Yeni Üyelik
94.
Bölüm

46. "Dünyalara Bedel"

@rubamsalepe

"Kupa kızına geldim, kapıyı açacak mısın artık?" Elleri doluydu üsteğmenin, Miray kapıyı açınca elindeki pastayı ona verip içeri attı kendisini.

"Bunlar ne Hakan? Neler aldın?"

"Pasta aldım senin için."

Ellerindekileri masaya bırakıp boynuna doladı kollarını, aradaki uçurumdan dolayı Hakan onu kalçasının altından kavramış kendi boyuna yaklaştırmıştı.

"Bana mı aldın? Nereden esti?"

"Sevin istedim, sevinmedin mi yoksa?"

"Sevindim, beni sevindirecek bir adamsın sen teğmen."

"Teğmen değil üsteğmen. Aylar oldu bir alışamadın."

"Alışırım, sen yeter ki iste." Sıcak gülümsemesi adamın içini ısıttı, öpüp öpmemek arasında kalan Miray'ın dudaklarından öperek koltuğa götürdü.

"Gündüz gündüz bu ne tutku Hakan?" Nefes nefese kalmıştı, en güzel nefessiz kalıştı onun öpüşü. "Aklımı mı almak istiyorsun sen benim?"

"Sen benimkini alırken iyi, Türkmen Kızı." Önüne düşen saçlarını arkaya doğru attırdı. "Görüyorum internette herkes bizi konuşuyor, beni yanına yakıştırmayanlar oluyor."

"Onların düşüncesiyle ilgilenmiyorum ben Hakan, ben sadece seninle ilgileniyorum. Onlar konuşsun dursun umurumda değil."

Bazıları maç fotoğraflarından dolayı onları çok severken bazıları da onları yakıştırmayıp sert eleştirilerde bulunmuştu. Hayatta hiçbir vasfı olmayan insanlar klavye üzerinden insanları yargılama hakkı buluyorlardı kendilerinde.

"Bunu duymak güzel, benimle ilgileniyor olman hoşuma gidiyor. Sana karşı hiç boş değilim."

"Söylesen ölürsün değil mi?" Anlamazlığa vurup dudağını büzdü. "Neyi söylesem?"

"Söylemezsen söyleme." Ayağa kalkınca Hakan kolundan tutup kendine doğru çekti sevgilisini. Burun burunalardı şimdi.

"Neyi söylemeyeyim, seni sevdiğimi mi yoksa sana deli divane âşık olduğumu mu?" İlk defa dile getiriyordu ve bunu ondan duymak mutluluğu iliklerine kadar hissettirmişti.

"Seni seviyorum Hakan." Dudağına bir öpücük bıraktı. "Voleybol kadar seviyorum."

"Ben de seni Anadolu kadar seviyorum."

"Güzel lafmış, sevdim bunu. Şey mi yapsam? Pasta koyayım ben sonra konuşuruz." Hakan sorgular gözlerle baktı ona, şu an gitmese olmuyor muydu?

"Bir şey mi oldu Türkmen Kızı?"

"Pasta yiyelim öyle konuşuruz sevgilim."

Yanağını okşayıp içeri gittiğinde Hakan'ın içine bir kurt düşmüştü. Geldiğinden beri aklında bir şey vardı belli ki, söylemeye zaman arıyordu, söylediğinde ikisi de rahatlayacaktı.

İki tabak pasta, yanında da kurabiyelerle geldi. Tepsinin içinde meyve suları vardı, Hakan'ın sevdiklerindendi. Yanına oturduğunda iki çatal ağzına atıp arkasına yaslandı.

"Neden öyle bakıyorsun?"

"Nasıl bakıyorum?"

"Sıkıntılı bakıyorsun, az önce sana aşkımı itiraf ettim ama bunu bile gölgede bırakacak bir şey mi demen gerekiyor bana?"

Derin bir nefes çekti ciğerlerine kadın, kafasında defalarca tartıp sonuca varamadığı bir şeydi bu. Onunla paylaşıp yükünü azaltmak istiyordu, belki bir çıkış yolu bulabilirdi.

"Sevgilim ben bir teklif aldım." Gözlerini onunkilere odakladı. "İtalya'dan." Son kelimesi Hakan'ın yüzüne bir endişe yerleştirdi, gitmesini asla istemezdi.

"Gidecek misin?"

"Bilmiyorum, bu kulüp çok güçlü bir kulüp, iyi de para teklif ettiler ama işin parasında değilim. Daha değişik tecrübe kazanabilirim orada. Bir yanda evim, doğduğum kulübüm Demir Sancak var bir yanda da sen varsın ben işin içinden çıkamadım Hakan."

Gidişi ayrılık olmayacaktı, uzak mesafe ilişkisine dönecekti ve bu ikisi için de zor olurdu. Zaten maçlardan ve görevlerden bir araya sürekli gelemiyorlardı, şimdi her şey daha da zorlaşabilirdi. Birbirlerine dokunmadan uyumak ağır gelirdi, öpmeden güne uyanmak zulüm olurdu ikisine de.

"Ben... Bilemiyorum ne diyeceğimi."

"Seni terk etmiyorum, gidersem buradan gitmiş olacağım senden değil ama gitmek kolay değil, gidebilir miyim bilmiyorum bu zor bir karar benim için."

Gözden ırak gönülden de ırak olur muydu? Bu kadar ayrıyken daha fazla ayrılığı kaldırabilirler miydi?

"Beni terk etmiyorsun ama benden gidebileceğini söylüyorsun Türkmen Kızı, bunu hazmedebilmemi bekleme benden." Yanağını okşayıp alnını onunkine dayadı. "Seni sevdiğimi daha yeni söylemişken benden gitmen haksızlık olur." Dudaklarına yaklaştı. "Bu dudaklardan ayrı kalabilecek miyim bilemiyorum." Öpüp geri çekildiğinde Miray'ın gözleri kapanmıştı bile.

"Ama Miray ben senin kariyerine de karşı gelemem, hislerim belli benim ama yoluna taş koymayacağım. Bu kararı sen vereceksin ve bana neyle gelirsen gel ben arkanda duracağım, sevgilim."

Hakan gibi sert tavırlı bir adamdan bu sözleri duymak sert bir kayayı elle oyarak tünel açmak gibiydi. Zor bir adamdı ama ona işleri zorlaştırmayacağını, yanında duracağını söylüyordu. Bu güven bile Miray'a yetmişti.

