Yeni Üyelik
91.
Bölüm

43. "Namlunun Bir Ucu"

@rubamsalepe

 

Sancak Timi çok önemli bir görev için sahte kimliklerle ayrı ayrı saatlerde ünlü bir Avrupa ülkesine uçuş yapmışlardı. Bu defa herkes intikam yeminlerinin karşılığını almak istiyordu.

 

Berzan'ın o ülkede görüldüğü ihbar edilince time gidip onu alın ve gelin talimatı verilmişti. Şimdi tim onu arıyordu, avuçları öylesine kaşınıyordu ki döve döve öldürebilirlerdi onu.

 

İstihbaratın ayarladığı güvenli evlerden birindelerdi, herkes gergindi. Burada bu defa 7 kişilerdi, Göktürk'ün uğursuz rakamı onun gidişiyle Sancak Timi'nin mevcudu haline gelmişti. Silahlar ve araçlar da hazırdı, şu an herkes her emir için hazır oldaydı.

 

"Bu defa bitecek mi? Sonu geldi değil mi?"

 

Azra o an Demir Leydi değildi, sırtına defalarca kemerle vurulan iki kardeşi alınan acılı bir kadındı. Acı çekiyordu, alışsa da geçmemişti hiçbir şey. Orhan'ın acısına katlanmak bu kadar zorken bir de Göktürk'ün acısı yüklenmişti üstüne.

 

Sırtındaki sayısız kemer ve kurşun izlerini de aynı gözlerinin önünde yitirilen hayatlar gibi asla unutamıyordu.

 

Aynaya sırtını dönüp başını çevirdiğinde o günü yaşıyordu, o acıyı tekrar tekrar yaşıyordu. Mete her ne kadar silmeye çalışsa da izleri bedeninden silinmediği gibi ruhuyla da beraber yaşıyordu.

 

"Bitecek Demir Leydi'm, bu defa bitecek. Gönül isterdi ki onu öldürelim intikamımızı öyle alalım ama ele geçirip başkalarının canı daha çok yanmasın diye kullanacağız onu." Mete karısının boynuna götürdü ellerini, künyesini tutup dışarıya çıkarttı. "Azra Demir Akıncı..." Künyeyi parmaklarının ucunda çevirip gözlerine döndü yeniden.

 

"Astsubay Üstçavuş Azra Demir Akıncı'ya emrediyorum onu öldürmeyeceksin. Azra Demir Akıncı'dan da rica ediyorum karıcığım o ölmemeli."

 

Bunu söylemek onun için de ağırdı çünkü karısına yaptıklarını sürekli görüyordu, o sırta her dokunduğunda onun yanında olmamasının pişmanlığını yaşıyordu. Yaralarını okşamaktan başka elinden de bir şey gelmiyordu.

 

Kardeşlerini kaybetmişlerdi, Orhan ve Göktürk'ün intikamı için yanıp tutuşuyordu ama han olan Mete değil de Yüzbaşı Mete Akıncı olarak hareket etmek zorundaydı.

 

"Zor olacak Mete. Onun canını almamak benim için çok zor olacak. Öfkemi kusmama izin ver senden tek istediğim bu. Onu öyle bir döveyim ki içimdeki yangın biraz olsun sönsün." Ellerini tutup dudaklarına götürdü.

 

"Döv, izin veriyorum. O kadarını yapabilirsin. Koşarken duvara çarptı deriz bir şey olmaz."

 

Sadece onlar değil diğerleri de gergindi. Enes hiç olmadığı kadar ciddiydi. Şom ağızlılık yapınca onu durduracak kimsesi yoktu. Onca turu tek başına koşmak zorunda kalacaktı artık. Bu kadar ağır geleceğini düşünmemişti.

 

"Senin için devrem, senin için savaşacağım bugün. Hazan için, bebeği için, Orhan abi için ama en çok da senin için."

 

Etrafına baktı onu dinleyen kimse yoktu ki, artık can dostu yoktu, badisi yoktu onu kollayacak. Tabanca ve tüfeği kontrol etti, bir aksilik çıkmasını o herifi elinden kaçırmayı asla istemiyordu.

 

"Abi ne zaman gideceğiz?"

 

"İstihbarat birazdan bilgi geçecek o zaman." Duvarlar üstüne üstüne geliyordu ama o duvarlar yıkılacak o Berzan da altında kalacaktı.

 

"Ve geldi," diye ekledi Mete. Uydu telefonunu açıp cevap verdi. Şimdi o iş bitecekti işte. O intikam şimdi alınacaktı.

 

"Tim çıkıyoruz, sivil bir şekilde otele gidiyoruz. Orada görülmüş."

 

İki araç ayrı ayrı yerlerde bekliyordu, dikkat çekmemeyi amaçlayan bir taktikti bu. Silahları yanlarındaydı ancak otele onunla giremeyecekleri için araçta bekleyen diğer askerlere teslim edeceklerdi.

 

Şebnem, Hakan ve Fırat bir arabada; diğerleri de öteki arabadaydı. Şoför koltuğunda Enes tam da yanında Fatih vardı.

 

"Siz bence bana bırakın o işi, girerim o iti alır çıkarım oradan Mete."

 

Yapardı ama sağ kalır mıydı orası şüpheliydi. Aklına eseni yapıyordu ona söylenen eğer ki içine sinmediyse bir kulağından girer ötekinden çıkardı.

 

"Heh bir sen eksiktin. Ya hu ben sizi nasıl tutacağım böyle? Timde bir tane aklı başında insan yok ben dahil, ben ne yapayım birazcık da beni toparlamaya çalışsanız keşke."

 

Arkasına yaslanıp kollarını birbirine bağladı, güneşin yansıması gözlerinin kısılmasına sebep olmuştu.

 

"Azıcık güven şu adamlarına."

 

"Güvenmesem benim adamım olmazlar Fatih, ben sana güvenmiyorum onları tutmasının yolunu bulurum."

 

Başını Azra'ya çevirdi, söz vermişti ona ama yapabilecekleri ve tahammül sınırı onu endişeye düşürüyordu.

 

"O sikik herifi alıp gebertmeyeceğiz onca şeye rağmen anlaşıldı."

 

"Söz verdin Azra, söylenecek misin böyle?"

 

"Hayır söylenmeyeceğim komutanım." Öylesine gergindi ki ayağıyla ritim tutmaya başlamıştı ve kendisine hakim olamıyordu.

 

Enes'in tümseği umursamadan gaza basması herkesi sarsmış ağızlarından küfür çıkmasına neden olmuştu. Azra kafasını çarpmamak için ön koltuğa elini koymuşken Mete de onun kolundan kavramış kendisinin çarpmasına rağmen onun korunmasını sağlamıştı. Onun canı yanmamalıydı gerisi önemsizdi.

 

"Ulan Enes dikkat etsene kocam uçuyordu burada." Kolundan tutup yerine geçtikten sonra onu çekiştirdi.

 

"Acıdı mı canın? Başını mı vurdun, bakayım."

 

Hafif bir darbe yemişti ama ciddi bir şeyi yoktu, kızaran alnına parmağını değdirdiğinde bir anlığına yüzünü ekşitti adam.

 

"Acımadı, parmakların değdi ya geçti ne acım varsa."

 

Gözlerindeki merhameti görmek öylesine huzur veriyordu ki yüreğine tüm dertleri toprak altına gömülüyordu.

 

"Yalancı. İyi bir yalancısın."

 

"İyi bir yalancıyım öyle mi Demir Leydi'm daha ne yalanımı gördünüz acaba?"

 

Ortam yeniden yumuşamıştı, onların gevşemesi önde oturan iki adamın da gevşemesini sağlamıştı. Sıkı sıkı tuttu ellerini, o sıcaklığı seviyordu, o aitliği hissetmeyi çok seviyordu.

