Yeni Üyelik
95.
Bölüm

47. "Rüya"

@rubamsalepe

Duvarları boş olan odanın her yeri birer birer dolmuştu. Bir duvarda Miray'ın forması üzerinde de tüm takımın imzası vardı. Aynı duvarın diğer yanında Mete'nin arabalarının muntazam şekilde dizili olduğu raflar vardı. Rengarenk arabalar sadece Mete'nin değil iki oğlunun da aklını alıyordu.

Mete'nin babasının hediye ettiği nikahlarında kullandıkları o kalem de o raftaydı. Altındaki dolabın üstüyse bez, krem, ıslak mendil, oyuncak, emzik ve birkaç bebek eşyası vardı. Doğru düzgün gelmedikleri evleri hiç bu kadar kalabalık olmamıştı, bir değil iki bebekleri vardı ve her yerde onlardan izler vardı, silinmesini istemedikleri mükemmel izler.

İki bebekle ilgilenmek zordu, Mete yokken Azra zorlanıyordu o zamanlarda annelerden destek alıyorlardı. Bugünse Mete'nin izin günüydü ve ailecek beraber vakit geçireceklerdi.

Adam uyanmış sırtını yatağın başlığına yaslamış âşık olduğu kadını seyrediyordu. Kendini güzel bulmamasını hep saçma bulmuştu, o kadar güzeldi ki gözünde. Simsiyah düz saçları vardı, kaşları bayrağındaki hilali andırıyordu. Dolgun dudaklarına her baktığında öpememek en büyük işkenceydi onun için. Fiziği de büyüleyiciydi ama yüzü bambaşkaydı. Güzelliğinden ötesini de seviyordu, vatanına olan aşkını seviyordu asla hiçbir şeyden vazgeçmeyişlerini, büyük aşkını seviyordu. Küfretmesini bile seviyordu.

Kendinden çok taviz vermişti Mete için, gururunu ayaklar altına alıp aşkını itiraf etmişti. İçkiyi de sigarayı da bırakmıştı. İki bebekleri olmuştu, uzun zamandır izindeydi ve bu da bir tavizdi ama verdiği en güzel tavizdi.

Mete bunlardan sadece sağlığı için içki sigara olayını istemişti, onun yaptığı hatalar olsa da olduğu gibi kabul etmişti, ulu orta ettiği küfürler için ona kızmıyordu mesela, o kadın öyleydi ve bu kadarına hakkı yoktu.

Her şeyiyle güzeldi Azra, uykusuz kaldığı için halkalanan göz altlarıyla bile. Parmaklarını saç tellerine götürdü yavaşça, biraz daha uyumasını istiyordu dinlenmeliydi artık. Yanında çok fazla olamadığından bebekler sadece ona kalmıştı, yoruluyordu ama yaşadığı en güzel yorulmaydı bu.

Dudaklarını alnına götürdüğünde Azra kıpırdamadı bile, en ufak bir harekete tepki veren mükemmel bir askerdi ama güvenli limanda olduğunu bilip uyuduğundan gönül rahatlığıyla kendisini teslim etmişti. Siyah zülüflerine dokunup yavaşça kalktı yerinden. İlgilenmesi gereken iki bebeği vardı.

Karşılarında duran iki beşiğe doğru gitti, Göktürk aynı adını aldığı amcası gibi uyuyordu derin derin. Orhan'sa gözlerini aralamış etrafa bakınıyordu. Mete'nin yüzündeki gülümseme zaten silinmemişti ama onları görünce daha da büyüdü.

"Gel bakalım aslanım."

Sessizce söylemişti bunu. Beşiğinden çıkartıp kucağına aldı bebeğini. Altını kokladığında temiz olduğunu anladı ve mutfağa doğru ilerledi.

"Babacığım, ne yapıyorsun sen bakalım? Anne çok yorulmuş biraz babayla takıl olur mu aslanım benim."

Alnından öptü sonra dayanamayıp yanağına birkaç öpücüğü peş peşe kondurdu. Bebek gülmeye başladığında onu alıp içine sokası geldi. Çok güzeldi, kokusu, görünüşü, varlığı her şeyiyle çok güzeldi.

"Iııııııııığğğğğ iiiiiiii..." Kendi sesini keşfediyordu, evin içinde bazen böyle bağırıyordu. "Sen babayla mı konuşuyorsun Orhan'ım? Acıktın mı sen?"

"Ğğğğğğğ." Gözleri babasınınkine bakıyordu, göz teması kurmuştu elalarıyla. Saçları annesine benzese de gözlerini babasından almıştı aynı Göktürk gibi. "Cevap da veriyor eşek sıpası."

Pusetine yatırıp mamayı yapmaya başladı. İki bebeğe birden Azra yetemiyordu ve sütü yetmediğinden mama desteği almak zorunda kalmışlardı. Yine de ağırlık anne sütündeydi.

"Bugün evdeyim diye mi bu kadar mutlusun Çağrı Bey? Hayır bana özelse söyle bilelim."

"Aaaa ğğğğğğğ aaaaağğ."

"Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Bugün baba oğul olarak takılırız üçümüz sonra sizi uyuturuz." Sustu, gülümsedi. Özlemişti, fazlasıyla özlemişti. "Uyumanız lazım yani biraz da annenizle vakit geçirelim, aldınız elimden."

Eline çıngırağını verip ocağa tekrar dönünce Orhan pusetin kenarına vura vura oynamaya başladı, biraz gürültü çıkıyordu ama bu evin normal halleri olmuştu artık.

"Tamam kızma ya, o hep sizinle ben bir şey diyor muyum? Orhan, annen hâlâ çok güzel be oğlum. Ben ona çok âşığım, ona bakınca hâlâ içim titiriyor benim." Ellerini ayaklarını hareket ettirip gülmeye başladı, Mete anlaşıldığını düşünüp gülmeye başladı. "Bu huyunu seviyorum ama bak, Göktürk hemen mızmızlanıyor kime çektiyse..."

Gözünün önüne birkaç yıl peş peşe sıralanmıştı. Enes ve Zeynep evlenmesin diye her lafı söyleyen onlarla uğraşan şehit kardeşine benzemişti, adını aldığı adamın nasıl olduğunu bilmeden huyunu almıştı.