"Teşekkür ederim, benim için bunun anlamını bilemezsin."

Hakan yüzünü düşürmemeye çalıştı, ona destek olmak istiyordu. Gülümseyip ağzına bir çatal pasta attı.

"Güzelmiş pasta. Yesene sen de."

Miray ağzını açtığında çatalıyla ona pasta uzattı. Kadın dudağının çevresini peçeteyle temizleyip ona yaklaştı.

"Temizlemene gerek yoktu, ben o işi hallederdim."

"Bugün epey yanmışsın sen, amacın ne senin?"

"Amacım çok masumca." Tabağı kenara bırakıp kadının omzundaki askıya götürdü parmaklarını. "Ben hep masumumdur." Askısını indirirken sırtını koltuğun yüzeyiyle buluşturdu. "Sen de ne kadar masumsun görmek istiyorum." Elini bedeninde gezdirmeye başlayınca Miray anlamıştı ki bu gecenin sonu da yatak odasında bitecekti.

♟️

Azra ve Mete bugün aşk itirafı parkındalardı, aynı ağacın altına geçip aynı yere bez yaymışlar piknik yapıyorlardı. İki park iki ağaç hayatlarındaki dönüm noktası olmuştu, bir türlü öpüşemedikleri o ağacın altındalardı şimdi.

"Lahmacun, 10 tane gömerim."

"8 tane gömdüğünü gördü bu gözler de hayatım hani bebeklere zarar gelmesin." Bu aralar zaten aşırı olan yeme olayını zirveye çıkarmıştı.

"Sen bana şişko mu diyorsun Mete? Bana kilo aldın seni artık sevmeyeceğim mi diyorsun?"

"Azra'm öyle mi dedim ben ya? Al siparişi verdim hemen gelir, sen üzülme yeter ki." Çocuklar doğmadıkça bu duygu durumu böylece devam edecekti. "Benim seni sevmeyeceğim bir dünya yok onu çıkar aklından, ben sana ölüyorum bitiyorum be kızım. Aşkımdan mecnuna dönmüşüm ben daha nasıl sevebilirim ki seni?"

"Böyle deme yumuşarım. Baba ne diyor bakın anneniz nasıl âşık etmiş onu? Beni nasıl süründürdü bir bilseniz ama bu dediklerine inanmaz kızardınız aslanlarım."

"Sen süründün ben köşemde keyif sürdüm değil mi? Güzelim, ben de en az senin kadar acı çektim biliyorsun." Bir bardak çay koydu bardağına ve yavaşça dudaklarına götürdü bardağı.

"Bir ilişkide kadın varsa en çok acı çeken odur. Evlenmeden aşk acısı çektim, evlendik yatakta..." Mete dudaklarını kapayıp etrafına baktı, kalabalık değildi Allah'tan kimse duymamıştı.

"Sussana kızım, denir mi o ya?"

"Yalan mı? İlk gece acısını ben çektim sana giren çıkan olmadı Mete Bey. Sonra hamile bıraktın beni 2 çocuk doğurup acı çekecek olan yine benim. Kimmiş en çok acı çeken?" Mete aklındaki terazide karısını haklı bulunca teslim oldu ve başını salladı.

"Senmişsin karıcığım."

"Anayım ben hem."

"Anasın sen aşkım. Doğumdan korkma tamam mı, her şey yolunda gidecek. Çekindiğini biliyorum ama ne kadar cesur olursan o kadar rahat atlatırsın."

Kırk yıllık kadın doğum uzmanı gibi davrandıktan sonra Azra başını onun omzuna yasladı.

"Kendim için değil de ya onlara bir şey olursa? Ben ne yaparım o zaman Mete, eli kulağında biliyorum ama ihtimali bile beni korkutuyor işte."

"Orhan'ım Göktürk'üm, sağ salim gelip annenizi korkularından arındırın olur mu? Demir Leydi'm, sevgilim, Tomris Hatun'um sen korkma ikisi de gelip başımızın etini yiyecekler. Bir de Fatih'e çekerse yandık ki ne yandık dua et bana çeksin."

"Anaları varken sana neden çekiyormuş ya? Benim oğullarımın elleri titremeyecek bana bezeyecekler." Sonra durdu ve bir anlığına düşündü. "Sadece bu kısmı benzese yeterli, öz güvensiz olmalarını istemiyorum."

"Yendin onu Azra'm, oğullarımızın da öyle olmaması için çaba göstereceğiz. Huyu suyu ne olursa olsun bildiğim çok iyi bir şey var, ikisi de ay yıldıza âşık olacak, bizden daha sıkı bağlanacaklar ülkelerine, öyle yetiştireceğiz."

Lahmacun siparişi geldiğinde Mete salatayı açmadan Azra bir tanesini ağzına tıkıştırdı. "Yetiştireceğiz," dedi boğuk çıkan sesiyle. "Biri Orhan biri Göktürk, aksi olamaz zaten." Öksürdüğünde Azra'ya çay uzattı. "Yavaş yavaş bir tanem, hepsi senin bak yetmezse benimkilerden de yersin."

"Yerim, onları da seni de yerim." Elini karnında gezdirip başını biraz yaklaştırdı. "Sizi de yerim." Mete'nin gördüğü manzara rüya gibiydi, hamile karısının iştahla yemek yiyişini izliyordu. Karnında iki tane bebek vardı, onları kucağına alacağı anı iple çekiyordu.

"Ne bakıyorsun?"

"Aşkım, çok güzelsin be. Kömür gözlerin, siyah zülüflerin... Hamilelik de sana çok yakışıyor, uğurunda her şey feda edilir bu güzelliğin." Biraz daha yaklaştı ona, aldığı peçeteyle dudaklarını silip masum bir öpücük bıraktı. "Sona geliyoruz ve sana dokunamayacağım."

"Dokunduğuna say sevgilim."

"Yetmez, sana doyulmuyor bir tanem. Sen de olsan sana doyamazdın." Saçlarını okşadıktan sonra gözleri yeniden dudaklarına kaydı. "Birazcık dayanacağım sonra acısını çıkartırız."

"Orhan ve Göktürk fırsat verirse..." Yeniden öptü. "Verirler bence, verirsiniz değil mi?"

"Babamızı süründüreceğiz diyorlar."

"Anasının oğulları işte."