 

"Sana söylediğim hiçbir yalan yok benim."

 

"Aşkını saklamanı saymazsak evet haklısın."

 

"Aşkını sakladı değil mi yenge bu? Nasıl sakladıysa bana bile anlatmadı biliyor musun?"

 

Kendine bile anlatamamıştı, itiraz etmişti sürekli iç sesine ama hepsi faydasızdı, onu ilk gördüğünde dikkatini çekmişti ve o ipe asıldığı gün kalbine düşmüştü geri dönülmez biçimde.

 

"Abi beni yıllarca süründürdü ya sen ne diyorsun?"

 

"Sen de onu süründürseydin ya, hemen kollarına mı koştun?"

 

Bir göz gezdirdi geçmişine, sadece bir gün direnmişti aşkını itiraf ettikten sonra, Mete itiraf edince ise çok kolay teslim olmuştu.

 

"Aşktan nasıl kafam uçmuşsa işte duramadım."

 

Öptürmedim ama, bence o da bir yetenek bir ambargo. Öpünce vurulmuş olsam da öptürmedim birkaç gün. Sadece birkaç gün.

 

"Âşık mısın o kadar bana? Ne kadar âşıksın?" Azra öndeki iki adamı gösterdi çenesiyle, sus demek istiyordu, yalnız değiliz susmalısın diyordu.

 

"İkisi de benim kardeşim, onlardan gizlim saklım yok benim."

 

Nah yok, az önce sevgini sakladığını söylemedin mi? Çok fenasın sen Mete, işine geldiği gibi davranıyorsun.

 

"Yoo değilim, baktım tipin düzgün iyi aile çocuğusun evleneyim dedim."

 

"Of kavgada söylenmez, abi duvara vurayım mı arabayı kurtulursun kısa yoldan. Göt etti seni Azra Astsubay."

 

Yanına döndü ona sus devrem diyecek kişinin orada olmadığını fark edince yüzü düştü ve önüne döndü yeniden.

 

"Sana koşu kilitleyeceğim 50 tur tam teçhizat." 25 olsun abi, 50 tek başına çekilmez çünkü.

 

"Olur abi, çenem çıksın benim, çıksın da konuşamayayım." Arabayı durdurup arkasına yaslandı. "O herifin ölmeyecek olması hepimizi yaralıyor ama ölmemeliyse ölmeyecek. Yakalayacağız o iti."

 

"Yakalayacağız aslanım benim, biz Mustafa Kemal'in askerleriyiz, sonuna kadar savaşıp kazanacağız duydun mu beni? Duydunuz mu? Yer yüzünde son Türk kalana kadar asla ümidiniz tükenmesin, zafer mutlaka bizim olacak."

 

Anadolu'ya geldiğinden beri Türkler türlü türlü zorluklarla karşılaşmışlar acı çekmişlerdi. Eğer dik durmasalar, savaşmasalardı şimdi adları bile değişmiş olurdu.

 

Türk sindirilemezdi, birkaç Türk topluluğu hariç benliğini kaybeden Türk yoktu ve dünyanın her yerinde varlardı. Artık onları yok etmek mümkün değildi. Orta Asya'dan Avrupa'ya Amerika'dan Afrika'ya her yerde Türk vardı ve onlar yenilse bile savaşmaktan vazgeçmezlerdi.

 

Neden mi?
Onlar Türk'tü çünkü.
Türkler için savaş düğündü.

 

"Mustafa Kemal'in askerleri ne zaman pes etti ki biz pes edelim? Bize pes etmek haram, o silahları toplanmış hiçbir şeyi kalmamış insanlar pes etmediyse sizin de pes etmeye hakkınız yok!"

 

Sene 1918'di. Mondros Limanı'nda imzalanan ateşkes anlaşması sonucunda tüm ülke işgale açılmış şehit kanıyla sulanan o topraklar parsel parsel düşmana peşkeş çekilmişti. Ordular dağıtılmış silahlarına el konmuştu. Haber ağları kesilmiş herkesin eli kolu bağlanmıştı. Daha sonrasında mebuslar tutuklanmış İstanbul da işgal edilmişti.

 

Türkler en dibi görmüştü. İstanbul'dan kaçabilen birkaç subay ve Kazım Paşa'nın emrindeki 15. kolordu haricinde savaşabilecek sadece silahsız sivil halk vardı.

 

1919'da Samsun'a atılan bir adım tüm dengeleri değiştirmiş imkansızları imkanlı yapmıştı. Mustafa Kemal Paşa milli mücadeleyi himaye etmiş ve tek bir çatı altında toplamıştı.

 

Ben ve kolordum emrinizdeyim paşam sözleri de Milli Mücadele'de başarıyı sağlayacak ilk adımlardan birisi oldu. Atatürk, silah arkadaşları ve Türk Milleti el birliğiyle zafere gitmişti. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar... Herkes üzerine düşenden fazlasını yapmıştı.

 

Zafer sonunda hak edenin olmuştu, haklının olmuştu.

 

Zafer Türk'ün olmuştu ve bu cendereden çıkan Türkler son Türk kalana kadar savaşma gücünü damarlarındaki asil kanda, geçmişinde bulacaktı.

 

"İnip savaşalım o halde, Azra sen benlesin, Fatih arabadasın. Enes sana haber verirsek desteğe gelirsin."

 

Araçtan inmeden ötekilere de haber verdiler. Orada da Şebnem bekleyecekti araçta. İçeriyi didik didik etmelilerdi bulmak zorundalardı onu.

 

Görünümleri sivildi, Azra alyansını çıkartıp künyesine asmıştı, oyun gerekebilirdi o yüzden riske atmak istememişti hiçbir şeyi.

 

"Özür dilerim sevgilim, görev bizden üstündür."

 

"Üstündür. Hepimizden üstündür. Dikkatli ol."

 

"Emredersin."

 

Kapıdan yan yana geçseler de elleri birbirine değmiyordu, Mete iki adım arkasından yürüyordu sanki yardımcısı gibiydi. Geçen seneye gitti aklı, Sergio Vivaldi olarak da arkasından yürüyordu Eliza'nın. Bazı şeyler değişmiyordu demek ki, bazı görevler birbirine benziyordu. Sonlarının benzememesini umdu ikisi de.

 

"Merhaba, Berzan'ın davetlisiyim kendisi burada mı acaba?"

 

Soyadı sürekli değişen biriydi, istihbarat onlara ulaşsa da soyada ulaşamamışlardı, böyle denemişlerdi şanslarını.

 

"Maalesef özel bilgileri veremiyoruz. Kendisini bizzat arayıp bilgi edinebilirsiniz."

 

Şimdi kapı kapı onu mu arayacaklardı? Başka çareleri yoktu, gidip güvenlik kameralarıyla saatlerce vakit kaybedeceklerine koca oteli tek tek arasalar daha az vakit harcarlardı.

 

"Teşekkür ederim, lavaboyu kullanabilir miyim peki?"

 

"Tabii ki."

 

Kadın içeriyi işaret ettiğinde Mete elini tutup onunla gitti. Köşeyi döndüklerinde hızlı bir değerlendirme içerisine girdiler. Yüzbaşı elini kulağına götürdüğünde yapacağı her şeyi planlamıştı bile.

 

"Fatih olay çıkartıyorsun o sırada diğerleri içeri giriyor kat kat arıyoruz."

 

"O iş bende."

 

Azra'ya bakıp başıyla ilerisini işaret etti, tek tek kapılar çalınacak oda servisi olarak içeriye bakılacaktı. Ne bir tanıdık yüz vardı karşılarında ne de bir isim. Burada olduğu bilgisi doğru muydu yalan mıydı artık bunu sorguluyorlardı.

