyla etkileyecek hâle gelmişti.

"Öğren." Netti sesi, kemerini bağlayıp ona doğru döndü. Dışarıda olduğu gibi çok şık bir adam vardı şimdi kadının karşısına. "Öğrenmen iyi olurdu sanki." Üzerine doğru yürüdü. "Gömleğimi yırtabilirsin sana izin veriyorum."

Emir vermek onun işiydi ama yatakta bunu yapıyor olmak ve bunu bir oyunun içinde yapıyor olmak fazlasıyla cezbediciydi. Bu defa liderlik Mete'deydi. Bir elini saçlarının arasına daldırırken diğer elini siyah zülüflerine götürüp okşadı. Parmaklarına dolayıp burnuna götürdü, öyle güzel kokusu vardı ki Azra Mete'nin boynunu kokladığında ne hissediyorsa aynısını Mete onun saçlarını kokladığında hissediyordu.

"Tüm gömleklerimi yırtabilirsin, ben neden çalışıyorum sanıyorsun? Tüm paramı sen gömleklerimi yırtabil diye kazanıyorum ben."

Azra parmaklarını adamın göğsüne götürürken kendisini yatakta buldu, Mete onu itmişti ve sert bir bakış vardı gözlerinde, arzu doluydu. Canını yakacak değildi ama sakin olacağı anlamına da gelmiyordu bu.

"He öyleli. Anlaştık."

Mete kollarını karısının iki yanına yerleştirip onu göğsüne hapsedince Azra da tırnaklarını sırtını örten gömleğe geçirdi, kumaşın dikiş kısmını bulup çekiştirmeye başladı, bu defa yırtılmıyordu.

"Yok olmuyor." Dudaklarındaki baskıyla daha da zorladı, bacaklarını onun etrafına dolayıp güç aldı yine olmadı. Kaliteli bir gömlekti. Dudaklarını onunkilerden hafifçe kenara çekip "Bir dahakine artık," dedi somurtarak.

Yerinden doğrulup Azra'nın parçalayamadığı gömleği çıkartıp kenara attı ve yastıkları üst üste koyup Azra'yı oraya yasladı. Yarı uzanır haldeydi, neler yapacağını heyecanla bekliyordu ve bu noktaya nasıl geldiklerini bile unutmuştu.

Mete onun üzerine çıkıp bacaklarının arasına aldı ve bir eli dudaklarını okşarken diğer eliyle kemerini çözdü. Sert şekilde çektiğinde Azra sesinden ürküp eline baktı adamın. Mete'den değil geçmişinde yaşadığı o lanet günden ürkmüştü, bu adam onu istese de ürkütemezdi ki.

"Bu sesi kötü olarak algıladığın son gün olacak."

Kadının bacaklarının üzerine oturup ellerini kavradı kemeri bileklerine sarıp havaya kaldırdı ve kollarını yastıklara doğru geriye çekti. "Oha." Bunu beklemiyordu kadın.

Göğüsleri gömlekten taşarken en az kadın kadar tahrik olmuştu. Azra daha hissedemiyordu ama Mete kendi vücudundaki değişimi, karısını böyle seyrederkenki değişimi çok iyi hissediyordu. Bu defa utanması yoktu, karısı vardı karşısında.

"Sen o kasların vergisini ödüyor musun?"

Kemerin diğer ucunu yatak başlığına sabitlediğinde çok kolay kurtulabileceği ama asla istemediği bir pozisyondaydı şimdi.

"Ya sen?" Gömleğin içine doğru daldırdı parmaklarını, karnından yukarı doğru yavaşça çıkarken Azra da kıvranmaya başladı. Gömleğin döğmelerini koparıp açarken dudaklarını onunkilere bastırdı, sert ve arzuluydu. Azra onun dudağını ısırdığında hafifçe geri çekilip gözlerine baktı. "Sen bu güzelliğin vergisini ödüyor musun?"

Göğsünü sıktığında kadın aynı kolları gibi geriye attı başını. İnlemesi Mete'nin bacakları arasına fazlasıyla etki ediyordu. Bugün zaten fazla uzak kalmıştı ondan, dans etmişti öpmüştü ama fazlasını istemişti.

"Bir terziye ihtiyacımız var galiba, kullanılamaz hale getirdiğimiz dördüncü gömlek."

"Mete, of."

Omzuna tırnaklarını geçirdi, geri çekilip cevap bile veremiyordu. Bileğini saran kemer arada bir oraya değen Mete'nin parmakları onu daha çok kendinden geçiriyor, bu halleri de Mete'yi ilişki için hazırlıyordu.

"Kocaya of denmez."

Pantolonunu sıyırıp bir kenara fırlattığında biraz olsun rahatlamıştı adam, hâlâ Azra bacaklarının arasında duruyordu.

"O koca sonra ceza verir sana."

Karnına götürdüğü dudaklarını esmer teninde gezdirdi bir süre, karısı kıvranırken onun çıplak bedenine göz atmadan da edemiyordu. Mete kesinlikle istek ötesi bir adamdı, Mete şu anda Azra'nın en önemli ihtiyacıydı. Su, yemek ve Mete...

