Yeni Üyelik
97.
Bölüm

49. "Uçurum Kenarı"

@rubamsalepe

♟️Azra Demir Akıncı♟️

Aylar sonra karargaha adımımı atıp o havayı solumuştum. Askerler bahçede eğitim görüyorken söylediği marşlar kulağıma çarpıp duruyordu, onlara eşlik etmemek için kendimi zor tutuyordum. Ben yeşilleri çok özlemiştim. Burası bambaşka bir dünyaydı ve ben üzerimdeki kamuflajlar ve başımdaki bereyle bu dünyaya aittim.

"Seni bu kamuflajlarla sevdim ben, çok güzelsin bir tanem." Çok sevgili âşık olduğum komutanım kulağıma eğilerek söylemişti bu sözleri, beni iki sözle tavlayabileceğini düşünüyorsa çok doğru düşünüyordu.

"Biliyorum sevgilim, gözünde ne kadar güzel olduğumu çok iyi biliyorum." Başımı ona çevirip yüzüme yerleştirdiğim tebessümü genişlettim. "Sen de böyle çok çekicisin biliyor musun?" Beni çılgına çeviriyordu, hep onunla daha fazlasını daha ilerisini hayal ediyordum.

"Evet, ben zaten çekici bir adamım."

"Rütbeli olduğunuz kadar egoistsiniz de komutanım." Onu tenhaya çekip öpmemeliyim. Burası olmazdı, hiç doğru bir yer değildi..

"Karıma saklıyorum tüm cazibemi, bana yürümezsen sevinirim, astsubayım." Bende deli gibi öpme isteği uyandırsa da hiç yeri değidi, hayır.

Yol ayrımına gelmiştik, sağ tarafta personel işleri sol tarafta da harekat merkezi vardı. Reşat Yarbay'ın yüksek tonda etrafa emirler yağdırıyordu, bir şeyler olduğu belliydi. Bizi görünce ciddi bir tavırla yanımıza kadar geldi.

"Mete, derhal timini topla, büyük görevin vakti geldi."

Bu aklımdaki şey miydi? Düşünüp durdum ama bir sonuca tek başıma varamazdım, Mete yanımdan ayrılırken peşine takılıp onunla gittim. Personel dairesinden izin alıp 3 yıllık ücretsiz izne ayrılacaktım ancak yönümü değiştirmem işleri farklı tarafa götürecekti.

"Sen nereye?"

"Şu an izinli değilim görevdeyim komutanım."

"Git izin al." Akıncı Yüzbaşı konuşuyordu, kocam olan an itibariyle evde kalmıştı.

"Çok geç."

Onun önüne geçip harekat merkezine gittim, Mete de biraz sonra timi toparlayıp yanıma geldi. Şimdi tim tam kadro buradaydı. Reşat Yarbay elinde birkaç dosyayla içeri girip time uzattı onları. Gergindi, o gerilince biz de gerilmiştik.

"Büyük balık oltaya geldi. Berzan'ın yerini tespit ettik."

Kanım çekildi, onun adını duymak bile beni boğuyordu. Yumruğumu sıkıp derin derin nefes almaya başladım, soluklarım kocamın dikkatini çekmiş olacak ki yumruğumu tutup beni gevşetmeye çalıştı. Gevşeyebileceğimi sanmıyordum, hiç iyi değildim.

"Murat Türker tespiti yapıp temas sağlamış ancak işler aksamış, bombayla tehdit etmiş onu ve o sırada ev taranınca Berzan arka kapıdan kaçmış o da peşine düşmüş. Ayakçı'ya destek gelince onu dağda kıstırmışlar. Tam bir saate hazır olup gidiyoruz, bugün o herifi bana getireceksiniz, bugün intikamımızı alacağız aslanlarım. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı!" Tek bir ağızdan yükselen sesler yarbayı gülümsetti. "Gidip hazırlanın."

Yapamazdım, bu kadar büyük yeminler etmişken öylece izin alıp eve dönemezdim.

"Ben de geliyorum," dedim başını sonunu düşünmeden.

"Azra izin alacaktın, olmaz."

"Ben de geleceğim, Mete."

Bu defa ona karşı gelecektim, onun her dediğini bu defa yapmayacaktım, bu defa komutanıma karşı çıkacaktım.

"Akıncı, tartışmayacağız. Personel daireye git. Bu bir emirdir." Tim bizi yalnız bıraktı çünkü tartışma büyüyeceğe benziyordu.

"Mete bana ihtiyacınız var biliyorsun. Bensiz olmaz, yeminim var o herifi geberteceğim." Ellerini yanaklarıma yerleştirip gözlerime baktı onu dinlemem için.

"Bebeklerin sana ihtiyacı var. Onlar sensiz yapamazlar."

Biliyordum, bebeklerin annelerine ihtiyacı olurdu bir başkasına değil. Hiçbiri anne yerini tutmazdı bunu da biliyordum ama vatan üç aylık iki bebekten daha önemliydi, içim yansa da bunu biliyordum.

"Onlara annemler bakar, vatan beklemez. Ülkemin de bana ihtiyacı var." Benim yeteneğime ihtiyaç vardı, Berzan'a karşı yapacağım manipülasyona, akıl oyunlarına ihtiyacı vardı.

"Azra aç kalacaklar, daha üç aylıklar süt içiyorlar. Mama onların gelişimi için iyi mi sence, onların senin sütüne ve sana ihtiyacı var. Ben yokum başlarında bari sen ol."

Onları bırakıp buraya gelmek bile benim için işkenceden farksızdı ama onları belirsiz bir süre için yalnız bırakmak zorunda kalacaktım. Ek gıdaya başlayacak yaşta değillerdi, su bile içemiyorlardı sadece sütle besleniyorlar sütümün yetmediği yerde mana desteği alıyorlardı. Benim bebeklerim şimdi bensiz aç kalacaklardı. Asla onları bırakmazdım bu halde ama vatan...

"Yapamam, gelmek zorundayım. Berzan'ın aklıyla oynayabileceğimi biliyorsun."

Bebeklerim aç kalabilirdi, büyümenin en önemli anında sütten kesileceklerdi, ne kadar süreliğine olacağı bile bilinmiyordum. Döndüğümde emmeye devam etmeyebilirlerdi, bunun pişmanlığını ömür boyu yaşardım ben.

İki günlüğüne gitmekle bir aylığına gitmek çok başkaydı, ne kadar sürerdi bilmiyordum ama bildiğim şey bebeklerimin bir süre mamayla idare etmeleri gerektiğiydi.

"Ya sana bir şey olursa? Birimizin hayatta kalması gerekiyor."