 

Son bir kapı kalmıştı, Mete ona da tıkladı içeriden sesler geliyordu. Kapı açıldığında yarı çıplak bir kadın belirdi kapıda, Azra önce kadına baktı sonra kocasına çevirdi başını. Mete sadece yüzüne bakıyordu, ondan şüphesi yoktu ama istemsizceydi yaptığı.

 

"Oda servisi."

 

"Şarapları getirmekte geç kaldınız." Kapıyı kapattırıp Mete'nin kulağına doğru eğildi. "İçerisi çok sıkıcı, eğlenmek istersen..." Azra önüne geçti Mete'nin.

 

"İstemez, eğlenmeyi hiç sevmez o."

 

Mete'nin elinden tutup çeke çeke merdivene doğru götürdü. Adam şimdi gülmemek çok zor duruyordu, kızaran yüzü ve birbirine bastırdığı dudakları bunu belli ediyordu.

 

"Gülme."

 

"Gülmedim." Biraz daha bastırdı dudaklarını.

 

"Sana gülme dedim." Adamı duvara yaslayıp parmaklarının ucuna kalktı ve alnını onunkine dayadı. Kolu tam da başının yanındaydı, otel odalarından birinin boş olması ve içinde onların olması gereken andalardı. "Sen benimsin öyle kimse sana bakamaz. Ahlaksız teklifler de edemez."

 

"Haklısın karıcığım edemezler. Sen nasıl diyorsan öyledir."

 

Kolunu cimciklediğinde sızlandı adam, onun kıskanması hoşuna gidiyordu, inkar edecek değildi. Gözlerindeki ateş ikisini de yakabilirdi ama yanabilecekleri yer olarak burası hiç uygun değildi.

 

"Böyle bakmaya devam edersen kötü olacak." Karısının kollarını aşağıya indirip onu kendisinden bir iki adım uzaklaştırdı.

 

"Ben de seni seviyorum ama görevdeyiz sakin."

 

"Görevdeyiz evet. Senin değil o kadının suçu evet. Yine de bakmasın sana kimse yolmayayım onu." Mete Azra'nın saçlarını okşayıp bir öpücük bıraktı.

 

"İşimize bakalım hadi."

 

Berzan bu katta yoktu, diğerlerinde de olup olmadığı bilgisi birazdan onlara gelecekti. Bir şeyler yapmaları lazımdı, bu kadar yaklaşmışken şimdi elden kaçırmak istemiyorlardı.

 

"Aklıma bir fikir geliyor."

 

"Dışarı çıkalım."

 

Daha güvenli bir yerde söylemesini istemişti, eğer Berzan buradaysa diğerleri üzerine düşeni yapardı zaten. Şimdi ekstra fazlalığa gerek yoktu.

 

Otelden dışarı çıktıklarında ilk işleri arabaya gitmek oldu, belki bir çıkış yolu bulabilirlerdi. Söz konusu Berzan olunca her defasında kefeni yırtıp kaçmayı başarıyordu, artık tahammül sınırlarının ötesindelerdi. Yüzlerce masumun kanına girmişti, kardeşlerinin canını almıştı, sırtında geçmeyecek izler açmıştı.

 

"O mail hesabı duruyor, belki işimize yarar."

 

Eliza Oliver'in hesabından bahsediyordu, bu hesaptan hiç bıkmadan bir şeyler yazıyordu. Azra da bir şekilde onu yakalayabilmek için pusuda bekliyordu. Sadece ihtimali bile yetiyordu mücadele etmesi için.

 

"Aç bakalım, bir şey kaybetmeyiz."

 

Sinirlerimiz hariç, onlara hakim olabileceğimi sanmıyorum. Yüzbaşı Mete bu defa nasıl sabredecek bilmiyorum.

 

Azra maili açıp yollananlara baktı, daha önce açmadığı 10 mail vardı. En eskisinden başladı bağlantıyı kurabilmek için.

 

"Sevgili Eliza, patlayan arkadaşını özlediğinin farkındayım. Yanına mı gitmek istiyorsun, o yüzden mi evlendin? Seni öldürmek benim için zor olmaz biliyorsun değil mi?"

 

"Orospu çocuğu. Sabrımı sınıyor bu it dölü benim."

 

"Sinirimiz bu arabanın dışına çıkmamalı Mete, bizi yıkmaya çalışmasına izin vermeyelim."

 

Arkasına yaslanıp derin derin nefes aldı bunları söyledikten sonra. Ellerinin titremesini engellemesi lazımdı, o herifle alakalı ne olursa olsun vücudu tepki veriyordu artık.

 

"İkinciyi okumayayım üçe geçeyim."

 

Elinden telefonu alıp Mete kendisi okumaya başladı. Sinirleneceğini bile bile yapmıştı.

 

Sevgili Eliza soy adın berbat olmuş Akıncı hiç yakışmamış. Oliver ya da Demir daha güzeldi. Ölmen için birkaç sebep daha işte. Artık seni öldürmek istiyorum biliyor musun? Dengemi bozdun ne hissedeceğimi şaşırdım.

 

"Hissi mi varmış bu piçin? Vay amına koyayım ya, ne Eliza'ymış arkadaş siktiğim görevi sikti hayatımı." Verilen göreve değildi küfürleri, Berzan'ın ona yaşattığı her şey içindi. "Hasta bu gerçekten, zaten terörist zihniyeti hastalıklı ama bunda ekstra bir hastalık var ruh hastası."

 

Bir teröristin hastalıklı zihnini okuyorlardı ve taciz mesajlarıydı bunlar. Sınırlarını her zaman zorluyorlardı, bu defa son olmalarını umuyorlardı çünkü yoruyordu insanı böyle şeyler.

 

"Üç. Sevgili Eliza, bugün sen beni bul diye tam 10 çocuk öldürdüm biliyor musun? Onları kurtarmaya gelmediğin için kanları senin ellerinde."

 

Bu cümleleri o kadar zor okumuştu ki Mete son kelimelerde sesi titredi. Azra'ya baktı, gözleri dolmuştu. Yalan olmadığını biliyordu, onu yanına getirtmek için daha önce de benzerlerini yapmıştı.

 

"Allah kahretsin. Ölmeli bu herif Mete ölmeli. Yaşaması fayda sağlamaz bize."

 

Kollarının arasına aldığı karısını göğsüne bastırıp sakinleştirmeye çalıştı, askerlerini zor tutuyordu ama şimdi karısını da kendisini de tutamıyordu.

 

Ölürse bize faydası olmaz, yaşarsa çok kişi kurtulur ondan aldığımız bilgiyle. Onu öldürmem için çok sebep var ama onu öldürmemem için tek bir sebep yeterli. Masumlar...

 

"Yapma güzelim benim, dayanacağız bitecek. Neleri atlattık o herife de hak ettiğini vereceğiz."

 

"Hapse girecek."

 

"Tüm cezalar bu dünyada mı olacak sadece? Ölmeyerek bu dünyada öldükten sonra da yanacağı öbür tarafta cezasını çekecek. Bak gözlerime, düşme Azra'm, sen düşünce benim de tutunacak dalım kalmıyor sen düşersen beni kim tutacak?" Bu sözlerin onu kendisine getirmesini istiyordu çünkü o da zor zapt ediyordu kendini.

 

Elalarındaki çaresizliği görünce toparlamaya çalıştı kendisini. Daha kaç kere bu hale gelecekti bilmiyordu ama her mail ona ayrı eziyetti, bazıları gerçekten büyük yaralar açabiliyordu, sırtındakiler kadar.

 

"Dört." Telefonu eline alıp okumaya kendisi devam etti. "Sevgili Eliza beni görmemen bana acı çektiriyor farkında mısın? O herifle olduğunu bilmek beni delirtiyor onun yerinde olduğumu hayal ediyorum kendimi."

