Yeni Üyelik
96.
Bölüm

48. "Bir Gidiş Bir Vazgeçiş"

@rubamsalepe

 

Gecenin buhranı çökmüştü yeryüzüne, birileri için bazı şeyler değişecek gibiydi. Gökyüzündeki karanlığa çevirdi başını, uçsuz bucaksız evrende bir girdabın içine düşüp sürüklenmek isterdi burada olmak yerine.

 

Kapıyı tıklatıp tıklatmama arasında gelip giderken eli titriyordu, askerlerin ateş ederken titremeyen ellerine özel hayatlarında hükmedemiyorlardı. Derin derin nefes alıp son bir cesaret zile bastı. Birkaç saniye sonra karşısında belirdi adam.

 

"Şebnem?" Şaşkındı, onun bu eve bir daha gelebileceğine ihtimal bile vermezdi.

 

"Müsait misin?"

 

"Sana her zaman müsaidim, geç içeri." Sakin karşılamıştı onu, böyle devam edebilmeyi umuyordu ikisi de.

 

Şebnem içeriye girdiğinde hiçbir şeyin değişmediğini gördü, yıllar geçmişti ama evdeki bir yastık bile yer değiştirmemişti. Volkan ondan nefret ettiğini defalarca söylese de iç tasarımını Şebnem'in yaptığı bu evin eşyalarını parası olmasına rağmen değiştirmemiş anılarla yaşamayı tercih etmişti.

 

"Nasılsın?"

 

Anlam veremiyordu neden geldiğine de neden hiçbir şey olmamış gibi konuştuğuna da. Sürekli didişiyorlardı ayrı da duramıyorlardı çünkü aşk böyle bir şeydi.

 

"İyiyim desem inanacak mısın?" Gülümsedi adam bunu söylerken. "İyiyim," diye de ekledi parmaklarını birleştirerek. "Ya sen?"

 

"Ben de iyiyim."

 

Etrafa göz attı yeniden, tekli koltuğun kenarındaki çay lekesinden televizyonun altındaki ünitenin üzerindeki ajandanın yerine kadar her şey aynıydı.

 

"Çayı döktüğüm günü hatırlıyor musun?" İkisi birden gülmeye başladı, şimdi geçmişte geziyorlardı birlikte.

 

"İki demlik çay yapıp bir demliğini sürahiye koymuştun. Tam şu koltukta sürahiyi diklemeye çalışırken bana gülmüştün de püskürmüştün çayı. Başkası görse belki kötü bulur ama bence çok güzel ve özel, en azından benim için."

 

Şebnem başını koltuktan duvardaki tabloya çevirdi, yine bir tebessüm asıldı dudaklarına.

 

"Ya onu yaptığımız günü hatırlıyor musun?"

 

"Saçlarıma boya bulaştırdığın günü unutmam mümkün mü sence? Ben seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım, unutamadım."

 

İzne çıktıkları bir gündü, farklı bir şeyler yapalım deyip bir tuval birkaç boya ve fırça almışlardı. Askerlikte ne kadar iyilerse resimde de o kadar kötülerdi. Tuvale renkli boyalarla bir şeyler çizmeye çalışmışlar başaramayınca da birbirlerini boyamışlardı. Şebnem en son akrilik boyayı Volkan'ın başına sıkınca resme tövbe edip bulamaç yaptıkları boyaları tuvale sürüp garip bir şekilde sanatsal bir görüntü elde etmişlerdi, dekorasyon mağazalarında satılan soyut resimlere benziyordu.

 

"Resim yapmaktan gram anlamadan sanat eseri ortaya çıkarmıştık."

 

"Ya kitaplık?"

 

"Kitap taşır mı acaba diye ayak basıp kırdığını mı yoksa şu danteli oraya koyduğunu mu, hangisini soruyorsun?"

 

Bekar evine dantel sermişti sırf onu sinir edebilmek için, Volkan ona bile dokunmamıştı, kitaplığın hâlâ bir rafı eksikti. Adam sevdiği kadının anılarıyla yaşıyordu ve ne yaparsa yapsın nefret etse bile kopamamıştı. Şimdi böyle sayınca onu ne kadar hayatının merkezine koyduğunu görmüştü.

 

Ya Şebnem, o farksız mıydı? Volkan'ın hediye ettiği hiçbir şeyi atmaya kıyamamıştı. Kullanmaya devam etmese de önüne serip saatlerce boş boş o anıları seyretmişti.

 

"İlk tanıştığımız zamanı hatırlıyor musun peki? Eğitimdeydik ve engelden geçemiyorum diye beni azarlamıştın."

 

"Sürünmekte çok kötüydün ama inkar etme, sürünemeyen asker olamazdı ki." Gülerek söylüyordu bunları çünkü hâlâ dün gibi gözlerinin önündeydi. Eğitim alanında sayısız engel vardı ve onları birer birer aşması gerekiyordu Şebnem'in. Ne zaman sürünme kısmı gelse birkaç emeklemede yere çakılıyor diğerlerinin gerisinde kalıyordu.

 

Volkan o sırada askerlerin takibini yapıyor onları gaza getirici şeyler söylüyordu. Takılan askerlerine de azar çekiyordu aynı Şebnem'e yaptığı gibi.

 

Parkurda takılan Şebnem kendini yere bırakmış birkaç saniye öyle kalmıştı. Volkan gelip onu çevirerek yüzüne bakmasını sağlamış sırtını da yerle buluşturmuştu.

 

"Dağda da böyle mi yapacaksın? Öldün asker!" İlk sözleri buydu, daha doğrusu ilk azarı. Azarlarken gördüğü gözleri bir anlık afallamasına sebep olsa da asla kendinden taviz vermemiş tutumunu sürdürmüştü.

 

"Böyle asker istemiyorum, ya düzgün sürün ya da evine git." Sözleri ağır gelince kendini zorlamış ve başarmıştı Şebnem.

 

"Ağzıma sıçmıştın, çok zorlardın beni. Eğitimlerde de hep sana denk gelirdim."

 

"Aslında denk gelmiyorduk, sen öyle sanıyordun en azından ben öyle sanmanı istemiştim." Kadının yüzünde şaşırmış bir ifade belirdi, bundan şimdiye dek haberi olmamıştı.

 

"Ciddi misin sen?"

 

"Seni görmek için iyi bir fırsattı, diğerlerinden az devralmadım görevi."

 

"Canıma okuyordun ama."

 

"Seni seviyor olmam görevimi yapmayacağım anlamına gelmezdi, diğerleri gibi sen de bir askerdin. İşimle kalbimin ayrımını yapabiliyorum." Bunu diyen adam sırf onu görmek için arkadaşlarının eğitim görevlerini devralıyordu.

