Yeni Üyelik
92.
Bölüm

44. "Mucize"

@rubamsalepe

 

♟️Azra Demir Akıncı♟️

 

Nefes alamıyordum. Helikopterden inip başımı Ankara ayazında göğe çevirsem de nefes alamamıştım. Sanki bütün bedenimi gözle göremediğim bir zehir kaplamıştı ve beni içten içe bitiriyordu. Mete ilk defa benim devam değil zehrim olmuştu.

 

Kavga etseydik barışırdık, küsseydik yine barışırdık. Ben şimdi kırgındım ve onun çözümü yoktu. Yaptığının elle tutulur hiçbir yanı yoktu gözümde ama kavga eninde sonunda bitecek ben yine onun yanına gidecektim. Şimdi öyle bir his vardı ki içimde, kırgınlığım önümde bir set oluşturuyor ona yürümeme bile mani oluyordu. Ona gitmek istediğimde ayaklarım geri geri gidiyordu. Ben onu görmek bile istemiyordum şimdi.

 

Gözlerimin içine içine bakıyordu, onunla konuşup tüm problemleri çözmek istiyordu ama mümkün değildi, bir problem olsaydı çözerdik, Mete bana vicdan azabı demişti. Benim sırtımda taşıdığım o acı izler onun vicdan azabıydı ve bu bana çok ağır gelmişti.

 

Üzerimi çok hızlı değiştirdim, yorgun değildim, olsaydım da uyuyamazdım zaten. Bu saatte de gözüme uyku girmezdi. Normalde bu saatte eve yollanırsak kocama sarılıp tüm günü onunla geçirirdim, şimdi o eve gitmek içimden gelmiyordu, onu görmeye tahammülüm yoktu. Sakinleşmeliydim önce, daha sinirim geçmemişken kırgınlığımı tüm bedenim sırtlanmaya çalışıyorken ona gidemezdim.

 

Mete beni yerle bir etmeyi bir cümleyle başarmıştı. Ayakta kalmaya çalışan enkazdım şimdi, şu saatten sonra canımı daha fazla yakamazdı, en dipte hissediyordum kendimi.

 

Ona boynuna asılan bir iple bağlanmıştım, ruhum ruhuna değmiş sonra birbirine girmişti. Ben çok beklemiştim ve el ele imkansızı aşmıştık, sağlam temellerle inşa etmiştik yeni hayatımızı ama gelip beni mahvetmişti. Asla canımı yakmaz dediğim üzerime titreyen kocam tam kalbime bir kurşun sıkmıştı ve tam isabet ettirmişti.

 

"Azra," dedi kapının arkasından. İçeride kimse olmadığını bilse hemen girerdi. Maalesef yalnızdım ama bunu bilmesine gerek yoktu. "Giyindiysen konuşalım mı biraz?"

 

Simsiyah kıyafetlerimi çıkartıp simsiyah yenileriyle değiştirdim. Bana renkleri getiren adam beni karanlığa mahkum etmişti şimdi.

 

"Yalnızsın biliyorum."

 

Benim çıkmamı bekliyordu çünkü ayağıma gelecek cesareti bile yoktu, kabahatini biliyordu ama ya kırgınlığım, onu biliyor muydu?

 

Sırt çantamı omzuma atıp dışarıya çıktım, üzerini değiştirir değiştirmez buraya gelmişti. Gözlerindeki pişmanlık kalbindeki ağırlıkla yarışıyordu, gizleyemiyordu hiçbirini. Beni öldürmüştü ama kendisi de farksızdı.

 

"Yalnızım," dedim. Yalnız kalmak mı istiyordum Mete'siz kalmak mı bu tartışılırdı. "Hadi eve gidip konuşalım."

 

Konuştuğu için bu haldeydik. Berzan'ı salması ayrı bir fiyaskoydu ama onu bile aşardık. Bana vicdan azabı diyen adamı öyle kolay affedemiyordum işte.

 

"Hayır Mete, konuşmayacağım."

 

"Azra'm."

 

Saçlarıma uzandığında bir iki adım geri gittim, bana dokunmasını istemiyordum, ona teslim olmak istemiyordum. Yaralarımı böyle saramazdı, ağzından çıkanı kulağı duymalıydı, bir kere hata etti onda da en kötüsünü etti.

 

"Allah aşkına geri çekme kendini benden."

 

"Vicdan azabın gidiyor, bekleme beni."

 

"Beklerim, ben seni hep bekledim. Ben senin gelmeyeceğini bile bile gelinliğini bile aldım öyle bekledim. Şimdi git kafanı dağıtmak isteyebilirsin en büyük hakkın ama sonra bana geri dön, tartışalım, kavga edip konuşalım ama bana dön."

 

Yine aynı şeyi yapıyordu. İçten içe o da ölmüştü, ne çığlıklar atıyor ne kadar da çok bağırıyordu gözleri ama dudaklarından çıkan sözler yine soğuk kanlıydı, Mete yine içinde yaşıyordu her şeyi ve onu bir tek ben görebiliyordum her ne kadar yüzünü görmek istemesem de.

 

Acıyla bakıyordu, benden çok üzülmüş olamazdı. Madem bunu demek istememişti, o zaman hiç çıkmamalıydı ağzından. Ok gibi fırlattığı zehirli cümlesi beni yaralamıştı, o oku yerinden çıkartsa izi kalırdı, geri de alamıyordu hiçbir şeyi. Kısacası mahvolmuştuk, ilişkimizde ilk defa sıçtığımız bir andaydık.

 

"Bekleme," deyip sırtımı döndüm ona. Arkamda dağ gibi duran adamı perişan bırakmıştım, o da okçular tepesindeki kadını saklandığı tepeden aşağıya itmişti elleriyle.

 

Yanaklarım ıslatmıştı, o silmeyince silesim yoktu. Onun ağlamadığına eminim, asker Mete burada ağlayamaz ama akşama kadar beni bekleyecek Mete için aynı şeyi söyleyemem.

 

Ona açıklama yapmamış olmam, bağırıp çağırmadan gitmiş olmam daha ağır gelmişti. Benimkinden ağır olamazdı. Sırtımdaki izlere her baktığında vicdan azabı çektiğini söylemişti. Benim acılarım onun vicdan azabıydı. Ben onun vicdan azabıydım.

 

Birlikte olduğumuz her gece ben kollarında huzurla yatarken o sırtımdaki kemer izlerine bakıp vicdan azabı çekiyordu demek. Üzülmekle aynı şey değildi ikisi, bu lafı yutamadım ben.

 

Hakan Üsteğmen'i gördüm, yeni aldığı arabasına biniyorken arabanın önüne geçtiğimde fark edildim. Kaşlarını havaya kaldırıp bana baktı, neden burada olduğumu tartıyordu ama sonuca ulaşması onun için çok da zor olmayacaktı.

 

"Bin hadi."

 

Düşünmedim atladım arabaya. Fırat abimle içmek isterdim eskilerde olduğu bütün gün ama biraz üşüten abim taksiyle evine gitmişti. Zaten içmiyordum artık, sadece dertleşirdik. O olmayınca gittiğim bir adresim daha vardı ama artık ona gitmem mümkün değildi.

 

"Fırat abi ve Orhan abi yoksa ben varım," dedi komutan. İkinci adresim Orhan'dı, Meryem'di onlar da gitmişti. Hakan Üsteğmen susup yine en konuşması gereken yerde konuşmuştu.

 

"Ben varım, Miray var."

 

Miray'a ihtiyacım vardı, derdimi anlatabileceğim ve asker olmayan biri lazımdı bana, mutsuzluğumla mutluluğuna gölge düşürecektim belki ama arkadaşlıklar bugünler için de vardı. Biraz bencil olsam olmaz mıydı?

 

"Teşekkür ederim," deyip göz yaşımı sildim. Kemerimi takıp arkama yaslandığımda arabayı çalıştırıp eve doğru sürmeye başladı. Şimdi Mete'yle tatil keyfi çıkarıyor olabilirdik ama bizi ayrı kalmaya mahkum etmişti, saçlarıma dokunmasına bile izin vermemiştim beni ne hallere sokmuştu.

 

"Sizinki diğerlerininki gibi değil, bizimki gibi de değil. Derin ve hasret dolu bir temelin üzerine inşa ettiniz evliliğinizi. Her ne olursa olsun kafanı dağıt ve o eve geri dön."

 

Nasıl bir izlenim bıraktıysam eve dönmeyeceğimi düşünüyordu herkes. Bakışlarındaki uyarıcı ifadeyi de bu yüzden takınmıştı. Dönecektim, bana ne yaparsa yapsın yüzüne bile bakmayacak olsam ona dönerdim. İnsan günün sonunda her zaman evine dönerdi ama yüzüne bakar mıyım işte orasından emin değilim.