 

Kızaran Mete tepki göstermedi, alnında yeniden bir çizgi belirdi. Öfkesini kusmak istiyordu ama her zamanki gibi sabır taşı olmalıydı. Mete herkes yıkılsa bile ayakta durmak zorunda kalandı, herkes sinirlense de sakin kalmak zorunda olan hep dik duracak olandı. O kadar zordu ki bunu yapmak. Yıkılıp dağıtamamak çok kötüydü.

 

"Beş. Elimizden bir kız aldınız, bizim elimizden birilerini almak bu kadar kolay mı sanıyorsunuz? Bedelini ödeyeceksiniz."

 

Söylediği gibi de olmuştu, bedelini Hazan ve Göktürk ödemişti, Zeynep yaralanmıştı. Tüm tim onlarla beraber o kara toprağa gömülmüştü. Gülmek için gözler hep Göktürk'ü arıyordu ama o artık yoktu, hissedebildikleri tek şey onun eksikliğiydi.

 

Orhan'ın yerini kimse dolduramamıştı.
Göktürk'ün yerini ise hiç kimse dolduramazdı.

 

"Altı. Kız öldü, ben size söylemiştim."

 

En kısa mail buydu, kendi kahkaha attığı videoyu da altına eklemişti. Ağzında yanmamış sigara vardı ve keyifle video çekiyordu. Eline aldığı Türk bayrağını ateşe verdiğinde sigarasını onunla yaktı ve keyifle yanan bayrağı çekti.

 

"Allah'ım sen sabır ver. Sen sabır ver."

 

Arabanın koltuğuna vurmaya başladı, Azra da ondan farksızdı. Ne tepki vereceğini bilememiş esmer teni kırmızıya dönüşmüştü. Onun bir tane mektubunu okumak bile berbatken 10 maili peş peşe okumak ağır gelmişti ikisine de.

 

"Psikolojik savaş bu. Yeneceğiz Mete, biz yeneceğiz. Atatürk'ün evlatları yenecek."

 

"Yedi. Sevgili Eliza arkadaşınız için çok üzüldüğümü söyleyemeyeceğim üzerime yürüdü kendi öldü. Şu sayan çocuk, neyse sevdiğine kavuştu çok da üzülme. Sen de sonunda bana gelirsin umarım. O Mete'den olmayacağını anlarsın belki bir gün."

 

Kardeşinin ölümü 7 rakamıyla olmuştu, 7. mailde de onun ölümünden bahsediyordu. 7 rakamı Göktürk'ün geçmişinden geleceğine kadar hayatında olmuştu ve sonu. Artık kimse 7'yi sevmiyordu, onu sevmemesi için bu sebep yeterliydi.

 

"Sekiz." Derin bir soluk aldı okumaya devam etmeden önce. "Sen de öleceksin o da."

 

"Dokuz. Özledim Eliza bana gelmen lazım ve geleceksin hissediyorum." Son maile gelmişti sıra ve umduğunu bulmayı diledi ikisi de.

 

"On. Sahte kimliklerle ülkeye giriş yaptığınızı ve beni bulmak istediğinizi biliyorum. Beni ancak sen alabilirsin Eliza, onlar değil. Oteli boşuna aramasınlar oradan dün gece ayrıldım. Eğer ki beni istiyorsan tek başına benimle buluşmalısın sevgilim."

 

"Sevgilinin amına koyayım orospu çocuğu piç herif. Mete bu bizi buraya çekti biliyor her adımımızı, izleniyor bile olabiliriz."

 

Az öncesine nazaran daha sakin olmaya çalıştı Mete. Akıncı Yüzbaşı olarak sakindi yoksa han olan Mete ortalığı yıkıp dağıtıyordu içinden.

 

"Sancak Timi otel temiz güvenli eve dönüyoruz."

 

Verdiği ilk emir bu olmuştu. Hepsinin araçlara dönmesi çok da uzun sürmemişti. Sessizlik hakimdi arabada, ikisi de okuduklarını sindirmeye çalışıyordu. Bunun yanında Mete bir de düşünüyordu ne yapabilirim nasıl savaşabilirim diye.

 

Boşa koysa dolmuyor, doluya koysa taşıyordu. Öyle bir ikilemdeydi ki ne yapacağını bilemiyordu. Karısını o herifin yanına yollamak istemiyordu, en son yaptığında sırtı yaralar içinde kalmıştı. Güvenemezdi o herife. Bir yanda da görevi vardı, onun yakalanması lazımdı ve tek çare bu gibi gözüküyordu.

 

"Abi gerginsiniz siz, bir şey mi oldu hayırdır?"

 

Hayır değildi, en zor sınavlarından birini verecekti yine. Sabır sınavını geçmişti peki göreviyle özel hayatını ayırabilecek miydi?

 

"Berzan Azra'yla buluşmak istiyor tek başına."

 

"Yarrağı alır o it. Yenge kusura bakma ama öyle."

 

"Yok abi ben de aynı tepkiyi veriyorum, küfür şu hayatta beni rahatsız edecek en son şey."

 

Mete'nin elini tutuyordu sıkıca, ikisine de güç veriyordu bu temas. Ortalığı yakıp yıkmak isteyen iki kişi sadece el ele tutuşup yatıştırmaya çalışıyordu her şeyi. O kadar zordu ki bazı mücadeleler, ikilemde kalmalar.

 

Mete karısını çok iyi tanıyordu, Azra gitmek isteyecekti ve onu durdurmaya çalışması ya da mantıklı bir çözüm bulması gerekiyordu.

 

"Komutanımın bakışları abimi dinlemeyecek gibi duruyor abi baksana."

 

Sadece o değil diğerleri de çözmüştü. Enes tekrar yola döndüğünde bu defa ona bakan Fatih'ti.

 

"Öyle bir şey yapmayacaksın değil mi güzel bacım, canım yengem, çok sevgili askerim, astsubayım?"

 

Azra sessiz kalınca Mete'ye döndü, aklından geçenleri okumaya çalıştı. Zor duruyordu, pimi çekilmiş bir bomba vardı karşısında.

 

"Siz kafayı yemişsiniz bir de bana deli derler. Adım çıkmış benim."

 

"Fatih ben bir emir vermedim, düşünüyorum şu an."

 

"Abi neyi düşünüyorsun? Gidecek mi bu kız şimdi?"

 

Aynı tepkiyi içinden kendisi de veriyordu ama Azra'ya bir çözüm sunup onu kontrol edebilmek istiyordu. Hayır dese dinlemeyecekti. Koşullu bir seçenek sunarsa şansı vardı.

 

"Fatih burada aile meclisinde değiliz sen bana hesap soramazsın. Burada ben hesap sorarım, ben karar veririm ve emirlerim sorgulanmaz." Son kısımda başını Azra'ya çevirdi. "Anlaşıldı mı?"

 

Azra tedirgin gözlerle ona baktı, anlaşılmıştı ama dinlemek istemiyordu onu. Yine de "Anlaşıldı," deyip sözünü havada bırakmadı. Diğerleri de ona eşlik edince yine bir sessizlik sardı ortamı.

 

Gitme desem de gider tanıyorum onu, benden gizli kaçıp yine gider. Ölüme yürüyeceğine her şey kontrolümde olmalı, böylece zarar görmez ve onu koruyabilirim. Gitme dediğimde gidecek o zaman ben git diyeceğim, git ama biz de yanında olacağız.

 

Eve geldiklerinde herkes masaya geçip yerini almıştı, konuşulacak mesele Azra'nın gidip gitmeyeceğiydi.

 

"Berzan'ı almamızın yolu Azra'yı ona yollamaktan geçiyor. Böyle söylemekten nefret ediyorum şu an konuşulan muhabbet en çok benim canımı yakıyor delirtiyor bilin istedim." İki elini masaya yerleştirip su şişelerini avuçlarının arasına alıp sıktı.