 

Şebnem önce sürünmeyi öğrendi sonra daha iyi dövüşmeyi, hepsini de Volkan'dan öğrendi. Daha iyi nasıl olabilirim dedikçe Volkan çıktı karşısına, o zamanlar daha iyi anlaşıyorlardı, tartışmalar ve kırıcı sözler yoktu aralarında.

 

Bir gün eğitim çıkışı kendini tenha bir köşeye atmış sırtını duvara yaslayıp dinlenmeye başlamıştı, aralarında ne başladıysa o gün başladı.

 

"Üzerini değiştir yoksa hasta olursun sözleriyle ona çevirmişti gözlerini. Kımıldayacak halim yok ki benim." O kımıldayamayınca yanına Volkan çökmüş yaslandığı yere yaslanmıştı.

 

"Neden asker oldun, fazla nahifsin." Gülümsedi Şebnem. "Birileri yaşasın diye." Volkan yeniden sorma gereği hissetti. "Vatan için mi yani?" Başını salladı usulca. "Vatanım için, bu topraklarda herkes huzurla yaşasın diye ben her şeyden vazgeçtim, kendimden bile. Helali hoş olsun, vatan sağ olsun benim için geri kalanı mühim değil."

 

Ona döndü yüzünü, komutan kimliğini ilk defa orada bıraktı. "Göreve çıkacaksın ve aklım sende kalacak, geri kalanı da mühim olsun olur mu? Aksini düşünmek istemiyorum ben."

 

"O kadar çalıştık, düşmana kabus gibi çökeceğim siz merak etmeyin komutanım. Ben iyi bir askerim artık."

 

İyi bir asker olduğunu biliyordu ama askerine söylememişti hiçbirini. "Sen iyi bir askersin ama ben askerimi değil şu an Şebnem'i düşünüyorum, görevde ölme ve döndüğünde benimle yemeğe çık bu bir emirdir." Ayrım yaptığını söyleyip sınırları birbirine giren bir adamdı ve bu sözleri de kanıtlıyordu bunu.

 

O günden sonra işler asker komutan ilişkisinden de öteye gitmişti, Volkan'ın öfke problemini başta dert etmese de zamanla baş edememiş onu terk etmişti. Aşk mı, onun kıvılcımları göğsünün içindekini sarıp duruyordu hâlâ, engel olamıyordu bir an olsun.

 

"Çok güzeldik biz," diye iç geçirdi adam, evet dese şu an her şeyi sevdiği için yapardı hatta istese psikoloğa bile görünebilirdi, daha önce başarısız girişimi olunca bırakmıştı ama kendisini zorlar ve dayanırdı. Şebnem tamam derse eskiden yaptığı hataları tekrarlamamak için çabalardı ama sonunda yine aynı şeyleri yapacağını biliyordu.

 

"Güzeldik, anılarımızın güzel kısımlarını hâlâ tam şuramda saklıyorum ben." Gözleri önce çay damlası olan koltuğa sonra da kitaplıkla tabloya gitti, burnunun sızladığını hissetti. "Ben seni çok sevdim Volkan."

 

"Şebnem bu konuşmayı tamamlamasak, eve bırakayım mı ben seni?"

 

"Volkan konuşmamız lazım."

 

"Hep ben konuşmak isterdim sen sustururdun beni, şimdi ben konuşmak istemiyorum."

 

"Volkan lütfen."

 

"Şebnem..."

 

"Dinle beni."

 

Başını öne eğdiğinde ikisinin de gözleri doluydu, gidip sevdiği adamın tam yanına oturduğunda güç bela ona çevirdi gözlerini.

 

"2 seneyi geçti bu eve adım atmayalı ve gelip benimle kavga etmiyorsan korktuğum şey için geldin Şebnem; yapma, kaldıramam. Dayanamam."

 

"Zorundayım," dediğinde gözünden bir damla düştü yanaklarına.

 

"Değilsin. Seni seviyorum değilsin." Anılarının içinde iki senedir can çekişiyorken duyacağı şeyi kaldırabileceğini sanmıyordu.

 

"Bazı hikayeler mutsuz biter."

 

"Öyle bitmek zorunda değil. Seni çok seviyorum yapma bunu bana." Yanağından çaresizlikler süzüldü, ona peş peşe ne kadar sevdiğini söylese de işe yaramayacağını biliyordu.

 

Şebnem biraz daha yaklaştı ona, 2 senedir yapmadığı ne varsa yapmayı düşünüyordu. Boynuna doladı ellerini ve alnını onunkine dayadı.

 

"Öpme, Şebnem bana eziyet etme."

 

Onu dinlemedi, gözlerini yumup hasretle bastırdı dudaklarını onunkilere, Volkan öpme dese de hemen karşılık vermiş çenesine yerleştirdiği elinden destek alıp dudaklarına iyice gömülmüştü. Nefesi kesilene kadar birbirlerini öpüyorlar bir yandan da gözyaşı akıtıyorlardı. Geri çekilen yine o olmuştu, sevdiği adamın gözyaşlarını silerken daha fazlasını kendisi akıtıyordu.

 

"Böyle olmamalıydı." Sesi ağlamaklı çıktı, çaresizlik çığlığıydı sanki. "Beni öpüşün bana döndüğünde olmalıydı, veda ederken değil."

 

"Ben..." Devam edemedi, sıkı sıkı sarılıp tüm hasretini gidermeye çalıştı, içinde var olduğunu düşündüğü nefret bile bir kenara savrulmuş onların hüznünün karşısında saygıyla eğilmişti. "Böyle olmasını istemezdim."

 

"Gitme Şebnem, yapma bunu bize."

 

Saçlarını son defa kokladı, çok az sürse de iyice kazındı aklına. Unuttuğunu sanmıştı ancak unutmamıştı, kokular kolay kolay unutulmuyordu.

 

"Bizden olmaz artık, anılara mahkum olmuşuz çıkamıyoruz. Seni çok seviyorum ama Volkan..."

 

"Sus söyleme." Ellerini yine yanağına yerleştirdi, göğsünden ayırıp gözlerine baktı. "Dayanamam sus."

 

"Ben senden vazgeçtim."

 

"Yapma."

 

"Ben senden gidiyorum Volkan, veda etmeye geldim."

 

Söylediği en acı sözlerdi, canı çok yanmıştı bunları söylerken ama bir adım ilerleyebileceklerini görseydi bunun için çabalardı.

 

"Gitme benden."

 

2 sene önce ayrılmışlardı ama gidememişti ondan bir türlü. Bu kararı vermek çok zor olmuştu ama ikisinin iyiliği için birinin harekete geçmesi lazımdı.

 

"Her şeyin başka olmasını isterdim. Yapamadık, olmadı."

 

Adam daha çok ağladı, elleri onun üzerindeydi ama ondan vazgeçtiğini söylüyordu, son defa dokunduğunun farkına varıyordu bunu istemese de.

 

"Son bir şans, son bir ihtimal..."