Sarılıp göğsüne yasladı karısını, saçlarının kokusu yaşama gayesi olmuştu, bir de bebek kokusu eklenecekti onlara.

"Yine mi siz, ahlaksızlar!"

"Ulan teyze üç oluyor bak yine mi sen? Bizi mi gözlüyorsun ya, aylar oldu aylar." Kadın her zamanki çirkefliğiyle bakıyordu onlara, bu defa neyi eleştirecekti merak ediyorlardı.

"Bizi sal teyze evlendik biz."

"Onu anladım, şişirmiş karnını bu terbiyesiz."

"Teyzeciğim leylekler getirecek değildi ya, sabrımızı mı sınıyorsun sen ya? Şuracığa doğuruvereceğim şimdi." Mete sırtını sıvazlayıp onu sakinleştirmeye çalışsa da nafileydi.

"Öptün mü kızı burada ahlaksız?"

"Karım o benim, öperim de istediğimi de yaparım teyze, Allah aşkına git başımızdan artık, bak senin yüzünden ben bu kızı öpemedim o zaman 3 gün bekledim ebesinin nikahında öptüm sonra hastanelik olduk ikimiz de."

Söylene söylene giden kadının ardından göz göze gelip gülmeye başladılar.

"Bence bizi gözetliyor, gördüğü gibi buraya geliyor."

"Buna ben de inanacağım az kaldı. İyisin değil mi Azra'm? Bir sorun yok."

Azra başını iki yana salladı, açık hava ona iyi gelmişti biraz olsun kafası dağılıyordu ve Mete'yle zaman geçirmek ona iyi hissettiriyordu.

"Bomba gibiyim."

"Yine de bomba deme sen böyle deyince başımıza iş geliyor."

"Doğru, iyiyim iyi. Daha var zamanımız, doğurmayacağım daha. Yani dururlarsa tabii. Mete ya sen burada olmazsan? Sensiz mi doğuracağım?"

Bu onu da korkutuyordu ama vatan beklesin ben baba olup geleceğim de diyemezdi, hamile karısına bunu söylemesi zordu ancak asker Azra bunu anlayabilirdi.

"Bakma öyle biliyorum görev. Demir Leydi ile Azra çok pis çatışıyor iç dünyasında. Kendimi sadece anne hissediyorum şu an."

"Evet aşkım, geçen de gördük çok güzel anne hissediyordun. Elinde silah terörist kovaladın şu halinle, sen kime ne anlatıyorsun?"

"Küserim bak." Parmağını susması için dudağına kapadı. Mete de önce parmağına oradan da bileğine giden yola öpücük bıraktı.

"Küsme, sensiz yapamam ben."

"Türkiye'm benim."

"Tomris Hatun'um, Demir Leydi'm."

"Böyle deyince daha da korkuyorum, onun kaderini yaşamak istemiyorum. Önce oğullarım sonra sen... Mete bana acını yaşatma Allah aşkına. Artık sadece ben yokum bunu çıkarma aklından." Mete bebeklerini sevdikten sonra yine ona döndü.

"Elimden geleni yapacağım, elimden gelmeyen bir şey olursa da takdiri ilahi ama şunu da bil, üçünüzü de çok seviyorum ve size olan sevgim ölçülebilecek düzeyde değil. Daha doğmadılar ama ben onlara çok bağlandım, artık kavuşalım istiyorum."

"Onlar da sabırsızlanıyor baksana tekmeleyip duruyorlar."

Ya da babalarının oyuncakları için şimdiden kavga ediyorlardı. Bu bebekler doğdukları anda en şanslı bebekler olacaklardı, herkes onları çok seviyordu.

"Seni eve bırakayım mı, saat bayağı olmuş karargaha geçeyim geç kalacağım yoksa."

"Yok aşkım sen bunları arabaya koy ben lahmacunları yiye yiye gezeceğim biraz." Gözlerini devirerek baktığında onu dinlemeyeceği belli oldu. "Bakma öyle, ben kendime de bebeklere de sahip çıkarım. İnsan içinde olacağım, ortalık yerde doğurmam korkma."

"Yarım saatte bir mesaj istiyorum ona göre. Gel seni kaldıralım şöyle hıh, yavaş. Bir de öpeyim, oh. Hadi dikkatli ol."

"Peki anne." El sallayıp uzaklaştı yanından, elindeki lahmacun poşetindekileri çıkartıp yemekle meşguldü yürürken de.

"Sakin annem, çok hareketlisiniz bugün."

Yürüyeli on beş dakika olmuştu sadece, geçen günkü kovalamacayı nasıl yaptığını düşünüyordu, şu an aynı olay olsa asla müdahale edemezdi fazla yorgun hissediyordu kendisini. Banka oturup elindeki poşeti masaya koydu. Çantasını da koyup telefonunu çıkardı. Ön kamerayı açıp karşısına koydu.

Azra zayıf bir kadındı, hamilelikte sadece karnı çıkmıştı, yanakları biraz etlense de vücudunun kalanında çok büyük etkileri olmamıştı. Hamileliğinin son günlerine ait bir fotoğrafı olmasını istedi, birkaç boz verip video kısmını açtı. Kaydet tuşuyla gözlerini kameraya çevirdi.

"Merhaba bebeklerim, 9 ay boyunca size her hafta bir video çektim ama bu son videomuz olacak gibi hissediyorum. Bir sonraki videoya kadar bekleyemeyeceksiniz onu anladım, bu kadar hareket ettiğinize göre siz de en az benim kadar heyecanlısınız."

Elini karnına götürüp okşadı, az önce bahsettiği tekmelerden birini hissetti ve yüzünde bir tebessüm oluştu.

"36 video oldu bununla galiba, Sayaç olsaydı şimdi hepsini saymıştı." İçli bir nefes verişten sonra yeniden kameraya baktı.

"Sizleri çok seviyorum biliyor musunuz? Çok merak ediyorum sizi, minik ellerinizi ayaklarınızı öpmek istiyorum ben. Annelik böyle bir şeymiş ben sizinle öğrendim ve öğreneceğim yavru kurtlar. Kolay bir hayatım olmadı, babanızın da öyle. Bazılarını bileceksiniz bazılarından haberiniz bile olmayacak. Bazen ruhumuzu yitirdik bazen sevdiklerimizi ama biliyor musunuz babanızla ellerimizi hep sımsıkı tuttuk. Ne zaman gözümden bir damla yaş düşse o sildi. Bir gün siz geldiniz tüm dünyalar bizim oldu. Yakında doğacaksınız, kavuşacağız. Size herkesi her şeyi anlattım ama bazı şeyleri atladım, bugün konuşmadığım şeyleri anlatacağım sizlere."