 

"Bu Yüzbaşı Mete Akıncı, bu da Azra'nın kocası Mete." İkisini ayrı yere koyup aralarına hayali bir çizgi çekti. "Bu çizgi kadar ince bir noktadayım, kim olmam gerektiği konusunda çok zorlanıyorum o yüzden dediklerime karşı çıkılmasını istemiyorum. O sınırı geçmemeye ve bugün her zaman olduğu gibi Akıncı Yüzbaşı olarak davranmaya kararlıyım."

 

Derin bir soluk çekti ciğerlerine, rahatlamak istiyordu ama o herif yakalanana kadar kimse rahat yüzü göremeyecekti.

 

Azra sadece masanın alaca desenine odaklanmış denileni duysa bile işitmiyor gibiydi. Parmaklarını pürüzlü desende gezdirdiğinin farkına Şebnem'in kolu onunkine çarpınca vardı.

 

"Azra o herifin yanına gidecek ama yalnız olmayacak. O muhtemelen tüm tedbirleri alacak yeri son anda söyleyecek hatta bize tuzak bile kurabilir biz de ona göre pusu kuracağız. Ben askerimi sokakta bulmadım, Demir Leydi'yi yem etmem o ite." Karımı asla.

 

"Hayır demenizi bekledim, kabul ettiniz mi yani komutanım?" Aksini bekliyordu, bu onu mutlu etmişti. Kendisi başa çıkabileceğini çok iyi biliyordu.

 

"Şartlı kabul Akıncı, sen ortada olacaksın biz çevrede. Seni ilk gördüğüm görevdeki gibi. Sonra o herifi alacağız."

 

"Anlaşıldı. Uyacağım."

 

Kimsenin içine sinmeyen bu fikir sadece Azra'yı mutlu etmişti. Zora düşerse çekip vuracaktı bunu da müdafaa olarak gösterecekti.

 

Azra çıkardığı telefonundan bir cevap maili hazırladı ve Mete'ye gösterdi. Uygun gören yüzbaşı gönder butonuna tıklayınca gergin bekleyiş başlamıştı. 15 dakika içinde dönüş sağladığında bekleme gerginliği bu defa bambaşka bir duruma evrilmişti; ya plan işe yaramazsa?

 

"Seni aldıracağım bana konum söyle."

 

Oraya kendisi gitmeyecekti ve takip edileceğinden de emindi. Demek ki onu güvenli bölgesine götürüp timi etkisiz eleman haline getirmek istiyordu.

 

"Otelin oraya dönerim, orası iyidir, hem kalabalık yer orası takibe aldığınızda dikkat çekmezsiniz."

 

"İyi fikir bu, başka fikri olan var mı?"

 

Kimseden ses çıkmayınca Mete Azra'nın önerisini kabul edip cevap yazdı. Bundan sonrası biraz şans biraz da yeteneğe kalmıştı. Berzan sınırları aşmazsa tutuklanacaktı, aşarsa ölecekti. Tim bir pusuya düşerse ölebilirdi, Azra da buna engel olamayabilirdi. Daha önce Berzan onu etkisiz hale getirmeyi başarmıştı, yine yapabilirdi.

 

"Bir saate çıkıyoruz, herkes hazırlansın tam teçhizat olmanızı istiyorum. O herifi canlı ele geçirmemiz lazım ama Demir Leydi'ye bir şey yapacak olursa ölecek."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

"Gel benimle." Azra'ya odayı gösterdi, içeriye girdiğinde de kapıyı kapatıp sert yüzeye yaslandı.

 

"Yüzbaşı Mete olmak çok zor, gitmeni istemiyorum."

 

"Görüyorum gözlerinden, ne savaşlar verdiğini çok iyi biliyorum ama bana güvenmeni istiyorum. Bu defa o günü yaşamayacağız Mete, ya o herif elimize geçecek ya da ölecek üçüncü bir ihtimal olmayacak."

 

Komutanı bunu anlıyordu da kocası zorlanıyordu işte. Bir savaşın içindeydi ve daha önce yapmadığı gibi bölünüyordu iki tarafa. Mete işiyle özel hayatını çok net çizgilerle ayırıyordu, duygularını da gizliyordu hep ama ne olduysa Azra'nın yanında hepsi yerle bir oldu.

 

"Gel onu bir de han olan Mete'ye anlat sen."

 

"Kıyamam sana ben. Mahvolduk, biz çok yıprandık biliyorum ama ellerimiz birbirini bulduğunda hepsi geçsin olur mu? En azından o anlık geçsin. Taş olsa çatlardı ama biz dayandık, asker olmak dayanıklı olmak demek değil midir zaten? Komutan sensin, daha iyi bilirsin."

 

Elleri ellerindeydi şimdi, dediğini yapmaya çalıştı böylelikle daha az zorlanacaktı. Duyguların ömrü olsaydı keşke, her zaman bununla yaşamak insana bazen yük gibi hissettirebiliyordu. Azra da Mete de duygularının altında eziliyordu artık ama birbirleri için dik durmaya çalışıyorlardı.

 

"Komutan Mete, koca Mete, abi Mete, dost Mete... Mete tatile çıkıp kafa dinlemeyi özledi. Her şey bittiğinde yıllık izni kullanıp bir yerlere gidelim mümkünse dağ olmasın ve insanlar olsun."

 

Tarihi mekanları gezmeyi seviyordu, denize de gidebilirlerdi beraber. Zaten onlar gidene kadar havalar iyice ısınırdı. Beraber yüzerlerdi, su onların tüm derdini alıp götürürdü belki de.

 

"Gidelim sevgilim, ben seninle her yere gelirim." Dudağına küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Ama artık gitmemiz gerekiyor biliyorsun."

 

"Ve o şaşalı arabanın bal kabağına dönüşme zamanı. Hadi gidelim, gidip son savaşımızı verelim o itle."

 

O odadan el ele çıktılar, o elleri gören kim varsa yüzüne bir tebessüm oturdu çünkü gücü birbirlerinden aldıklarının farkındalardı.

 

Fırat'ın yüzünde ise hepsinden farklı bir gülümseme vardı. Kardeşi bildiği kadının kaç gece rakı masasında onun için mahvolduğuna şahit olmuştu. Aldığı her yudumda beni neden sevmedi diye yakınıyordu.

 

Gözlerindeki acıyı öyle derinden hissetmişti ki kimi sevdiğini ona bakışlarından anlaması çok da zor olmamıştı, bunca şeyi ondan dinleyip de anlamaması için kör olmak lazımdı.

 

Şimdi o ağlayan kız sevdiğinin ellerinden tutmuş kocaman bir gülümsemeyle savaş meydanına gidiyordu zafer kazanmak için.

 

Araçlara binilip yeniden aynı yol gidildi, Azra geride inmişti, güvenli yerdelerdi. Mete de onunla inip saçlarına götürdü parmaklarını.

 

"Döndüğümüzde sana Türkü söyleyeceğin." Azra saatine baktı, birkaç dakikaları vardı. "Anlaşıldı, şimdi söyleyeceğim."

 

"Söyle, söyle ki cesaretim artsın."

 

"Güzel ne güzel olmuşsun,
Görülmeyi görülmeyi,
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi."

 

Parmakları asla vazgeçemeyeceği saçlarına kavuştu, sıkıca arkadan toplamış olması ona engel değildi.

 

"Mendilim yuğdum arıttım,
Gülün dalında kuruttum,
Adın ne idi unuttum,
Sorulmayı sorulmayı."

 

Adı aşktı, sevdaydı. Görevde Demir Leydi'ydi, gecesine Azra'ydı, sabahına dünyasıydı, Tomris'iydi, hürriyetiydi.