 

"O ihtimalleri beceremedik, yapamadık. Bugün sondu, bir daha olmayacak veda edeceğim ve sana dönmeyeceğim."

 

Bir daha öptü dudaklarından, doyamamıştı adam. 2 sene nasıl sabrettiğini düşündü, bundan sonra nasıl dayanacağını düşündü. Gözleri acımaya başlamışı, yediği kurşunlardan daha çok yanıyordu canı.

 

Şebnem göğsüne elini koyup geri çekildi, mesafe yalnızca birkaç parmaktı. Yaşlı gözleri birbirini kilitliydi.

 

"Yurt dışına görev istedim ve bugün kabul edildi, Kosova'ya gidiyorum."

 

Bundan Mete'nin haberi olsa da çok istemesine rağmen Şebnem'in isteği üzerine söyleyememişti.

 

"Beni yine terk ediyorsun, hep kendini düşünüyorsun."

 

"Bizi düşünüyorum, yaşayabilmemiz için ayrı kalmamız gerekiyor. Bizden olmaz."

 

"Biliyorum ama ihtimalin bile güzeldi. Sevgimizin her şeyi aşması gerekiyordu, bizimki bizim dertlerimizi aşamadı. Gitme, her şeyi istediğin gibi yaparım desem yine de gider misin?"

 

Her şey için geç olduğunu bilse de son kez denemişti şansını, Şebnem başını iki yana salladığında gözyaşlarını sildi, çenesi titriyordu.

 

"Özür dilerim."

 

"Ben de özür dilerim."

 

"Seni çok seviyorum."

 

"Ben de seni sevdim ama artık nefes almamız lazım." Ayağa kalkıp koltuktaki çantasını aldı eline, içindeki poşeti masaya koydu ve ona döndü yeniden. "Tüm anılarımız içinde, ben senden vazgeçtim Volkan, bizden vazgeçtim ve gidiyorum. Kendine iyi bak, hoşça kal."

 

Elini uzattı ona, Volkan kavrayıp ayağa kalktı ve onu kendisine çekip sarıldı sımsıkı, son kez kokusunu çekti içine ve onu hiçbir sözün durdurmayacağını biliyordu.

 

Ayrılması zor oldu bedenlerinin, yeniden göz göze geldiklerinde Şebnem dudaklarına son bir öpücük bırakıp çıkıp gitti. Adam arkasında kaldı, başka hiçbir şey diyememişti. Kalbinden öylesine yaralanmıştı ki acısı gözlerinden taşıyordu oluk oluk.

 

Sevdiği kadın onunla oturup son defa sohbet etmişti, son defa sarılıp son defa öpmüştü, o öpüşle anlamıştı gideceğini vazgeçtiğini. Şebnem Volkan'dan vazgeçmişti, dönmeyecekti ve onun da dediği gibi bazı hikayeler mutsuz bitmişti.

 

Dışarı çıktığında Mete, Azra ve Miray onu bekliyordu arabada. İnip onu karşılarken bebeklerin başına halalarını bırakmışlardı kısa süreliğine. Şebnem gözyaşlarıyla geldiğinde ilk sarıldığı Mete oldu, o an bir abiye ihtiyaç duymuştu.

 

"İyi misin diyeceğim ama hiç yerinde bir soru olmayacak sanırım." Elini etrafına doladığında Şebnem alnını adamın göğsüne yasladı.

 

"Abi..." Mete sırtını sıvazladığında çenesi titremeye başladı, göğsünde koca bir sancı vardı.

 

"Abim, sakin ol bak bana, su vereyim mi ister misin?" Şebnem ondan ayrılıp başını iki yana salladı, hiçbir şey istemiyordu zaten istediği hiçbir şey de olmamıştı.

 

"Şebo, iyi misin canım benim?" Şebnem bu defa Azra'ya gitti, şimdi de ona sarılıyordu. "Bitti Azra, vazgeçtiğimi söyledim ben." Arkadaşını sıkı sıkı sardıktan sonra gözyaşlarını silip gözlerini kendininkilerle buluşturdu.

 

"Gideceğini söyleyecektin ama vazgeçtiğini mi söyledin?"

 

"Zorundaydım, bizden olmuyor."

 

"Şebnem emin misin kararından, tayin işini durduramam ama sonranı da düşünmen lazım. Görev yerin değiştiğinde yine karşılaşırsanız..."

 

"Abi bitti, önüme bakacağım. Bakmak zorundayım." Azra'ya döndü yeniden. "Onu son defa öpüp gittim ve gerçekten son olduğunu ikimiz de biliyorduk. Çok ağladık."

 

İç çekti, sesi yer yer inceliyordu ağlamaktan. Evin camına baktı ama kimseyi göremedi, Volkan çömdüğü yerden kalkamamış orada ağlamaya devam etmişti. Gidişini seyretmeye cesareti yoktu, yapamadı. Çaresizlik akıyordu her bir yanından ama daha güçlü olabilmek için son defa yıkılması gerekiyordu ikisinin de.

 

"Ben ondan vazgeçtim."

 

"Kıyamam bir tanem benim, arabaya geçelim mi daha rahat edersin burası seni boğuyor belli ki." Miray'ın desteğiyle Toros'a binip arkasına yaslandı usul usul.

 

"Türkmen Kızı, ben tüm hatıralarımızı ona verip çekip gittim."

 

Zor olan gitmek miydi kalmak mıydı? Herkese göre değişiyordu bu durum; Şebnem'e kalmak da gitmek de zordu, Miray için gitmek en zoruydu, Mete ve Azra için kalmak en zoru olmuştu sonunda kaçmaktan vazgeçip yüzleşmişlerdi.

 

"Kıyamam ki sana ya." Saçlarını okşadı ona destek olabileceğini umarak. "Sen bu haldesin o ne halde kim bilir." Mırıldanmıştı ama yanındaki kız bunu çok rahat duymuştu.

 

"Dağıldı, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ben son kez ona sarılıp öptüm. Biz beraber öldük bu gece."

 

"Bazen," derken dikkatleri üzerine çekti direksiyon başındaki yüzbaşı. "Vazgeçmek daha iyidir. Birbirinize çok zarar verdiniz, aşkınız bile bununla başa çıkamıyorsa yolunuza ayrı ayrı devam etmeniz gerekir."

 

Azra ve Mete zorlukları aşkla aşmışlardı. Hakan'ın cins huylarına rağmen aşk Miray'la onu bir araya getirmişti. Volkan ve Şebnem aşamamıştı, ayrılık onlara iyi gelecekti.

 

"Biliyorum abi, her günüm daha güzel geçecek çok iyi biliyorum ama kalbim çok acıyor ve geçmesi zaman alacak. Daha önce yapmalıydım geç kaldım ama ondan vazgeçmeyi cesaret edebilmem tam 2 senemi aldı. Ben sadece ayrılmayı başarabildim, ben ondan hiç gidememiştim ki."