"Orhan düşündü mü Mete? Orhan çocuğu olacağını bile bilmiyordu gittiğinde. O gitmişken bana bunu mu söylüyorsun sen? Ben öleceksem burada da ölürüm, kaderimde varsa şu an bir şekilde yine ölürüm ben! Senin emirlerine bu defa uymayacağım. Ben de geliyorum." Başını benimkine yaklaştırdı, konuşmasına böyle devam etti.

"Lütfen dinle beni, sana bir şey olursa üçümüz de dayanamayız." Siyah zülüflerimi okşadı. "Ve bebeklerimiz aç kalacak." Son cümle canımı çok yaktı, gözlerim doldu ama başımı iki yana salladım.

"Hayır, geliyorum. Vedalaşacağım onlarla şimdi."

Vedalaşmak 3 aylık bebeklerle olmamalıydı, ben sütten kesmediğim bebeklerimi bırakıp gitmek zorundaydım. Yerimi çok keskin nişancı doldurabilirdi ama kimse o herifin aklıyla benim oynadığım gibi oynayamazdı.

Mete çok dil dökse de beni ikna edemedi, bir saatimiz vardı her şeyi ayarlamak için. Hemen operasyon kıyafetlerini giydik ve arabaya atlayıp eve gittik. Tüfekleri ve çantaları diğerlerine bırakmıştık, tüm ihtiyaçları onlar hazırlıyordu. Döndüğümüzde sadece helikoptere binecektik.

"Söz veriyorum onun fişini çekelim bebeklerin başından ayrılmayacağım, dediğim gibi izne çıkacağım."

"Helikopterin pervanesine bile oturup peşimden geleceğini biliyorum o yüzden daha fazla ısrar edemiyorum ama istemiyorum gelmeni bil bunu."

Kapıyı açıp içeri girdiklerinde annemler süt kuzularımı kucaklarına almış sohbet ediyorlardı. Yatar pozisyondaki bebeklerim hallerinden çok memnun görünüyordu, ayakları elleri sürekli hareket halindeydi ve ara ara sesler çıkartıyorlardı.

Onlar için gitmek zorundaydım çünkü biliyordum ki ya Mete'yle ben Berzan'ı öldürecektik ya da o bizi öldürecekti. Bebeklerim öksüz yetim kalmasın diye onları şimdi bana en ihtiyaçları olduğu anda bırakmak zorundaydım.

"Oğlum, kızım? Ne işiniz var bu saatte bu halde?" Sivil gelirdik eve ama bu bambaşka bir zorunluluktu, kamuflajlarlaydık şimdi.

"Biz göreve gidiyoruz ve ne zaman döneceğimiz belli değil."

Anneler bir çok laf söylediler ama benim kulağımdan hiçbiri geçmedi. Bebeklerimin karnı toktu onlar için sağabildiğim kadar süt sağdım. Bunlar çok uzun idare etmezdi, bu kadar geliyordu sütüm, daha fazlası yoktu, keşke olsaydı ama yoktu işte. Operasyon uzarsa biriken sütümün bana nasıl acı vereceğini de biliyordum ama umurumda değildi.

Anneme baktım, kızgın bakıyordu beni anlamıyordu, kaynanam da öyleydi ama yanlış anlaşılmaktan çekinip sesini çıkartmamıştı. Oğullarıma iyi bakacaklarından emindim, eğer ki sütten kesilmiş olsalardı da çok düşünmezdim. Şimdi kahroluyordum ben.

Göktürk Bora'mı aldım kucağıma, minicik bedenine sardım kollarımı dolu gözlerimle. Boğazımda kocaman yumru oluşmuştu, sayısız acı yaşamıştım da evlatlarımdan ayrı düşmek bambaşka bir acıymış.

"Anneciğim, bebeğim."

Başının arkasına elimi koyup kokusunu içine çektim, yanaklarım ıslanırken Mete'ye baktım o da Orhan'la vedalaşıyordu. Bebeklerim çok güzellerdi, dünyada en güzel şeylerdi o ikisi.

"Seni çok seviyorum, söz veriyorum döneceğim bebeğim." Ayağındaki çorabı çekip aldım ve cebime koydum onun hasretine dayanabilmek için. "Özür dilerim, sizi mamalara bıraktığım aç bırakacağım için. Çok özür dilerim anneciğim."

Bunu söylediğimde ikisi de yamacımdaydı, bebeklerim dudaklarını büzüp dinliyorlardı beni anlıyormuş gibi. Muhtemelen sesimin tonuna bu tepkiyi veriyorlardı.

"Vatan sizden de benden de önemli, sizden de benden de..."

Üç aylık bebeklerimi bırakıp savaşmaya gidecek kadar önemliydi vatan. Geri dönüp dönmeyeceğimin garantisi yokken gidebilmekti.

"Özür dilerim Göktürk'üm özür dilerim bebeğim." Mete'ye uzatıp Orhan Çağrı'mı aldım kollarımın arasına.

"Seni çok seviyorum Orhan'ım, özür dilerim sizden gideceğim için. Minik ellerinizi tutmadan, sizi görüp koklamadan sizi emzirmeden nasıl duracağım bilmiyorum ama anneciğim vatan sağ olsun, her şey onun için."

Kokusunu ciğerlerime doldurup sarıldım bebeklerime, bol bol öpücük doldurdum yüzlerine. Orhan'ın da çorabını alıp cebime attım.

Bana öl deseler gözümü bile kırpmaz ölüme yürürdüm de iki küçük bebeğim vardı artık, ben onları bırakıyordum. Nefes alamamak gibi bir şeydi onlar olmadan yaşamım.

"Onlara iyi bakın olur mu? Ben döneceğim, mutlaka döneceğim onlar için."

Bebeklerim bu defa ağlamaya başladılar, ben daha çok ağladım. Gitmemi istemiyorlardı. Mete dik durmaya çalıştı bir sürü şey söylediyse de yine işitmedim hiçbirini. Koluma koyduğu elinden destek almaya çalışarak doğruldum ve gitmeden önce son kez kokularını çektim içime.

"Özür dilerim bebeğim, çok özür dilerim. Anne size emanetler, aç kalacakları için gözüm arkada kalsa da siz varsınız diye içim rahat."

"Kızım Allah'a emanet olun," dedi kaynanam, annem de ona ekleme yaptı. "Annem dikkat edin kendinize." İkisine de sarıldım ve ardıma bir kere daha bakmadan dışarıya çıktım.

Bebeklerimden ağlaya ağlaya ayrıldım, çığlıkları dışarıya geliyordu. Mete sakin duruyordu her zamanki gibi, yine dünyanın yükünü üstlenmiş çareyi susarak bana destek olmakta bulmuştu.