Etrafındaki insanlar geçip giderken ona bakıyordu ama o umursamadı, bebekleriyle ilgileniyordu şu anda.

"Bizler askeriz, babanız da ben de askerim ve sizden hiç ayrılmak istemesem de göreve geri döndüğümde ayrı kalacağız. Bunu söylemek benim için kolay değil, karnımda taşıyorken bu kadar bağlanmışsam size doğduğunuzda o kokudan nasıl kopabilirim bilmiyorum ama bildiğim bir şey var babanızla birbirimize her zaman söylediğimiz bir şey. Vatan senden de benden de üstündür, vatan bizden üstündür anneciğim. Sizi bırakmak zorunda kalacağım ki sizin gibi bebekler ölmesin, sizin gibi bebeklerin anne babaları ölmesin."

Sözleri boğazında düğümleniyordu, ihtimali bile üzüyordu onu ama göreve elbet dönecekti nasıl yapacaktı işte orası muammaydı.

"Bir gün göreve gidip dönemeyebilirim, o zaman size sahip çıkacak çok kişi olduğunu bilin ama söz veriyorum size artık siz varsınız ya babanız da ben de dikkat edeceğiz. Yine de bize bir şey olursa diye çekiyorum bu videoyu, son videomuz da böyle olsun istedim. Gider dediklerimiz yaşadı, yaşar dediklerimiz gitti. Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu ölmek için yaratılmış demiş Bilge Kağan, biz bir gün öleceğiz ama bu vatan için mi olur yoksa normal bir ölüm mü olur bilemiyorum. İkimizin de vücudunda kurşun izleri var ama ölmedik, yine de bir gün bize bir şey olursa büyüdüğünüzde izlersiniz sizi ne kadar sevdiğimizi bilin istedim."

Bir his yoktu içinde, sadece bebeklerinden ayrı düşecek olması gerçeğiyle yüzleştikten sonra böyle bir ayrılık ihtimali de yüzüne vurulmuştu. Her gün ölümle dans eden insanların bir gün yine o acımasız kurşunlara hedef olabilme ihtimali vardı. İstediği kadar dikkatli olsunlar eğer o kurşun o bedene saplanacaksa yerinde durmaz yine saplanırdı.

"Bu videoyu size sarılıp sizinle izlemek istiyorum aslında, boyuma gelmişsiniz o zaman izliyorsunuz bu videoyu. Babanız kenarda arabalarının tozunu alıyor biraz yaşlanmış, siz de bana sarılmış videoyu izliyorsunuz. Duygulanıyoruz beraber sonra mutlu sonla bitiyor hikayemiz ama Orhan'ım Göktürk'üm o hikayenin nasıl biteceğini bizler bilemeyiz. Her ihtimal aklımda benim ama emin olduğum bir şey varsa o da sizin için de vatanım için de savaşacak olmam. İkinizi anca fiilen bırakırım o da görev için sonra gelir size sımsıkı sarılırım, ben sizi bırakmam. Uzakta olsam bile elim hep üzerinizde olacak neden biliyor musunuz çünkü Anneler çocuklarından asla vazgeçmez. Babanız da vazgeçmez."

Gözleri doldu yeniden, bu hormon olayı çok sinir bozucuydu, bir şey anlatmaya bile müsaade etmiyordu ki.

"Bakmayın bana öyle, sizin yüzünüzden ağlıyorum hormonlarım zirve şu an. Fırat abi bile bu kadar ağladığımı görmedi benim bakın o derece zirvedeyim. Neyse ne diyordum, büyüdüğünüzü görmek istiyorum ama başınızda değil kilometrelerce uzağınızda ya da... Eğer uzaklarda olursam sizin savaşınız da özlemek ve sabretmekle olacak. Hep savaşacağız canlarım benim, elinde kalemi olan da savaşacak elinde silah olan da. Hep mücadele içinde olacağız çünkü insanız, size siz olun asla pes etmeyin neden biliyor musunuz, siz Türk'sünüz, Türkler asla pes etmezler. Oldu ki zora düştünüz ve ben yanınızda yokum o zaman Atatürk'ün de dediği gibi muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur. Çok konuştum değil mi yine? Size anlatmak istediğim çok şey var size herkesi anlattım da kim olduğunuzu anlatmadım bir tek. Onu doğduğunuzda yapacağım, siz geçmişinizi de bileceksiniz şimdinizi de. Bu topraklar için dökülen kanları bileceksiniz ve bu bilinçle yaşayacaksınız. Orhan'ım son kale sen olacaksın annem, adını aldığın dayın öyle dedi bize, beni son kale Ankara'ya gömün ki ölü bedenim bile vatanıma kalkan olsun dedi. Göktürk'üm sen damarlarındaki Türklükle mücadele edeceksin aynı amcan gibi, nerede bir Türk zora düşse onun için ağlayacaksın, bu senin içindeki ateşi harlayacak ve daha çok savaşacaksın. Ne Türk'ün derdi bitecek ne de zaferi. İnşallah tüm zaferlerde bir arada oluruz."

İsimlerin yükü ağır oluyordu bazen, Azra ve Mete de oğullarına bu ağır isimleri koymuşlardı, şehitlerinin isimlerini.

"Bora'm, bu adını tüfeğimden alıyorsun ona çok düşkünümdür. Çağrı'm sen de Hakan dayının şehit kardeşinden aldın. Adınızı güzel koyduk, anlamlı koyduk ömrünüz adlarınızdan daha güzel olsun kuzularım. Sizi çok seviyorum, babanıza da video çektireceğim merak etmeyin, şimdilik görüşürüz, en kısa zamanda sizi kollarıma alabilmek dileğiyle öptüm." Parmaklarının eklemlerine öpücükler kondurup onlara yolladı usul usul.

Azra videoyu çekip kaydederken Mete de her şeyi toparlayıp arabaya istiflemiş sonra karargaha gitmişti. Bombalı saldırgan ifade vermişti ve operasyon planlanacaktı.

"Şu teröristi polis değil biz alsaydık keşke, ağzını yüzünü dağıtır ilk günden konuşturur bu kadar bekletmezdim."