Mamayı yapıp masaya koydu, biraz soğuduğunda biberona koyup içirecekti. Oğluna baktı yeniden, yanaklarını mıncırıp içeriye gitti. Göktürk'e doğru yürürken gözü karısına takıldı.

"Yemin ediyorum çok güzelsin, evde üç bebek var sanki, nasıl da uyuyor iki gözüm." Dayanamayıp yaklaştı, o saçlara bir öpücük bırakmazsa haksızlık olurdu. Uyandığında fazlasını da isteyecekti.

"Sen benim rüyalarımın en güzel sahnesisin Azra'm."

Bebek mızmızlanması işitti o sırada, aynı beklediği gibiydi, tam bir ilişki düşmanıydı bu bebek. Karısının saçlarını koklayıp öptü ve oğluna gitti.

"Anneyi uyandıracaksın şşt, gel bakalım buraya."

Minik ellerini sağa sola savuruyor kendince hareket ediyordu. Mete bebeğin önce altını kokladı, şansına onunki de temizdi. Sonra onu tam karşısına tuttu.

"Adını aldın diye huyunu almana gerek yoktu aslan parçası, biz ne yapacağız seninle?"

Mete'ye bakıp gülücükler savurunca dayanamayıp o da gülmeye başladı, boynuna doğru yaklaşıp bebek kokusunu içine çekti. Ciğerlerinin aldığı en güzel soluktu bu, her defasında mest oluyordu.

"Kardeşe gidelim, acıktı bağırıyor bak bize."

Azra'sına baktı yeniden, olabildiğince sessiz olup Orhan'ın yanına gitti. Çıngırağı sımsıkı tutmuş pusetin kenarlarına vurdukça Göktürk'ün kahkaha atmasına sebep olan sesler çıkartmıştı.

Göktürk'ü de pusete koydu bebeklerin yanına biberonlarını sıkıştırıp içeriye götürdü. Minderlerin yayılı olduğu rahat bir köşe vardı, Azra bebeklerle orada oynamayı seviyordu, Mete de oraya geçti. Bebekleri mindere yatırıp karşılarına oturdu.

"Acıktınız mı siz? Bakın bir anlaşma yapalım sizinle."

"Ğğğğğğğğğğğ."

"Mııııııııııııııııımmmmmmmmm."

"Mamayı size veririm ama bir şartla." Mete biberonu salladıkça bebeklerin sesi yükseldi, mama olduğunu biliyorlardı ve hemen kavuşmak istiyorlardı. "Anneyi bugün bana bırakacaksınız, güzelce uyuyacaksınız."

"Aaaaaaaaaaaaa."

"Tamam tamam, anne uyanmasın şimdi verdim sakin."

İki eline aldığı biberonları bebeklerin ağzına verince iştahla emmeye başladılar. Cuk cuk sesleri babalarını gülümsetti, iştahla içiyorlardı ve bebeklerinin böyle beslenip büyüyor olması buna bizzat şahit olabilmesi gerçekten baba olduğunu hissettiriyordu ona.

Göreve her gidip geldiğinde biraz daha büyüyorlardı. İki haftalık bir göreve gitmişti ve döndüğünde bebeklerin yüzleri değişmişti, bu aradaki süreci görememek üzse de onu birileri çocuklarını görebilsin, birileri de anne babalarını görebilsin diyeydi her şey.

"Aslanlarım benim, yavru kurtlarım nasıl da içiyorlar." Elleri ayakları durmuyordu aynı biberon emen dudakları gibi. "Isıracağım az kaldı, çabuk için de ben de sizi yiyeyim."

Mamasını ilk bitiren Göktürk oldu, onu dizine alıp gazını çıkartırken Orhan'ın biberonunu tutuyordu hâlâ. İkisine birden bakabilmek, aynı anda aynı şeyleri yapabilmek çok zordu, karısıyla bir kere daha gurur duydu çünkü yaptığı iş asla kolay değildi. Bu süreçte yanında olabilmek her şeyi onunla paylaşabilmek isterdi.

Göktürk gazını çıkartırken Orhan mamasını bitirdi aynı işlemi ona da uygulayıp gazını kısa sürede çıkardı. Şimdi ikisi de rahattı ve ellerindeki oyuncakları ağzına sokup hunharca sağa sola savurmakla meşgullerdi. Bebek sesleri çıkartıyorlar hatta bazen tonları yükseltiyorlardı, kendi seslerini keşfediyorlardı böylelikle.

"Siz ikiniz var ya iyi ki geldiniz, ben sizi gördüğümde her şeyi unutuyorum. Belki en güzel anlarınızda yanınızda değil de görevde olacağım ama size söz veriyorum sevgimi de şefkatimi de sizden esirgemeyeceğim. Ama bakın Enes ve Göktürk amcanızla zamanında nasıl uğraştım sizinle de uğraşırım bak ona bir şey diyemem." Göktürk'ü biraz kenara kaydırıp aralarına oturdu ve ikisini de kollarının arasına aldı.

"Biraz erkek erkeğe konuşalım, 3 aylık oldunuz geç bile kaldık." Orhan'ın karnına doğru attığı tekmeyle gülümsedi, bebekler asla kendilerini kontrol edemiyorlardı. "Bakma öyle annenden bahsetmeyeceğim, ne kıskançsın sen de be oğlum."

"İiiiiiiiiiiiiii."

"Bak Çağrı da aynı şeyi söylüyor." İki ismi de kullanıyorlardı, o isimlerin hatırasının yaşaması gerekiyordu. Orhan ve Göktürk ağırlıklı kullanılsa da Bora ve Çağrı'yı da kullanıyorlardı.

"Türkler Çinlilerle savaşmış ve maalesef bu savaşı kaybetmişler. İçlerinden kurtulan bir avuç insan malı mülkü hayvanı çadırı her ne varsa toplayıp göç yoluna düşmüşler. Sığınacakları bir yer lazımmış." Bebekler başlarını babalarına çevirip pür dikkat onu seyrediyorlardı.