Ben üç aylık ikiz bebeklerimi vatan için geride bırakmıştım. Hayatımda yaşadığım en zor, en kötü ayrılıktı bu.

"Çok geç değil bak dönebilirsin o helikoptere binmediğin sürece." Çabasını görebiliyordum ama bu savaşı vermek zorundaydık ve bu son olacaktı.

"Gideceğim Mete, başkalarının bebekleri ölmesin diye gitmek zorundayım sen de biliyorsun. Allah seni kahretsin Berzan benim bebeklerim kaç gün mamayla beslenmek zorunda kalacaklar? Özlerler ki beni onlar. Göktürk'ümün gözleri arar beni, Orhan'ım saçımı tutup çekmek ister."

Cebimdeki çorapları çıkartıp kokladım uzun uzun. Tüm kokuları silmişti ve ben iki bebeğimi de kokularından ayırt edebiliyordum. Ben onları kokularından tanırdım.

Mete'nin gözleri doldu, sertçe yutkunup biraz daha gaza bastı. Bana ne derse desin etki edemeyeceğini biliyordu, beni yalnız bırakması gerektiğini çok iyi biliyordu o an.

"Özür dilerim bebeklerim, sizi bıraktığım için çok özür dilerim."

İçim yanıyordu ve bile isteye ben yapıyordum bu işkenceyi ailemize. Kocam daha fazla duramadı, arabayı park ettiğinde inmedi araçtan ve bedenimi sıkı sıkıya sardı. Gözyaşlarıma eşlik etti, susup ağlayarak sardık birbirimizi. Kollarında teselli buluyordum, o varken her kötü şey daha katlanılır hâle geliyordu.

Cebinden çıkardığı fotoğrafı bana doğru uzattı, benim üç erkek uyurken çektiğim fotoğraftı bu. Mete'ye de yollamıştım o da onları çıkartmıştı, aynı fotoğrafın ben versiyonunu da o çekmişti bir gün, onu da kendi cebine yerleştirdi.

Ben bebeklerimin iki çorabı almıştım, diğer çorapları da Mete almıştı. Anne baba olarak evlat hasretimizi bir süre böyle bastıracaktık. Çok uzun sürmemesini ummaktan ve dua etmekten başka çaremiz yoktu.

O herifi hemen öldürmemiz gerekiyordu.

"Süremiz dolmak üzere. Hemen gidelim ve bitirelim bu işi Demir Leydi'm, bu bizim son vazgeçişimiz olsun."

"Son olsun Mete, bu son ayrılığımız olsun."

Gözyaşlarımı silip indim arabadan, kızarmış gözlerle hemen hangara geçtik, kimse sorgulamıyordu bizi, aksine her biri doğal davranıyorlardı. Böylelikle kendimizi rahatsız hissetmeyecektik.

Hücum yeleği ve silahlarınızı aldık üzerimize. Her şey hazırdı ama son bir kontrol yaptık. Ben aylar sonra silah olan Bora'mı elime alıyordum, gerçek Bora evde kalmıştı şimdiyse silahıma sıkı sıkıya sarılacaktım.

"Sancak Timi hazır ola geç!"

Hazır ola geçen tim hangarın önünde bir nizama geçip sıralandı. Nüfusunuz çok azalmıştı, koca timde bir avuç adam kalmıştık. Mete, Fatih abi, Hakan Üsteğmen, Fırat abi, Enes ve ben haricinde kimse yoktu yanımızda.

"Gölge Timi hazır ola geç!"

Volkan Üsteğmen de timini hizaya sokup hazır ola geçti, emirleri bekliyorlardı bu ortak görev için. Hepimizin aklında başka şeyler vardı ama herkes bir olup bu göreve odaklanabiliyorlardı. Neden mi, vatan içindi hepsi.

"Gölge ve Sancak, helikopter bin!"

Herkes yerini almıştı ama gözler boşluklardaki isimleri arıyordu. Enes Göktürk'ü, ben Orhan'ı Volkan Üsteğmen de Şebnem'i arıyorduk. Fırat abimin gözleri de eski askeri Elvan'ı arıyordu, oturup yaslandığı köşeden anlamıştım bunu. Elvan yarasından dolayı geri göreve verilmiş daha da dönememişti timine ama mutlu ve sağlıklı olması bize yetiyordu, onu görmesek de iyi olduğunu bilmek bize yetiyordu.

"Lan sen ne sırıtıyorsun?" dedi Fatih abi Hakan Üsteğmen'e bakarak. Hakan Üsteğmen sırıttığının farkında bile değildi, mutluydu ve gülümsememesi için hiçbir sebebi yoktu.

"Âşığım komutanım, sevdiğim kadın gitmedi benimle kaldı o yüzden mutluyum."

Pot kırdığını düşünüp Volkan Üsteğmen'e döndü, adamın yüzü buz gibiydi. Ara ara başımı kaldırıp baktığımda tespit etmiştim bunları, aklımdan geçen tek şey iki küçük bedenin minicik elleriydi.

"Sana ne oldu lan?"

"Benim de sevdiğim kadın gitti bir daha dönmemek üzere."

"Vay anasını bu kadar olayı nasıl kaçırdım ben. Başka olay var mı bilmediğim, Enes evlenmedin değil mi benden habersiz?" Bunu genelde Göktürk söylerdi, onu hatırladığından olmalı ki burukça gülümsedi.

"Yok abi Zeyno'm hâlâ hazır hissetmiyor kendini."

"Sana ne oldu başçavuşum?"

"Yoruldum biraz, yaşlanıyorum galiba. Azra benimle rakı arkadaşlığını bıraktığından beri çok değiştim çok."

Kafamı dağıtmak istedi, Fatih abi de destek çıkmıştı minik çoraplara sabit bir şekilde bakan benim için.

"Aaa yengem içiyor muymuş?"

"Az mekan dağıtmadık, söylediğimi bilmesin ama gidip Mete Yüzbaşı için ağlar dururdu. Canım kardeşim çok âşıktı." Mete onlara bakıp gülümsedi çabaları için.

"Ben ağlayamadım çünkü evde iki sensörüm vardı." Enes ve Göktürk'ü kastediyordu. "Ama ben de çok âşıktım, şu kara gözlere âşık olmamak mümkün değildi."

"Abime bak be, aşkı görüyor musunuz? Şşt Gölge Timi siz de görüyor musunuz? Bu adamın dibi dibi."