 

Gidecekleri yer hava alanıydı ve vazgeçmek için fazla geçti. Bir yanı burada kalmayacaktı, o yanını da alıp gidiyordu ve geri çağrıldığında bambaşka biri olarak devam edecekti kalan ömrüne.

 

"Canım çok acıyor." Başını Miray'ın omzuna yaslayıp yumdu gözlerini.

 

"Kendine iyilik yaptın asla unutma bunu."

 

"İyilik yaptım."

 

Bir süre uyudu öylece, o kısa uyku bile iyi gelmişti en azından aklını kullanabiliyordu artık. Arabadan indiklerinde Mete hemen bagajdan valizi indirip onun yanına koydu.

 

"Komutanım..." Veda sarılmasını yaptı ona, çok şey öğrenmişti ve yeterince teşekkür edememişti. "Her şey için teşekkür ederim, abi."

 

"Ben hep arkandayım, gitsen de kalsan da fark etmez burada bir abin olduğunu bil ve ardına bile bakma tamam mı?" Şebnem başını sallayıp ona karşılık verdi, sıra Azra'daydı, sıkıca ona da sarıldı.

 

"Kendine dikkat et tamam mı? Daralınca ara, ben bir süre çocuk bakacağımdan telefonlarını açacak zamanı bulabilirim. Bilirsin dağda açamıyoruz." Güldüğünde morali bozuk kızı da güldürdü. "Ederim ve ararım, merak etme."

 

"Türkmen Kızı, bütün madalyalar ve mutluluklar senin olsun."

 

"Sen de çok mutlu ol Şebo, burada seni bekliyor olacağız. Bir gün döndüğünde her şey başka olacak belki ama dostların hep yanında olacak."

 

Sıkıca ona da sarıldıktan sonra valizinin kolunu kavrayıp arkasına bir defa daha bakmadan yürüdü dümdüz. Hayat artık onun için yeniden başlıyordu, yeni insanlar, yeni görevler...

 

Aşk mı?
O Volkan'la olmayacağı kesindi, bir başkasıyla ise nasipti. Biri çıkar mı karşısına ya da yeniden sevebilir mi bilemezdi. Kaygılarını, hüznünü ve tüm yüklerini ardında bırakıp gitmişti.

 

"İkisi için de çok zor, seve seve ayrıldılar barışmamak üzere."

 

"Azra'm bazılarının sınavı da kavuşamamaktır. Bizim de sınavımız bu olmuştu ama geçtik, demek ki onların bu sınavı geçememesi gerekiyormuş. Emin ol şimdikinden daha mutlu olacaklar."

 

Herkes bunda hemfikirdi çünkü ilişkilerinin başından sonuna biliyorlardı tüm dertlerini bu yüzden bu tahmini yapmaları çok da zor değildi onlar için.

 

"Ya sen, sen ne yapacaksın Kalyoncu?"

 

"Abi ben Hakan'dan kaçıyorum teklifi söylediğimden beri."

 

Onu özlediğini fark etti, bir süredir işini bahane edip eve geç gidiyordu onunla denk gelmemeye çalışıyordu. Ona vereceği cevaptan korkuyordu aslında, gidip gitmemek konusunda özgürdü ama Hakan'ın beklentiyle ona bakmasını istemiyordu. Cevabı vereceği zaman gidecekti ona.

 

"Bak nasıl iç çekti görüyor musun?" diye kocasına gösterdi üzerinde ağırlık olan arkadaşını.

 

"Ben Hakan'a çok âşığım, bak size ifade edemiyorum bunu ama çok âşığım. Benim için Hakan blok yapmak, ace atmak gibi bir şey." Nefesini özlüyordu, öpmeyi özlemişti, göğsünde uyumayı ve ötesini özlemişti. "Eve geçince konuşacağım." Saatine baktığında eve dönme vakti olduğunu fark etmişti.

 

"Hadi gidelim o zaman, yavru kurtlar da bekliyordur bizi. En azından annelerini, bu kadar uzak kalmadılar hiç." Azra çok özlemişti çocuklarını, iki saat ayrı kalmak bile çok gelmişti ona.

 

"Özledim bebeklerimi, anayım ben ana ya, analar bu kadar uzak durmaz bebeklerinden."

 

Sabah olduğunda ücretsiz izin işini halletmek için karargaha gidecekti, yine ayrı kalacaktı bebeklerinden ve bu ona zor geliyordu.

 

Arabaya binip ilerlemeye başladılar. Miray aklında toplayıp tartıyordu söyleyeceklerini, hepsini sıraya dizmişti nasıl gireceğini bile düşünmüştü. Arkadaşına veda edip sevgilisine bahçede rastlayınca işler umduğu gibi olmadı, planlarını uygulayamadı çünkü onu görünce unutmuştu hepsini.

 

"Sevgilim?"

 

"Türkmen Kızı..."

 

Oturup gelmesini beklemişti bahçedeki ahşap sedirde. Günlerdir kaçtığının farkındaydı ama artık kaçmasını değil onunla yüzleşmesini istiyordu. Sevdiği kadına ona doğru yaklaşıp yanına oturdu. Hakan kolunu arkasından sarıp göğsüne bastırdı Miray'ı. Gözlerini yuman kadın bir süredir hasret kaldığı kokuyu çekti içine uzun uzun.

 

"Kaçmaya devam mı edecektin?"

 

"Bugün sana geliyordum teğmen."

 

"Üsteğmen."

 

"Genel kurmay başkanı bile olsan benim için teğmensin üsteğmenim."

 

Hakan gülümseyip sevgilisinin başını kendine doğru çevirdi. Dudaklarını öpüp öpmemek arasında kalmıştı, bakıyordu sadece. Durdurdu kendini, önce duyması gereken şeyler vardı.

 

"Konuşmamız lazım Miray, beni bu durumdan kurtarman lazım artık güzelim."

 

Evet ya da hayır da bir cevaptı ama hiçbir şey söylememesi onun kalbini avuçlar içine alıp sıkıyordu sanki.

 

"Ben çok düşündüm. Gitmek kariyerim için mükemmel bir seçenek bir yanda da altyapısından çıktığım kulübüm var, kaç madalya kazandım ama doyamadım."

 

Başını öne eğdi, verdiği karar onun için çok zor olmuştu ama arkasında duracaktı ve bir kere bile pişman olmayacaktı.

 

"Sonra sen varsın, gitsem de kalsam da hep sen olacaksın Hakan, senden vazgeçme gibi bir niyetim yok." Biraz daha yaklaştı ona, kör noktada olduklarından ve gecenin karanlığından da destek alarak rahat davranıyordu. "Beni öpmezsen, bana dokunmazsan yaşayamam."