"Türklerin altında mutlaka binecek atları, yiyecek hayvanları varmış çünkü At Türk'ün kanadıymış ve et de midesini doyururmuş. Anne ve babanızın et sevdasını da buradan anlayın diye anlatıyorum bu kısmı, Türkler için et çok önemlidir annenizle benim için de çok önemli. Neden biliyor musunuz? Biz pek doymuyoruz sizin aksinize, dağ bayır gezerken enerji lazım oluyor ve et yememiz gerekiyor. Neyse zaten Türkler bu yüzden eti çok tüketirlermiş, o et onlara güç olarak geri dönermiş." Önce birinin sonra ötekisinin yanaklarını sıktı, acımayacağını bilse gerçekten ısırırdı çok tatlılardı çünkü.

"Türkler bir vadi bulmuşlar, etrafı sarp kayalıklarla çevrili dağların gizlediği bir vadiymiş burası. Bu vadiye girip kıl çadırlarını kurup burayı yurt tutmuşlar. Hayvanları burada otlatmışlar. Bu dağlar onları bir kale gibi korumuş yıllarca. Sonra burada anne ve babaların çocukları olmuş, hatta o kadar büyümüş ki nüfusları bir süre sonra bu vadiye sığmaz olmuşlar. Ama bir şey için çok geçmiş, o vadiye nasıl girdiklerini unutmuşlar böylece çıkış yolu onlar için kaybolmuş." Önce Göktürk'ün sonra da Orhan'ın başından öptü, ikisi de gülümseyerek karşılık verdiler özledikleri babalarına.

"Tek çare varmış o da bu dağları eritip o vadiden çıkmak, demir dağı topladıkları odunlarla yakıp eritmişler böylelikle Türkler tüm dünyaya yeniden yayılmış. Siz siz olun asla atalarınızı unutmayın yavru kurtlar, nereden geldiğinizi nereye gideceğinizi asla unutmayın. Biz Türk'üz bunu asla unutmayın. Atilla'dan Alparslan'a, Fatih Sultan Mehmet'ten Mustafa Kemal Atatürk'e... Hepsi bizim atamız hiçbirini unutmayın, bugün her şeyinizi onlara borçlusunuz, damarlarınızda gezen o asil kanı asla unutmayın ve onun için savaşın. Sizden istediğim ilk büyük şey bu."

Mindere yatıp bebeklerin göğsüne çıkmasına izin verdi. Kollarıyla düşmesinler diye sarmıştı onları, iki bebeğin de keyfi yerindeydi, yüzünü bazen unutsalar da sesinden tanıyorlardı onu ve babalarını gerçekten özlüyorlardı. Ağladıklarında Azra onları zor sakinleştirirken Mete'nin bir kere kucağına alıp pışpışlaması yetiyordu onlara.

"İkincisini boş verin bunu bilseniz yeter kalan tüm nasihatlerimi azıcık büyüdüğünüzde vereceğim yavru kurtlarım, türkü söyleyeyim mi size? Anne duymasın ama hep ona söylerdim eskiden şimdi size söylüyorum o yokken, kıskanmasın."

"İiiiiiğğğğğğğğğğğ."

"Anlaştık Orhan'ım, aslanım benim."

"Bbbbbbbbbb."

"Bence de Göktürk'üm, bence de yiğit oğlum." Derin bir soluk çekti ciğerlerine ve bebeklerin dikkatini çekerek söylemeye başladı türküsünü.

"Yağmur yağar taş üstüne,
İnce kalem kaş üstüne,
Selam gelir baş üstüne,

 

Vay dili dili, kuş dili dili,
Mevla kulu, sevdim seni,
Vay dili dili, kuş dili, vay.

 

Vay dili dili, kuş dili dili,
Mevla kulu, sevdim seni,
Vay dili dili, kuş dili, vay."

 

Bebekler başlarını kaldırıp ona bakıyor dudağından çıkan her bir melodiye odaklanıyordu. Hatta arada onlar da ses çıkartıp ona eşlik ediyorlardı.

 

"Yağmur yağar or'dan bur'dan,
Üstümüze ipek yorgan,
Öpeceksen işte bur'dan,

 

Vay dili dili, kuş dili dili,
Mevla kulu, sevdim seni,
Vay dili dili, kuş dili, vay.

 

Vay dili dili, kuş dili dili,
Mevla kulu, sevdim seni,
Vay dili dili, kuş dili, vay."

 

Başlarını okşayıp gülümsedi bebeklere, çok masumlardı. Her şeyleriyle bambaşka bir dünyaydı o ikisi. Mete'nin hissettiği şimdiye kadarki en yoğun histi, Azra'ya olan hislerini en yoğun hisleri sanırdı ama bebeklerine daha fazlasını hissetmek onun için de sürpriz olmuştu.

 

"Yağmur yağar, çamur olur,
Baklavalar hamur olur,
Güzel kızlar gelin olur,

 

Vay dili dili, kuş dili dili,
Mevla kulu, sevdim seni,
Vay dili dili, kuş dili, vay.

 

Vay dili dili, kuş dili dili,
Mevla kulu, sevdim seni,
Vay dili dili, kuş dili, vay."

 

Bir saat geçmişti türkünün üzerinden, Azra gözlerini araladığında ilk işi başını yanına doğru çevirmek oldu. Mete'nin orada olmaması her defasında canını sıkıyordu, göreve gitmediğini umdu gitseydi zaten haber verirdi, uyku sersemi bile olsa hatırlardı. Dirseklerinin üzerinde kalkıp beşiğe doğru baktı, içi boştu. Bu defa saate çarptı gözleri, epey geç olmuştu ama bu defa uykusunu alabilmişti. Karnı acıkmıştı, yemek hazırlayıp bebekleri doyurması lazımdı ama Mete'nin çoktan o işi hallettiğini biliyordu çünkü o harika bir eş olduğu kadar harika bir babaydı aynı zamanda.

 

Elini yüzünü yıkayıp üzerini değiştirdikten sonra salona gitti. Koltuğun üzeri boş olsa da minderin üzerinde günlerce oturup hiçbir şey yapmadan izleyebileceği bir manzara vardı. Kollarını birbirine bağlayıp onları seyretti. Mete kollarının arasına aldığı bebekleriyle beraber uyuyordu. Fotoğrafı olmalıydı bu karenin, telefonuyla çektiği bu kareyi bastırıp üniformasının cebinde taşıyacaktı.

 

"Allah'ım sen bozma bu güzelliği, maşallah size." Dizlerinin üzerine çöküp Orhan'a uzandı, almaya kalktığında Mete izin vermeyip homurdandı.

 

"Mete'm, kahvaltı yapmamız lazım sevgilim."