Ortamı iyice ısıttı Fatih abi. Benim bile dikkatimi çekmişti, gözyaşlarımı silip başımı ona çevirince minnet dolu bakışlar attı Mete kardeşine.

"Bana da bir kız bulursun artık değil mi yengeciğim?"

Ciddi anlamda söylemiyordu bunu çünkü askeri istihbaratçıydı ve evlenmek onu aylar belki de yıllarca sevdiğini görmemesi yol gözletmesi demekti. O yüzden hiç girmiyordu o işlere.

"Sana bir buçuk metrelik bir kız bulacağım aranızda uçurum olsun abi." Bir iç çekip çorapları cebine yerleştirdi. "Ama elti istediğimi sanmıyorum."

"Ben tek tabanca mutluyum zaten, ilişki yok dert yok mis gibi hayat yemin ediyorum."

"Ben de mutluyum valla ne yalan söyleyeyim aşk orucuna başladığımdan beri daha mutluyum ben. Mesele doğru kadını bulabilmekte belki de."

"Doğru kadın..." diye mırıldandı Volkan Üsteğmen, bazen de tüm doğrular yanlışa çıkıyordu. "Demek ki biz baştan sona yanlışmışız."

Mete ve Fatih abi yeniden göz göze geldi, bakışlarının bizi toparlamak için olduğu çok belliydi. Gölge Timi kendi arasında sakinliğini ve akıl sağlığını korurken olan Sancak Timi'ne olmuştu, Volkan Üsteğmen de bizim gibi kayışı kopartınca bizi toparlamak o ikisine kalmıştı.

"Bugün son bir savaşa gireceğiz, 2 seneyi geçti o herifle karşılaşmamızın üzerinden. Bugün onu yakalayacağız, eğer son çaremiz vurmak olacaksa onu vuracağız. O herifin ya ölüsü ya da dirisi bizim olacak anlaşıldı mı?"

"Emredersiniz komutanım!"

"Hiçbirinize bir şey olmayacak, sağ salim döneceğiz o herifi alıp. Başına iş açanı uçurumdan aşağıya atarım acımam!"

Bu tatlı tehdidi hepimizi gülümsetti, Mete gerçek bir komutandı ve hakkını veriyordu her zaman. Bu ağır yükü çok güzel sırtlanıyordu.

"Bana sağlam kardeşler lazım." Adam demedi kardeşler dedi, ailesi olduklarını söylüyordu. Başını bana çevirdi ve devam etti sözlerine.

"Ve bana sen lazım. O yüzden sağlam kalın, bu bir rica değil Yüzbaşı Mete Akıncı emridir!"

"Emir Demir'i keser." Gözlerimi ondan ayırmadım, ona ben lazımsa ben de dik durmaya çabalayacaktım.

"Demir değil Akıncı astsubayım."

Boynumdaki künyeyi parmaklarımın arasına alıp çevirdim yavaşça. Aşkımızın en büyük nişanesiydi, bana Akıncı olmayı teklif ettiğinde koşa koşa ona gitmiştim. O benim olsun ben de onun olayım istemiştim. Üzerine de iki çocuğumun olması biraz planlarımın dışında olsa da çok mutluydum böyle güzel bir ailem olduğu için.

Mete bana derdi tasayı unutturmuştu birkaç sözüyle. Fatih ve Fırat abimin de çabası büyüktü. Aile olmak böyle bir şey değil miydi zaten? Sevginin büyüğü inceliklerde değil miydi? Beni daha doğrusu bizi düştüğümüz yerden kaldırmak için çaba göstermişlerdi, bize de başarmak kalmıştı.

"İyi ki varsınız," dedim yüzüme minnet ifadesini yerleştirerek. "Siz olmasanız her şey çok zor olurdu."

"Abim," diyerek boştaki elimi kavradı Fırat abi. "Ölümden başka her şeyin çaresi vardır bunu asla unutma. Biz bir aileyiz hem, insan ailesini sarıp sarmalar."

En zor zamanlarımda Fırat abimin desteğiyle ayakta durmuşken yine o el uzatmıştı bana. Ben tek çocuktum ama benim bir sürü kardeşim ve kocaman bir ailem vardı.

"Bugün her ne derdiniz varsa arkada bırakıp sadece göreve odaklanıyorsunuz. Siz şu andan itibaren sadece askersiniz. Bir sevgili, bir anne, bir evlat değilsiniz. Ona göre davranın." Ellerini birbirine bağlayıp ardına yaslandı. "Toros'uma da veda edemedim zaten. Kaldı orada kırmızı kırmızı, bana çipil çipil bakıyordu da başını okşayamadım."

Dudaklarımdan kahkaha fırladı ve ben kendimi tutmadım. Bana olan derin aşkını bilmesem gidip kırmızı Toros'u kıskanabilirdim.

"Beyaz da ne yakışırdı kırmızı Toros'umuza."

"Yok öyle bir şey Azra Hanım. Toros'uma elletmem. Çok istersen..." Parmağıyla diğerlerini işaret etti. "Bunların herhangi bir şeyini kırmıza boyayabilirsin. Hatta Hakan'ın arabayı boya."

"Komutanım benim araba zaten kırmızı." Mete bir aydınlanma yaşayınca yavaşça başını salladı.

"Doğru, direkt bunu boya o zaman yanakları da al al olmuş âşık herif."

"Valla çok âşığım komutanım." Enes'e döndü üsteğmen. "Sen değil misin lan?"

"Valla ben de çok âşığım." Volkan Üsteğmen'e bakıp göz kaçırsalar da adam çaresizce omuzlarını düşürdü aşağıya.

"Ben de," demekle yetindi dönmeyeceğini bildiği aşkı için.

"En çok ben." Sesini her gün duyduğum adamın sözleriydi bunlar. "Delicesine," diye ekledi. "Sonsuza dek, tüm ruhumla."

Onu öpemeyeceğim zamanlar böyle konuşuyordu, şu an evimizde olsaydık bu konuşmamızın sonu yatak odasında biterdi. Gömleğini yırtmakla başlardım sonra... Dur Azra, yeri hiç değil kızım.

"Biz evliyiz." Parmağımı havaya kaldırıp yüzüğümü gösterdim. "En çok biz," diyerek güldüm. Hiçbiri güne sevdiğiyle uyanmak nedir, ömrü onunla geçirmek nedir bilmiyordu. Ben biliyordum, ona evet dediğim gün hayatımda aldığım en güzel karardı bu.

Helikopterden inip gözümüzü dağa açtığımızda gerçeklerle bir defa daha yüzleştim. Burası cehennem olacaktı ve birileri bugün fena yanacaktı, bizden birinin olmamasını umarak Bora'ma sarıldım. Bugün seninle çok leş bırakacağız can dostum, bugün seninle güzel bir temizlik yapacağız.