 

"Seğirttim ardından yettim,
Eğildim yüzünden öptüm,
Adın bilirdim unuttum,
Çağırmayı çağırmayı."

 

Alnından öptü bu defa da, bulundukları yer insanların görüş açısının uzağında bir yerdi, rahatlıkla öpmüştü karısını.

 

"Benim yarim bana küsmüş,
Zülfünü gerdana dökmüş,
Muhabbeti benden kesmiş.
Sevilmeyi sevilmeyi."

 

Son kısmı söyleyecekken Azra devraldı türküyü, kendine uyarlayıp söyledi bu Karacaoğlan türküsünü.

 

"Çağır Mete Han çağır,
Taş düştüğü yerde ağır,
Azra sevdiğinden vazgeçmez,
Öpmeyi sarılmayı."

 

"İyisin değil mi?"

 

Ona türkü söylemişken aksini hissetmesi mümkün müydü? Cesaret depolamıştı ve öyle savaşacaktı.

 

"Bomba gibiyim. Gidiyorum."

 

"Git. Dikkatli ol bir tanem. Seni seviyorum. Çok âşığım."

 

"Seni çok seviyorum."

 

Azra bakış açısından kaybolmasa da iyice uzaklaşmıştı, takip edeceklerdi ama onu etkisiz hale getirme ihtimallerini de göz ardı etmemişlerdi. Kulaklık ve takip cihazı üzerindeydi.

 

Beyaz bir araba durdu yanında, renginin aksine içindekiler hiç beyaz değil, kirliydi. Tereddüt etmeden arabaya bindi, arkasına yaslanıp sadece yola baktı. Şoför koltuğundaki onunla konuşmadı, Azra'nın yanına oturduğu terörist ise dönüp dönüp ona bakıyordu nefretle.

 

"Bana öyle bakarsan seni öldürürken daha çok acı çekmeni sağlarım orospu çocuğu, sen bana tiksinerek bakamazsın!"

 

"Seni burada gebertirdim ama sen Berzan'a dua et."

 

Azra gülmeye başladı, birine dua edecekse bu listenin en sonunda bile yer almazdı o herif.

 

"Gebertsene, bir dene bakalım hadi kim kimi gebertiyormuş görürüz."

 

"Kaba saba bir de seni karı diye mi aldılar koynuna, Berzan ne buldu sende de bu kadar inat etti?" O piçin sebebi olsa olsa hastalık olur, ben de bilmiyorum.

 

"Seni Berzan'ın karısı yaparım, Berzan da sen de götünüzün üzerine oturamazsınız. O keleş var ya o keleşi böyle köküne kadar sokarım size. Sus şimdi kafa dinleyeceğim, öldürmeyeyim seni."

 

Bu sözleri gerçekten de işe yaradı, yanındaki sustu ve önüne döndü, Azra da tehlikeli yolculuğunun nasıl sona ereceği hakkında kafasında planlar yapmaya çalışıyordu. Yine etkisiz hâle getirilirse bu defa Mete müdahale ederdi ama çaresiz hissetmek istemiyordu yeniden. Onu kurtaracak kişiler ailesi de olsa istemiyordu, Mete bile olsa.

 

Belki de onu görür görmez tabanca namlusunu ona çevirir, tetiği çekip birkaç el ateş eder ve Azra'yı oracıkta şehit ederdi. Şehit olmak güzeldi ama Berzan ölmeden yaşamak istemiyordu. Ölen Berzan olmalıydı.

 

Teslim olacağını söylemişti, imkansızdı bu. Bir tuzak içine gittiğini biliyordu hepsi gibi ama Berzan ne yapacaktı o belirsizdi. Bir kumar oynuyorlardı ve sonu görünmüyordu bu yolun. Yine de risk almaya değer bir olaydı, bir şans bile olsa değerlendirmek istemişlerdi.

 

"Geldik, in aşağıya."

 

Ormanlık bir alanın ortasındaki açık piknik alanına gelmişlerdi, iki araba dışında hiç insan yoktu. Azra arabadan indiğinde karşısında her zamanki iğrenç ifadesiyle bekleyen Berzan'ı buldu. "Hoş geldin Azra," dedi bu defa, Eliza'yı değil Azra'yı selamlamıştı.

 

"O kadar hoş buldum ki anlatamam. O kadar mutluyum ki kocamla beni yaralayan, iki kardeşimi ve onun sevdiği kadını, bebeğini alan bir orospu çocuğunu gördüğüm için anlatamam bak o kadar diyorum sana."

 

"Dolmuşuz, at zehirli kurşunlarını, sana savunmasızım şu anda." Böyle giderse o kurşun tam kafa tasına saplanacaktı ama sabretmesi gerekiyordu.

 

"Azra geldik sardık etrafı rahat olabilirsin, temiz burası." Kulaklığın ucundan gelen uğurunda ölüme bile gidebileceği adam yüzünde küçük bir tebessüm oluşturdu.

 

"Öleceksin sonunda ama şimdi mi sonra mı orasını Allah bilir."

 

"Otur şöyle rahat olabilirsin yanımda. Bugün sana zarar vermeye niyetim yok."

 

"Ben teröristlerle aynı masaya oturmam. Böyle iyi, ne söyleyeceksen oradan söyle."

 

Onunla tüm temasları görev içindi yoksa onunla oturduğu o yemekte eline aldığı çatalı tam gırtlağına saplardı.

 

"Maillerimi açmışsın."

 

Kollarını bağladığında oturduğu kamp sandalyesine iyice yerleşmiş oldu, aklından gerçek dışı şeyler geçiriyor kuruyordu. Aldığı maddelerin dozajını yine kaçırmıştı ve yine saçmalamakla meşguldü.

 

"Açtım ve buradayım, teslim olacak mısın?"

 

Ellerini havaya kaldırıp gülmeye başladı. "Sana 2 sene önce o depoda teslim oldum ben zaten de sen farkında değildin."

 

"Amına kodumun piçi azıcık ciddi ol diyeceğim de kimden ne bekliyorsam. Ne istiyorsun söyle! Seni öldürmemem için bir sebep ver bana."

 

"Ölüm işine yaramaz, dirimi konuşturmak istersin." Haklıydı ama Azra dirisinden çok ölüsünü görmek istiyordu.

 

"Seni şimdi ben bir konuşturacağım."

 

Berzan'a doğru gidip kafasına bir tekme geçirdiğinde yere yığıldı, yüzünde bot topuğunun izi vardı ve beyni sarsılmıştı o sert tekmeden. Azra elini bile sürmeden yerle bir etmişti onu.

 

"Yemin ediyorum bir rahatlama geldi." Berzan'ın gözleri açıktı ama boş boş bakıyordu, yediği sert darbeyle aklı bulanmıştı. "Ne oldu az önce konuşuyordun lan piç!" Ayağını boğazına yerleştirdi ve bastırarak üzerine eğildi. "Seni öldürmüyorsam sen yat kalk Mete'ye dua et yoksa şimdiye cesedini akbabalar yiyordu."

 

Berzan'ın adamlarının müdahale etmemesi garibine gitse de bunu soramaz, sorsa da cevap alamazdı. Ne olacağını ancak yaşayarak görebilirdi şu andan itibaren.

 

"Paket tamam komutanım."

 

"Öldürme herifi ayağını çek."

 

Başına gelen Fırat söylemişti bunu, Azra'yı ondan uzaklaştırıp ellerine plastik kelepçe bağladı. Diğerleri de kalan dört teröristi yakalamıştı.

 

Kolay olmuştu her şey, Berzan beni teslim almaya gel ama yalnız ol demişti, tim onu takip edip paketi almıştı.

 

"Fazla kolay oldu Fatih. İşin içinde başka bir şey varsa..."