 

"Hı hı." Fazla yakışıklı geliyordu gözüne, alnına düşen saçlara gitti parmakları. Alnını açtırıp dudaklarını teniyle buluşturdu.

 

"Hadi hayatım, yatıralım bebekleri."

 

"Sen de uyu bizimle." Ona yer açtı, Göktürk'ü göğsüne doğru alıp kolunu boşta bıraktı. "Gel buraya soluyayım saçlarının kokusunu."

 

"Ben buna nasıl hayır diyeyim ki şimdi?" Delicesine açtı ama bu güzelliğe daha fazla seyirci kalamamıştı. Kolunun üzerine yatıp başını onunkiyle buluşturdu. "Sen huzursun be adam, siz benim en büyük huzurumsunuz."

 

"Sen kendini bir bilsen, asıl huzurun senin saçının kokusunda, gözlerinin karasında ve siyah zülüflerinde olduğunu bir bilsen." Fısıldıyorlardı, ikisi de derin uykudaydı anne ve babaları böyle konuşuyorken.

 

"5 sene öncesinde nasılsa şimdi de aynı kalbim, sadece her şey daha yoğun." 5 artı çok seneydi onu ipten aldığı gün, sadece söyledikleri gibi o günü 5 sene önce diye ifade ediyorlardı.

 

"Çok geç olduğunu sanıyordum her şey için, meğer her şey daha güzel olacakmış, beklediğimize değecekmiş bilemezdim bunu."

 

Sırtındaki parmaklarını saçlarının arasına daldırdı. Hayatını uğurlarında bir çırpıda harcayabileceği ailesi kollarının arasındaydı.

 

"Bir gelinlik almıştım seni içinde düşünerek, yıllar sonra onun içinde bana geldin, bana evet dedin."

 

"O gelinlikle sana evet dedim, bana verdiğin kalemle o deftere imza attım. Mete ben seni çok sevdim, kendimden bile çok."

 

Yine aynıydı her şey ama Orhan ve Göktürk bebekler hayatlarına girince öncelik her anlamda onların olmuştu. Kalplerinin baş köşelerine yerleşmişlerdi ve bu durumdan ikisi de şikayetçi değildi.

 

"Ben seni çok sevdim Azra'm, çok seviyorum. Çok özlüyorum yanımda olmanı, Demir Leydi ve Akıncı diye haykırmayı özledim. Sen varken daha çok güvendeyim sanki. Varlığına öyle alışmışım ki ben aylar oldu okçular tepesinden beni koruduğunu sanıyorum hâlâ."

 

Azra elini kocasının göğsüne yerleştirdi tam da Göktürk'ün başının yanındaki kısımdı bu.

 

"Ben buradayım Mete, ille fiziken yanında olmama gerek yok ki. Birbirine bağlı iki kalbin ille de birbirini görmesine gerek yok ki. Ben tam buradayım ve bana aşkını itiraf ettiğin gün dediğin gibi benim yerim hep burası olacak sevgilim."

 

"Kıbrıslar mızmızlanmaya başladı."

 

Azra gülüp Göktürk'ü kucağına aldı, Mete de Orhan'ı alıp odaya götürdü. Attıkları adımı bile sessizce olmasına dikkat ediyorlardı, bazen koyu bir muhabbete uyanmayan bebekler bazen kapının gıcırtısına bile uyanıyorlardı. Bebekleri yatırıp odadan çıktılar, telsiz ellerindeydi ve uyanırlarsa duyacaklardı.


"Aşkım azıcık izleseydim, çok güzeller be."

"Biraz da benimle ilgilen acıktım ben." Elinden tutup kocasını mutfağa götürdüğünde her şeyin hazır olduğunu gördü. "Şaşırt bir kere de beni, hem bebeklerle uğraşıp hem de kahvaltı mı hazırladın?"

Mete karısının beline ellerini doladı ve kendisine doğru çekti. "Hepinize yeterim ben. Sana daha fazla yeterim. Kahvaltı öncesinde görmek istersen..." Elini biraz daha aşağıya indirip kalçasıyla buluşturdu, avuçlarını sıktığında Azra gözlerini yummuştu bile özlediği o hisle.

"Kahvaltı, önce kahvaltı..."

"Seni çok özledim karıcığım." Kulağına eğildiğinde nefesi boynunu gıdıkladı. Adam soluğunu kesmişti bir dokunuşu bir sözüyle. "Yemin ediyorum çok özledim."

"Mete..."

"Kahvaltı yapalım tamam ama sonrasına söz veremem." Yavaşça ayırdı bedenini onunkinden, sandalyeye geçip oturduğunda Azra hâlâ yerinden kıpırdayamamıştı.

"Çay, çay koyayım ben," diyerek hareket etmeyi zar zor akıl edebildi. Mete her dokunduğunda ilk kez dokunmuş gibi hissediyordu, içinde bir kıpırtı vardı ve o adamı gördüğü an harekete geçiyordu çılgınlar gibi.

Doldurduğu iki bardak çayı masaya koyup karşısına oturdu. Dilimlenmiş ekmeklerden birini parmaklarının arasına alıp ağzına götürdü.

"Bakmasana öyle ya, küfredeceğim şimdi sofranın bereketi kaçacak."

"Küfredersen sana daha çok böyle bakarım biliyorsun." Kahvaltı yaparken onu seyretmeyi de seviyordu en az uyurken seyrettiği kadar. "Ve karıma bakmayacağım da kime bakacağım? Dağa çam yarması heriflerle gidiyorum aklım fidan gibi karımda kalıyor."

Baştan aşağıya süzdü onu sanki masanın altındaki kısmını görebiliyormuş gibi. "Rengarenk giyinmişsin öyle yakışmış ki sana bunlar. Söyle şimdi görev çıksa aklım sende kalmadan nasıl gidebilirim ki? Çok âşığım çok."

"Tek âşık sensin aynen ben burada eşek başıyım." Mete başını yana doğru yatırınca gülmeye başladı. "Ben daha çok âşığım ve bu konu tartışmaya kapalı." Ağzına yeşil zeytin atıp arkasına yaslandı sanki zafer onun olmuş gibi.

"Bunu nereden biliyorsun?" Çayından bir yudum alıp arkasına yaslandı o da. "Bana bunu kanıtlayamazsın, ben dedim bitti."