Bizi bekleyen takım elbiseli bir adam vardı, yüzü çok tanıdık olsa da kendisi çok farklıydı. Ayakçı hiç bu kadar tuhaf gelmemişti gözüme.

"Ooo kardeşim, bu ne yakışıklılık. Bizi karşılamak için takımları da çekmişsin."

"Yüzbaşım Berzan'ı elimizden kaçırdık, saha elemanlarımız onu bulmak için dağıldı ancak desteğe ihtiyacımız var."

Amına koduğumun orospu çocuğu, piç herif yine kaçmanın bir yolunu bulmuştu. Berzan bugün ya sen öleceksin ya ben, biri bugün yeri kanla sulayacak!

"İstikamet belli mi Ayakçı?"

Haritadan bir şeyler gösterdi ona, ben de Cebimdeki fotoğrafı çıkartıp bebeklerime baktım. Sağdığım sütü bitirmişler miydi? Ağlıyorlar mıydı bensiz? Onlara kocaman bir özür borçluydum ve hayatta kalırsam üç sene başlarından ayrılmayacaktım.

Mete iki timi de yanına topladı ve haritayı önümüze yaydı. "Bu bölgeyi teferruatlı aramamamız lazım beyler, doğu bölgesi Gölge, batı bölgesi Sancak Timi'ne ait." Volkan Üsteğmen'e dönüp elini geniş omuzlarından birinin üzerine yerleştirdi. "Aklın işinde olsun, unutma yapacağımız bir hata birden çok hayata mal olur."

Aklını görevine vermesini istedi ve ben o ateşi üsteğmenin gözlerinde gördüm, sonuna kadar mücadele edecekti. Yollarımız şimdilik ayrılıyordu ve zaferin bizi aynı yerde toplayacağına inandırmak istiyordum kendimi.

Gölge Timi ayrılınca Mete bize döndü, biz çok eksik kalmıştık. Önce Elvan gitmişti aramızdan sonra Orhan, Göktürk ve Şebnem. Kimsesiz kalmış gibiydi buradaki bir avuç insan.

"Dilim varmıyor ama ayrılmak zorundayız." Korkuyordu, en son timi parçaladığında ben işkence görmüştüm Orhan da paramparça olmuştu. "Orhan'a olanların olmasını istemiyorum ama timimi üçe ayırmaktan başka çarem yok. Böylelikle daha geniş bölgeyi tarayabiliriz." Bu defa ölen biz değil onlar olacak Mete'm; bu defe canı yanan onlar olacak, sevgilim.

"Enes ve Fatih siz birliktesiniz, Hakan ve Fırat siz de berabersiniz." Biz ikimizdik belli ki, başını Ayakçı'ya çevirdi. "Biz de üçümüz gidiyoruz Murat." Harita üzerinden stratejisini yapıp herkese görevlerini dağıttı. En ıssız bölgeleri Fatih abime vermişti çünkü o toprakları en iyi o biliyordu. En dik yamaçlar da Fırat abimle bizim aramızda bölüştürülmüştü, ikimizin elinde de Bora-12 vardı ve attığımızı vuracaktık.

"Vurulanı vururum, öleni de helikopterden aşağıya atarım ona göre. Sağ kalacaksınız ağzınıza sıçtırtmayın." Enes'e çevirdi başını, Fatih'e güveni pek yoktu. "Şuna sahip çık Rambo'luk yapmaya kalkmasın. Size güveniyorum Sancak Timi, kendinize güvenin, göğsünüzde taşıdığınız şanlı Türk bayrağına inanın. Zafer bizim olacak, bu defa o herif değil biz güleceğiz."

"Emredersiniz."

"Allah'a emanet olun."

Yanıma gelip ellerimi tuttu Murat'ı aldırmadan. Komutanım değil kocam vardı şimdi burada ama biliyordum ki yapacağı konuşmada her ikisi de olacaktı.

"Sakin kalacaksın, ellerin asla titremez biliyorum ama olağanüstü bir şeyler olursa profesyonelliğini kaybetmeyeceksin tamam mı? Bu bir emirdir."

Yana doğru uzayan örgülü saçımı parmaklarının arasında çevirip öptü, sonra bunu yaparken epey zorlansa da miğferimden açıkta kalan alnıma bir öpücük bıraktı.

"Kaybetmeyeceğim."

"Seni çok seviyorum, sizi."

Cebimdeki çorapları çıkartıp burunlarımızın arasına yerleştirdi. İkimizin de ciğerlerini dolduran o koku bize güç olarak dönecekti. Şimdi ağlamak yoktu, şimdi inatla savaşmak ve son damlasına kadar mücadeleyi sürdürmek vardı.

"Sizi seviyorum. Mete ben sana çok âşığım. Bana bir şey olursa..."

"Olmayacak."

"Ama..."

"Olmayacak dedim, izin vermem."

Sözünün üzerine bir şey diyemedim, ellerime öpücükler bırakıp ayrıldı benden ve yürümeye başladı. Anlattığı üzere ileride bulunan nehir istikametinde ilerlememiz lazımdı. Oraya hakimdi karşıdaki tepe ve oradan daha ilerisini inceleyip müdahale edebilirdik. En azından 1000 metre nokta hedefi olan Bora'm anında yere sererdi hedefini.

Buralar hep böyleydi, dağı tepesi boldu, ovası olan yerlerde çok işimiz yoktu biz genelde dağ bayırda takılıyorduk. Takılıyorduk diyorum çünkü artık görevler benim için fazlasıyla normalleşnişti. Bir terörist öldürmek bir bardak çay içmekle eş değerdi.

Çay, şimdi evde bebekleri sallarken demli bir tane içmek vardı kocamla. Sonra bunu dile getirmeye karar verip ona da söyledim.

"Komutanım. Çay olsaydı da içseydik şimdi ne de güzel olurdu."

"Bir bardak olsa ne güzel olurdu değil mi astsubayım? Üf şimdi nasıl giderdi dağ havasına karşı."

Yıllar önce Ayakçıyı kurtarmak için esir düştüklerinde elleri kolları bağlıyken Azra'nın söylediği sözlerdi bunlar. Mete şimdi kendi sözleriymiş gibi söyleyince Azra gülmeye başladı, keyfi yerine gelmişti.

"Kaçak olmasın ama."

"Güzel günlerdi, sensizliğe rağmen güzeldi. Hiç olmazsa sevdiklerimiz hayattaydı."