 

İşin sonuna gelmişken tekrar bir sorun olmasını istemiyordu. Bu terörist çok can alıp çok can yakmıştı, artık elden kaçırılmaması lazımdı.

 

"Çevre güvenliğini aldık ya gerilme bu kadar. O kadar kötü şey yaşadın ki artık sana iyi bir şey olmayacakmış gibi geliyor."

 

Belki de öyle der gibi başını salladı, mis gibi orman havası vardı ve ciğerlerini o temiz havayla doldurdu, sakin kalmasına yardım edeceğine inanıyordu, yeşil her zaman insana yardım ederdi tabii insan onu katletmezse.

 

"Ne olmuş buna, dişi kurt mu çarpmış?"

 

Berzan'a bakıp söylüyordu sözlerini gülerek. Aklı yavaş yavaş toparlanan Berzan'ın iyiye gittiği ise o saçma ifadesinin yüzünde belirmesinden anlaşılıyordu.

 

"Bir de gülüyor pişkin herif, seni gebertmiyorsam yaşaman gerektiği için."

 

"Gebertsene." Gülmeye başladı. "Yapamazsın değil mi? Kızarlar sana. Birilerinden emir almak zorundasın ne yazık. Özgür bile değilsin savaştığını sanıyorsun."

 

Askerliğin ne olduğundan habersiz bir ucubenin ne söylediği önemsizdi ama kutsal olan bazı şeylere el uzatınca insan duramıyordu. Asker ocağına peygamber ocağı denirdi, askerlik Türk'ün kutsallarından biriydi ve ona dil uzatmaya kalkıyordu şimdi de.

 

"Sana vuramam bile ama şu ormanda ağaçlara çarpa çarpa bizden kaçmaya çalışırsın belki hastanelik olursun, tamamen senden kaynaklı bir sorun."

 

"Ya da sandalyeden yeniden düşersin yuvarlana yuvarlana giderken arabanın altında kalırsın tamamen şans eseri asla bizden kaynaklı değil."

 

Fatih de ona ekleme yapmıştı ama karşısındaki kişide bir ürkme bile yoktu, aynı pişkinlikte devam ediyordu.

 

"Komik olan ne lan yarrak kafalı? Çekip sıkacağım şuna o olacak."

 

Timde sakin kimse yoktu o anda, herkesin almak istediği bir intikam vardı ama sessiz kalamayan bir Enes de vardı ortada.

 

"Arkanıza bakın."

 

Dört adet polis arabası gelmişti, araçlardan inen üniformalı sayısı sivil sayısından oldukça azdı. İstihbarat birimindenlerdi ve gelişleri hiç hayra alamet değildi.

 

Sancak Timi şu an onların ülkesinde birkaç terörist yakalamıştı, teröre finans sağlanan ve gösteri yürüyüşlerine izin verilip propaganda yapılan ülkede.

 

"Hanginiz yetkili?"

 

Ukala değildi, ciddi gözüküyordu belki de öyle bir maskenin altına gizlemişti gerçek niyetini. Mete öne çıkıp adamın karşısına geçti. Sadece dinliyordu cevap vermedi.

 

"Sizsiniz galiba. Sadede geliyorum hemen, Berzan bizim ülkemizde bulunan bir suçlu ve bizim ülkemiz tarafından yargılanacak. Onu bize teslim etmek zorundasınız yoksa siyasi bir krize sebep olacaksınız."

 

Herkes sessizdi, sessiz ve öfkeli. Kimse bunun olmasını istemiyordu. Zorlarlarsa da ne olacaklarını tahmin edebiliyorlardı. Demek ki Berzan başından beri biliyordu, onun rahatlığıyla buradaydı. Azra onu tekmelerken adamlarının yardım etmemesi de bundandı.

 

"Zaten şiddet uygulanmış, onu size bırakamayız."

 

"Mete ne diyor bu adamlar? Vermeyeceğiz değil mi? Onca zaman sonra bu katili yakalamışken..." Mete kollarına sarılan parmakları tutup indirdi ve yanağını okşadı.

 

"Sakin ol, halledeceğim."

 

"Neyi halledeceksin? Götüreceğim diyorlar, hayır desene!"

 

"Hayır diyeceğim tabii ki, ne bekliyorsun? Aksi bir emir almazsam şu herifi salacağımı mı düşünüyorsun?" Bir emir almadığı sürece salmazdı, günlerce hatta aylarca orada kalacaklarını bilseler de salmazdı.

 

Azra'yı geride bırakıp yeniden onlara döndü. "Bizden adam alamazsınız, o benim adamlarımı öldürdü bizim ülkemizde yargılanacak."

 

"Bizi zor kullanmaya mecbur etmeyin."

 

"Kullanabilirsiniz, bize zarar verdiğiniz takdirde Avrupa'nın tam ortasında Türk SİHA'larını görürsünüz o zaman pişman olursunuz."

 

Karşı taraf silahına davranınca herkes silah çekti, dört teröristin kafasına silah dayandı. Fatih, Mete ve Azra da namlularını onlara silah çekenlere doğrulttu.

 

Azra hangisini ne açıdan kaç saniyede vuracağını bile düşünmüştü ancak bu savaş sebebiydi, o silahlar sadece gövde gösterisi için çıkmıştı kınından.

 

"Bizi zorluyorsunuz."

 

"Gitmenizi söyledim, işleri zorlaştıran sizlersiniz."

 

"Peki madem." Arkadaki adamına işaret verdi, birkaç dakikalık sessiz bekleyişin ardından uydu telefonu çaldı.

 

"Gö..." Başını iki yana salladı, bir anda yüzü düşmüştü. "Uydu!"

 

"Vurdum ben onu." Cümlenin girişinden ve başını öne eğişinden Föktürk diyeceği çok belli olmuştu ve Berzan zekle bu hüznü seyretmişti. Mete dişlerini sıkıp teröriste döndüğünde Enes'in onun boğazına yapıştığını gördü. "Enes uydu, çek elini."

 

"Seni öldüreceğim it dölü."

 

"Çok duydum bu tehditleri ama yapanı görmedim." Enes kafasına vurup onunla beraber Mete'ye yürüdü. "Yapılınca göremeyeceksin zaten mal." Telefonu onun uzatması ağır bir şeydi, Enes'in değil Göktürk'ün göreviydi bu ama o herif yüzünden her şey mahvolmuştu.

 

"Emredin komutanım. Evet. Komutanım. Komutanım ama..." İçinden küfür etti, kendini öyle bir sıkmıştı ki kızarmaya başlamıştı teni.

 

"Emredersiniz."

 

Uyduyu Enes'e uzatıp timine döndü. "Onları bırakıyoruz." Hepsi şaşırmıştı ama kimse tepki göstermemişti, sadece biri, sadece Azra tepki gösterecekti. En büyük tepki ondan gelecekti.

 

"Kime diyorum? Bırakın!"

 

İkincide dört terörist birden bırakıldı, gelen polislere doğru yürüdüler. Berzan yanından geçerken Mete'ye döndü.

 

"Beni kolay kolay yakalayamayacağınızı görün istedim."

 

"Ülkemizin adaletine güvenin, suçları varsa yargılanacaklar."

 

Boş laftı, bu ormandan çıkıp gözden kayboldukları gibi kuytu bir yerde salınıp sahte kimliğiyle ilk uçakla başka bir cehenneme gidecekti.

 

"Sizi de adaletinizi de sikeyim ben."

 

"Anlamadım?"

 

"Teşekkürler, gidebilirsiniz."

 

Arabalara binilip gidildiğinde Sancak Timi Mete'ye bakıyordu. Emir almıştı ama bunu yediremiyorlardı. Yine de susacaklardı çünkü aynı emir onlara gelse çoğu aynını yapardı.