 

"Kardeş tavsiyesi," diyerek altını çizdi, yaşı benden küçüktü ama rütbeli bir subaydı, komutanım olması onu kardeşim gibi sevdiğim gerçeğini değiştirmiyordu.

 

Timdeki herkesi çok seviyordum, ikisi zaten ailemdendi kalanıysa manevi ailemdi. Araya yıllar ve şehitler girince hepsine çok daha fazla bağlanmıştım.

 

Hakan Üsteğmen benimle uğraşıp duran beni üzen bir adam olarak hayatımdaydı eskiden. En azından ben öyle sanıyordum. O adamın benim yanımda nasıl durduğunu Orhan'ın ölümünde görmüştüm, duygularını belli edemeyen soğuk bir adamdı ama ruhu güzeldi.

 

Özür dileyemezdi ama daha iyisini yapıp gönül alırdı. Ben artık eskisi gibi bakmıyordum ona, benim için Orhan ve Fırat abimden farksızdı.

 

"Kardeş tavsiyesi," diyerek başımı salladım. Varlığının bana güç vermesinin yanında sözleriyle de iyi geliyordu bana. Aşk ona iyi gelmişti, yaralamıyordu kimseyi artık, sivri dili biraz olsun törpülenmişti, Miray onu değiştirmişti.

 

"Ağlayacak mısın öyle gidene kadar? Bak ben ağlamam öyle kolay kolay, sana eşlik edeceğimi sanıyorsan yok yemezler."

 

Gülümseyeyim diye söylüyordu, ağlıyordum ama dudaklarım bu sözlere karşı gelemeyip kenara kıvrılmıştı.

 

"Ne ağlaması ya? Ben ağlıyor muymuşum? Ağlamıyorum ki ben."

 

Arabanın aynasını indirip kızaran gözlerime baktığımda onlar da benimle aynı şeyi söylüyordu (!)

 

"Hiç, hiç ağlamıyorsun asla."

 

Hâlâ ağlıyordum, belki de bir duygu patlamasıydı bu çünkü kendimi helikopterde çok sıkmıştım ağlamamak için. Göz yaşlarımın orada firar etmesini istemedim, görevdeyken yıkılmak istemedim. Şimdi burada bir diğer kardeşimin yanında ağlıyordum.

 

Radyoyu açtı bana iyi gelebileceğini düşünerek, düşünceli olmakta bu seviyeye gelmişti şaşkınlıktan ölüyordum. Beni mutlu edebilecek bir şarkı bulduğunu düşünüp az önceki şarkıyı geçti, geri çevirip biraz sesini açtım.

 

"Kimseye etmem şikayet,
Ağlarım ben halime."

 

Mutlu değil beni mutsuz edecek bir şarkıya ihtiyacım vardı. Benim bugün ağlamaya ihtiyacım vardı.

 

"Titrerim mücrim gibi,
Baktıkça istikbalime."

 

Beni yakmıştı, içim yanıyordu. Beni hüzünlü türkülere mahkum etmişti yine. İlkinin en büyük kırgınlık olacağını bilmezdim hiç, beni kırabileceği aklımın ucundan geçmezdi.

 

"Perde-i zulmet çekilmiş,
Korkarım ikbalime."

 

Karanlık perdesi çekilmişti gerçekten, şarkının sözleri yanaklarımın ıslaklığının artışına sebep olsa da sesim her şeye inat titremiyordu. İlk defa o yokken bir türkü söylüyordum ben.

 

"Titrerim mücrim gibi,
Baktıkça istikbalime."

 

"İçimi kararttın Azra."

 

Az önce ağlayan beni güldürmeyi başardı üç kelimeyle. Bilerek yapıyordu, o bu kadar çabalarken belki de Miray bana iyi gelecekti.

 

Gelmezdi. Anlık gülümsetir, biraz rahatlamamı sağlarlardı. Bana ondan başka kimse iyi gelemezdi.

 

Eve ulaştığımızda ona haber vermediğim aklıma geldi, evde değilse dışarıda kalmıştım. Gidecek çok yerim vardı ama ben arkadaşıma gitmek istiyordum.

 

Araçtan inip Hakan Üsteğmen'e teşekkür ettikten sonra üst kata çıktım. O da peşimden geliyordu, sevgilisine bir selam vermek istemişti. Muhtemelen ben olmasaydım beraber vakit geçireceklerdi, ben onların günlerini sabote etmiş oluyordum biraz.

 

Önüme geçmesine izin verdim, arkadan bölüm sonu canavarı gibi çıkmayı planlıyordum. Kenara çekildiğimde kapıyı tıklatıp duvara yaslandı.

 

"Aşkım," diye bir ses açtı kapıyı, tam yanlarındaydım ama beni görmeyip komutanın üzerine atladı ve dudaklarına yapıştı. "Çok özledim."

 

Dudaklarını geri çekip söylemişti. Birinin varlığımdan haberi yoktu, diğeri de beni çoktan unutmuştu.

 

"İki gün oldu daha güzelim, o kadar çabuk mu özledin?"

 

Hakan Üsteğmen ellerini Miray'ın beline öyle bir sarmıştı ki bundan sonraki adımın yatak odasında biteceğini düşündüm. İlişkilerinin ateşli zamanlarını yaşıyorlardı, biz de öyleydik ama uğruna ölebileceğim, kurşunlara atlayabileceğim o adam beni bu hale getirmişti.

 

Ağlamam şimdilik durmuştu, kafamı bu güzel çift dağıtmıştı ve kendimi burada fazlalık gibi hissediyordum.

 

"İki gün olmuş işte, yetmez mi? Özleyemez miyim seni?"

 

Alt dudağını ısırıp kendine doğru çektiğinde hiç doğru bir zamanda burada olmadığımı iyice idrak ettim, gitmeliydim.

 

Küçük adımlarla yan yan merdivenleri inmeye başladığımda komutan boğazını temizleyip Miray'ı bana doğru çevirdi, hâlâ kucağındaydı.

 

"Aa kim gelmiş, fark edemedim canım seni kusura bakma." Bakmazdım, böyle güzelliğin kusuruna bakılmazdı.

 

"Ben de tam gidiyordum, selam verdim şimdi gideyim."

 

Miray aşağıya inip yanıma yaklaştı, gözlerime baktı, kızardığını görünce beni süzdü.

 

"Bir şey olmuş, geç hadi içeri."

 

"Sizin planınız varsa..."

 

"Biz sizin sayenizde kavuştuk, önceliğim sensin geç hadi." Sesimi çıkartmadan içeriye geçip koltuğa uzandım. Dik duracak halim yoktu.

 

"Sen biraz annenle ilgilen ama gece bekliyorum, acısını çıkartırız."

 

"Böyle deyip gitmemi mi bekliyorsun Türkmen Kızı, bütün gün seni hayal edeceğim şimdi."

 

Miray dengelerle oynamayı iyi biliyordu, Hakan Üsteğmen'i de çözmüş ona göre hareket ediyordu. Hak etmişlerdi, onlar da ayrı kalmıştı bizim gibi. Mutlu olmak haklarıydı.

 

"Hadi git, Azra'yla ilgilenmem lazım."

 

"Bir kere öpeyim."

 

"Olmaz."

 

"Öpeyim."

 

Sonra ses çıkmadı, demek ki öpmüştü. Kapının kapanma sesiyle başımı o yöne çevirdim elimde olmadan. Başıma dikilip ne halde olduğuma baktı. Perişan halde evine gelip koltuğuna atmıştım kendimi, hiç normal değildi.

 

"Neyin var senin?" Yanıma oturup yanağıma dokunduğunda yine ağlama hissiyle boğuşuyordum. "Bir şey mi oldu güzelim?"

 

"Biz Mete'yle hiç kavga etmedik neredeyse biliyor musun? Olduğunda da hemen barıştık. Ona aşkımı itiraf edip cevabını beklerken hayatı zehir etmem sadece 2 gün sürdü benim. Biz hiç kavga etmedik Miray."

 

Kavga ettiğimizi biliyordu artık ama o kavganın ne olduğunu bilmiyordu. Acı olan kısım oradaydı.

 

"Maşallah işte ne güzel etmeyin de." Dolu gözlerle ona baktım. "Etmişsiniz." Berzan'ı salışı hâlâ gözümün önündeydi. Sonra aklıma Çağrı, Orhan, Hazan, Göktürk geldi. O bebek gözümün önünden hiç gitmiyordu. Mete bize bunları yaşatan teröristi teslim etmişti.

 

"Canım çok yanıyor." Koltukta doğrulup başımı öne eğdim. "Bu çok ağır geldi Miray, yaptığı hatadan da ağır bir şey."

 

Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama kesik kesik anlatımımdan çıkarım yapıp sonuca ulaşması mümkün değildi.