"Bu evde komutan benim yüzbaşı, sen bitti dediğinde bitmiyor komutanım."

Bu hitabı çok özlemişti, komutanım deyip dudakları istemsizce kenara kıvrıldığında Azra da anlamıştı onu. Zaten gözleri de hiçbir şeyi gizleyemediği gibi bunu da gizleyememişti.

"Bakma öyle, daha da uzayacak bu süreç biliyorsun. Bebekleri bırakamam." En azından şimdilik bırakamazdı, çok küçüklerdi.

"Ücretsiz izin konusunda kendinden eminsen benim için sorun yok hatta daha iyi olur Demir Leydi'm çünkü daha çok küçükler bize ihtiyaçları var, aklımız kalacağına birimiz onları büyütmeli başında durup. Sonra dönüşün muhteşem olur zaten."

Bir bebek değil iki bebeğe sahiplerdi ve anne babasından uzakta büyümeleri ikisinin içine de sinmemişti, Azra çok sevdiği askerliğe bir süre ara verecekti. Bu kararının arkasında Mete durunca daha da iyi hissetmişti. Sayılı gün çabuk geçerdi, bebekler çabuk büyür ve kaldığı yerden devam ederdi tüm savaşına.

"Ben de öyle düşünüyorum, iki gün sonra resmi olarak iznim sona eriyor. Annemlere söyledim bebeklere bakacaklar bir günlüğüne ben de gelip personel dairede bu işi halledeceğim. Yeşilleri özledim ama bak, burnumda tütüyor üniformam."

"Sen yeşilleri ben seni..."

Çayından uzun bir yudum alıp tabağına döndü, beslenmesine fazlasıyla dikkat ediyordu çünkü artık sorumlulukları vardı, bebekler için süt gerekiyordu ve Azra sütten kesilmek istemiyordu.

"Sen beni fazla özlemişsin belli, anladım onu ben ama yüzbaşım üzgünüm bak daha gündüz hava kararmadı."

Mete dudak büzüp ardına yaslandığında karısının içinden onun yanaklarını sıkmak geldi, sonra neden bunu yapmadığını düşünüp ellerini yıkamadan sıktı yanaklarını. Temizliğe dikkat eden Mete'nin umurunda olmadı yanağına değen eller onunki olunca. Yıkayınca geçerdi zaten, önemli olan sevdiğinin bıraktığı izlerdi.

"Şimdi güzelim sabah sevişilemez diye bir kural duymadım ben hiç ve bu dediğine daha önce yapmasak inanacağım."

Karısının bileğinden öpünce Azra geri çekildi. Utanmamıştı, evleneli bir sene olmuştu ve geçirdikleri 365 günün sivil çoğu kısmında rahat durmamışlardı, bebekler de buna engel olmamıştı.

"Çocuklar uyuyor ki biliyorsun bu saatlerde tilki uykusundalar uyanırlarsa beni isterler ve bir şey daha seni öylece bırakıp oğullarıma gitmek zorunda kalırım hayatım."

"Çocuk mı yaptık rakip mi belli değil. Kızım ben senin için evlenmeden bile bu kadar savaşmadım ya, neden böyle bu çocuklar. Hele zaten Göktürk Bora onun bakışı bakış değil, amcası kılıklı bizi ayırmaya çalışıyor bence."

Azra bu komplo teorilerini kahkahayla karşıladı. Göktürk biraz amcası gibiydi buna defalarca şahit olmuşlardı ama bu küçük kıskançlığı dile getiriyor olsa da Mete iki oğluna birden çok düşkündü.

"Evlenmeden savaşmadın mı? Malum yemeği unutuyorsun galiba, Fehim'le olan yemeğimi basarak sizinle aynı masaya oturacak değilim deyip yanımıza masa getiren ve sadece bir parmak boşluk bırakıp tüm akşam bizi sabote eden de Bora'mdı zaten." Cümlenin uzunluğu soluğunun kesilmesine neden olmuştu, durdu ve bir derin nefes çekti ciğerlerine.

"Fehmi." diye düzeltti.

"Her ne boksa."

"Kıskandım seni, şimdiye kadar kimseyle görmemiştim içim rahattı. Başkasıyla olabilme ihtimalin bile aklımın ucundan geçmemişti çünkü bana çok âşıktın ve ben bunu görüyordum. O gün ne hissettim biliyor musun, gözlerine baktığımda ilk defa vazgeçebilme ihtimalini gördüm ve korktum benden vazgeçersin diye. Başkasıyla çıksaydın o yemeğe yine gelir bozardım, pişman da değilim. Bana âşık kadını, deliler gibi âşık olduğum kadını başkasına bırakamazdım."

O günü hatırlayıp sinirlenmişti yine ama daha çok duygu yüklüydü. Sevdiği kadını defalarca kaybetme korkusunu yaşamıştı ve bu içinde asla dinmeyen fırtınalar kopmasına sebep oluyordu.

Şimdiyse verdiği o kararla sevdiği kadına kavuşmuş iki de minik bebekleri olmuştu. Bazen cesur olmak gerekirdi mutlu olmak için.

Doyup sofradan kalktıklarında işleri halledip devam etmeye karar verdiler. Bulaşıkları makineye attı adam, karısı da yiyecekleri dolaba kaldırdı. Yine baş başa kalmışlardı, tuttuğu elini beline yerleştirip sarıldı karısına. Salondaki koltuğa önce oturan Azra'ydı, bacağındaki boşluğu da Mete'nin başı dolduruyordu şimdi.

"Azra ben seni çok kaybettim, bir daha kaybedemem." Azra'nın parmakları dalgalı saçlarında dolanıyordu usul usul, parmağına göre yön değiştiriyordu dalgaları.

"Kollarımda kanlar içinde yattın sen ben öldüm o gün, onca kemer yarası açıldı sırtında ben yine öldüm. Sadece seni bir adamın yanında görmek değil seni her anlamda kaybetmek beni öldürür. Şimdi iki dünya tatlısı yavru kurdumuz var ve onlar için daha çok yaşamamız lazım, özellikle de senin." Ellerini yukarıya doğru uzattığında parmakları onun pürüzsüz yanağına kavuştu. "Ne yaşarız bilmiyorum ama birimiz yaşayacaksa o sen olmalısın. Azra onlar için yaşamak zorundasın."