 

Azra üzerine doğru geldi, hayal kırıklığı yerleşmişti gözlerine. "Nasıl verirsin Mete? Kardeşlerimizin canını alan o piçi nasıl verirsin böyle? Söz verdim öldürmeyeceğim dedim nasıl verdin sen ya?"

 

Kolundan tutup piknik alanının öbür yanına götürdü karısını, herkesin önünde kavga etmek istemiyordu, karısı değil askeri olsaydı bunu yapamazdı, şimdi böyle bir durumu onlar önünde tartışmak istemedi.

 

"Bağırma insanların içinde."

 

"Ne bağırma ya? Mete sen az önce kardeşlerimizin katilini, en büyük düşmanımızı saldın farkında mısın? O herifler salacaklar onu. Biz yakaladığımız herifi kendi ellerimizle bıraktık Mete nasıl hayır demezsin, nasıl engel olmazsın ya? Orhan'ın katili o, Göktürk'ün ve Hazan'ın katili. Beni vurdu, kemerle dövdü, roket fırlattı bize 7 sene önce o herif. Mete sen onu nasıl salabilirsin?"

 

Kaşları çatıktı, içindeki öfke herkesi yaralayabilecek potansiyeldeydi ama yarayı kendi yiyeceğinden habersizdi.

 

"Yapma Azra, en çok ben nefret ediyorum ondan. Onca şey yaşadık ben nasıl zor sabrediyorum biliyorsun. Ben komutanım ve amına koduğumun teröristini yakalasam da salsam da hissizmişim gibi gözükmem gerekiyor. Daha 1 saat olmadı sana gelip konuştuğum. Ben de insanım ya, sadece kontrol etmek zorundayım anlasana beni."

 

Azra için kabul edilemez, bahane sunulamaz bir şeydi Berzan'ın salınması, bunun hesabını sormak onun en hakkıydı kendisine göre.

 

"Ya salmayabilirdin, kapardın telefonu hat kesildi derdin. Emir komuta bende gidiyoruz derdin. Üç araba herifi mi etkisiz hâle getiremeyecektik biz? Mete biz Sancak Timi'yiz."

 

"Biz askeriz eşkıya değil. Ne emir gelirse onu uygularız. Ben Akıncı Yüzbaşı olarak ne emredildiyse onu yaptım. O piç yine elimize geçecek ve bu defa ölecek."

 

Azra bununla tatmin olmazdı, o gidişle her ihtimal yitirilmişti. Yine aylarca yıllarca kovalanacak yine sıkışınca bir şekilde yok olmayı başaracaktı. Onu yakalayana kadar daha kaç can gidecekti? Daha ne kadar acı çekeceklerdi?

 

"Mete gidelim peşlerinden, yakalarız araçlarla keseriz önlerini hadi."

 

"Azra hayır dedim."

 

"Gidip yakalayalım ne olur, bir kere benim dediğim olsa?"

 

Israr ederken eli sürekli koluna değiyor onu her an çekiştirip götürecek gibi duruyordu.

 

"Burada komutan benim, ne zamandan beri işimize ilişkimizi karıştırır olduk biz bu kadar? Komutan emretti ben de yaptım Azra. Sana deseydi sen de yapacaktın."

 

"O katil kardeşlerimizi aldı, beni aldı Mete ya ne yapmamı bekliyorsun? Nasıl kabulleneyim ben?"

 

Tartışıyorlardı ve Mete'nin tatmin edici cevapları ona asla işlemiyordu, ona kalsa hâlâ gidip alabilirlerdi ve kesinlikle almalılardı.

 

"Benim için kolay mı Azra? Bomba atılacak Orhan uçur şurayı diyorum hâlâ. Uydu telefonu çalıyor Göktürk uydu diyorum. Senin elini tutuyorum aklıma Göktürk'ün Hazan'ın elini doyasıya tutamadığı geliyor, o bebek geliyor aklıma, cansız bedenine dokunduğum bebek. Hepsini geçtim ben sana her baktığımda o herifin izlerini görüyorum, sırtındaki izleri bir tek ben görüyorum Azra. Vicdan azabı çekiyorum ben. Bana gelip kolay kolay karar alıyormuş muamelesi edemezsin!"

 

Vicdan azabı çekiyorum lafı Azra'nın boğazına bir yumru gibi oturdu, yutkunamadı. Sadece baktı birkaç saniye başını iki yana sallayıp gözlerinden birkaç damlanın kaçmasına mâni olmaya çalıştı, yapamadı. O yaşlar yanağını çok çabuk ıslatmıştı.

 

"Ben senin vicdan azabın mıyım Mete?"

 

"Hayır öyle demek istemedim."

 

Elini koluna götürmeye kalktı Azra bir adım geriye doğru gidince eli boşa düştü.

 

"Sırtımdaki izler senin vicdan azabın öyle mi? Kurşun izim de öyledir şimdi değil mi? Sen tiksiniyorsundur da benden? Ben senin yaran için günlerce gözyaşı dökerken benim yaralarım senin vicdan azabın oldu öyle mi? İyi, seni vicdan azabınla baş başa bırakıyorum ben."

 

Arkasına doğru dönerken karısını kolundan yakaladı ve karşısına geçti. Öyle demek istememişti gerçekten, canını yakmak istememişti sadece bir şekilde kontrol sağlamaya çalışıyordu, fazla ileri gitmişti bu defa.

 

"Öyle demek istemedim, yanında olamamak vicdan azabımdı, benim kararım yaralara sebep oldu. Yaraların değil vicdan azabım. Yanlış anlıyorsun Azra'm yapma."

 

"Azra'm deme bana, burada Akıncı Astsubay var, askerin. Akıncı da rahatsız ediyorsa vicdan azabın oluyorsa Demir diyebilirsin, alışkındır ağzın komutanım."

 

Başını kolundaki ele çevirdi, öyle sert bakmıştı ki sonrasında Mete'nin elleri çözüldü ama peşinden koşmaya devam etti.

 

"Yapma, dur konuşalım ne olur. Bak beni öldürürsün böyle yapma ne olursun. Öyle ardına bile bakmadan gitme."

 

Konuşmadı çünkü gözyaşları ona izin vermiyordu, canı acıyordu. Berzan bir oyunla herkesi yıkmıştı yine ama en çok yıkılan, yerle bir olan Azra olmuştu. Mete bir yana savrulmuş Azra bir yana savrulmuştu, adam kendini ne kadar anlatmaya çalıştıysa da kadın sadece üç kelimeye odaklı kalmıştı.

 

Vicdan azabı çekiyorum.

 

♟️

 

 

Öncelikle selam, Wattpad'in kapanması durumu her birimizi etkiledi. Kısa vadede çözümler üretebilsek bile uzun vadede çözüm zor gibi gözüküyor.

 

 

Twitter'den mücadele ediyoruz ama nereye kadar sürecek, etki edecek mi bilmiyorum. Tek bildiğim bu okurlara da yazarlara da büyük haksızlık. Onca emeğin çöp olması. Önü açık yazarların kaybolması, ücretsizce okuyan gençlerin kitapsız bırakılması ve daha nicesi...

 

 

Düzeleceğini ummaktan başka çaremiz yok, biliyorum ki okunma oranımız düşecek ama bir işe başladıysak bitirmemiz gerekir. Ben buralarda olacağım son kale yıkılana dek.

 

 

Uygulamanın tamamen sona ermesi gibi bir durumda Demir Sancak ve diğer kurgularıma, bana ulaşabilmek için beni İnstagram'dan takip etmeyenleri oraya bekliyorum. Bölümü başka yerlerden de paylaşabilirim. (Whatsapp ya da bir web sitesi)

 

 

Her şeyin düzeleceği, satır aralarında özgürce kavuşacağımız günlere diyorum❤️

 

 

♟️Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.♟️

 

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

 

rubamsalepe

 

 

♟️

Loading...
0%