@rubamsalepe
|
Bin kişilik bir taburun, rejim askerlerinin içindeydi Fatih. Yeri geliyor muhaliflere ve Türk askerine sıkmak zorunda kalıyordu ancak o kadar uzmandı ki işinde asla hiçbirini isabet ettirmemişti. Mete'den emir gelmişti. Ona da üslerinden bu emir iletilmişti. Şimdi yapması gereken şey bu taburu havaya uçurmaktı, önce dışarıda akan çeşmede hızlıca abdest aldı, sonra da ikindi namazını kıldı, kendisini de havaya uçurmak zorunda kalabilirdi. Eğer ki sığınacak yer ya da kaçacak vakit bulamazsa yapacağı şey şehit olmaktı. Etrafa bakındı, çoğu kişi konteylerin içindeydi Etraf sakindi, sessizce cephaneliğe gitti ve bombalar kısmına geldi. ‘Uçalım mı hep beraber?’ Sessizce güldü ve C4 tipi patlayıcıları eline alıp hepsini karargahın değişik yerlerine yerleştirmeye başladı. Hatta öyle bir ayar yapmıştı ki tek bir tuşla hepsi uçacaktı. Her şey hesapladığı gibi gidiyordu. Cebine kumandayı yerleştirdi, cebin üzerinden basacaktı düğmeye. Son anda kendisine engel olunmasını istemezdi. Son bir kez kardeşini aradı. "Mete patlatıyorum. Buradan çıkmam çok zor eğer ki buradan tek başıma çıkarsam bunu benim yaptığım anlaşılır. Hakkını helal et ve sakın arkamdan ağlama. Hadi kapıyorum uzatma lan öteki tarafta görüşürüz işte ama arayı aç hemen gelme. Hadi gülüm hadi, uçtum ben." Mete'nin sakinliği ve pratik, mantıklı karar verme olayına karşın Fatih'in bunlarla alakası yoktu. Aynı şimdi patlatacağı bomba gibiydi, atılgandı. Mantık pek ona göre değildi, görevini riske atmaması dışında her türlü tehlikeye girerdi. Asla sorun değildi onun için, ölüm de öyleydi. "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûluh." Telefonun kapanmasıyla öbür uçtaki adam kendinden geçti, kendi elleriyle kardeşini ölüme mi yollamıştı? Başka birçok çözüm bulunabilirdi, şimdi olmasa üç beş gün sonra o kadın ele geçirilebilirdi. Fatih ölse geri gelemezdi ki. "Komutanım iyi misiniz?" "Abi iyi misin?" "Komutanum?" Fırat, Mete'nin elindeki uydu telefonunu aldı ve komutanını sarstı. "İyi misiniz komutanım? Kendinize gelin, gitmemiz lazım, az kaldı. Şu tepeyi aştık mı karargahlarına geleceğiz." "Kendini patlattı lan." dedi kaşlarını çatıp. Gözlerinden yaş gelmiyordu çünkü öldüğüne ihtimal vermek dahi istemiyordu. "Gitmemiz lazım." "Azra, o manyak kendini patlattı." "Kendinize gelin. Şu amına koduğumun kırsalında kıçı kırık bir karının peşine düştük. Bulamazsak onlara sıkamadığımız kurşun bizim götümüze girecek. Şimdi hemen kendinize gelin!" Azra'nın küfürlerle bezediği bu ayar Mete'yi kendine getirmişti. Adam sertçe yutkundu, dolu ama asla akmayan gözlerini kısıp ileriye baktı. Hafif çatallaşmış sesiyle "Dikkatlice tepenin etrafından dolanacağız, emir komuta Fatih'i bulana kadar Hakan'da." Böylelikle akla yatkın olmayan bir şey yaparsa Hakan onu durduracaktı, bunu akıl edebilmişti, bu yüzden profesyoneldi işte. Üsteğmen önden ilerlemeye başladı. "Göktürk, Enes. Asla