 

Bunun üzerine Hakan önce yanağını okşadı sonra da koluna indirdi elini. En son buluştuğu nokta açıkta kalan bacağıydı. Elinde bir yangın hissetti, o yangının ateşi ikisini birden kavurabilir güçteydi.

 

"Seni seviyorum, bana dokunmanı, beni sevmeni seviyorum."

 

"Ben sana âşığım Türkmen Kızı." Saçlarına bir öpücük bıraktı gözlerini yumarak, saçlarının kokusu buram buram burnuna değiyordu.

 

"Yanıyoruz yine, sen beni çok yakarsın be adam."

 

"Senin için yanmak da güzel, bu tutku bizi ayakta tutacak sevgilim."

 

Kulağına doğru eğildi, olumsuz cevap alacak olsa bile belki bir fısıltısı vazgeçmesine sebep olurdu, en azından kendisi bunu umdu.

 

"Gidecek misin, kalacak mısın söyle bakalım."

 

"Sen, sen ne istersin?" Dudaklarına çevirdi gözlerini, mesafe öylesine azdı ki Hakan'ın solukları yüzünü okşuyordu

 

"Seni istiyorum ben."

 

"Beni mi kalmamı mı?"

 

Kadın kollarını boynuna doladı yavaşça, bedeni de ona dönüktü, bacaklarının birini altına doğru kıvırmıştı.

 

"İkisini de. Gitme ve benimle kal."

 

Dudaklarını sevgilisininkine değdirip ne diyeceğini yokladı, birkaç saniye ses çıkarmayınca alt dudağını dudaklarının arasına alıp öpmeye başladı. "Söyle şimdi, ne karar verdin?" diyerek ayrıldı dudaklarından. Mesafeleri hâlâ yakındı, göz teması da kurabiliyorlardı.

 

"Gitmiyorum, ne senden ne de Demir Sancak'tan vazgeçebilirim. Yemişim İtalya'sını güzelim Ankara varken ne yapayım pizzacıları?"

 

Dudaklarını onunkilere yaslayıp güzel bir öpücük aldı, Hakan gülerek karşılık veriyordu şimdi.

 

"Gidemedim senden, sensiz geçirdiğim günleri günden saymıyorken o kadar uzağa gidip bir avuç günlerimizi de heba edemem Hakan, ben senden gidemem."

 

"Gitme, hep yanı başımda ol. Elimi ne zaman uzatsam seninkini tutabileyim. Hem belki ileride daha da ileri taşırız ilişkimizi." Saçlarını okşayıp omzuna indirdi parmaklarını.

 

"Bana evlenme mi teklif ediyorsun?" dedi gülerek. "Bunu şimdilik istemediğini biliyorum, daha zamanımız olduğunu biliyorum bebeğim ama vakti geldiğinde formanın arkasına yazdırmasan bile Batur soyadını kimliğinde taşıyacağını biliyorum hem belki bir bebeğimiz de olur Mete abi ve Azra gibi." Heyecanla anlatıyordu hayallerini. "Ben zaten sivildeki her anımı senle geçiriyorum ama biliyorum bir yerden sonra bu da yetmeyecek."

 

"Sen benden çocuk mu istiyorsun? Bakma öyle ilerisi için diyorum ben de."

 

"İsteyemez miyim? Hem kazara denemedik mi zaten? İlk gecemizde hamile kalabilirdin."

 

Kalmadığı için şükrediyordu çünkü kariyerinin zirvesinde evlilik dışı bir çocuk çok zor olurdu onun için, ani bir evlilikle tüm hayatının dengesi bozulurdu. Korktuğu başına gelmemişti, ondan sonra da her birlikteliklerinde tüm tedbirleri almışlardı.

 

"O gecenin başı güzeldi de sonu fenaydı Hakan Bey hatırlatmayın isterseniz."

 

"Şey o zaman ben sana kalanını yatak odanda anlatayım bak o gecenin devamı nasıl olmalıymış gösterebilirim ben sana. Merak ediyorsundur diye hepsi yoksa başka bir amacım yok."

 

Gözlerinin içi gülüyordu gitmeyeceğini duyduğu için ama bunu çok sesli sözlü ifade edememişti, beden dili her şeyi ele veriyordu zaten.

 

"Bilmez miyim ya, aşırı masum bir komşusun sen." Gülen yanaklarını okşadı sevdiği adamın. "Güldüğünü görmek çok güzel Hakan, sen mutlusun ya ben de dünyanın en mutlu kadınıyım şu an."

 

Soğuk duran o adam tüm kalbini yanındaki kadına açmıştı, ne duvar varsa ona yerle bir etmişti ve hiçbirinden pişmanlık duymuyordu.

 

"Çok mutluyum güzelim, senin varlığın benim mutluluk sebebim." Ayağa kalkıp onu da kaldırdı. "Geri kalanını istersen yatak odanda sana tek tek anlatabilirim."

 

"Alev mi aldın bu ne hararet sevgilim?" Elini önce alnına sonra yanağına koydu. "Ateşin de yok gibi duruyor çok garip."

 

"Var ateşim ama yanlış yerden ölçüyorsun, odaya gel ben sana konum vereceğim."

 

"Ahlaksız."

 

İkisi birden gülmeye başladığında Miray sevgilisinin elini tutup üst kata doğru onun peşinden çıkmaya başladı.

 

"3-5 seneye evleniriz değil mi?"

 

"Olabilir ruh halime bağlı."

 

"Kaçırırım seni."

 

"Nereye, alt kata mı?"

 

Gülüşüp içeri girdiler, gece onlar için Volkan ve Şebnem'in aksine çok güzel geçmişti. Birileri ayrılırken birileri kavuşuyordu ve hayat böyle devam edecekti. Birileri gidip birileri gelecekti, birileri doğup birileri ölecekti.

 

♟️

 

"Bu saat oldu uyumuyor eşek sıpaları. Bak göze bak göz değil fal taşı." Göktürk'e bakıp söylüyordu bunları ama Orhan da çok farklı değildi. "Sen de kardeşine benzedin, o uyumayınca sen de uyumuyorsun."

 

"Emmek de istemiyorlar, karınları tok, altları temiz, gazları da yok. Bence bizimle vakit geçirmek için kendi aralarında anlaştılar başka bir açıklaması olamaz bunun."

 

Birbirlerinin bebek çığlıklarına tepki veriyorlardı hatta dönüp bakıyorlar gülüyorlardı, dışarıdan bakıldığında sanki iletişim kuruyorlardı.

 

"Ne yapacağız."

 

"Madem uyumuyorlar babaları onlara güzel bir masal anlatsın belki uyurlar, baktık yine uyumuyorlar onu o zaman düşünürüz."

 

Yatakta ikisinin arasında yatıyorlardı. Mete yarı oturur pozisyondayken Azra uzanıyor bir yandan da bebeklerinin başlarını okşuyordu. Yanakları tombul olduğundan arada sıkıyor bu da bebeklerin gülüp çığlık atmalarına neden oluyordu.