"Daha güzellerini yaşayacağız, onların yokluğuna rağmen yapacağız bunu. Çok yara aldık biraz da bizim yüzümüz gülsün be. Hem daha seni, sizi memlekete götürmedim. Orhan Çağrı'mla Göktürk Bora'm memleketlerini görsünler o toprağa ayak basıp kendilerini bulsunlar istiyorum."

Güzel hayallerdi bunlar ve hayatta kalırsak hepsini tek tek yapacağımızdan emindim.

"Yüzbaşım," dedi Murat, bir şey dikkatini çekmiş olmalıydı. "Lastik izleri var ama iki tane." Demek ki Berzan'a desteğe gelmişlerdi ve bu taze izlerden biri bizi ona götürecekti.

"Yine mi ulan, orospu çocukları bizi bölmeye güçsüzleştirmeye çalışıyor ve oltaya gelmekten başka çaremiz yok." Derin derin nefes aldı yüzbaşım, kafasında tarttı eleyip dokudu ama o konuşmadan Murat atıldı.

"Ben tek giderim, ben hep tek takılırım Mete Yüzbaşı'm bırak yine işimi bildiğim gibi yapayım."

Mete onu onayladığında kucaklaştılar, bana uzattığı elini sıkıp kucakladım. Öyle kırk yabancıymış gibi davranamazdım. Beraber az göreve çıkmamıştık, devrem sayılırdı.

"Yine baş başa kaldık, balayına gidememiştik ne dersin güzel mi buralar? Birazdan nehir manzarası da olacak mis gibi."

"Beraber yüzeriz belki, sen beni hiç suda görmedin Ankara'da deniz yok malum."

"Bursa'da olsa da merkeze çok uzak, derede yüzerdik biz." Başını bana çevirdi dudağının bir kenarını yana kıvırarak. "Hem seni ben hiç bikiniyle görmedim, mayoyla da." Sanki beni hiç çıplak görmemiş gibi konuşuyordu, bedenimin her bir zerresini ezbere biliyorken iki parça kıyafet için nazını çekiyordum. Giysem kıskanır bir sürü de laf ederdi.

"Benzerlerini ve onların hiçbiri olmazken ki hallerimi iyi bildiğini düşünüyorum komutanım, yanıldığımı sanmıyorum. Sonuçta iki çocuğumuz var ve onları leylekler getirmedi, biz yaptık."

Her şeyi bırakıp çocuklarımızın yanına gitsek onları sevip uyuttuktan sonra da geceleri birlikte sabah etsek...

"Kendini bana çıplak hayal ettirirsen operasyonu zora sokabilirsin. Neyse ki aşırı profesyonel bir yüzbaşı olduğum için böyle bir hata yapmayacağım." Araçlardan biri uzakta gözükünce sustu Mete, el işaretiyle yere çöküp tabancama sarıldım.

"Görebiliyor musun?"

"Kısmen, bir araç var ama içi boş."

Hızlıca etrafa göz attım, altına girdiğimiz kayanın üzerine konuşlanırsam herkesi rahatlıkla görebilirdim. Çantamdan kamuflaj örtüyü çıkartıp etrafıma doladıktan sonra Bora'mı elime aldım. Tabancam bu defa olması gereken yerde, bacağımdaki kılıfının içerisindeydi.

"Çıkıyorum."

"Dikkatli ol."

"Emredersiniz komutanım."

Küçük çıkıntılara basarak kendimi aylar sonra bir kayaya tırmanıp konuşlanırken buldum. Araba boştu ancak iki terörist nöbet tutuyor gibiydi. Araç tuzaklanmış olabilirdi, bu ikisini silah kullanmadan etkisiz hale getirmemiz gerekiyordu çünkü avımızı kaçırma gibi bir niyetimiz yoktu. Geri inip komutanımın kulağına eğildim.

"İki kişi. Dikkatlerini dağıtıp buraya çekeceğim."

Uydu telefonuyla harekat merkezine haber geçtikten sonra Mete'den onay alıp yerden bulduğum taşı bizim aksi yönümüze attım, bu onların dikkatini dağıtmıştı. Oraya yaklaştıklarında sırtları bize dönüktü, koşarak aracın arkasına saklanmış ondan sonra da teröristlerin dönüp yanımıza gelmesini beklemiştik. Teröristler tepenin sırtlarına ve aşağısındaki dereyi kontrol ettikten sonra yerlerine geri döndüler.

Tüfekler kıyafetindeki kancaya asılıydı benimki de sırtımdaydı, teröristlerin arkasından dolanırken parmaklarımın arasında sadece insan kesmek için kullandığım bir kasatura vardı. Arkasından yaklaşıp boğazını kesmek onlar için sürpriz olmuşsa da bizim için en büyük arkamızdan gelen dört tane arabanın sesi olmuştu.

Gelmişti.
Ya o ya da biz ölecektik ve ben fazla sakindim tahmin ettiğimin aksine.

Araçlardan indiklerinde Mete MPT-76'sını ben de silahımı onlara doğru çevirmiştim.

"Sakin ol sevgilim, seni bırakmayacağım sakin ol," diye mırıldandı. "Sakinim, ben de seni bırakmayacağım."

"Vay vay vay, kimler gelmiş kimler. Adamınız beni bugün çok yordu o yüzden birazcık geciktim sıkılmamışsınızdır umarım." Sıkılmak derken umarım kafasına sıkmamdan bahsediyordur. Sıkılan sen olacaksın piç kurusu ama kafana!

Etrafımız sarılmıştı, kaçacak yer var mıydı sanmıyorum. Burayı kırıp aşabilir miydik, 20'ye 2 fazla iddialı olurdu. Berzan'ı öldürürsek bir şeyler olabilirdi ya da arabaya binip üzerlerine sürebilirdik. Başımı bir anlığına araca çevirdim. Anahtarı yoktu, Berzan elindeki anahtarı havaya kaldırdığında sırıtarak bize doğru yürüdü.

"Kaçış yok Eliza, bu defa benden kaçamayacaksın. O da ölecek." Bir bok yapamazdı, ölecek biri varsa o da kendisiydi.

"Bir planın var mı sevgilim?"

"Bir planı olamaz çünkü ölecek."

"Sen öleceksin."

Gülümseyip telefonunu havaya kaldırdı, yine bir telefon vardı elinde ve o yine bizim canımızı yakacaktı. Allah kahretsin bu herifi ilk gördüğüm gün gebertmeliydim.

"Kimin evi burası? Kimin çocukları var içeride?"

Kanım çekildi, Mete'ye tutunma ihtiyacı hissettim oysa bana destek olmak istemesine rağmen yapamadı çünkü hedeften ayrılırsa bir mermi yiyebilirdik.