"Zorundayız. Neden sadece ben, neden kendini saymıyorsun ki? Mete ben bu hikayedeki Tomris Hatun olabilirim ama onun yaşadıklarını yaşamak istemiyorum. Beraber hayatta kalacağız ölümü çağırma bize." Ne zaman düşünse tüyleri diken diken oluyordu, artık arkada bırakılacak iki bebek de vardı.

Siyahın en koyu tonunda olan gözleri dolmaya başlayınca Mete başını kendisine doğru çekip alnına dayadı dudaklarını. Azra iki büklüm kalsa da sesini çıkartmadı, şu an o öpüşe çok ihtiyacı vardı.

"Çağırmıyorum ama olursa diye bunları bil istiyorum. Seni de onları da canımdan çok sevdiğimi bil Demir Leydi'm, sensizliğin bana ne kadar ağır geleceğini bil. O siyah zülüflerine dokunmadan nefes alamayacağımı bil." Parmakları siyah zülüflerindeydi şimdi, onların arasına doluyor sonra rahat bırakıyordu.

Dolu gözlerini onunkilere dikti sonra dudaklarına çaresiz bir buse bıraktı, küçük ama etkili bir öpücüktü. Mete yerinden kalkmış bu defa arkaya yaslanan taraf olmuştu. Azra'yı göğsüne yatırınca onunla beraber koltukta uzandı. Onun sevgisi göğsüne sığmaz taşarken bedeni kolaylıkla sığıyordu.

"Seni ellerimle kurtardım, o ipi vurup sana öyle bir bağlandım ki o ip kördüğüm olmuş Mete. Ölürsün sanmıştım ama yaşadığında dünyanın en mutlu kadını bendim. Bir kere oldu, tam oldu. Öleyim deme sakın, ikimiz de o terör lanetine inat yaşayıp dünyanın en güzel iki çocuğunu yetiştireceğiz."

"Üç." diye düzeltme gereği hissetti Mete. "Daha Hilal var abileri biraz büyüsün Hilal gelecek yanlarına." Gözleri onunkilerle buluştuğunda göğsünde yüzüstü yatıyordu kadın.

"Dur daha ben iki bebekle başa çıkamıyorum sevgilim. Bu gidişte seni durduramayacağız."

Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdığında gülümsemesi yayıldı etrafa.

"Durmak isteyen kim, seninle hiçbir günü boş geçirmek istemediğimi söylemiştim." Sırtına indi iri parmakları, tenini yavaşça okşamaya başladı. "Seni görünce aklım kaçıyor benim, aklımın nerelere gittiğini öğrenmek ister misin karıcığım?" Eli biraz daha aşağıya indiğinde kadın gözlerini yumup başını adamın göğsüne yasladı. "İstersen senin için beyaz gömlek gidebilirim belki yırtmak istersin belki de boş verip böylece devam etmeli."

"O kadar çok mu özledin beni?"

"Buradan Hakanlara kadar çıplak ayak koşabilirim sen düşün ne kadar özlediğimi."

"Yani benden kaçarsın öyle olsun," deyip doğrulduğunda omzundan çekip göğsüne sakladı onu yeniden. İki kolu birden sıkıca sarmıştı bedenini.

"Gitme benden, senden kaçarsam bir daha aklıma sıçayım."

5 sene boyunca kaçma aptallığını yaptığından bir daha denemeye bile kalkmazdı. Sadece ölüm, onun haricinde ayrılık yoktu o ikisine bu dünyada.

"Doğum yaptım, uzak kaldık, fiziki olarak da biraz salmış gibiyim. Bunların hiçbirini dert etmiyor musun?"

"Gözlerin aynı," dedi gülümseyerek. "Siyah zülüflerin de yerinde duruyor." Gözlerine âşık olduğu kadının doğum sebebiyle oluşan karın yağlarını ya da emzirmekten sarkan göğüslerini düşünmezdi çünkü ruhuna tutulmuştu. "Bana elli yaşına gelmişsin gibi konuşma güzel karım, ben o zaman da aynı adam olup seni bu kadar çok seveceğim."

Azra koltuktan destek alıp doğruldu üzerinde, dudaklarını ona yaklaştırıp gülümsedi.

"Bana çok ayıp hayaller kurduruyorsun." Kaşları hizasında parmaklarını gezdirip şakaklarına indi. "Bugün temizlik yapacaktım ama sanırım senin yüzünden ertelemek zorunda kalacağım." Boynuna doğru eğilip burnunu her zamanki noktaya yerleştirdi.

"Boş ver temizliği, biraz birbirimize zaman ayıralım," derken gözlerini yummuş göğüs kafesi hızla inip kalkmaya başlamıştı.

Mete yanağına elini yerleştirip yüzüne doğru çekince gülümsedi ikisi de, arkadan bir bebek sesi yükseliyordu ve buna asla şaşırmamışlardı.

"Bizim aşkımızın derdi de bu sevgilim, bize kavuşmak yasak galiba."

Azra gülerek üzerinden kalktı adamın, duygu durumu birden değişmiş annelik hisleri aşkına baskın gelmişti. İçeri gidip beşiklere baktı, Orhan uyuyordu ama anne ve babasını ayırmak isteyen Göktürk mızmızlanıp duruyordu uykulu gözlerle. Kucağına alıp içeriye götürdü onu, kucak görünce susması ne kadar numaracı olduğunu gösteriyordu.

"Ulan hissediyorsun gibime geliyor, bizi ne zaman rahat bırakacaksın acaba?" Bebek gülücükler atmaya başlayınca ikisi de gülmeye başladı.

"Bora'm sen babaya bakma aşkım. Anneciğim yerim seni ya, sen gülüyor musun?"

"Ğğğğğğğğğğğğğ."

Mete kayınca yanındaki boşluğa geçti ve bebeği havaya kaldırdı. İkisi de aşağıdan bakıyordu ona şimdi.

"Ne gülüyorsun öyle? Ne kadar uyudun da uyandın sen? Hay Allah'ım çok güzel ya." Karısına çevirdiğinde başını Azra hâlâ onu havaya kaldırmakla meşguldü. "Bana verebileceğin en güzel iki hediyeyi birden verdin sen. Çok güzeller çok."