 

"Etik olmayan ama emir olduğu için yaptığı bir şey vardı, çok sinirlendim ama sonrası beni asıl yıkan şey oldu,"

 

Kazağımı ardından da atletimi çıkartıp üstümde sütyenimle kaldım, sırtımı ona dönüp tüm yaralarımı görmesine izin verdim. Daha önce de görmüştü ama sormamıştı bana.

 

"Yaşadıklarımı görüyorsun değil mi? Ben çok acı çektim Miray, ben bu halde Orhan'ı kaybettim bir de. Sırtım bu haldeyken ben çok acı çektim, hâlâ çekiyorum geçmiyor o izler."

 

Yaralarıma baktığını karşıdaki yansımadan görebiliyordum, ödüllerle dolu bir vitrininin camındaydı yarı çıplak bedenim.

 

"Çok acıdı biliyorum ama geçecek bak. Neler geçmiyor."

 

Kendince bir teselliye girmişti, sırtımı aynaya döndüğümde ben görüyordum onları, Mete her soyunduğumda o izleri en yakından görendi. Mete o yıkımın en büyük şahidiydi.

 

"Geçmeyecek şeyler de oluyor. İyi bak bu izler onun vicdan azabıymış." Sustu, ben de ilk duyduğumda susup kalmıştım öyle. "Ben sırtımdaki izlere dokunduğunda merhem olmak için olduğunu düşünürken o hep vicdan azabından yapmış. Söyle ben şimdi nasıl ağlamayayım?" Üşümüştüm, üstüme kurtulduğum parçaları geçirmekle başladı sonra da sıkıca sardı beni.

 

"Güzel kızım benim, kıyamam sana ya." Yaşlı yüzümü ellerinin arasına aldı, böyle insanların içinde yıkılmak hoşuma gitmiyordu. En son Mete'ye zil zurna sarhoşken böyle yıkılmıştım ama insanın bazen de yıkılmasına, ağlamasına ihtiyaç vardı.

 

"Belki öyle demek istememiştir, Mete abiyi tanıyoruz o kıyamaz ki sana hiç. Çok âşık sana o."

 

"Âşık evet ama söyledi. Belki öyle söylemek istemedi ama tam olarak öyle söyledi Miray. Canım öyle acıdı ki ben onun yüzünü bile görmek istemedim bugün. Bağırıp çağırmadan çıkıp geldim. Ben çok kırıldım ona."

 

Perişan halimi gören arkadaşım bana acıyan gözlerle değil samimiyetle bakıyordu, gözlerimdeki acı onun da gözlerini doldurmuştu ama benim için dik duruyordu. Onun güzel gününü de mahvetmiştim.

 

"Sana su getireyim. Yemek de yememişsindir sen dur." Sesimi çıkartmadım, acıkmıştım çünkü. "2 tam dürüm söylüyorum içinden geçersin sen."

 

"Ben çok üzgünüm, ağlıyorum ama ağlarken ve üzgünken yemek yiyebilirim. 2 tane yerim olur." Üzgün olmam aç olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Her koşulda yemek yiyebilecek bir kadındım.

 

Bana su getirip sakinleştirmeye çalışana kadar gelmişti dürümüm. Ellerim titreye titreye su içerken arkama yaslandım. Kendimi çok bitkin hissediyordum, uyuyup günlerce uyanmamak iyi gelirdi, şu koltukta yatsaydım kimse bana kalk demeseydi keşke.

 

"Al canım benim, ayranı da iç. Mis gibi dürüm bak ben de eşlik edeceğim sana." Bir tane de kendisine almıştı, beraber yemeye başladık. Açtım ama midem almıyordu. Sayesinde yemeden içmeden de kesilmiştim.

 

"Miray yiyemiyorum."

 

"Açım diyordun, biraz zorla kendini." Söylediği gibi yapmaya çalışsam da bu beni rahatsız etmekten başka bir şey yapmadı. Yüzümü buruşturup dürümü tepsiye koydum. "Yok almıyor midem."

 

Halsizliğim git gide artarken sırtımı yeniden koltuğun oturma yerinde buldum. Miray elindekileri bıraktı, benim için iyice endişelenmişti ama sadece aşk acısı çekiyordum, daha önce böyle durumlarla içerek başa çıkıyorken şimdi içkisiz olmam beni zorlayan sebepti, bu hallerimin sebebi buydu.

 

Alnıma elini yerleştirip ateşim var mı yok mu onu kontrol etti, ateş benim tam göğsümdeydi, ateş benim içimdeydi, yanlış yere bakıyordu.

 

"Azra ben senin için çok endişeleniyorum ya, geldiğinden beri gittikçe kötüye gidiyorsun. Hadi kalk doktora gidelim de bir serum taksınlar kendine gel."

 

Beni burada bıraksa olmaz mıydı, bir süre uyur uyandığımda da dürümlerimi yer hayatıma devam ederdim. Beni götürmemesi için ona yavru köpek bakışı atsam da beni dinlemedi, kolumdan tutup oturur pozisyona getirdi.

 

"Hiç bakma öyle gidiyoruz."

 

"Tamam, aramızda kalacak ama kimseyi endişelendirmek istemiyorum." Hakan Üsteğmen'e dışarıda yakalanacağımızı biliyordum sözlerim onun dışındakilereydi, aslında sözlerim tek bir kişi içindi. "Mete duymasın yeterli," diye ekledim.

 

"Tamam hadi kalk."

 

Ceketimi bana uzattı kendi de giyinip arabasının anahtarını aldı, sıra beni götürmekti. Ben yerimden kıpırdamak istemiyordum ama o beni zorluyordu, peşine düştüm. Arabaya beni bindirip yanına gelen Hakan Üsteğmen'e sarıldı. Kapı açık olduğundan sözlerini duyabiliyordum.

 

"Bizimki yemek bile yiyemeyecek hale gelmiş, bir serum taktıralım toparlar en azından." Mete'yi çağırmayı teklif ettiyse de Türkmen Kızı onu ikna edip son bir öpücükten sonra ayrıldı yanından.

 

Konuşmak istemiyordum, ağlaya ağlaya uyumak istiyordum ben. Başımı cama doğru çevirdim. Sonrasını pek hatırlamıyorum, dediğim gibi yapıp uyuya mı kaldım, açlıktan ve hüzünden bitkin düşüp mü bu hale geldim emin değilim.

 

Kapımın açılmasıyla araladım gözlerimi, sızlıyordu fazla ağlamıştım. Yakta gezen bir harabeydim. Miray'ın ellerinden tutup indim arabadan, koluna girip yürümeye devam ettim. Muhtemelen kulübünün anlaşmasının olduğu o özel hastanedeydik. Burası için para harcayabilirdim çünkü kartımda harcanmak için vakit bulamadığım bir sürü param vardı.

 

"Miray, iyi değilim ben." Bacaklarımın bağının çözüldüğünü hissettiğimde ona sardım parmaklarımı.

 

"Azra, şşt Azra, bende kal."

 

Gerisi yoktu. Gözlerim karardığında rahat bir uyku için fırsatım olmuştu, aklımda bana acı veren hiçbir şey kalmamış yerini uykuya bırakmıştı.

 

Gözlerimi araladığımda beklediğimin aksine seruma bağlı değildim, ne zamandır bu haldeyim ondan da haberim yoktu. Sadece şunu biliyordum Miray Mete'ye haber vermemişti, bana verdiği sözü tutmuştu. İyi ki de vermemişti, ben şu an ayık olduğum süreçten daha iyi hissediyordum kendimi.

 

"Bir saattir baygınsın," dedi ellerimden tutup, hastane odasında uzanıyordum ve bu bir saatlik uyku bana bir serum kadar iyi gelmişti.

 

"İyi hissediyorum, seruma falan da gerek yok tek sorunum uyuyamamakmış."

 

Doktorlukla alakam yoktu, teşhisten falan da anlamazdım ama işim gereği zorda kalıp kurşun çıkarıp yara dikmişliğim vardı.

 

"Sen doktor değil askersin Azra, saçmalama onu doktor söyleyecek. Seni buraya yatırdılar kan alıp 1 2 kere kontrol edip gittiler bir de özel hastane olacak şaka gibi." Kanımı almak yerine ağzıma yiyemediğim dürümleri tıksalardı ben ayağa kalkardım zaten.

 

"İyiyim iyi, bedenen iyiyim en azından." Yatakta doğruldum, onu daha fazla korkutmak istemiyordum yeterince yormuştum onu zaten.

 

"Aman iyi ol, iyi ol ki ben sonra hesap vermek zorunda kalmayayım."

 

Burada olduğumu öğrenseydi bana çok kızardı, üzerime titrer asla başımdan ayrılmazdı ama hatalıydı, onu görmek istemiyordum, kırgınlığım öyle hemen geçmezdi, bunu kimse beklememeliydi benden.

 

"Evet hastamız kendine gelmiş, nasılsınız Azra Hanım? Daha iyi misiniz?"