 

"Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde."

 

İkisi de sadece ona odaklanmış durumdalardı hatta öylesine odaklanmışlardı ki emziği bile emmiyorlar öylece Mete'yi dinleyip seyrediyorlardı. Parmaklarının arasında da sıkı sıkı sardıkları Mete'nin arabaları vardı.

 

"Dağların tepesinde güzeller güzeli kara kaşlı kara gözlü bir Demir Leydi varmış."

 

Azra'nın yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi, adamın parmakları karısının yanağını okşadığında ne kadar huzur içinde olduğunu bir kere daha anladı, derdi tasayı bu üç erkekle unutmuştu.

 

"Demir Leydi'nin sezgileri çok kuvvetliymiş, hatta öylesine hisli biriymiş ki peşinden gittiği insanları kurtarırmış. Bir gün zora düşen bir adamın peşinden gitmiş. Bu adamın adı Han'mış. Han yere düşmüş ve dizi kanamış, yerden kalkamayınca Demir Leydi onun elinden öyle bir tutmuş ki adam ayaklanmış." Azra gözleri dolu dolu dinliyordu onu, bebekler de tüm dikkatiyle Mete'ye bakıyordu. İkisi birer masal olmuştu şimdi.

 

"Han ile Demir Leydi birbirlerini daha önce görse de birbirlerini sevmeleri onu yerden kaldırmasıyla olmuş. Sonra Han Demir Leydi'yi yanına almış onunla çalışsın diye ama ona olan sevgisini bir türlü söyleyememiş çünkü bu doğru değilmiş. Demir Leydi de susmuş ama bir gün tutamamış kendini çekirdek çitlerken aşkını itiraf etmiş."

 

Çekirdek kısmında gülmeye başladı Azra, zil zurna sarhoş olduğu anı aklında canlandırdı çekirdek çitlerken, fazlasıyla komikti. Bebekler bir anlığına ona baksa da tekrar babalarına dönmüşlerdi.

 

"Ne oldu babacığım, siz beni mi dinliyorsunuz? Yerim sizi ben." İkisini de öpüp anlatmaya devam etti.

 

"Han da duramamış Demir Leydi'ye aşkını itiraf etmiş, zaten onca zaman tüm hislerini belli etmiş hareketlerinden de Demir Leydi görememiş."

 

"Çok gösterdin de ben göremedim değil mi Mete?" Adam parmağını dudağına yerleştirip sessiz olmasını istedi ondan.

 

"Şşt bölme masalımı."

 

"Anlaşıldı komutanım."

 

"Özlemişim böyle demeni." Boğazını temizleyip oğullarına baktı yeniden. "Han ve Demir Leydi'nin kavuşması zor olmuş ama sonrasında işler biraz daha zorlaşmış, onları üzen şeyler yaşamışlar ama en sonunda hepsini geride bırakmışlar. Size bir sır vereyim mi, Han çok güzel bir evlenme teklifi etmiş elinde bir kutuyla gelmiş sevgilisine. İçinde yüzük değil de künye varmış, Han oraya soy adını yazdırıp ona uzatmış." Azra künyesini dışarıya çıkartıp parmakları arasında oynamaya başladı, adam hâlâ çocuklarına bakıyordu.

 

"Demir Leydi onu kabul edince kırk gün kırk gece düğün yapmışlar dağlarda, en güzel düğün onlarınki olmuş. Neden mi aslanlarım çünkü Türk'e her yer düğün meydanıdır." Belki bir düğünleri olmamıştı ama her günleri mükemmel geçmişti.

 

"Sonra bir gün Demir Leydi ve Han'ın iki çocuğu olmuş, ikisi de birbirinden güzelmiş bu bebeklerin. Hep beraber ömür boyu mutlu olmuşlar. Baksana Azra'm nasıl bakıyorlar dikkatli dikkatli, bence anlıyorlar artık bizi."

 

"Anlıyorlar babası, anlıyor benim akıllı oğullarım."

 

Yerinden doğrulup onların üzerine eğildi, yanaklarına birkaç öpücük kondurup gıdıkladı bebeklerini. Kahkaha sesleri odanın duvarlarında yankılanıyordu şimdi.

 

"Bak Orhan'a bak nasıl yumruk sallıyor sana."

 

Mete de gülüyordu bu manzaraya, âşık olduğu kadın ve ondan doğan iki bebek gülüşürken onun somurtması imkansızdı.

 

"Göktürk'e bak nasıl hareketlendi. Oğlum anneye yapılmaz öyle ah sizi gidi sizi ah."

 

"Hadi annem uyuyun artık ya, ben de gideceğim yarın işe. Anneanne ve babaanne bakacak sizlere, hadi oğlum." Varsa da uykuları o gıdıkladığı an kaçmıştı. "Sayaç olsaydı uyurdu bak."

 

"O şu an bilmem kaçıncı rüyasındaydı." Bebeklere baktı yeniden, iş başa düşmüştü, bir şeyler anlatmaya devam edecekti belki bir yerde uyurlardı.

 

"Size birini anlatacağım, gözleri masmavi birini. Göğsü vatan için çarpan birini anlatacağım. Bu gece dersimiz Atatürk."

 

İki bebek de başlarını kıvrılmış nevresimin üzerinden ona doğru çevirdiler, pür dikkat onu dinliyorlardı.

 

"Devlet ayakta duramaz haldeymiş, toprakları büyük ölçüde kaybedilirken insanlar da zor duruma düşmüş. Irak'ta, Suriye- Filistin'de, Kanal'da, Kafkaslarda, Çanakkale'de her cephede bir mücadele varmış. Mavi gözlü büyük lider bu defa Çanakkale'deymiş, askeri dehasıyla insanları öyle bir büyülemiş ki kendi adını tüm dünyaya duyurmuş. Mustafa Kemal Paşa zafere inanmış, öylesine inanmış ki ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum demiş askerlerine ve düşmanla çatışmış. O Çanakkale geçilmedi, ne Mustafa Kemal ne Seyit Onbaşı ne de Nezahat Onbaşı izin verdi geçilmesine." Ses tonunu bir masal anlatıyormuş gibi tuttuğunda uyuyabileceklerine inanıyordu.

 

"Sonra ittifak devletleri savaştan mağlup ayrılınca topraklarımızın kalan kısmı da karış karış işgal edilmeye başlanmış. İstanbul işgal edilmiş, Bursa bile babacığım, Bursa'ya Yunan gelmiş. İnsanların canını çok yakmışlar ama halk direnmeye başlamış. Eline silahını alan düşmanın karşısına dikilmiş, silahı olmayan da savaşacak bir şey bulmuş. Yaşlı, kadın, çocuk demeden herkes bir işin ucundan tutmuş. Milli mücadele diyoruz ya adına işte bundan sebep."