"Yüzü gözü morarsın sonra alalım başımıza iş değil mi Fatih?"

"Abi senin dediğin gibi, kafasını duvara vurdu da böyle oldu derdim. Sen seversin böyle bahaneleri."

Mete gülüp başını salladı, masadaki adamlarına baktı yeniden. Sadece altı kişilerdi, birer birer eksilmek ağır gelmişti herkese, time yeni katılım gerekiyordu en kısa zamanda bunu halledeceklerdi. Gölge Timi de yardıma gelince operasyon rahatlayacaktı.

Masanın geri kalanı Gölge Timi'yle dolmuştu, herkes Mete'nin ağzından çıkacak sözleri bekliyordu.

"Kasap Ezman adlı teröristten emir aldıklarını itiraf ettiler ve yerlerini söylediler. Gidip o herifi alıp buraya getiriyoruz. Bir sıyrık bile istemiyorum, aslanlar gibi gidip aslanlar gibi geleceğiz anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı komutanım."

"Fatih arazi hakkında bilgin var mı?" Harita ve koordinatları incelemeye başlamıştı, yine bildiği bölgelerden biriydi.

"Üç ay o kampta kaldım, kalabalık bir kamp içeri gidip adam alması kolay olmayacak."

"Bizim işimiz ne zaman kolay oldu ki? Kılık değiştirip içeri sızıyoruz, Kasap Ezman denen şerefsizi alıp çıkıyoruz."

♟️

"Gidecek misin?"

Miray ellerini başının arasına alıp dizlerine doğru eğildi. Hâlâ düşünüyordu ve emin değildi, karar verememişti.

"Bilmiyorum Azra, ben ne yapmak istediğimi hiç bilmiyorum." Başını ona çevirdi, belki kendisini onun yerine koyarsa güzel bir akıl verebilirdi. "Sen olsan ne yapardın?"

"Başka bir tim beni istiyor gibi mi yoksa başka takım istiyor gibi mi?"

"Takım."

Azra düşündü, gerçekten kolay bir karar değildi onun için bile. Giderse daha çok para ve tecrübe kazanacaktı ama kalırsa alacağı kupalar vardı, yetiştiği kulüptü ve sevdiği adam vardı.

"Ben kalırdım ama benim karakterim böyle. Sebebini de şöyle açıklayayım sana, ben 5 sene Mete'den gidememişken bir şeylerden gitmek benim için çok zor. Fazla bağlı biriyim yani bu benim tercihim ama senin açından düşünürsem gidersen birkaç yıllığına Hakan Üsteğmen'le mesafen artacak, uzak mesafe ilişkisi sürdürebilir misiniz bilmiyorum. Tecrübe kazanıp daha çok para kazanacaksın bu da var ama Miray para senin için önemli olmadı ki hiçbir zaman. Tecrübeye gelince evet her zaman öğrenebileceğin bir şeyler vardır, öğrenmenin sınırı yoktur ama burada öğreneceklerin bitti mi? Demir Sancak yerine başka bir Türk kulübünü de düşünebilirsin ya da burada kalırsın."

Zaten kafası karışık olan Miray'ın zihni iyice bulanmıştı. Yüzünü buruşturup kendini koltuğa attı.

"Hakan'ı da alıp gitsem olmaz mı ya?"

"Veremeyiz onu, kocam asla onu sana vermez."

Gülmeye başladı, Miray hâlâ somurtuyordu. Elini tutup gitme ihtimali olsa denemek isterdi ama Hakan onu tutan ilk zincirlerdendi, diğeri de kulübüne olan bağlılığıydı. Taraftarı onu çok seviyordu, böylesine sevgiyi bırakıp gitmek hiç kolay değildi.

"Ağlayacağım tamam."

"Ay ağlama ben de ağlarım." Yüzünü ekşitip koltuğun kenarına tutundu.

"Ağlamaya mı çalışıyorsun şu an?" Azra başını iki yana salladığında işlerin çok daha ciddi olduğunu anlamıştı. "Ne olur ağlıyorum de."

"Miray, geliyorlar." Tırnaklarını koltuğa geçirip geriye doğru yaslandı. "İşemediysem ki hiç sanmıyorum, suyum geldi." Dudaklarını birbirine bastırıp kendi sesini bastırdı.

"Dur şimdi, sakin ol halledeceğim hemen. Ambulansı arayayım."

Bunu söylerken telefonu bulup numarayı çevirmişti bile. Acil bir ambulans istemiş, Azra'yı da sakinleştirmeye çalışmıştı.

"Derin derin nefes al güzelim, sakin ol. Sıkma çeneni sakin ol."

Kendisi ne kadar sakin olabilirse o kadar yardım ederdi, bunu bildiğinden olabildiğince soğukkanlı olmaya çalıştı.

"Miray Mete yok, onsuz olmaz." İnledi, kendini sıktı, sancıları gittikçe artıyordu. "Amına kodumun, hem hamile bırakıyor hem doğuma gelmiyor. Bebekler... Geliyorlar." Derin derin nefes almaya başladı, doğum da başlamıştı ve ambulans hâlâ gelememişti.

"Gelecek, mutlaka yetişecek. Bak bana, ben yanındayım sen şimdi düşünme bunları."

Siren seslerini duyana kadar derin nefes alıp verme işlemini sürdürdü, bacaklarını aralamıştı sanki orada doğuracakmış gibi.

"Canım çok yanıyor. Sikeyim belanı Mete!" Gülse mi ağlasa mı bilemedi, sancıları başlamıştı. "Bunlar gelene kadar doğuracağım galiba."

Ambulansın sesini duyduklarında rahatlamışlardı, Azra'nın koluna girip merdivenlerden indirmek kolay olmamıştı, sedyeye yattığında çok daha rahattı. Sancılar gittikçe artıyorken bağırıp ıkınmaktan başka çaresi yoktu. Miray arabayla onu takip ederken Mete'yi aradı. Ulaşılamıyordu demek ki hâlâ görevdeydi.

"Ah Mete abi ah, şimdiyi mi buldunuz göreve gidecek?"

Hakan'ı aradığında da ulaşamamıştı. Tek çare vardı o da sesli mesaj atmak. Hızla giderken mesaj yazamıyordu, sadece dinle yazdı ve kalanını ses kaydı attı.

"Mete abi mesaj atamıyorum araba kullanıyorum. Doğum başladı biz hastaneye gidiyoruz, gittiğimiz zaman yine sana bildiririm. Aklın kalmasın ben yanında olacağım hep."