"Annem, ne diyor baba? Seni çok mu seviyormuş o? Yerim seni bir tanem benim. Özledin mi babayı sen, valla ben de özlüyorum. Biraz uyusan özlem giderirdik de amcana çekmişsin işte Göktürk Bey."

Göktürk'ü Mete'ye verip yüzü oğlunun yüzüne denk gelecek şekilde yattı göğsüne. Göktürk annesiyle göz teması kurduktan sonra ellerini hareket ettirdi ve yüzüne doğru vurmaya başladı. Azra gözlerini yumup bu tatlı sataşmayı tebessümle karşıladı.

"Eli dursa ayağı durmuyor diyeceğim de ikisi de durmuyor. Karıma vurmaz mısın aslanım?"

Çığlık attı kendince, ses çıkartmayı öğreniyordu ikisi de o yüzdendi bu kadar sesli olmaları. Bunları yaparken uykusu da vardı, yaramazlık molası vermiş gibiydi.

"Ah, bak o olmaz acıdı. Bırak anneciğim saçımı." Bir bebeğin sımsıkı yumruğunu açmak dünyanın en zor işiydi.

"O siyah zülüfler olmaz Göktürk."

Parmaklarını onun minik avcunun arasına sokup ayırmaya çalıştı, canını acıtmadan açıp karısını kurtarınca o da mızmızlanan diğer bebeğe gitti.

"Oğlum ne kadar uyudunuz Allah aşkına ya, sadece kahvaltı yapabildik."

"Öyle deme bak babası bak Orhan'ıma ne güzel bakıyor." Ağzında emzikle etrafa yarım açık gözleriyle bakmaya çalışıyor gözlerini ovuşturuyordu.

"Isırsam ağlar değil mi? Isıramayacak mıyım şimdi ben bunu?" Göğsüne baktı bu defa. "Bunları," diye düzeltti. "Eşek sıpaları sizi, anneci oldunuz başıma ikiniz bir olup kaptınız elimden. O kadar da türkü söylemiştim size ben."

"Bensiz."

"Hayır sevgilim sen tam kalbimdeydin." Azra gülüp kucağındaki bebeğe döndü.

"Baba beni kandırıyor Çağrı ama ben çok âşık olduğum için ona kanacağım."

Orhan esneyince bedenini kendine çevirip onu sallamaya başladı, sadece mızmızlanmak için uyanmış gibiydi birazdan uyuyabilirdi. Annesinin kokusunu alınca göğsüne daha da yanaştı ve gözlerini yumdu. Mete bu anı telefonuyla çekerek ölümsüzleştirdi. Yan durmuştu ve Orhan'ın yüzü net bir şekilde gözüküyordu.

"Göktürk de uyusa..." Mete kenarda duran emziği ağzına verip onu kucağında sallamaya başladı aynı Azra gibi ayaktaydı şimdi.

"Uyuturuz ama sonrasında benimsin."

"Ben hep seninim Mete, aksi hiçbir zaman olmadı."

Orhan hemen uyusa da Göktürk biraz daha mızmızlandı sonra uykuya daldı.

"Aslanlarım benim," dedi beşiklerin başında. "Siz vatanın geleceğisiniz, son kale sizsiniz." İkisinin de başına öpücük kondurdu. "Ama benim son kalem sensin," dedi karısına. Elinden tutup odadan dışarı çıkarttı, duvara yasladı bedenini.

"Benim yurdum, vatanım, Türkiye'm, Tomris Hatun'um, Demir Leydi'm hepsi sensin be kızım. Son kalem sensin, ilkim de sonum da sensin."

Cevap vermesini beklemeden dudaklarına yapıştı. Azra karşılık verirken ellerini boynuna doladı sımsıkı, hasret dolu dokunuşlarla devam ettiler. Mete çok özlediği karısına kavuşmuş en sonunda da saçlarına başını gömüp her bir zerresini aklına kazıdığı gibi kokusunu da ilmek ilmek ruhuna işletmişti.

♟️

"Zeyno'm biz ne zaman evleniyoruz şimdi?"

"Emekli olunca," dedi yıllardır bozmadığı istikrarını sürdürerek. Tırnaklarıyla oynuyordu film izlerken Enes de onu seyretmekle meşguldü.

"Vicdansız bir kızsın sen, kurudum gittim hasretinden yemin ediyorum."

"Su iç aşkım iyi gelir." Marifetmiş gibi içeriye gidip bir bardak su getirdi sevgilisine.

"Şaka gibisin." Yüzünü ekşitip ona baktı dik dik. "Hazır olunca sen söyle bari evlenelim."

"Bir gün hazır olursam söylerim Enes ama bu erken olmaz, birkaç yılımız daha var bence. Yani sen daha çok beklersin." Dediklerinde ciddiydi ama bu şekilde Enes'i süründürmeyi de seviyordu.

Genç adam buz gibi suyu bir dikişte bitirip arkasına yaslandı. Kolları birbirine bağlanmıştı, üç yaşındaki bir çocuğun küstüm deyip el kol bağlaması gibiydi tavrı.

"Yapma şöyle ama ya. Çocuk musun sen?"

"Beni öpersen böyle çocuk gibi davranmayı bırakabilirim." Zeynep sahtekar sevgilisinin gözlerine bakıp gülmeye başladı. Yanaklarını sıkıp öpücükler kondurdu. "Zeyno'm çocuk mu öpüyorsun aşkım? Asker arkadaşı mıyız seninle biz?"

"Benle değilsin ama asker arkadaşlığını aşka dönüştüreni de gördük." Biraz daha yaklaştı ona. "Ben polisim sen asker." Biraz daha yaklaştı. "Ama mesleklerimizin önemli olduğunu sanmıyorum önemli olan biziz."

Dudaklarını onunkilerim arasına yerleştirip öpmeye başladı onu, tutkudan ziyade sevgi barındıran ve ileriye gitmeyecek bir öpücüktü. Geri çekilince Enes sıkıca ona sarıldı.

"Zeynep iyi ki varsın sevgilim, sen olmasan ben baş edemezdim hiçbir şeyle." Başını öne eğdi, çok zor günleri geride bırakmışlardı beraber.

"Asıl sen olmasaydın ben baş edemezdim, o kurşun yarası beni öldürmedi ama kalan her şeyi ben seninle aştım."