 

Parmağını Orhan'a doğru uzattığında bebeği onu sıkıca kavrayıp ağzına götürdü ve emmeye başladı.

 

"O sırada biri daha varmış ki vatanı için ne yapabilirimi düşünüyormuş. Yapabileceği çok şey varmış, ilk işi Samsun'a çıkmak olmuş Ata'mızın. Herkes ondan başka bir iş beklerken onun amacı silahlanıp mücadele eden Türk milletini bir çatı altında toplayıp zafer kazanmakmış. O sırada ülkenin kurtuluşu için bazı cemiyetler kurulmuş, Atatürk hepsini bir yerde toplamış, hepsini bir yumruk etmiş. Silah arkadaşları da onun gibi mücadele etmiş. El ele tüm düşmanı bu topraklardan kovmuşlar." Gözleri giden bebeklere bakınca tebessüm etti adam. "Bu hikayenin sonu mutlu bitmiş, Türkler zafer kazanmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş." Bir süre hiç ses çıkarmadan uyumalarını beklediler, bebekler daldığında onlar da dalmış hep beraber uymuşlardı.

 

♟️Murat Türker'den♟️

 

Yıllarımı topal taklidi yapıp teröristlerin içinde geçiren bir adamdım ben. Türk askeriyle çatışmaya girmiş, onları vurmamak için sağa sola sıkmıştım defalarca. İfşa olmam demek kurtarabileceğim tüm insanları feda etmem demekti. Hep bir mücadele içerisindeydim, bu mücadelem asla bitmeyecekti. Terörle mücadele ettiğim yetmiyor bir de kendimle mücadele ediyordum.

 

Son zamanlarda ailemi, evimi özler olmuştum. Dile kolay tam dört senedir onlarla hiçbir iletişimim olmamıştı. Arada bir bizimkilerle temas sağladığımda bana bilgi getiriyorlardı. İyi olduklarını bilmek yetiyordu bana ama artık özlüyordum, görmek istiyordum. Kaç yaşına gelirse gelsin bir çocuk annesinin dizlerine yatıp tüm derdi tasayı unutmak isterdi. Ben annemi tam dört senedir görmemiştim.

 

İstihbarat işi bilip susmak, susup unutmuş gibi davranmak üzerine kuruluydu biraz. Bildiğim her şey devletime hizmet için kullanılıyordu ama bunları sadece devletim öğrenebilirdi, bir başkası değil. O zaman hiçbir şey bilmiyordum ben, kara cahilin tekiydim, ayağı topal aklı basmayan çirkin bir heriftim.

 

Aylar önce Sancak Timi'nin ele geçirdiği Kasap Ezman adlı terörist bir bilgi kırıntısı vermişti bize ve ben aylardır o kırıntının peşini kovalıyordum.

 

Berzan canımızı çok yakmıştı, peşine düşmüştüm ve onu bulmam an meselesiydi. Son zamanlarda iyice köşeye sıkıştığından girdiği delikten pek ayrılmıyordu.

 

Ben de iz üzerindeydim ve o sıçan hangi bok çukurundaysa onu çekip çıkaracaktım oradan. Onu o delikten çıkartıp bedel ödetecektim. Ölmekten beter olacaktı, her şeyin en kötüsünü hak eden biriydi.

 

Dağ bayır gezmek benim için bir insanın işe gidip gelmesi kadar normalleşmişti. Karşımda tüfekli kahverengi şalvarlı piçleri görünce kafalarını ezme yerine onlardan bilgi alabilmek için kırk takla atabilmeyi öğrenmiştim mesela.

 

Dağın bir yanında bir kayanın üzerinde terörist kıyafetleri ve aylardır tıraş olmamış sakallarımla oturuyor karşıdaki şehir manzarasına bakıyordum. Fazla uzunlardı, onları rahatlıkla bir tokayla toplayabilirdim. Bunlardan kurtulup farklı bir kimliğe bürünme vaktim gelmişti çünkü emir öyleydi. Bana bir şey emredilirse sorgulamazdım çünkü ölmem bile emredilse bunun ülkemin hayrına olacağını çok iyi biliyordum.

 

Telefonumun ön kamerasını açıp cebime attığım makas ve jiletle sakallarımı birkaç milime kadar indirdiğimde karşımda bambaşka bir adam duruyordu. Dışarıdan görsem kendimi tanıyamazdım, bir sakal insanı bu kadar mı değiştirirdi?

 

Kıyafetleri de değiştirip sakalları topladığım ceketin içine koydum ve hepsini birden ateşe verdim. Hepsini yok ettiğimden emin olmadan ayrılmadım onun başından. Açıkta değildim, bu değişime kimse şahit olmamıştı, o güvenliği sağlayıp bambaşka birine dönüşmüştüm.

 

Berzan şehirdeydi ve benim düzgün kıyafetlerle kendimi ona bir Avrupalı gibi tanıtmam lazımdı. Onun varlığını tespit edip takipte kalacak, gerekirse ilk elden müdahale edecektim.

 

Üstüm başımın tozunu silkeleyip şehrin asfaltına attığım ilk adımda benim de bir insan olduğumu hissettim. Yaşatmak için ölü gibi yaşayan bir insan...

 

Yalnızlığa mahkumdum ve bu yalnızlığın çaresi de yoktu. Görüp görebileceğim yüzler teröristlere aitti, iğrenç bir şeydi bu. Midem bulanıyordu o sıfatsızları gördüğümde.

 

Arabalar vızır vızır akıyordu, her şey olağan şekilde ilerliyordu en azından benim gözümden öyleydi. O arabaların içindeki insanların en kötü yaşama sahip olanlarının bile benden huzurlu hayatları vardı.

 

Kimsenin böyle bir hayat yaşamasını istemezdim, biz rezil hayatlar sürerdik insanlar huzurlu mutlu olsun diye. Sadece Türkler için de değil herkes için.

 

Elimi cebime yerleştirip kaldırımda orta uzunlukta adımlar atıyor güneş gözlüğümün karaltısından etrafı seyrediyordum. 20 numara yazan kapının önünde durdum ve gözlüğümü çıkarıp cebime yerleştirdim.

 

Bir iş adamına benziyordum tam yarım saat öncesine kadar gönrünüşüm dağdaki teröristten farksızdı. Lacivert takımımın yakasını düzeltip kapıyı çaldım usul usul. Açılmadı, yeniden tıkladım. Biraz beklediğimde içeriden kim olduğum soruldu.

 

"Joseph Cook," dedim, söyledim isim onları heyecanlandırmış olacak ki kapılar ardına kadar açıldı ve içeriye buyur edildim.

 

"Bay Joseph, buyurun şöyle. Bir şeyler alır mıydınız?" Almazdım, onların elinden hiçbir şey içmezdim. Buraya DNA'mı bırakacak kadar da aptal değildim.