Bu defa da Feride'ye sesli mesaj attı. Feride evde Reşat'la ilgileniyordu, karısı ona çok iyi bakıyordu daha iyiydi yarbay.

"Feride abla Azra doğuruyor, bebek çantası evde kaldı. Anahtarlar sende var diye biliyorum onu getirirsen harika olur."

Eşini kısa süreliğine yalnız bırakması lazımdı çünkü başka birinden bunu isteyemezdi. Kıyafetsiz kalmamalıydı bebekler.

Bir heyecan sardı bedenini, teyze olacak olmanın heyecanıydı ama asıl heyecanlı olan ıkınan kadındı. Eline geçirdiği sargı bezini sıkıca tutup ıkındı.

"Çok acıyor." Biraz daha ıkındı. "İyiler mi?" Aklı bebeklerdeydi, eğer dönmemişlerse iş tehlikeliydi. Azra sancıyı çekiyordu ama doğum bir kere değil iki kere gerçekleşecekti çünkü ikizlere hamileydi.

Görevli cevap vermeyince telaşlandı, bir şey olduğunu düşündü. Ambulanstan indiğinde hızla doğumhaneye alındı. Miray içeri girmeyi akıl edemedi, Azra da onu çağıracak durumda değildi.

"İyiler mi? Ah." Doktor kontrolleri yapınca açılma yaşadığını ve her şeyin yolunda olduğunu gördü.

"Doğum başladı, her şey yolunda. Derin derin nefes al ve ıkın."

"Olmaz Mete gelmedi daha, erken olmaz ki."

Biraz daha ıkındı, o an hiçbir şeyin elinde olmadığını anladı. Her şey kontrolden çıkmıştı, bebekler geliyordu ve Mete yoktu.

"Siktir, aah. Ulan Mete, o doğum kontrol hapını üreten fabrikanın... Ahhhh."

"Evet, aynen böyle iyi gidiyor." Dediklerini duymazlıktan geliyorlardı, böyle söylenerek ıkınmak Azra'ya güç kuvvet veriyordu.

"Neresi iyi ya? Sizin içinizden bebek çıkmıyor benden çıkıyor. Meteeeee! Allah cezanı vermesin!"

Canı acıdığı için böyle isyan ediyordu yoksa bebekler geliyor diye heyecanlıydı ve bir şey olacak diye endişeli.

"Ulan, ah! Geliyor, babanız gelecek. Gelecek korkmayın tamam mı?"

İkizlere normal doğum isteyip kendini bu hallere sokmuştu ama bu doğumu atlatıp bir daha dikişlerle, iyileşmeyle uğraşmak istememişti.

Sancılar gittikçe katlanırken kendini zorlayabildiği kadar zorluyordu. Uzun bir doğum olacaktı. Saatlerce sancı çekmişti ve tükenmeye başlamıştı. Sonundaysa bebeğin başı göründü.

"Mete..."

Gözlerini kapatacağı sırasında eli kavrandı. Beyaz önlükler giymiş, ağzı maskeyle örtülmüş bir adam vardı karşısında. Kıyafetlerini alıp kamuflajlarını arabanın arka koltuğunda zar zor değiştirmişti, her şey onlar mikrop kapmasın diyeydi.

"Geldim Azra'm, yetiştim."

Azra yeniden araladı gözlerini, parmaklarını onun eline sıkıca sarıp daha çok ıkındı.

"Geliyorlar," dediğinde Mete de başını salladı, gülümsemesi maskenin altından bile belliydi çünkü gözleri kısılmıştı.

"Geliyorlar güzelim, biraz daha dayan hadi."

Azra kendi sandığının aksine çok daha dayanıklıydı, onca şeyleri atlatan bir kadın bunu da atlatabilirdi Mete'ye göre. Ama Azra bedeninde bir çok acı taşısa da bu doğum işi bambaşkaydı.

"Baba olacağım, hadi biraz daha."

Heyecandan yerinde duramıyordu, son bir çığlıkla gözleri yeniden karısıyla buluştu. Bir sessizlik oldu, sonra inceden tiz bir ağlama sesi.

Orhan Çağrı doğmuştu. İlk bebekleri Orhan Çağrı'ydı. Güzeller güzeli masum bir küçük dünyaya gelmişti, öylesine bakıyordu ki onu sevmemek mümkün değildi.

Kızarmış bir teni, yeni doğduğundan buruşmuş yüzü, küçücük elleri, annesi gibi siyah saçları vardı. İkisinin bir yavrusu vardı artık ve dünyada ondan güzel başka hiçbir şey yoktu o an.

Bebeği hemen Azra'nın başına doğru uzattıklarında sancısı şimdilik dinmişti. Göktürk'ün doğumu hemen olmayacaktı.

"Hoş geldin miniğim, çok güzelsin annem. Sana kurban olurum."

Azra böyle bir şeyi ilk defa hissediyordu, başını boynuna götürdü ve derin derin soludu mis kokusunu. Minik yanağından öptüğünde bebek gülümsedi.

Hayatında aldığı en güzel koku Mete'nin kokusu sanırdı. Şimdiden sonra iki bebeğinin kokusu olacaktı, daha güzel hiçbir şey yoktu bu dünyada.

"Bebeğim sen çok güzelsin ama. Hoş geldin."

Gözyaşları yanağından firar ederken kendinden geçmişti o mis kokuyla.

"Mete bak bebeğimiz..."

Titreyen ellerle onu kucağına aldığında bir şey olacak diye ödü kopuyordu. Çok minikti.

"Oğlum..."

Tarifsiz bir duyguydu, o kadar küçük ve güzeldi ki bir an olsun ellerinden bırakmak istemedi onu.

"Hoş geldin bebeğim, hoş geldin Orhan'ım."

"Bak güzelim, bak da güç al Göktürk için." Azra ağlamaya devam ediyordu, bir eli hâlâ içindeki bebeğini okşarken gözleri bu güzel manzaradaydı.

Hemşire bebeği Mete'den aldığında yine Azra'nın elini tuttu. Gözlerindeki mutluluğu ve yorgunluğu görebiliyordu, ona minnettardı. Bunca acıyı çektiği için, ona iki evlat verdiği için.

"O da gelecek bak, az daha sık dişini."