 

Daha iyi günlerim de olmuştu ama en kötü günümde de değildim. İncinmişsin deyip beni göndermeniz gerekiyor doktor hanım.

 

"İyiyim ben, çıkabilirim."

 

"Çıkacaksınız tabii ki ama önce durumunuzdan bahsedeyim."

 

Kan değerlerim düşük çıkmıştı muhtemelen vitamine boğulacaktım. Mete beni bir günde hasta etmişti işte.

 

"Tabii dinliyorum."

 

Yüzünde bir gülümseme vardı, bense muhtemelen nemrut gibi bakıyordum ona. Canımın yanışı yüzüme yansıyordu, sadece bir hiç gibi dümdüz durmak istiyordum ben.

 

"Kan değerlerinize baktığımda HCG hormonunun fazla olduğunu gördüm. Tebrik ederim Azra Hanım, hamilesiniz."

 

Ben mi? Hamile miyim? Bir hata olmalı, hamile kalmam mümkün değil ki benim. Muhtemelen birileriyle sonuçlarım karışmıştı. Yüzüne şaşkınca bakarken bir şey söylememi bekliyordu.

 

"Bu mümkün değil, ben her defasında korundum."

 

Miray da benden farksızdı, netleşmesini bekliyordu tepkisini verebilmek için ama gizleyemediği koca bir tebessümü de dudaklarına asmıştı.

 

"Yüzde yüz korunma sağlanması bazen mümkün olmuyor, doğum kontrole rağmen gebelik görebiliyoruz."

 

"Bakın, siz ciddi misiniz? Bir karışıklık olamaz mı?"

 

İmkansız geliyordu bana çünkü biz buna her defasında çok dikkat ediyorduk. Ben gerçekten de içimde ondan bir parça mı taşıyordum? Anne mi olacaktım ben?

 

"Şaşkınlığınızı anlıyorum ama sonuçlar size ait, tebrik ederim. Kendinizi iyi hissedince çıkabilirsiniz."

 

Doktor yanımızdan ayrılır ayrılmaz Miray kollarını bana dolayıp bir şeyler söylemeye başladı, ben yaşadığım şoktan onu işitemiyordum.

 

Karnıma dokundum, orada bir can mı vardı şimdi? Ben anne mi olacaktım? Küçücük bir bebeği kucağıma mı alacaktım ben? Anne diyecekti bana, elimden tutup oyuncaklarına götürecekti beni.

 

Bir insanın yaşayabileceği en ağır şeyleri yaşamıştım, kalbimin de yaralandığı ağır bir gün yaşıyordum tam düşecekken çıkıp gelmiş annesinin elinden mi tutmuştu bebeğim? Karnımı iyice sardığımda gözyaşlarım yeniden yanaklarımı ıslatmaya başladı, şaşkınlık ve mutluluk bir aradaydı.

 

Hoş geldin miniğim, annenin karnına hoş geldin. Seni herkesten her şeyden koruyacağım söz veriyorum.

 

"Miray, ben anne mi olmuşum?" Anlamakta güçlük çekiyordum, fazla sürprizdi benim için. "Miray benim karnımda bir bebek mi var? Mete ve benim bebeğim..."

 

"Evet canım benim, Mete abiyle senin bebeğin. Küçük bir asker daha geliyor Azra. Ay ben teyze olacağım."

 

Daha çok ağlamaya başladım, annesini sarıp sarmalamaya gelmişti, benim elimden tutmaya gelmişti. Bana şifa olmaya gelmişti.

 

İntikam hayallerim vardı, yapacak çok işim vardı ama hepsini sonra düşünecektim. Aklımda yalnızca tırnak kadar olduğunu tahmin ettiğim bebeğim vardı, düzensiz âdet döngümden fark edememiştim bile. Yine stresten geciktiğimi düşünüyordum, Orhan'ı kaybettiğimde böyle bir durum yaşamıştım, stres beni bu açıdan çok etkiliyordu. Meğer stresten değil minik bir candanmış hepsi.

 

Orhan Çağrı, Göktürk Bora, Hilal... Hangisini taşıyordum içimde bilmiyordum ama ben şimdiden onunla bir bağ kurmuştum. Acımı bir süreliğine unutturmuştu bana, ellerimi karnımda gezdiriyordum sanki hissedecekmişim gibi.

 

"Anne olacağım. Bebeğim olacak." Ayağa kalkmaya yeltendiğimde bana yardım etti. "Kendim söylemek istiyorum aramızda kalsın lütfen." Söylemeyeceğini biliyordum çünkü bayıldığımda bile sözüne sadık kalıp onu çağırmamıştı.

 

Mutlu muydum? Çok. Bu mutluluğun tarifi yoktu, garip hissediyordum, karnımda daha hissetmediğim bir bebeğin varlığını sevmek çok garipti. Sevdiğin adam yanında olmadan bunu duymak da bir o kadar acı.

 

Kırgınlığım sürecekti ama bir yerde kesmek zorunda kalacaktım çünkü Mete baba olacaktı, bunu bilmesi gerekiyordu ama şimdilik ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Kendimi Miray'a emanet edip ne yaparsa ona uydum. Sırtımı arabanın koltuğuna yasladığımda gözyaşlarımı sildim, sabahtan beri ilk defa yüzüm gülmüştü. Ben anne oluyordum, bu inanılmaz bir histi.

 

"Mete'nin çocuğu kendini doğmadan belli ediyor," dedim gülerek. "Babası gibi en kritik anda toparlamaya geldi ortalığı."

 

Üzgündüm, mutluydum, acı çekiyordum ama havalara uçuyordum. Tüm duygularım birbirine girmişken çok mantıklı şeyler söylemem beklenmemeliydi benden.

 

"Azra, bebek geliyor şaka gibi. Ben teyze olacağım, forma bastıracağım yeğenime kulübe gider gitmez. Şey yapalım, alışveriş evet alışveriş. Kız mıdır erkek mi acaba? Ay sen neden bu kadar sakinsin çıldırman lazım."

 

Çıldırmıştım zaten, hamile olmam çılgıncaydı ve kabullenmeye çalışıyordum, kabullenebilsem belki ben de onun gibi tepki verirdim ama her şey benim için çok tuhaftı. Çok beklenmedikti bu gebelik ama çok mutluydum bir yandan da.

 

"Anladım, anlamaya çalışıyorsun."

 

"Ben ne ara hamile kaldım ya? Demek ki hap o kadar da güvenli değilmiş. Siz de dikkat edin Miray bak örnek var gözlerinin önünde." Tavsiye verebilecek durumda değildim ama işte çenem açılmıştı, bebek çenemi açmıştı evet tam olarak böyleydi.

 

"O işi biz hallediyoruz," dedi gülerek, yüzü kızarmıştı, onunla yatak muhabbetinden ne zaman bahsetsek kızarıyordu sanırım yüz kızartacak şeyler yapıyorlardı sürekli, neyse bu beni ilgilendirmezdi, çok masummuşum gibi davranamazdım ben artık hamile bir kadındım ve o bebeği leylekler getirmemişti.

 

Anneciğim bu dediklerimi duymuyorsun değil mi? İnşallah duymuyorsundur. Kulakların yok belki ama hissedersin beni. Varlığından dolayı çok mutluyum, babanla kavga etmiş olabiliriz ama biz seni çok seviyoruz bu da geçecek, baban da tanışacak seninle ve seni benden bile çok sevecek bunu çok iyi biliyorum.

 

"Miray ben ineyim mi burada, yürürüm biraz."

 

Hava kararmıştı ama gece değildi, eve kadar çok mesafe olsa da yürümek istiyordum. Yapmadığım şey değildi, benim ömrümün son 8 senesi dağlarda yürüyerek geçmişti.

 

"Ama akşam..." Yüzüme baktı, bana işlemeyeceğini fark edince arabayı kenara çekti. "Eve girince mesaj at, aklım sende kalmasın olur mu?"

 

Başımı sallayıp indim arabadan. Hikayemizin başladığı yerde durmuştu araba ve ben Mete'ye aşkımı itiraf ettiğim parktaydım şimdi. Hayatımızda iki park olmuştu, birinde ben ona diğerinde o bana aşkını itiraf etmişti. İlkindeydim şimdi. O gün gece olmasını, benim o halimi kimselerin görmemesini ummuştum. O ağacın altına geçip Miray'dan aldığım diğer ceketin üzerine oturdum.

 

"Babana burada ağlamıştım biliyor musun?"

 

Parmaklarım karnımda geziyordu, sırtım ağaca yaslıyken gözlerim parlaklığını yitirmek üzere olan yıldızlara bakıyordu.