Hazan'ı koruyamadığını düşünüp günlerce hatta haftalarca vicdan azabı çekmişti. Enes olmasaydı bununla baş edebilmesi onun için hiç de kolay olmazdı.

"Sanırım birbirimize iyi geliyoruz. O yaşasaydı sana ukalaca bakış atıp teşekkür ederdi biliyorsun değil mi?"

Toros'un ön koltuğu için savaştığı günleri unutmamıştı, en güzel zamanlardı. Kuma diyerek onunla uğraşır fırsat buldukça da zorbalık yapardı. Böyle bir iletişimleri olsa da birbirlerinin kötülüklerini istemezlerdi, Hazan'la beraber Zeynep'in vurulduğu haberini almak Göktürk'ü üzmüştü, Göktürk'ün şehit haberi ise Zeynep'i kahretmişti.

Geçmişe dalmıştı ikisi de, oturduğu üçlü koltuğa çevirdi gözlerini, genelde orada telefon ya da bilgisayarla uğraşır eğlenirdi. Televizyonu da en çok o kısımdan izlemeyi severdi. 1 seneyi geçmişti ve bu sürede o kısma kimse oturamamıştı.

Odası bile aynı duruyordu, Enes etrafta olan ve yıkanan kıyafetleri o bir gün dönecekmiş gibi dolabına yerleştirmişti gelmeyeceğini bile bile. Bazen insan dönmeyeceğini bile bile beklerdi ya Enes de öyle yapmıştı. Dönmeyeceğini bile bile beklemeye devam edecekti. Biliyordu ki hayat sadece bir ömürle sınırlı değildi, öteki dünyada kardeşiyle buluşacağını iyi biliyordu.

"Burnumda tütüyor biliyor musun? O benim kardeşimdi, bak yemin ediyorum anne babam bile bağırlarına basmıştı onu. Hiç unutmam bir bayram izindeyiz ki bilirsin bizim izinler pek olmaz. Ben çanta hazırladım kendime bu oturuyor kenarda. Otobüsü burada mı bekliyorsun kardeşim dedim. Annemle babamın mezarına gitme cesaretim yok bu sene üzülmek istemiyorum dedi bana. Öyle bir eksiklikle söyledi ki içime işledi. Bilmiyordu ki annem o gelecek diye sarmalar sarmış börekler yapmış. Annem senin için baklava yapmıştı elleriyle, gelmezsen hepsini ben yerim gelme sen dediğimde tabii yelkenleri suya indirmişti. Geçirdiğim en güzel bayramdı biliyor musun? O da aynısını söyledi, annem ona annelik babam babalık yapınca ilk defa öksüzlüğünü yetimliğini unuttu, bir kardeşi vardı zaten ama orada bir ailesi olmuştu. Hep arar hal hatır sorardı. Cenazede annem sanki o mezara Göktürk değil ben girmiştim gibi parçaladı kendini. O benim ailemdi ben de onun ailesiydim, ben onun yokluğuna hiç alışamadım ve alışmak da istemiyorum."

Gözleri dolu dolu değildi ama dudaklarında buruk özlem dolu bir tebessüm vardı. Şu ortamın içinden devrem yine mi bu cadı kov bunu evden hemen diyerek geçmesini isterdi ama yapabileceği tek şey onu anmak, ardından dualar etmekti.

"Göktürk Bora da amcasına benziyor adı gibi huyunu almış biliyor musun onu sevdikçe devremle vakit geçirmiş gibi hissediyorum ben. Orhan Çağrı da aynı bak Orhan abiyle zaman geçirir gibiyim ama bilirsin Sayaç'ın bende yeri farklı."

Geçenlerde sadece onu sevmek için evlerine gitmişti, uyuduğunu duyunca gitmiş uyandığında tekrar gelip ikisini birden sevmişti. Bu bebeğin Göktürk'e ne kadar benzediğini o gün yine anlamıştı. Mete Azra'ya biraz yakınlaşınca kıyameti kopartıyordu ve bunu devresi Zeynep için çok yapıyordu.

Gözleri fıldır fıldırdı aynı Göktürk gibi meraklıydı. Orhan da Göktürk de çok güzel yüze sahiplerdi aynı amca ve dayıları gibi. Hiçbir kan bağları yoktu ama can bağlarından mı oldu bilinmez huyları suları birbirine benzemişti.

"Hani bir ölür bin diriliriz ya Göktürk'ün de o hesap olmuş desene."

"Aynen öyle. Bir gün olur da evlenir ve çocuk sahibi olursak bebeğimiz de erkek olursa bir adı..."

"Tabii ki Göktürk olacak sormana bile gerek yok ama aşkım üzgünüm ben seni daha çok bekletirim, sen var ya sen yandın." Ortamı yumuşatmak istiyordu, sevdiği adamın böyle kardeş acısıyla kavrulmasını izlemek üzücüydü onun için.

"Vallahi sen vicdansızsın, aşırı vicdansızsın. Patlayayım ben, öleyim ben burada sensizlikten."

Ona dokunamıyor olmanın verdiği berbat hisle de baş etmeye çalışıyordu, evlenmeye bu kadar soğuk bakıyorsa gerçekten yanmıştı.

"Ben aşırı vicdansız biriyim ve bu vicdansız sana sarılıp filmin sonunda tam şurada uyuya kalmak istiyor."

Göğsünü işaret ettiğinde Enes derdi tasayı kenara bırakıp kollarını sardı ona, filme kendini veremeyeceğini sansa da kaptırdı kendini. Sonra o koltukta uyuya kalıp sabahına sırtları tutulduğunda pişman olacaktı ikisi de ana bazen geçmişi veya geleceği değil şimdiyi yaşamak lazımdı.

♟️

Bebeklerimi gördünüz mü? Mete nasıl bir baba, Azra'm nasıl bir anne? Yicem ayy

Bebekler çok şanslı çok seviyorummm

Enes ve Zeynep❤️
Çok tatlısınız (Enes sen daha 83837383 sene beklersin.)

Son 3 bölümümüz.
Bir evrenin sonuna daha geliyoruz, buraya kadar geldiyseniz beni buradan ve sosyal medya hesaplarımdan takip ederseniz daha çok kişiye ulaşabiliriz.🥰

Sizi çok seviyorum, haftaya görüşmek üzere❤️

Loading...
0%