komutanı yalnız bırakmayın, siz de önden onunla beraber ilerleyin." Hakan onlara emir verdikten sonra kendi de peşlerine düştü. Azra ve Murat onların arkasında, Orhan, Fırat ve Elvan en arkadaydı. "Fatih Üsteğmen gerçekten bunu yapmış mıdır?" "Fatih'i tanırım. Ortak operasyonlara katıldık. Hiç Mete Üsteğmen'e benzemez. Mantıklı olanı değil kendine mantıklı geleni yapar. Ölüm ona mantıklı geldiyse asla kaçınmaz." Sırtındaki Keleş'i eline aldı ve o da dikkatlice etrafı kolaçan ederek ilerledi. "Komutanı toplayamayız eğer şehit olduysa. Hoş kim toparlanır ki buna?" "İstihbarat işi pek askerlik gibi değildir, istihbarat eğitiminden bilirsin sen de aslında. Askerler kurşunla şehit olur, bizse açığa çıkmakla. Siz düşmanı karşınızda görürsünüz, biz düşmanla yatıp kalkarız. Biz gece uyurken ölür, güne ölerek uyanırız." Azra bunu biliyordu, askeri istihbarat görevlerinde çok fazla bulunmuştu. "Allah yardımcınız olsun." Tim tepeyi dikkatlice aştıktan sonra karşısındaki harabeyle karşılaştı. Rejim askerleri buranın haberini alıp gelmeden onların burayı geçmeleri lazımdı. "Ebesungun nikahi. Ula benden daha eyi uçurmuş Fatih Üsteğmen burayi. Hayran kaldum. Tarifini alacağim oni görunca." Sözlerinin sonradan farkına vardı ve ağzına vurdu. "Sessiz ol Orhan. Adam zaten yaralı bir de sen tuz basma yarasına." Mete ise söylenenleri duymazlıktan geldi. Başka çaresi yoktu çünkü. Fatih yaşıyor olmalıydı, yaşamalıydı. "Beyler çevre güvenliği alın. Beş dakika buradayız. Murat, Fatih'i arayalım." Hızlı adımlarla tek parça kalan ölülere baktı. Paramparça olan cesetler de vardı ama Mete korkup onlara bakmıyordu. Ya o parçalananlardan biri Fatih ise, o zaman ne yapacaktı? Dayanamazdı buna. Murat daha çok bu tarz cesetlerle ilgileniyordu. "Hepsi ölmüş." "Fatih'i bulmamız lazım." "Komutanım gitmemiz lazım." "Hakan, onu bulmamız lazım. Anneme babama ablama ne derim ben?" Mete etraftaki o ölüm kokusunu ciğerlerine doldurdu ve yavaşça etrafına bakındı. Peşinden de bir damla göz yaşı akıttı ancak hâlâ dimdik ayaktaydı. Askerlerinin yanında yıkılmamalıydı. Belki de bir umut vardı. Komutanından izin istemeliydi. Timin bir kısmı Sarah'ın peşinden giderken bir kısmı da Fatih'i arayabilirdi. "Göktürk uydu." "Emredersiniz." deyip uydu telefonunu eline tutuşturdu ancak Mete arama yapmadan telefon çaldı. "Merhaben." Bu ses onun sesiydi. Yaşıyordu. "Lan. Lan Fatih. Yaşıyor musun sen? Neredesin?" "Sati 'iilayk ya habibi." "Habibi falan diyor bana ben şu an bildiğim dili unuttum kafam çalışmıyor. Murat bak şu telefona." Murat telefonu kulağına tuttu ve sonra Mete'ye döndü. "Sana gelecekmiş sevgilisi." "Ney?" "Sana geleceğim sevgilim diyor." "Gelsin gelsin. Onu elime bir geçireyim sikeceğim onu, şerefsiz." Derin bir nefes verdi ve telefona geri döndü. "Ben sana koordinat yollarım." "Meas selame habibi." Mete "Habibine sıçayım." diyerek telefonu kapadı ve Göktürk'e geri verdi. "Bana