İkinci doğum için suni sancı verilmişti, uzun sürecek bir doğum daha vardı, Azra tüm enerjisini Orhan bebekten toplamıştı ve yine savaşabilirdi.

Var gücüyle ıkındı, yüzü renkten renge giriyordu, nefes sesleri dışarıya kadar ulaşıyordu.

"Senin ağzına sıçayım, sikerken zevk alan sen doğururken de acı çeken ben. Amına koyayım Mete! Saatlerdir buradayım seni sikeyim!"

Mete duramayıp gülmeye başladığında sağlık görevlileri kendini tutmakta daha da zorlandı. Gülmek isteyip gülemiyorlardı.

"O geceler öyle demiyordun sevgilim," dediğinde ona karşı biraz daha ıkınıp bağırdı.

Artık rahatlamak istiyordu Orhan Çağrı'nın doğumunun üzerinden çok uzun zaman geçmişti ve bu uzun doğum süreci onu çok yormuştu, bebeklerine sarılıp uyumak istiyordu.

"Bir kere daha, son bir kere daha ıkın hadi geliyor az kaldı."

Azra son bir gayretle ıkındığında kendini hastane yatağına bıraktı ve gözlerini yumdu.

Yine aynı ince ses vardı, tiz bir ağlama sesi onun da gözünden yaş getirmişti. İkisinin de sağ salim doğduğunu görmüştü.

"Oy sana da kurban olurum ben, ne güzelsin öyle."

Kollarının arasına verilen minik bedeni sardı, öyle korunmasız ve masumdu ki yine gözyaşını tutamamıştı.

Mete de ondan farksızdı, gözyaşları yanaklarından süzülürken parmaklarının ucunda aylar önce kaybettiği kardeşinin adını taşıyan bebeği vardı. Küçücük bedeni iki el kavrayabiliyordu, dokunsa zarar görecek gibiydi. Hayatında gördüğü en güzel iki şeye dokunuyordu, iki bebek de baktıkça insanın ömrünü güzelleştirirdi.

"Babacığım, hoş geldin Göktürk'üm. Sen de hoş geldin."

"Teşekkür ederim, bana bunları yaşattığın için, bu acılara katlandığın için ben sana çok teşekkür ederim."

Alnına öpücük kondurduktan sonra minik bebeğine çevirdi gözlerini.

"O kadar güzeller ki adama kafayı yedirtirler."

"Çok güzeller sevgilim."

Bebeğinin yanağından öptü, onlardan ayrılmak hiç istemiyordu. Göktürk'ü de bağrına bastı, küçücük elleri parmağını sıkıca kavramış çattığı kaşlarıyla etrafa bakınıyordu. Alnına öpücük kondurdu.

Ufacık bedenine zarar verir diye korkuyordu halbuki tüfeğine bile nazik davranan hassas olmak zorunda olan bir kadın kendi canından iki bebeğe asla zarar veremezdi.

Odaya alınması hemen peşinden oldu. Azra Miray'ın yardımıyla giyindikten hemen sonra bebekler odaya getirilmişti. Sakinlerdi, ağlamıyorlardı.

Orhan gözlerini kapatmış uyuyorken Göktürk etrafa bakıyordu minik gözleriyle. Kardeşinin aksine saçları babası gibiydi, hafif dalgalı ve kumraldı. Orhan gibi kırmızı teni, buruşmuş tatlı bir yüzü vardı. Benziyorlardı ama çok değildi.

"Gel bakalım babaya, aslan Göktürk'üm bu ne tatlılık bu ne mis koku..."

Boynundan aldığı kokuyla operasyona çıksa 3 kampı tek başına yerle bir edebilirdi, öyle bir güç veriyordu işte. Yanaklarına götürdü elini, parmak uçlarını kızarmış teninde gezdirirken dudaklarını büzdü, etrafa bakınıyordu. Orhan ağlamaya başladığında hemşire onu annesine götürdü.

"Emzirmeniz gerekiyor, ben size yardımcı olayım."

Çok yorgundu ama bebekleri acıkmıştı, önce birini sonra öbürünü emzirmesi gerekiyordu. Zor olacaktı ama bir şekilde altından kalkacaklardı.

Azra bebeği kucağına alıp emzirmeye başladığında şimdiye kadar yaşadığı tüm duygulardan üstün bir şey yaşadığını hissetti. Anneliği her hücresinde hissediyordu, bebeğin göğsünü kavraması ve emiyor olması bir anne için ödül gibi bir şeydi.

Azra ağladı, Mete ağladı. Miray kenarda durup bu güzellikleri seyretti. Arkadaşının mutluluk gözyaşlarına Mete'nin mutluluk ve minnetle karışık gözyaşları eklenmişti. İkisinin de kollarında birer minik bebek vardı, biri annesinin sütüyle besleniyorken diğeri babasının kucağında sırasını bekliyordu.

Feride de yanlarındaydı, hatta Mete'den önce gelip çantayı yetiştirmişti. Şimdi bu güzellikleri seyrediyordu.

"Anneciğim..." Gözlerini kocasına çevirdi. "Ne kadar güzel görüyor musun? Mete ben çok mutluyum."

"Özür dilerim sevgilim, senle evlendiğim günü en mutlu günüm sanırdım, daha güzellerinin olacağını bilemedim. Ben şu an dünyanın en mutlu adamıyım hatta babasıyım. Baba oldum ben hem de iki kere oldum."

Orhan emmeyi bırakınca Feride yanına gidip bebeği aldı. Gazını çıkartıp yerine yatıracaktı.

"Oy maşallah halası sevsin onu. Miray baksana ne kadar da tatlı?"

Miray küçük burnuna parmağını değdirdiğinde Orhan gülümsedi, her ikisi de bu duruma gülüp sevmeye başladılar.

"Hadi anneye git bakalım acıktın mı sen Göktürk'üm?"

Mete bebeğini öpüp annesinin kollarına teslim etti, Azra'yı kollarında bebekleriyle izliyordu ve izlediği en güzel manzaraydı bu.

"Gel bakalım bebeğim, gel oğlum."

Diğer göğsüne doğru yatırdı onu, emzirmeye başladığında yine duramamış birkaç damla yaş akıtmıştı.

"Meraklıya bak nasıl gözleri fıldır fıldır. İki dakika sonra bize çenen çıksın derse şaşırmam."

"Oğlum sen amcana mı çektin? Azra'm gerçekten insan adının karakteri varmış bak gör bizim bu iki oğlan da deli olacak onlar gibi benden söylemesi."