Bebeklerim teröristlerin hedefi olmuştu, süt kokulu yavrularımın hiçbir güvenliği yoktu şu an. Gözlerim doldu ama sıktım kendimi, öyle bir sıktım ki çenem titriyordu.

"Ne istiyorsun?" dedi Mete, benden farksızdı. Ağlamamak için zor duruyordu ama liderliğinin verdiği ağırlıkla davranmak zorunda olduğunu biliyordu, iki küçük bebeğe rağmen, kendi bebeklerine rağmen.

"Ölmeni." Netti. Bir tercih mi yapacaktım? Kendi bedenimden ayrılan iki küçük bebeğe mi yoksa âşık olduğum ve o iki bebeği yaptığım adama mı kıyacaktım? Haksızlıktı bu, ben bu tercihi yapamazdım. Bana sorarsa beni öldür derdim gözümü kırpmadan. Onlar yaşamalıydı eğer biri yaşamak zorunda biri de ölmek zorundaysa.

"Sana nasıl güveneceğim, onlara zarar vermeyeceğini nereden bileceğim ben?"

"Polisi ara, nöbet tutsunlar kapısında ama onlar geldiği an sen öleceksin."

"Kabul," dedi ve böylece ilk kurşunu sıkmış oldu göğsümün orta yerine. Bunun çözümü böyle olamazdı, ondan böyle vazgeçemezdim ben.

"Mete!"

"Azra'm."

"Kabul edemezsin bunu."

Sesim titredi, gözlerimden ilk yaş firar edince karşıdaki itlerin beni öyle görüp görmemelerini umursamadım. Sırtıma onlarca kemer darbesi yerken çaresizliğime çoğu şahit olmuştu başlarındaki sikik herif başta olmak üzere.

"Sizin için ölürüm ben."

"Bizim için ölme, yaşa."

Silahlarımızdan çıkabilecek bir kurşun bile bize 20 kurşun olarak geri dönecekti. Elimizden bir şey gelmeliydi ama o gelecek şey Mete'min ve ikizlerimin yaşamasını sağlamalıydı.

Beni dinlemeden bir arama yaptı ve bir şeyler söyledi telefonda. Dediğini duysam da algılayamıyor sadece ağlayıp ona bakmakla yetiniyordum. Benim kolum kanadım kırılmıştı, bu ıssız dünyanın ortasında ölüme terk edilecekti yüreğim.

"Mete yapma."

"Sakin ol ve hayatta kal, koru kendini."

Son kelimelerde ona doğru döndü, piç kurusunun bana bir şey yapmasından endişeleniyordu. Başıma silahımı dayar çekerdim tetiği, bu defa olmazdı. Bu defa izin vermeyecektim, bana yeniden zarar veremeyecekti.

"Deme öyle deme."

Tüfeğini sırtına taktığında savunmasız kalmıştık, gerçekten öldürtecekti kendini sadece telefon bekliyordu. Ne yapacaktım şimdi, ölmesine izin mi verecektim?

Operasyondayken ilk defa beklemediğim bir şey yaptı, işiyle aşkını her zaman ayırt eden o adam gelip dudaklarıma kapandı. Benim yanaklarımı ıslatan yaşlarımı parmak uçlarıyla silmeyi de ihmal etmedi.

Mete beni görevde öpüyordu, veda öpücüğü veriyordu bana çünkü Berzan onu öldürecekti, şu saatten sonra vazgeçse bile ikimiz ölecektik.

Her şartta onunla ölmeye varım diye atıp tutuyordum ama artık işler kendimden geçmiş iki küçük bebeğe dönmüştü. Süt kuzularım vardı benim.

Nefesimin en acı kesilişiydi bu, Mete beni öptüğünde sırtıma yediğim mermi bile bu kadar acıtmamıştı canımı. Etimden et koparıyorlar, canımdan can alıyorlardı sanki ve ben biraz sonra öldürmeyi planladıkları adamla son defa öpüşüyordum.

Çok nazik değildi, tutkulu da değildi. Veda busesi böyle mi hissettiriyordu? Öptükçe devam etmek isteyen ama bir o kadar da acıtan bir şey miydi bu?

Başını alnıma yasladığında dudaklarımdan ayrılmıştı. Gökyüzü aydınlıktı ama bizim zifiri karanlığımız yüzünden her yeri bir matem havası kaplamıştı.

"Gitme, yapma," dedim çaresizce, bensiz gidecekti ama beni de öldürdüğünü bilmiyor muydu?

"Her şey güzel olacak. Ağlama kurban olduğum."

Bana bunları söylerken kendi de ağlıyordu. Bedeni hücum yeleklerimiz yüzünden benimkinden uzakta olsa da kolları benimkilerin üzerinde, dudakları da bir öpme mesafesi uzaklıktaydı.

"Ölüme gidiyorsun nesi güzel olacak? Saçmalama, bir şeyler yapalım."

"Romantik anınızı bölüyorum ama kaçış yok size," diyerek araya girdi Berzan. Gözlerine baktığımda hiçbir kıskançlık ibaresi göremedim aksine gözlerinde karanlık vardı. Mete'den sonra beni de yok edebilecek karanlık.

"Sana sormadık." Bana çevirdi başını ve alnıma dudaklarını yasladı. Ellerim onun kollarından destek almaya çalışıyordu, ayakta durabilmem mucizeydi. "Demir Leydi'm, karım benim. Seni çok seviyorum ve onları da." Çorapları cebinden çıkartıp burnuna götürünce kokladık beraber. Ağlıyordum, o da ağlıyordu. "Özür dilerim hayatta kalmaya çalışacağım." Saçlarımı kokladıktan sonra yeniden bastırdı dudaklarını benimkilere. Bu kısa öpücükle biraz daha ayrıldı benden, biraz daha uzağıma gitti. Ne kadar gidebilirdi ki? Tam göğsümün ortasındayken nereye kadar uzaklaşabilirdi benden?

Telefonu yeniden çaldığında Mete derin bir oh çekmişti, polisler gelmişti demek ki bebeklerim güvendeydi. İki kuzumu kurtarmıştım ama hayatımın aşkı için elimden bir şey gelmiyordu.

"Kenara git!" Berzan'dan net bir komuttu bu, bensiz gidemezdi. İnsan can yoldaşı olmadan gider miydi hiç?

"Gitme," dedim yumruklarımı sıkarak. Uçuruma gidip ölmesine razı mı olacaktım? Öyle bir şeye izin veremezdim. Birkaç adım ona yürüdüğümde bastığım yere mermi saplandı, bu da benim daha fazla devam edemeyeceğimin kanıtıydı. "Gitme Mete, sen benim Türkiye'msin."