 

"Ona burada nasıl âşık olduğumu anlatmıştım. Bir görsen nasıl çaresizdim, nasıl bitmiştim o gün. Beni görsün diye çok beklemiştim ama asıl kör olan benmişim bebeğim, annen görememiş babanın sevgisini. O parka da gideriz, orada nasıl sevdiğini anlattı bana. Biliyor musun ben babandan bahsederken ona hiç sen diyememiştim. Sonra elimden bir tuttu bir daha bırakmadı beni."

 

Ta ki bugüne kadar... Ama bunu bilmene gerek yok ki, hata yapmış olsa da senin baban mükemmel bir adam, seni çok sevecek bir adam, bunu bilme güzel bebeğim benim.

 

"Ben onu çok seviyorum biliyor musun? Uğurunda ölebilecek kadar seviyorum, ne olursa olsun çok seviyorum, çok âşığım, bir gram bile eksilmedi biliyor musun?" Karnıma baktım, duyuyor olmalıydı beni ya da hissediyor olmalıydı.

 

"Senin yerin ayrı, emin ol o da seni apayrı sevecek. Seni kırmızı Toros'la gezdirecek, kimseye elletmediği arabalarıyla oynatacak, maçlara gideceğiz beraber hem belki o zaman Bursaspor'un düşüşü biter baban da sana yeşil beyazları giydirir. Demir Sancak maçlarına gider Miray teyzene destek veririz."

 

Varlığını daha yeni öğrendiğim bebeğimle çok çabuk hayallere dalmıştım, yeni bir can yeni umutlar demekti gerçekten.

 

"Çok güzel dayıların amcaların var biliyor musun? Fatih abi seninle delirir, Fırat abim sana eminim banka kartını verir istediğini yap diye. Enes'le dedikodu yaparsınız beraber. Şebnem teyzenle de eğlenirsin çok. Orhan ve Göktürk'ü tanımanı isterdim biliyor musun çok özellerdi. Orhan kadar delisini, Göktürk kadar da milliyetçisini göremezdin. Orhan'ın oğlu doğdu sen kardeş oldun ona. A bak bir de Barış var manevi oğlum ve yeğenim. Halan evlat edindi Barış'ı, kocaman oldu artık bıcır bıcır konuşuyor biliyor musun? Çok iyi anlaşırsınız sen hele bir doğ herkes seni el üstünde tutacak. Ben görevdeyken halan bakar sana sıkılmazsın Barış'la."

 

Ne anlatmadığımı düşündüm, ailelerimizi anlatmamıştım ama dedeleri, anneanne ve babaannesi onu her şeyden çok sevecekti, bunu anlatmama gerek yoktu.

 

"Bu arada merhaba bebeğim, ben annen Azra. Azra Demir Akıncı. Askerim, ülkemiz için savaşıyorum. İstihbarat işini bıraktık ama hâlâ keskin nişancıyım, attığımı vuruyorum ve terlik konusunda çok şanslı olduğunu söyleyemem."

 

Yine ağlamaya başladım, ben hamileydim ve karnımdaki minikle konuşuyordum. Ona herkesi her şeyi anlatmıştım ve sonunda onunla tanışmıştım. Dudaklarımı büzüp başımı yan yatırdım, burada ben türkü söylerken elimden tutup beni götüren adamın yokluğuna ağladım, bizi düşürdüğü hâle ağladım.

 

"Baban Mete Akıncı, yakışıklı bir yüzbaşı. Tim komutanımız ve evet komutanıma âşık oldum. Hâlâ da çok âşığım." Telefonuma kaydı gözüm, ne bir mesaj atmıştı ne de arama yapmıştı çünkü bunların hiçbirine yüzü yoktu.

 

Canım çok acıyordu, vicdan azabı olarak o eve gitmek bana ağır gelecekti. Ben çok mutluydum ama mahvolmuştum işte.

 

Duyma iç sesimi olur mu bebeğim, babana kırgın olmanı, onu böyle tanımanı istemiyorum. Bizim aramızda olan bir şey bu ve elbet geçer, senin baban çok iyi bir adam.

 

"Üşüdün mü? Ben üşümedim ama sen? Rahatsın tabii orada. Acıktım ama midem hiçbir şeyi almıyor, senin yüzündenmiş demek. Senin için zorlayacağım kendimi."

 

Ayağa kalkıp ceketi elime aldım, gidip hâlâ açık olan bir fırından bir simit alıp yemeye başladım. Dürümden daha iyiydi, bunu midem kaldırmıştı. Daha doğrusu bebeğim kabul etmişti.

 

"Seninle işimiz var sanki, beni epey zorlayacaksın. Razıyım analık böyle bir şey işte, çekerim onu da."

 

Bundan sonrasında ne olacaktı hiçbir fikrim yoktu, hamile olduğum için geri göreve alınmam muhtemeldi, beni harekat merkezine hapsedeceklerdi, razıydım ama tek bir şans isteyecek bunun için savaşacaktım. Berzan bir kere daha ele geçirileceği zaman ben orada olup onun canını alacaktım, ondan sonra çekilecektim köşeme.

 

Annen amcanın da dayının da babanın da kendisinin de intikamını alacak söz veriyorum aşkım benim. Söz veriyorum seni onsuz bir dünyaya getireceğim.

 

Simidimi bitirip bir taksi çevirdim, eve gitmem gerekiyordu, geç olmuştu ve bebeğimi babasıyla tanıştırmak istiyordum. En azından sesini duymalıydı. Gözlerim ne ara kapandı ne ara geldik anlayamadım bile, bebek beni uyutuyor demem için fazla erken değil miydi? Daha önce hiç hamile kalmadım, bilmiyorum.

 

Parayı uzatıp aşağıya indim sonra da basamakları çıkıp evimin kapısına vardım, elimdeki anahtarı deliğe sokup çevirdiğimde içimdeki mutluluk yerini sabahki acıya bıraktı. Ah Mete, böyle olmamalıydı, beni böyle yakmamalıydın.

 

Kapıyı açtığımda yanıma gelmedi, bunu istemiyordum zaten. Bu gece sakin kafayla uyumak sabahına da bebeğimiz olacağını söylemek istiyordum. Kızsaydın barışırdık da bu kırgınlık bana çok ağır gelmişti. Sırtıma vurduğu yükün nasıl olduğunun farkında bile değildi.

 

Ceketleri astıktan sonra odama gittim, yere oturmuş sırtını duvara yaslamış öylece yatağa bakıyordu. Her şeyde titiz olan bir askerdi o ama kapı sesini bile duymamıştı, berbat durumdaydı aynı benim gibi.

 

Ellerinin arasında telefon vardı ve bir fotoğraf açıktı. Net bir şekilde görebiliyordum, o günü çok iyi hatırlıyordum, Orhan'a börek yaptığımız sonra da koltuklara devrilip uyuduğumuz gündü. Ben tekli koltukta yatıyordum, Göktürk Enes'in dizine yatmış, Enes de Zeynep'le sarılıp uyumuştu.

 

Bunu çektiğini bilmiyordum, çok güzel bir fotoğraftı. Bana dediklerinin yanında kardeşinin katilini salmasının da pişmanlığını yaşıyordu, bu fotoğrafı açıp bakamamasından belliydi zaten.

 

Başını bana doğru çevirdiğinde gözlerindeki pişmanlığa rastladım, dudaklarını aralamadan çok şey söylüyordu. Mete susarak konuşuyordu her zamanki gibi.

 

Pijamalarımı alıp banyoya gittim. Yüzüme biraz su çarpıp aynada kendime baktım. Sabahtan beri ağlıyordum, gözlerim kızarmış ve çok çirkin şekilde şişmişti, gözlerimin altındaki torbacıklar mora dönmüştü. Bir harabeydim ama o harabeyi ayakta tutan bir can taşıyordum içimde.

 

Parmak uçlarıma bir öpücük bırakıp karnıma götürdüm elimi. Beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim bebeğim, annen seni her şeyden çok seviyor.

 

İçeri girip yeniden gerçeklerimle yüzleştiğimde Mete ayağa kalkmıştı, uzun süredir orada oturduğu ayağa kalkınca sendelemesinden anlaşılıyordu. Yatağa geçip ayaklarımı uzattığında yanıma oturdu, ona bakmıyordum bile.

 

"Konuşmayacağız değil mi, ben bu bakışı biliyorum."

 

"Ben duyacağımı duydum, uyumak istiyorum."

 

Başımı yastığa koyup ona sırtımı döndüm. Git bile dememiştim ona, o kadar canım acımıştı ki içeride yat bile dememiştim. Yorganın altına girip belime sarıldı, yine tepki vermedim. Başımı ona doğru çevirdiğimde dudaklarıma yaklaştı, önüme döndüğüm zaman ona cevabı vermiştim. Sana kızgın değilim kırgınım demekti bu.

 

Gözlerimi kapadım, göz yaşların yeniden firar ederken belime sarıldı yeniden, bir eli karnımdaydı. Bebeğimize dokunduğunun farkında değildi, şimdi sevinçten çılgına dönecekken onun yüzünden ağlayıp duruyordum.