bakın, kılınıza bile zarar gelirse hepinizi gebertirim. Şimdi gidiyoruz, Sarah'ı alıp dönüyoruz anlaşıldı mı?" "Emredersiniz komutanım." "Bir çatışma anı olursa Orhan, Elvan, Fırat, Göktürk siz benimlesiniz. Biz daha yakın yürüyeceğiz, Hakan sen de Azra, Enes ve Murat'lasın. Uzaklaşmayın birbirinizden. Şimdi gidip şu kadını alalım." Azra dediğini yapacak olsa da hızlı adımlarla komutanının yanına vardı. "Arkada olman lazımdı Demir." dedi Mete, kız ise başını salladı sözlerine karşı. "Gideceğim, sadece bir şey söylemeye geldim. Siz dik durmazsanız biz duramayız, bu timin bel kemiğisiniz. O yüzden ne olursa olsun sarsılmayın. Bunu bana siz öğrettiniz." Komutan askerine kısa bir bakış atıp tekrar önüne döndü. Geriye gidecekken ona seslendi. "Azra." dedi bu defa, Demir demedi. "Teşekkür ederim." diyerek ekledi. Azra gülümseyerek teğmenin yanına geçerken Mete de yoluna devam etti. Sessizlik şarttı bu görevde, daha fazla konuşma olmadı, yolda istenmedik topluluklara rastlamak istemiyorlardı. Sessiz ve uzun yolculuğun sonu dağların karşısında bitti. Azra sıra dağların karşısında bulunan kayalıklara konuşlandı. Önündeki alan net şekilde gözüküyordu. "Kadından önce gelmiş olma ihtimalimiz ne kadar?" "Az." "Dalalım o zaman kaçırmayalım şu cadıyı." "Ya akılsız oldun sen de başıma. Komutan indi aşağı işte, arıyorlar kızı bulacaklar. Hem burayı terk edemeyiz güvenliğini sağlıyoruz buranın. Hem sen keskin nişancısın, sen hiç terk edemezsin. Senin görevin bizim kıçımızı kollamak." Azra önüne döndü ve tüfeğinin dürbünüyle tekrar etrafı kolaçan etti. "İlk vuruş hakkı sizde, ilk ateş hakkı Akıncı Üsteğmen'de. Ben burada anca timin kıçını kollayayım harika." "Ben duyuyorum yalnız, cevap veriyor bir de." "Komutanım eee..." "Ne?" "Yok bir şey kusuruma bakmayın siz." "İyi. Kıçımızı kolla burada açıktayız." dedi üsteğmen. "Aldın mı cevabını bakalım?" Azra telsizinin mikrofonunu kapadı ve Hakan Teğmen'e döndü. "Bazen diyorum ki keşke keskin nişancı yerine sıhhiye olsaydım." "Ya hanımlar beyler, böyle didişecekseniz sonra didişin. Mete Üsteğmenlerden önce biz yem olacağız bu gidişte." Murat haklıydı. Bu ikisi didişmekten işlerine odaklanamamışlardı, Hakan normalde kavga edenlere laf sokup susturan biriydi ama sıra kendine geldiğinde bildiğini okurdu, Azra'yla yıldızları pek uyuşmadığından genelde didişirlerdi. Komutandı o, emri yerine gelmezse fırça çekerdi. "Ayakçı haklı, işine dön." "Bari ilk vuruş hakkı benim olsa, bu kadına kadın gücü nedir göstereyim." "İyi madem, öldürmek yok ama." "Enes sana ben bir kilitleyeceğim şimdi..." Tekrar yerine dönüp etrafı kolaçan etti. Ulan çenen çıksın Enes. Neden hiç susmuyorsun ki? Başına ne bok geliyorsa bu evhamlı çenen yüzünden geliyor. Azra telsizinin mikrofonunu açtı ve etrafa bakınmaya devam etti. Kimsecikler yoktu, bu sefer temiz bir iş olacaktı, gidişat bunu gösteriyordu. Bora'sının dürbününe bir öpücük kondurdu. Sessiz bir