"Ya da eğitim," derken son harfi vurguladı. Göğüs uçları iyice sertleşmişti, onu bacaklarının arasında istiyordu şimdi üzerinde değil.

"Ne eğitimiymiş o?"

"Yatak odasında hayatta kalma eğitimi."

"Sevdim bunu."

Kemeri yatak başlığından çıkartıp kollarını aşağıya indirdi, hâlâ çözmemişti, Azra da istemedi bunu zaten.

"Bizler her yerde hayatta kalma eğitimi aldık; dağda, suda, şehirde ama birinin eğitimini komutanın olarak sana vermediğimi düşünüyorum eğitimde merhamet vatana ihanettir. Yatak odasında hayatta kalma eğitimi vereceğim sana." Hemen Azra'nın söylediklerini kapmış ve hikayeleştirmişti kendince.

"Emredersiniz."

Sevdiği kadının bacaklarının üzerinden kalkıp arasına oturdu, karısı pürüzsüz bacaklarını ona sarıp kemerle bağlı ellerini boynuna dolayınca adamın onu nasıl arzuladığını bacaklarının arasında hissetti.

Gülümsedi, hayatı boyunca kendini beğenmemişti ama Mete'yi etkileyebiliyordu ve çok da güzel giyinmeden etkileyebildiğine şahit olmuştu daha önce.

"Ne o hoşuna mı gitti?"

Kulağına fısıldadı, ses tonu bile kadınla sevişiyorken bekliyor olmaları haksızlıktı.

"Gitti." Başını onun boynuna yerleştirip kokladı ve kalçasını ona doğru bastırdı, bu defa inleyen taraf Mete'ydi. "Hoşuma gidiyorsun çok fena."

Birkaç öpücük bırakıp göğsüne doğru inince adamı itekleyip üzerine çıktı. Artık altta oturan Mete'ydi kucakta olan da Azra. Hemen sırtını yastıklara yasladı, Azra da kemeri bir kenara attı.

"Kemerleri seviyorum artık yüzbaşım. Bileklerime neler neler bağlandı ama senin bağladığın..."

Karısının sert oturuşunun üzerine inledi. Kendini ona bastırdıkça Mete daha da kıvama geliyor onu yatırıp içindeki sıcaklığa ulaşmamak için zor tutuyordu kendini.

"Ne oldu? Sen benimle uğraşırken iyiydi."

Adamın göğüs ucunu ısırıp onu daha da tahrik etti, kucağında bir kere daha zıplayınca adam dudaklarını birbirine bastırıp bir kere daha inledi, parmaklarını beline götürüp kendine bastırdı.

"Karargahta yemek yeme içinde şap oluyor." Şapsız bir yemeğin sonucu tam da bacaklarının arasında duruyordu. Kadın bu defa o mis kokulu boynunu gözüne kestirdi. "Sadece bana aitsin," dedi nefesini adamın tenine değdirerek.

"Aksi mümkün değil karıcığım ve şapın bana etki edeceğini sanıyorsan yanılıyorsun."

Sesi nefes nefese çıkıyordu, uzamıştı ve dayanamıyordu, başlamak istiyordu artık.

"Aksi diye bir şey yok, seni sikerim."

Bir kere daha bastırdı, kendi zevk alıyorken kocasını daha kötü hale getiriyordu. Hele küfretmesi zaten Mete'yi ayrı bir boyuta taşıyordu.

"Ne yaparsın?"

"Seni sikerim. Ben a..."

"Attığını vurursun, asla elin titremez."

Azra dayanabilmişti ama bu kadar tahrik üzerine Mete dayanabilecek gibi değildi. Adam karısının saçını geriye doğru çekti. Tutuyordu sadece, acının zerresi yoktu. Açıkta kalan göğüsleri tam da önündeydi şimdi. Dudaklarını oraya götürdüğünde çığlık atan karısı adamın kolunu sıktı.

"Ben de bazı atışlarda iyiyimdir."

"Nasıl atışlarmış onlar? Askerinize bunun eğitimini vermek isterseniz sizi seve seve dinlerim yüzbaşım."

Bunlar saçı parmaklarından kurtulunca söylediği sözlerdi, dudaklarını onunkilere değdirdiğinde Mete için son adım kalmıştı.

Ellerini kıvrımlı belinde dolandırıp başını boynundan bir şerit hâlinde aşağıya indirmeye başladı, artık birleşmek için sabırsızlanan sadece dudakları değildi.

♟️

Mete o nasıl travma yok etme yöntemidir Meteğğğ??

ŞebVol... Ah bebeklerim sizin haliniz ne olacak?

Orhan Gökmen bebiş🥰

 

Yeni yazdığım kitap MBD'yi yakında yayımlamayı düşünüyorum, haberdar olup yepyeni bir hikayeye açılmak isterseniz beni takip edebilirsiniz❤️😘

 

Öpüldünüzzz

Loading...
0%