 

"Teşekkürler, kalsın."

 

Soğuk tavrım karşımdakinin heyecanını söndürmedi, gidip içerideki Berzan'a haber verdiğinde ardıma yaslanıp onu bekledim. Onların gözünde koskoca Joseph Cook'tum, bölgedeki silah ticaretinin kilit ismi onu bulup evine kadar konuşmak için gelmişti, ona büyük bir lütuftu bu.

 

Lütfun en büyüğünü götüne o silahları soktuğumda görecekti. Benim kardeşlerimi alan bu herif ölmeyi hak ediyordu ama ondan almam gereken bir sürü bilgi vardı, ondan alacağım bilgilerle bir kişi bile nefes alabilecekse yaşaması lazımdı, en azından şimdilik.

 

"Bay Joseph, bu ne sürpriz."

 

Beni çok çabuk kabullenmişlerdi çünkü bulunduğu yeri normal birinin öğrenmesi imkansızdı ancak o beni tanımıyordu, Ayakçı varsa o kapılar sonuna kadar açılırdı.

 

"Sizi görmek ne kadar güzel," dedim çarpılmaya ramak kala, yalandan insan ölseydi ben sonsuz kez ölmüştüm. "Sizinle konuşmam gerekiyordu ve hatırı sayılır dostlarımın sayesinde burayı buldum." Aylarca iz takibi yapıp sonunda burayı tespit ettim ve emin olmak için içeriye girdim aynen böyle.

 

"Bana bir yerlerden tanıdık geliyorsunuz Bay Joseph."

 

Arkadaki teröristten gelmişti bu ses, 7 sene önce Tendürek'te mağarada rastladığım biriydi, unutmamıştım onu da aynı diğerleri gibi. Ben zaten kolay kolay unutan biri olsaydım burada olamazdım. Önemli olan onun beni çıkartamamasıydı. Sakalsız ve bu halde beni tanıyabilmesi zordu ama imkansız değildi, buraya geldiğimde riskli olacağını bilip her tedbiri almıştım. Bana bir şey olursa onlar da zarar görürdü, onlara kendimi açık hedef haline getirmemiştim.

 

"Belki bir sevkiyat anında karşılaşmışızdır," dediğimde biraz daha dikkatli baktı yüzüme, beni sakallarımla hayal ettiğinden emindim şimdi.

 

"Berzan, bu adamın Joseph olduğuna emin olman gerekiyor. Ben bu adamı daha önce bir yerlerde gördüm ve o adam eminim ki böyle giyinen biri değildi." Üzerimdeki takımı gösterdiğinde gülümsedim.

 

"İnsanlar benzerler, beni asılsız ithamlarla suçlamayınız." Anadilim gibi konuştuğum İngilizcemle söylemiştim her sözümü ama bana değil kendi adamına güvenmeyi tercih etti.

 

"Kusura bakmayın Bay Joseph, rutin kontrolü yapmamız gerekiyor."

 

Üzerimi arayacaklardı bu da demekti ki benim elimi kolumu bağlayıp konuşturmaya çalışacaklardı. Berzan adamına inanmış bir anda gözündeki imajın yerle bir olmuştu.

 

Terörist yanıma doğru yaklaştığında ayağa kalktım ve gömleğimin düğmelerini açıp içime hapsettiğim bombalı düzeneği gösterdim.

 

"Eğer ateş ederseniz patlar, eğer kaçmaya kalkarsanız patlar, eğer bana bir şey olursa yine patlar." Şimdi onları buraya hapsetmiştim işte, cebimden çıkardığım kumandayı havaya kaldırıp salladım.

 

"Yolun sonuna geldin Berzan, buradan sana çıkış yok. Ya elin kolun bağlı çıkacaksın ya da cesedin çıkacak."

 

️♟️

 

Şebnem gitti, Volkan bitti. Bazı hikayeler böyle bitmelidir, Şebnem gitmek zorundaydı ve böyle eminim ki daha mutlu olacaklar.

 

Gözüm Volkan'ın da şöyle ağladığını gördü ya daha ne diyeyim...

 

Hakan ve Miray peki? İtalya'ya gitmiyor bebeğim zaten ne yapacak orada İmoco istemiştir kesin bunu, bende oraya kız verecek göz var mı? Milano da olmaz, belalı takım Novara da. Miray Demir Sancaklı öyle de kalacak. (Vakıf transferini düşünebilirim neyse öhöm.)

 

Onlar da ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

 

Azra ve Mete anne babalığı tadıyor ama bebeklerim bir sonraki bölümü bekleyin. Biraz üzeceğim sizi.

🍁

 

Bu arada yeni kurgum MEVZU BİRAZ DERİN'e şans verirseniz çok mutlu olurum. Konusunu da şuracığa bırakıp öpüyorum sizleri.

🍁

 

Bir şirket casusunun intikam hikayesi... Derin, yıllar önce en yakın arkadaşı ve sevdiği adam tarafından ihanete uğramış bir kadındır. Bu ihanetin sonucu hapse girer ve orada yolları Ayanlarla kesişir.

 

Yıllarca intikam için kendini yetiştiren Derin, sonunda intikamını almak için fırsat bulur. Ayanların emriyle o ikisinin sahibi olduğu Karatay Holding'e girip şirket casusluğu yapması için görevlendirilir.

 

Bunları yapabilmek için holdingte hissedar olan İtalyan mühendis Andrea'nın yanında çalışmaya başlar ve amacı onu avuçlarının içine alıp hem görevini tamamlamak hem de intikamını almaktır.

🍁

 

Uçlarında felaketi taşıdığım parmaklarım ya bana ya da o yabancıya cehennem olacaktı. İntikamla bana verilen emirler arasında sıkışıp kalmıştım.

 

Geçmişimin lanetli ellerinden kurtulmak için bilmediğim ellere sıkı sıkı sarılmıştım. Nefes alışımı bile onlara borçluyken bana ne söylendiyse gözümü kırpmadan yapmam gerekiyordu. Emirleri bazen bir kuytu köşede bazen de hiç tanımadığım birinin yatağında biterdi. Bu defa başkaydı, bu defa intikamımın dibinde bitmişti.

 

Tek doğrum intikamımdan vazgeçmeyecek olmamdı, bana ne söyledikleri önemli değildi. Benim için iki kelime her şeyden vazgeçmem için yeterliydi:

 

İntikam ve görev...

 

Duygular mı? Onlar ancak intikamıma esir olabilirdi.

🍁

 

Son 2 bölüm, vedamız az kaldı. Buralara kadar okuduysanız beni takip ederek daha çok kişiye ulaşmamı sağlayabilirsiniz.

 

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

 

rubamsalepe

 

 

Whatsapp kanalıma da instagram profilime sabitlediğim linkten ulaşabilirsiniz canlarım❤️

Loading...
0%