gün olacak desene Bora'm. Biz de seninle bir sonraki sefer avlanırız. "Öptü mü o onu?" "He ya. Öyle o. Öpe öpe vurur adamı." "Yakaladılar kadını geliyorlar." "Gelirken geçtiğimiz mağaraya gidiyoruz. Biz geçince peşimizden gelin. Sorgulayalım bakalım bu kadını sonrası Murat'ta." Mete kadının omzundan iteleye iteleye onu mağaraya götürdü. "Sarah Hanım anlat bakalım." diye ilk cümlesini söyledi. "Ne anlatayim?" dedi kadın tedirgin şekilde. Sonra etrafında duran askerlere baktı. Biri terörist gibi giyinmişti, diğer yedisi ise Türk askeriydi. "Ben bağimsiz bi gazeteziyim. Bana boyle davranamazsiniz. Dokunulmazliğim var, uluslararasi hukuk var!" Mete gülmeye başladı ve timine baktı. "Uluslararası mı dedi o?" "Hukuk da dedi komutanum." "Sarah Hogan, örgütün medya ayağında kimler var, isim söyle bize. Neredeler?" Sarah sesini çıkarmadı ve başını duvara doğru çevirdi. "Komutanım bizi yalnız bırakır mısınız? Kız kıza konuşalım." Mete hafiften tebessüm etti, hatta gülecek gibi oldu ama kendini toparladı hemen. "Tabi astsubayım, sen misafirimizle ilgilen, sakın ama ilgini eksik etme." deyip omzuna iki kez yavaşça vurdu. Tim, mağaranın dışına çıkıp Azra ile Sarah'ı baş başa bıraktılar. "Susadın mı?" Sorusuna kadın başını salladı ve Azra'ya doğru baktı. Onun belki anlaşılabilir biri olduğunu düşünüyordu. Azra sonuçta bir kadındı, kadınlar erkeklere göre daha anlayışlı ve nahifti, öyle sanıyordu. Azra matarasını çıkardı ve kadının avcuna su döktü. Ona matarasından su içirecek değildi, kalleşti o, aynı yerden yudumlayamazdı. "İyi misin şimdi?" Kadın başıyla onu onayladı. "O zaman konuş bakalım. Örgütün medya ayağı nerde? Kimler hizmet ediyor?" "Ben hisbir sey bilmiyorum." Azra başını aşağı yukarı salladı. "Demek bilmiyorsun." Bu defa da başını iki yana salladı. "Yazık olacak sana güzel kızmışsın." "Ne yazik olazak? Ne yapazaksiniz bana?" "Korkma canım. Öldüresiye dövecek olsam da ölmezsin. Bak şu arkadakilere onların kulakları pek iyi duymaz. Ben seni burada kıtır kıtır doğrasam ki yapacağım vazgeçtim sadece dövmekten, asla duymazlar." Kadın bu defa gerçekten korkmuştu. Bu kadın korkunçtu. Elinde kasatura ile yüzüne doğru yaklaşmaya başladı. "Sarah konuş!" dedi ve üzerine doğru eğildi. Kadın başını iki yana salladı. "Ölmek istemiyorsan konuş!" Tekrar aynısını yaptı. Bu defa ellerini saçlarına götürdü ve köklerini koparacak gibi çekmeye başladı. "Bak konuş kendini de yorma beni de." "Asla konusmayazayim." Azra eline doladığı sarı saçların bir kısmını kesti ve kenara fırlattı. Gerçekten saçları çok kötü gözüküyordu, bu defa yüzüne kasaturayı dayadı. "Bak, bu meyve bıçağı değil, hatırlatırım sana. Oyar bu adamı oyar." Hafiften yüzünde keskin zemini gezdirmeye başladı ancak bu tamamen korkutmak içindi. Yüzünde bir kesik dahi yoktu. "Yapma." Azra dudağının kenarını yukarı doğru kıvırdı ve tekrar kızın saçlarını kavradı. "Eğer bir kez daha sorduğumda bana cevap