 

"Sana sarılmadan uyuyamam ki." Uyuyamıyordu, temas etmek zorundaydı bana. Sivilde olduğumuz her an benimle olmalıydı. "Özür dilerim Azra'm, kırıldığını görüyorum ama yanlış ifade ettim kendimi." Ama söylemişti, çok geçti her şey için.

 

"Bana vicdan azabı olan sırtındaki izler değil, o izlere engel olamamam, yetişememem. Yanlış ifade ettim. Kırıldın görüyorum ama yapma bize bunu."

 

Ağladığımı anladı çünkü kendimi sesim çıkmasın diye çok kasmıştım, belimden tutup beni yavaşça kendine çevirdi.

 

"Şşt bak bana ağlama, ben bu yaşa kurban olurum."

 

Göz yaşlarımı silip saçlarımı okşadı, saçıma her dokunduğunda kendimden geçiyordum, bana iyi hissettiriyordu. Her şeye rağmen yine bana iyi hissettirmişti, sabah yüzünü bile görmek istemediğim adam şu an beni kendisi için teselli ediyordu. Bebeğimizin varlığını öğrenmem gardımın daha kolay düşeceğinin habercisiydi aslında.

 

"Beni çok kırdın, canımı çok yaktın."

 

"Özür dilerim, faydasız olacağını bilsem de özür diliyorum senden. Sen benim vicdan azabım olamazsın insan ömrünü adamak istediği bir kadına bunu demez. Sen benim Tomris Hatun'umsun, karımsın, dünyamsın, Türkiye'msin."

 

Bana asla yalan söylemezdi, kocamı çok iyi tanıyordum ama kırgınlığımın hemen geçmesi kolay değildi. Berzan konusunda ona kızamadan kırgınlık evresine geçmiştik. Ben daha onun hesabını doğru düzgün soramamıştım.

 

"Bakma öyle." Gözleri dolmuştu ama akmıyordu. Parmakları karnımdaki elime gittiğinde gözlerimi yumdum. "İyi misin?"

 

Beni bu kadar uç noktalara bebek mi götürüyordu yoksa olağan akışta mıydım burasından emin değildim ama ben ona kırgınlığımı bir kenara bırakıp onu bebeğimizle tanıştırmak istiyordum.

 

"Değilim." Biraz doğrulup yastığımı dikleştirdim. "Ağzıma sıçtın iyi değilim, bok gibiyim." Baş ucundaki şişeden bir bardak su döktü ve bana uzattı.

 

Baban böyle biri işte güzelim, berbat halde bile olsak hep iyiliğimi düşünür.

 

Su içince daha iyi olacağımı düşünmüştüm ama değişmedi, ben yine ağlıyordum o yine çaresiz kalmıştı. Bu durumu nasıl düzelteceğini düşündü biraz, suskunluğu çaresizliğindendi. Gözlerime bakıp anlamaya çalıştı, işe yaramayınca başını iki yana salladı.

 

"Serum falan mı bağlatsak sana, o iyi gelir belki. Yemek yedin mi? Bir duş mu alsan?"

 

Aklına gelen her şeyi peş peşe sıraladığında biraz olsun onun da panikleyebileceğini fark ettim. Korkuyordu ve korkusu bu defa ruhumun berbat oluşundandı.

 

"Serum olmaz," dedim, verselerdi gittiğimde verirlerdi zaten. Ben ilaç bile alamazdım artık.

 

"Ağrı kesici?" Başımı iki yana salladım, bunu neden önerdiğini bile bilmiyordu. "Serum iyi bence serum bağlatalım hadi kalk." Elini bana uzatınca tutmadım, bir yere gitmeyecektik ve öğrenmesi gereken bir şey vardı, küçük bir şey.

 

"İlaç alamam, serum alamam Mete. Beni çok kırdın ama bunu bile uzatamam şu anda çünkü üzülebilir," dedim, ilk adımı atmak bana yüklerimden kurtulmuşum gibi bir hafiflik hissi verdi.

 

"Kim üzülebilir? İlişkimize üçüncü kişileri ne zamandan beri dahil ediyoruz?" Ne anlamıştı acaba bu dediğimden? Bazen gerçekten geri zekalılığı tutuyordu.

 

"Geri zekalı. Ağzımı bozdurma benim," dedim sanki az önce hiç ağzımı bozmamışım gibi.

 

"Cidden iyi değilsin bunu söylediğine göre. Senin ağzın hep bozuktur Azra." Küfretmeden geçirdiğim gün gün değildi ki benim, haklıydı.

 

"Gidemem, gittim zaten bugün."

 

"Al işte ne hale getirmişsin kendini, bana haber vermediğin gerçeğini sonra konuşuruz." Meraklı gözlerle perişan halime baktı. "Ne dedi doktor?"

 

"HCG değerim yüksek çıkmış, fazla yüksek." Hâlâ anlamıyordu beni, anlamaya çabalasa da çözememişti, aptal olduğu anlardaydık yeniden.

 

"HCG ne oluyor? Grip miymişsin yoksa?" Evet Mete gribim. Bu kadar salaklık da fazla.

 

"Geri zekalı, hamileyim!"

 

Sadece durdu, benim öğrendiğim zamanki gibi olduğu yerde kalakalmıştı. Anlamaya çalıştı, gözlerime baktı sonra karnıma çevirdi gözlerini. Ellerim karnımdaydı, gözlerim ağlamaktan mahvolmuş durumdaydı. İkisi arasında gidip geldi sonra ellerini yavaşça karnıma götürdü.

 

"Harbi mi? Şaka yapmıyorsun bana değil mi?"

 

Gözlerime yalvarır gibi baktı, ona kalsa evlendiğimiz gün beni hamile bırakırdı, geciktiren ben olmuştum intikamım için ama biz şimdi küçük bir kazaya kurban gitmiştik.

 

"Şaka yapar gibi mi gözüküyorum?"

 

"Gerçek yani, bizim..."

 

Dudaklarında bir tebessüm gördüm sonra o tebessüm büyüyüp gülümsemeye dönüştü.

 

"Şimdi ben baba mı oluyorum?"

 

Baba oluyordu, bizim bir bebeğimiz oluyordu. İkimizden bir parçayı karnımda taşıyordum.

 

"Baba oluyorsun yüzbaşı, hamileyim ben." Yatakta ayağa kalkıp "Baba oluyorum," diye bağırdı, sonra ne yapacağını bilemeyip dizlerinin üzerine çöktü, kollarını bana sımsıkı sarıp saçlarıma gömüldü. Sabahtan beri acı çekiyordum ama bu sarılma bana her şeyi unutturabilecek güce sahipti.

 

"Baba oluyorum. Ben baba olacağım. Bebeğim olacak, bebeğimiz yani. Sonuçta tek başıma yapmadım ben, katkın oldu. Zaten sen taşıyorsun ama istersen ben de taşırım da mümkün değil bu. Ya... Bebek..."

 

Şakaklarımdan öpüp geri çekildi. Heyecandan ne dediğini bile bilmiyordu.

 

"Baba mı oluyorum şimdi ciddi miyiz bu konuda?" Başımı salladığımda gülümsemesi büyüdü.

 

"O bizim mucizemiz, bebeğim benim. Ben çok mutluyum. Sen, senin bir şeye ihtiyacın var mı? Hay çeneme sıçayım her şeyi mahvettim seni üzdüğüm yetmiyor bir de hamile hamile üzmüşüm. Bebeğimi de üzmüşüm, bebeğimizi."

 

Parmaklarını varlığını yeni öğrendiği bebeğimizin üzerine koyup yavaşça okşadığında gözlerim doldu, onunla ilk temasıydı.

 

"Söz veriyorum sana, annenin gönlünü alacağım. Merhaba ben baban, Mete Akıncı. Tüm sülalesi asker olan bir aileye geliyorsun ve hoş geldin Akıncı bebek, hoş geldin babacığım."

 

Heyecanla bana çevirdiğinde gözlerini dudaklarımı kenara kıvırdım. Tam hayalimdeki gibiydi kavuşmaları, tam da beklediğim tepkiyi vermişti ve sorgulamamıştı hiçbir şeyi.

 

"O kadar da korunduk."

 

"Deme öyle, gelesi varmış demek ki. Bak bundan sonra asla riske girmiyorsun tamam mı? Ben konuşurum eniştemle, hamile hamile operasyona çıkıp ikinizi de riske atamazsın."

 

Kafamdan ne geçiyorsa onu söylüyordu, Mete beni intikam görevine yollamayacaktı hiçbirine yollamayacağı gibi. Bundan sonrasında oturup sözünü dinleyeceğimi düşünüyordu. Eğer o görev çıkarsa bir şekilde gidecektim ben.

 

"Tamam."