"Sen de benim Tomris Hatun'umsun." Hayır ben onun kaderini yaşamak istemiyordum. Ben kocamı kaybetmeyecektim.

"Yaklaşma Azra'm, kendini koru bizimkiler geç kalabilirler."

Aptal, beni düşünüyordu sadece. Peki ya hislerim, cayır cayır yanıp kavrulan ruhum ne olacaktı? Beni onsuz bırakacaktı, ben buna dayanamazdım ki.

"Gitme Mete." Üzerine doğru koştuğumda önüme bir mermi daha yedim ama ben de kenara epey yaklaşmıştım şimdi. "Beni sensizlikle sınama."

"Buradan," dedi ve yutkundu. "Ancak böyle çıkarız." Kapadı gözlerini sıkı sıkı, bedenine yiyeceği kurşunları bekliyordu sanki kucak açmış karşısındakine sarılacakmış gibi.

"Size buradan sağ çıkış yok!"

Berzan benim de ölmemi istiyordu. Bebeklerim önce Allah'a sonra ailemize emanetti. Uçurumun kıyısında sonumuzla bir adım mesafede duruyorduk.

"Sana kimse demedi mi şehitlerin ölmeyeceğini?"

Ona sarılıp oradan çekmek için koştuğumda ardı ardına mermiler yağmış hepsi de etrafıma düşmüştü. Onun ölümünü bana izlettikten sonra benim fişimi çekecekti.

"Orospu çocuğu silahla mı yetiyor gücün? Bırak onları gel desem sende o cesaret nerede gezer?" Sırıttı dediklerime, benimle dalga geçiyordu. Benim canımdan can giderken o zevk alıyordu.

"Hayatıma sıçtınız lan siz benim, öleceksiniz." Titreyen çenemle yine kocama döndüm, kendisi için değil benim için korkuyordu.

"Seni çok sevdim."

"Mete..." Haykırdım adını, öyle bir haykırdım ki sesim yankı yaptı etrafta. "Bana açık çek vermiştin."

Anlamaz ifadeyle yüzüme baktı. O unutmuş olabilirdi ama ben unutmamıştım onunla ilgili hiçbir ayrıntıyı unutmadığım gibi.

"Beni okeye götürdüğünde seni yenmiştim ve bana bir dilek hakkı vermiştin, açık çek." Onu o zaman kullanmamıştım şimdi kullanacaktım, şimdi tam sırasıydı. "Şimdi o hakkımı kullanıyorum, ölme Mete ölme sevgilim yapma bunu bize. Ben varım, iki küçük bebeğimiz var." İki gözünden akan yaşlar başını yana çevirmesiyle yön değiştirdi. Özür dilerim der gibi bakıyordu ama dilemedi.

"Vatan sağ olsun Demir Leydi'm, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet var olsun."

İki kurşun sesi işittim, biri sevdiğimin bacağına diğeriyse göğsüne saplanmış onu uçurumdan aşağıya sürüklemişti. İki kurşun benim yiğidimi alıp götürmüştü. Bedeni nehre doğru düşerken ben o uçurumun kıyısında onun düşüşünü seyrettim. Tek dilek hakkım vardı o da işe yaramamıştı, Mete benden gitmişti.

Gittin mi Mete? Beni ve çocuklarını bırakıp gidebildin mi sahiden? Yaşlarım artarken dizlerim sıcaktan kavrulmuş sarı toprağa çökmüş ellerim de güçlükle yerden destek almıştı.

"Mete!"

Sesimin en yüksek tonunu hiç bilmezdim bugüne kadar, acının frekansıyla beraber etraftaki tepelere çarpa çarpa yayılmıştı. Çığlık çığlığa ağladığımda Orhan şehit olmuştu ve ben onda bile bu kadar bağırmamıştım. Mete'mi iki kurşun devirmiş arsızca akan sulara hapsetmişti.

Elimi göğsüme yerleştirdim, nefes alamıyordum. Yakamı çekiştirdiysem de bunun bana hiçbir faydası olmamıştı. Çok fazla titriyordum, bağırıyordum yerlere vuruyordum hatta taşa denk gelen avuç içimi kanatmıştım.

Berzan benim çaresizliğimi aynı bir dizi izlermiş gibi kenardan büyük bir zevkle seyrediyordu.

Ben ölmüştüm, o kurşunlar kocama saplansa da ölen ben olmuştum. Ellerindeki çoraplara sarılarak gitmişti. Çaresizce diğer eşlerini çıkartıp burnuma götürdüm.

"Hayır, hayır, hayır, hayır. Bir şey olmadı, olmadı, olmadı." Başımı hızla sağa sola sallıyordum, kalbimin acı ritmi arttıkça ben de onunla ölmek istiyordum.

Ne yapacaktım? Kendim için savaşmaya bile gücüm yoktu, sadece onu bulup sonsuza kadar ağlamak istiyordum. Acı dolu haykırışlarım devam ederken bir el beni kollarımın arasından tutup ayağa kaldırdı, bu kadarını yapmaya bile gücüm kalmamıştı.

"Önce seninle eğleneceğim, sonra onun yanına göndereceğim." Elini ıslak yanaklarıma değdirdiğinde kusmak istedim, kaçıp gitmek istedim.

Beni öldürmek istiyordu öldürmeden önce de intikam olarak bana sahip olmak istiyordu. Ben bir mal değildim Türk askeriydim ve dilimin ucuna gelmiyordu ama belki de bir şehit karısı.

"Sen öleceksin."

Ona zarar verebileceğim bir şeyim kalmamıştı. Bora'mla kafasına vuracak halim bile yoktu. Arkama bakıp çaresizce gülümsedim.

"Ama belki senden önce ben."

Bedenimi geriye doğru attığımda havada süzülmenin rahatlığıyla yumdum gözlerimi. Tüm acılarım bir anda dinmiş gibiydi süzülürken.

Han olan Mete önden gitmişti ve onun Demir Leydi'si de hiç düşünmeden peşinden gitmişti. O gün gök kubbe altında ikimiz de süzülüp arsız sularla buluşmuştuk ve bugün güneş son kez bizim için batacaktı.

♟️

Bir annenin bebeklerinden ayrılmak zorunda kalması... Bu veda sahnesini yazarken çok zorlandım.

Azra ve Mete...
Böyle bitti mi sahiden?
Gerçekten son muydu?

Tüm soruların cevapları final bölümünde...

♟️

 

Buraya kadar geldiyseniz bir takibi hak ediyorumdur♡

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe

 

Loading...
0%