vermezsen senin ebeni sikerim. Yetmez seni de sikerim. O da yetmezse seni alır..." Kız neredeyse öldür beni diye yalvaracaktı. Bu kadar dayakla komaya girebilirdi. Kapının önünde nöbette olan tim kulaklarını tıkadı. Gerçekten herkesin psikolojisi bozulmuştu bu küfürlerden. Bu kadarını da kimse beklemiyordu zaten. "Bana baksana sen. Konuşmayacak mısın hâlâ? Tamam sen bilirsin. Komutanım bu kızın işi bitti. Sokalım ağzına bombayı hiç konuşamasın, konuştuğu an patlasın." Azra, kızı yeterince kıvama getirmişti ancak son bir darbeye ihtiyacı vardı. O da tabii ki Mete Akıncı stratejisiydi. "Orhan çıkar bizim mübareği." Orhan güle güle hücum yeleğinden el bombasını çıkardı ve Azra'ya doğru getirdi. "Ee komutanum vakit geldi madem. Biz çikalum siz halledun." "Dur ya daha beraber izleyelim nasıl patlıyor? Bir soksun ağzına güvenli mesafeden patlayışını izleriz. Astsubayım sok şunun ağzına hatta bir tane de kıçına koy Sarah Hanım'ın bomba götünde patlasın." Büyülü sözü söylediği an Sarah eliyle dur işareti yaptı. Bu konuşacağı anlamına geliyordu. "Konuş!" "Berzan biliyor hepsini. Ben sadeze birini biliyorum. Size anlatazağim." Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Eliza Oliver. Biz gazetezilerin basi o. Benim disimda dort kisi daha varmis ama ben his birini tanimiyorum. Hepsini Eliza ve Berzan bilir. Bu arada Eliza'yi de kimse gormemis, kendisini gizliyor." Hakan kadına doğru yaklaştı. "Nerede bu kadın?" "Boluzu orgutun kamplarindan birinde. Neresi olduğunu bilmiyorum ama siviller varmis. Onlari çekip Turkiye'den kasip orgute siğinan siviller olarak uluslararasi basina sunazakmis. Hatta biri sporcuymus." "Kardeşim duydun zilin sesini. Gerisi sende biz bunu paketliyoruz." dedi ve ekledi Mete. "Ne yap ne et bul o sivilleri bu şerefsizlere pabuç bırakacak değiliz." "Sen rahat ol üsteğmenim, o iş bende." Hızla mağaradan çıktı ancak karşısında beliren aracı görünce durdu. Enes, Göktürk ve Fırat elleri tetikte gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. "Durun, durun. Fatih Üsteğmen bu." deyip ona doğru gelen arkadaşını kucakladı. "Vay be, uzun zaman oldu he." "Oldu kardeşim, en son sanırım örgütün sözde üst düzey başkanının dört yüz adamıyla beraber fişini çekmiştik. ne günlerdi bee. Ee sen ne yapıyorsun, iyi misin?" "Ben iyiyim de içerideki burnundan soluyor demedi deme." Fatih biraz gerildi, elini ensesine götürdü. "Şimdi sıçtım." Mete tahliye için Sarah ile beraber mağaradan çıktı. Bu kadını adalete teslim edecekti, içinden ne kadar kafasına sıkmak istese de bunu yapmayacaktı. Fatih'i görünce kadını Elvan'la içeriye yolladı tekrar. "Fatih?" "Mete?" Tim bu ikisinin birbirinden tamamen farklı gözükmesine şaşırmıştı. Mete biraz geniş omuzlu koyu kumral saçlı ela gözlüydü. Boyu da en fazla bir doksandı. Fatih ise kömür gözlere sahipti, saçları da simsiyahtı. Mete'den daha zayıftı ancak daha uzundu. Mete'nin sakalları uzadığında