 

"Kız mı erkek mi acaba? Sağlıklı olsun da önemli değil ne olduğu. İkiz geliyormuş bir de bir kız bir erkek. Üçüz gelse..." Kollarından tutup sabitledim onu. Heyecandan beni sarsıyordu farkında değildi. "Affedersin."

 

"Sakin ol, sağ salim doğacak ve seninle tanıştı o. Seni ona anlattım. Nasıl bir adam olduğunu biliyor."

 

Son olanları anlatmadığımı umdu, başımı iki yana sallayınca rahatladı. Karnımda tırnak kadar bebek vardı ve onun sözlerimizden etkilenebileceğine inandırmıştık kendimizi.

 

"Azra'm, teşekkür ederim. Yaşadığım en kötü günlerden birini bana bayram ettin."

 

Yüzümü ellerinin arasına alıp okşadı, parmağının değdiği yerleri yakıyordu, onu çok seviyordum, onu arzuluyordum. Onsuz bir gün bile bana işkenceden farksızdı.

 

"Ona teşekkür et bana değil, o bize geldi. Barışalım diye geldi."

 

Bana biraz daha yaklaşıp dudaklarıma eğildi. Bir teşekkür busesiydi, alt dudağıma parmağını değdirdikten sonra öpmeye başladı beni. Kollarım boynuna dolandığında ona karşılık vereceğimi bilmiyordum.

 

Mete beni dağıtıp yerle bir etmişti ama yine onun kollarında teselli bulmuştum, tüm gemileri yine ona karşı yakmıştım.

 

"Söz." Gözlerime baktı. "Söz bir daha ağzımdan çıkan her söze dikkat edeceğim."

 

Beni ikna edebilecek büyüdeydi ve etkilemişti. Onun kollarının arasında, dudaklarının baskısıyla tüm dertlerimi bir kenara bırakmıştım.

 

"Anne oluyorum," diyerek gülmeye başladım tüm sözlerine, "Baba oluyorum, gol," diyerek kahkaha attı. "Ben yaptım," diye ekledi sonrasında. Sanki kendi kendine yapmıştı da böyle konuşuyordu. En az onun kadar ben de katkı vermiştim bebek Akıncı'nın yapımına.

 

"Ne kadarlık acaba, ultrasonda mı anlıyorlar?"

 

"Yarın gider öğreniriz," dediğimde yeniden gülmeye başladı. Nasıl sevindiğine şahit olduğuma göre artık rahat edebilirdim, bütün gün ağlamamın acısını kahkahalarla çıkartabilirim.

 

"Ben şimdi..." Ellerini belimden aşağıya doğru götürdüğünde sertçe yutkundum. "Sana ne kadar süre dokunamayacağım? En zor sınavı ben vereceğim galiba."

 

Bildiğim kadarıyla riskli gebelik olmadığı sürece karı koca ilişkisi sürdürülebiliyordu ancak bunu doktorumdan duymalıydım, kendim hüküm veremezdim. Tabii bu bilgileri Mete bilmiyordu.

 

"Bilmem, belki 9 ay," diyerek korkuttum onu. 9 ay benden uzak kalacağını düşünüyordu, beni üzdüğüne saymalıydı bunu.

 

"Ne? 9 çok değil mi ya? Çocuk mu yaptık kendimize yasak mı? Bence dokunurum ya, dokunabilirim değil mi? Sana dokunmadığım yılları yaşanmış saymıyorum ben, dokunmam lazım."

 

Elini kalçamdan çekmişti bile bunları söylerken, ciğer görmüş kedi gibi gözlerime bakıyordu, o ciğeri ona verebileceğimi duymak istiyordu ama bugün cezalıydı, yarın doktordan öğrenirdi bunu.

 

"Bilmem. Çok yoruldum ben yatıyorum sonuçta anayım ben." Yatağa devrilip ona sırtımı dönmeye kalktığımda izin vermedi.

 

"Sen ana olabilirsin ama ben de babayım, bebeğimiz beni tanısın istiyorum bana sırt dönemezsin."

 

Nereden gireceğini çok iyi biliyordu, ağzı çok iyi laf yapıyordu ve bebeğimiz çok şanslıydı, harika bir babaya sahipti.

 

"Özür dilerim, hatamı telafi edeceğim," diyerek yanıma yattı, eli karnımın üzerindeydi. Alnımdan öpüp gülümseyerek uykuya daldı, bu kadar kötü başlayan günün böyle güzel biteceğini bilsem kendimi bu kadar yıpratmazdım, bu bebek benim tüm dengelerimi alt üst etmişti.

 

♟️

 

Yeni güne uyandığımız zaman her zamankinden farklıydı, Mete yine gülüyordu ama farklı bir mutluluk içindeydi. Ben de Leyla gibi dolanıyordum ortada. Kahvaltının ardından ilk defa doktora gittik beraber.

 

Gardımı tamamen indirmiş onu tamamen affetmiştim, parmaklarını benimkilerin arasına geçirip doktorun odasına beni götürdü, önden önden gidiyordu, heyecanına bakılırsa bebeği ben değil o doğuracaktı.

 

"Hoş geldiniz, ilk gebeliğiniz mi?" diye sordu bana. "Evet. İlk gebeliğim."

 

Barış'a bebek kıyafetleri bakarken söyledikleri her şeyin gerçek olması benim için fazlasıyla ütopikti, ne dedilerse yaşıyordum. Evlenmiştik bir de çocuğumuz olacaktı.

 

"Testlerinizde bir sorum göremedim, bir de ultrasondan görelim."

 

İşaret ettiği yere geçip karnımı açtırdım. Kalp atışlarım dışarıdan bile duyuluyordur eminim, sürpriz bir bebeğin bugün ilk kontrolündeydik ve ellerimi sımsıkı tutan kocam benden önce doğuracak gibiydi, yerinde duramıyordu.

 

"Evet her şey yolunda." Biraz durdu, sanırsam ne kadarlık olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Tam 9 haftalık." İki ayı geçiktir hamileydim ve ben bunu anlayamamıştım. Onunla operasyonlara çıkmış ikimizi de riske atmıştım.

 

"9 haftalık mı? Aşkım biraz erken fark etmişsin." Düzensiz âdet görüyordum bunu fark etmem mümkün değildi ki.

 

"Stresten kaynaklı âdet gecikmesi yaşamıştım bir yakınımı kaybedince, yeniden bir kayıp yaşayınca aklıma başka bir şey gelmedi."

 

Ekranı bize doğru çevirdi, bu defa biz görecektik. Bebeğimi fark ettiğimde yanaklarım ıslanmaya başladı yeniden, ben karnımdaki iki aylık bebeğime mi bakıyordum? Başımı Mete'ye çevirdiğimde onun de benden farksız olduğunu, yaşların onu da ele geçirdiğini gördüm. Sevdiğim adam bebeğimizi izleyip mutluluk gözyaşı döküyordu.

 

"Küçücük." Sesim titremişti, inanılmaz bir histi bu. "Küçücükler evet." Çoğul eki mi kullanmıştı? Bir değil miydi yani?

 

"İkizlere gebesiniz. Çift yumurta ikizleri."

 

İki kese olduğunu görüyordum ama iki bebeği algılayamamıştım, bir taneye odaklanmıştım ben.

 

"Kalp atışını da duyabiliriz."

 

Cevap vermeye kalmadan doktor sesi açtı. Hayatımda daha güzel bir ses duymamıştım, Mete'nin sesinden bile güzeldi bebeklerimizin kalp atış sesleri. İki ayrı ritim iki ayrı can vardı ve ben birinin varlığına şaşırırken diğerine de sahip olmuştum.

 

"Bu, bu müthiş bir şey. İnanamıyorum."

 

"Ben de güzelim, bizim bebeklerimiz olacak ve onların kalp ritmi bak." Saatlerce bu ritimleri dinleyebilirdim ve asla sıkılmazdım. Ben bebekten ziyade can taşıdığımı o sesleri duyduğumda anladım. İki can taşıyordum kendi canım dışında.

 

"Bakın ayağı şurası, başı da şurası. Ayaklarını hareket ettiriyorlar görüyor musunuz?"

 

Görüyordum, karnımdaki bebeğin hareketlerini aynı sesini duyduğum gibi görebiliyordum. Ben tüm bedenimle onların varlığını kabullenmiştim.

 

"Bir fotoğrafını vereyim size."

 

"İki olsa olur mu?"

 

Doktor başını sallayıp elindeki aleti bıraktı ve karnımı silmem için peçete uzattı. Ben karnımdaki soğuk sıvıyı silerken o da iki adet bebek Akıncı fotoğrafı çıkartıp bize uzattı. Ayağa kalkıp aldım elinden, birini Mete'ye verdikten sonra teşekkür edip çıktık odadan.