"Birine çekeceklerse onlara çeksinler, onlardan iyi karakterlisini bulamazlar ki."

Başını göğsüne çevirdi, bebeğinin parmakları göğsüne değiyor böylece daha iyi bağ kuruyorlardı.

"Seni çok seviyorum bir tanem." Başını okşayıp Orhan'a döndü. "Seni de çok seviyorum."

"Ya ben?"

"Hayatımdaki erkek kontenjanı doldu Mete Bey, artık benim için hayat iki adamdan ibaret."

Onu kızdırmak istemişti çünkü bir kızları olsaydı Mete de aynısı yapardı, kozlar elindeyken kullanmamak aptallık olurdu.

"40 gün." Kulağına eğilip söyledi, Miray ve Feride'nin duymaması gerekiyordu. "40 gün sonra hesaplaşırız Demir Leydi'm, o zaman da böyle konuşabilecek misin bilmiyorum."

"Biraz hasretlik iyi gider ha?"

"Iım, ablam ver bebeği gazını çıkartıp yatırayım sen de dinlen biraz."

Azra itiraz etmedi çünkü çok yorgundu, bu iki yavru kurda yetebilmesi için güç gerekiyordu onu da toplamak kolay değildi.

"Uyu biraz, dinlen biz buradayız."

"Teşekkür ederim," Miray'la ablasına baktı. "Siz olmasanız daha zor olurdu ve sana da teşekkür ederim yetiştiğin için."

"Sana bu defa yetişmem lazımdı, ben daha o izlerin bedelini ödeyememişken seni bırakamazdım bir kere daha."

Geç kalınmışlıklar vardı, ödenen bedellerin izleri sırtında yaşıyordu hâlâ. Görev varsa yine göreve giderdi ancak eğer gelebilmesinin küçücük bile ihtimali varsa onu zorlayacak ve yuvası olan kadına geri dönecekti.

"Yeterince ağladım Mete, ağlatma beni."

"Kim ağlıyormuş bakalım?"

Kapıyı tıklatıp içeri girmişti tim, en önde de Fırat ve Fatih vardı. Fırat Azra'ya gidip sarılırken Fatih de abisine sarılmış sonra yeğenlerinin başına gitmişti.

"Oy bunlar ne? Sizden mi çıktı bu tatlılıklar çok tatlı."

"Ne varmış lan bizde, mis gibiyiz ailecek mis. Sen hariç."

"Şu siyah saçlı tam da bana benziyor, hangisi bu."

"Orhan Çağrı." Parmağını tutup onunla tokalaştığında diğerleri de bebeğin başına dizildi.

"Tü size koca timde sadece Fırat abim düşündü beni, bir de ailem olacaksınız."

Başını küsermiş gibi başka yöne çevirdi. Yanına Şebnem geldi bu sözlerin ardından, arkasına sakladığı çiçeği çıkartıp ona uzattı.

"Sizler kadar güzel değiller ama ne kadar parladığınızı bu çiçeğin yanında anlayın istedim." Azra çiçeği alıp arkadaşına baktı usul usul.

"Teşekkür ederim."

"Çok tatlılar." Hakan önce bebeklere sonra da anne babasına baktı. "Vatana millete hayırlı evlat olsunlar inşallah." Amin sesleri bir ağızdan çıktı. Üsteğmen sevgilisine doğru yaklaşıp beline sarıldı. "Senin eline de çok yakışır."

"Sus bir duyan olacak."

"Utanasın mı tuttu Türkmen Kızı, arsızlığı severdin sen." Karnına dirsek yiyince inleyip sustu.

Konuşmayan tek bir kişi vardı, Enes tüm dikkatiyle bebeklere bakıyordu ama en çok devresinin adını taşıyan bebeğe bakıyordu. Buruk bir tebessüm asılıydı dudaklarında, her an ağlayabilirmiş gibi bakıyordu gözleri.

"Göktürk Bora öyle mi?" dedi kısık bir ses tonuyla. "Benim küçük devrem Göktürk." Sertçe yutkundu, yanı boştu. Bu bebekleri görmeye onunla şen şakrak gelmek isterdi, şimdi bir başına hüzne hapsolmak zorunda kalıyordu.

Bir Göktürk gidip başka bir Göktürk gelmişti. Yaşam ve ölüm arasında bir isim vardı işte, Göktürk.

"Adınla yaşa Göktürk." Bebeğe dokunmak istemedi yeni doğduğundan ama onu da Orhan'ı da tepesinden indirmeyecekti. "Sen de Orhan Bey, iki deli sizinle nasıl başa çıkacağız biz acaba? Babanızın Toros'unu kaçırıp gezeriz."

"Lan, Toros'umdan ellerini çek."

"Biraz huysuzlanıyor Toros deyince, siz bakmayın ona biz fıldır fıldır gezeriz."

Azra köşesinden bu güzellikleri izliyordu, dinlenmesi gerekiyordu ama ona olan desteği şimdiden hissetmeye başlamıştı, uyuyası yoktu saatlerce bu adamları dinleyebilirdi.

Yıllarını beraber geçirip canını emanet ettiği ailem dediği bu adamlar şimdi kendi canlarını görmeye gelmişlerdi, her zorluğu beraber aşmışlardı ama her zaman aşılması gereken bir zorluk yoktu, bazen de güzellikler paylaşılırdı.

Ölüm olduğu kadar doğum da vardı. Kötülük olduğu kadar iyilik de olacaktı bu dünyada güzellikler de. Önemli olan o güzellikleri görebilmekti, kötüden ders alıp iyi için savaşabilmekti. Zaten kötü iyinin kıymeti bilinsin diye yok muydu? Bir savaş mı var, savaşılacaktı. Mücadele asla bırakılmayacaktı. Öldükleri kadar yaşayacaklardı ve güzelliklere sımsıkı sarılacaklardı.

♟️

Şey anne baba olduk bakın çok tatlı değiller mi Orhan ve Göktürk bebişlerrr

Azra'nın bebekleri için video kayıtları yapması... Çok düşünceli bir tanem.

Mete düz duvara tırmanıyor galiba dikkat aksörjdkdk

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere

♟️
Alıntılar ve paylaşımlar için beni şu hesaplardan takip edip destek olabilirsiniz, beraber büyüyüp daha fazla kişiye ulaşabiliriz.

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe
️♟️

Loading...
0%