 

"Ben inanamıyorum, biz az önce iki bebeğimizin olacağını mı öğrendik? Biz bebeklerimizin kalp atışlarını mı duyduk Azra'm? Elimizde fotoğrafları bile var bak."

 

İki santimlik boylarıyla bize kendilerini göstermekle kalmamış bir de hareket etmişlerdi. Gözlerimi ultrason fotoğrafından ayırıp ona çevirmem zor olmuştu.

 

"Evet," Elini alıp karnıma götürdüm. "İçimde bebek Akıncı'yı taşıyorum." Düzeltme gereği hissettim, birini unutmuştum. "Akıncıları."

 

Heyecandan ve mutluluktan ölecektim sanki, yeni baba han olan Mete de aynıydı. Bu haberi dağda almış olsaydık elindeki tüm şarjörü havaya boşaltmak isterdi. Yapmazdı devlet malı diye ama isterdi yani.

 

"Bebek Akıncı ve bebek Akıncı iki, hoş geldiniz güzellerim benim." Karnımı okşayıp elimden tuttu. "Sen çok güzel bir anne olacaksın." O da çok iyi bir baba olacaktı, asla şüphem yoktu. İki bebeği de sarıp sarmalayacaktık.

 

"Sen mükemmel bir baba olacaksın, aynı mükemmel bir koca olduğun gibi."

 

"Babası onlara kurban olsun."

 

Şimdiden pabucum dama atılmıştı, kocamı 2 santimlik iki bebe elimden almıştı ama şikayetim yoktu. Elinden tutup dışarıya doğru yürümeye başladım.

 

"Mete sen benim Türkiye'msin ya bu bebekler de Kıbrıs'ım mı oluyor? Yavru vatan ya hani?"

 

"Sormadın sayıyorum. Babacığım tıkayın kulaklarınızı duymadınız bu berbat espriyi, anne daha güzel espriler yapabiliyor."

 

Başını karnımdan ittirdiğimde gülmeye başladı, Mete benim vatanım karnımdaki minik bebekler de yavru vatanımdı. Üçü de benim Türkiye'mdi, her şeyimdi, dünyamdı. Vatanımdan başka savaşacağım şeyler olmuştu, ilkim Mete'ydi artık bebeklerim de vardı.

 

Doktordan çıkıp karargaha gittiğimizde bu güzel haberi ailem dediğim insanlara vermek için can atıyordum, ilk durak noktamız hangar oldu. Fırat abim tüfeğini temizliyordu tek başına, herkese toplu söyleyecektik aynı aşkımızı duyurduğumuz gibi.

 

"Hayırlı olsun canım kardeşim," diye sıkı sıkı sarıldığımda bir hayalim daha yerle bir olmuştu, abim bunu nereden öğrenmişti ki? Hangi boşboğaz ötmüştü bilmiyordum ama benden fırçayı yiyeceği kesindi.

 

"Sağ ol abi, sen nereden öğrendin?"

 

Ağzıma görünmez fermuar çekince başımı iki yana salladım, onunla baş edecek durumda değildim.

 

"Dayım, hoş geldin ailemize."

 

"Amcasının gülü, hoş gelmiş ailemize."

 

Fatih abi gelip önce bana sonra Mete'ye sarıldı, yüzünde ilk defa amca olacak olmasının heyecanı vardı. O da öğrenmişti, genel kurmay başkanına kadar gitti herhalde bu bilgi.

 

"Abim, seni baba olarak da mı görecektim ben? Allah hayırlısıyla dünyaya gelmesini nasip etsin."

 

"Amin kardeşim, sağ ol."

 

Bakıştık kocamla, bu vukuat kimin diye anlamaya çalıştık ama herkes gelmeden anlayamayacaktık galiba.

 

"Ve abim vurmuş gol olmuş, amca oluyorum."

 

Çenesi bir türlü çıkmamış kilometrelerce koşmak isteyen Enes geldi yanımıza, bazen bilerek yaptığını ceza yemekten zevk aldığını düşünüyordum.

 

"Ve yeğeninin şerefine 50 tur tam teçhizatlı koşuyorsun Kırımlı."

 

Alnına sertçe vurup kendinden bıktığını gösterdi. Şu timde bir tane akıllı vardı o da benim kocamdı galiba.

 

"50 az gelir buna, 100 olsun çok yüz veriyoruz çünkü bir de böyle verelim bence."

 

Taksit taksit geliyorlardı, Şebo ile beraber gelmiş olmaları bir kez daha laf anlatmayacağımızın göstergesiydi.

 

"Ve belirtmek isterim ki ben amca değil dayı oluyorum."

 

"Valla ben de teyzeyim, tebrikler aşkım benim çok güzel bir anne olacaksın." Önce Şebo sonra da Hakan Üsteğmen sarılıp tebrik etti bizi. "Evlensin buz dolabı benden," diye espri yapmayı da ihmal etmedi.

 

"Siz bunu nereden öğrendiniz ya? Biz kimseye söylemedik." Söylemedik değil sevgilim, Miray benimle öğrendiği için biliyordu her şeyi. "Miray mı komutanım?"

 

"Sevgilimin hakkını yedirmem, söz vermiş sana söylemedi. Uyurken sayıkladı oradan duydum, sabah da sıkıştırınca mecbur konuştu."

 

Buradan sürekli beraber uyuduklarını tekrar öğrenmiş bulunuyorum. Garip bir ilişkileri var ama seviyorlar birbirlerini, uyurken derken bile bıyık altından gülümsedi koca adam.

 

"Sen de yaydın mı ulan?"

 

"Yaydım demeyelim de ben de ağzımdan kaçırdım."

 

Enes'ten rol çalması onu güldürmüştü, bu defa çenesi düşük olan o değildi, mutluydu.

 

"Teşekkür ediyoruz ama bir daha heyecanımızı sizinle paylaşmamıza izin verin ya. Aşkımızı itiraf etmişiz size geliyoruz biliyorsunuz, karım hamile geliyoruz biliyorsunuz. Bir şeyi de bilmeyin de kursağımızda kalmasın."

 

Bizde de hata vardı demek ki biraz daha kapalı yaşamamız gerekiyordu hayatımızı. Miray'ı görünce yolacaktım, uykusunda bile sır saklamalıydı.

 

"Ama bilmediğiniz bir şey var, bir değil iki bebek geliyor."

 

"Oha abi, ikiz mi? Golllll."

 

Ayrı sevinç nidaları yükselmişti şimdi, bunu beklemiyorlardı ve sonunda onları ters köşe edebilmiştim.

 

"Sen anne mi olacaksın şimdi ya? Benim rakı masalarında dertleştiğim bacım büyüdü de anne oluyor, oturup ağlayacağım şimdi."

 

"Valla abi ben de inanamıyorum."

 

Şaşkınlığım plansız bir gebelik olmasıydı, bize sürpriz olmuştu. Doğum kontrol haplarına güvenmeyecektim artık, bizi yarı yolda bırakmıştı. Yine de şifa olmuştu bize bebeklerim, en kötü anımızda gelip tüm ipleri ellerine alıp derdimizi unutturmuşlardı bize. Öfkem, acım hepsi bir kenarda kalmıştı bebek Akıncılar sayesinde.

 

Ben üçü için de savaşacak sonunda gülen taraf olacaktım. Bu savaştan galip gelen biz olacaktık. Her şeye rağmen gülüp küsmüyorsak hayata, bunu en çok biz hak ediyorduk. Onların inadına çoğalacaktık, onların inadına âşık olacaktık, onların inadına savaşacaktık.

 

Bize vurduklarında daha da güçlenecektik çünkü aksini yapmaya hakkımız yoktu. 1919'da Türkler yediği her darbeye rağmen ayağa kalkıp savaştıysa biz de aynını yapacaktık. Çünkü biz Türk'tük ve Türkler asla pes etmezlerdi.

 

♟️

 


Mete Azra'yı darmaduman etmişken bebek Akıncılar duurumu düzeltmeye geldi. 1 değil 2 tane bebişimiz olacak. Azra'mız hamile anne olacak Mete baba olacak😍

 

Hakan ve Miray'n desteği de kurban olurun yaa 🥰

 

Bundan sonra anne ve baba Akıncıları okuyacağız. Finale de az kaldı. Almamız gereken bir intikam var, konuları toparlıyoruz ve sonda kaybedecek tek bir taraf olacak. Kimin galip geleceğini okumak için biraz daha beklemeniz lazım. 50. bölüm final bölümümüz.

 

Beni sosyal mecralardan takip ederseniz daha çok kişiye erişebiliriz canlarım. Tiktok, İnstagram, Twitter rubamsalepe hesabımdan ulaşabilirsiniz ve WhatsApp kanalımdan bilgilendirme alıntılar yapıyorum. Unutmayın, ne kadar çok kişi olursak o kadar kişiye ulaşır büyürüz🥰

 

Öpüldünüzz ️❤️😘

Loading...
0%