kirli sakal oluyordu ancak Fatih'in sakalları yoğun olarak çenesinde çıkıyordu yanaklarında daha azdı. Yani bu kardeşler birbirinden çok alakasızdı ama şu bir gerçekti, ikisi de gerçekten yakışıklıydı. "Bunlar nasıl kardeş devrem?" "Ne bileyim oğlum? Alakaları yok, yolda görsem selam vermem tanıdıktır diye." "Sokakta tanimaduğun insanlara selam mı veriyursun sen?" "Siz vermiyonuz mu komutanım?" "Veriyirum haklisun Sayaç'çuğum" Mete etrafına bakındı. "Enes, Göktürk, Orhan. Fatih Komutan'ın arkasına geçip çevre güvenliği alın. Azra, Hakan ve Fırat siz de Elvan'ın yanına geçin." "Komutanım ama..." "Emir tekrarlatma bana asker. İçeri geç ve kadına asla dokunma, sakin ol." derken kendisi asla sakin değildi, öfkesi yüzünün her hâlinden belliydi. "Emredersiniz." Herkes görevinin başına geçti ve sonunda Murat, Fatih ve Mete karşı karşıya kaldılar. "Murat müdahale edersen kıçında mayın patlatırım." "Ben bir şey mi dedim ya?" "Demeden uyarıyorum işte." Kardeşine doğru birkaç adım attı. Başından miğferi çıkartıp Murat'ın eline tutuşturdu. "Kafanı kırmak istemiyorum kardeşim." dedi ve Fatih'e kafa attı. Adam bir an ne olduğuna şaşırdı çünkü kucaklanarak karşılanacağını düşünmüştü. "Komutanım iyi misiniz?" "Lan Sayaç, ben sana dön dedim mi lan? Biz sizden rütbeliyiz önünüzde kavga edemeyiz. Dön arkana!" Fırçayı çektikten sonra tekrar işine geri döndü sinirlenmiş komutan. Fatih de asla altta kalacak bir adam değildi. Kardeşinin attığı kafaya yumrukla cevap verdi. "Niye vuruyorsun lan? Kafamı kırdın." Aslında ikisi de yakın muharebede mükemmellerdi ancak kardeş dayağı olunca yemek de çok güzeldi. O yüzden ikisi de kendini savunmamıştı gelen sopaları yemişti. "Lan kendini patlattın sandım. Delinin tekisin lan, az mantıklı ol. Seni bu kafayla nasıl sahada tutuyorlar anlamıyorum cidden!" "Bağırma lan bana. Kafamı şişirdin he. Lan sen benim komutanım mısın?" "Abinim." "He orası doğru ama bir yaştan bir şey olmaz." "Nasıl kurtuldun, hani patlatıyordun kendini?" Fatih yakasındaki eli ittirdi ve üstünü başını düzeltti. "Kefeni yırtmak bir istihbaratçının en önemli görevlerinden biridir." "Uzatma lan anlat." "Düğmeye basacakken komutanlardan biri ana karargaha gitmemiz gerektiğini söyledi. Benim de canıma minnet, bombanın erişim alanı çok genişti. Uzaklaşınca patlattım ben de, şüphelenen falan da olmadı." "Cidden yırtmışsın kefeni, harbiden." Birkaç adım daha atıp burnunun dibine girdi. "Eğer ki bir daha aynı boku yersen seni gebertirim. O karargahta patlattığın bombaları götüne sokar orada patlatırım." Aklı çıkmıştı ona bir şey olacak diye. Delinin tekiydi, asla kendisine benzemiyordu. Plan program dinlemez bildiğini yapardı Fatih. "Emredersiniz komutanım." deyip ekledi. "Yalnız tahmin ettiğimizden daha çabuk bölgeye geldiler, oradan geçemezsiniz." Bu işte çok kötüydü, nasıl döneceklerdi? Etrafı sanki cehennemle çevriliydi. Buraya onları almak için helikopter gelemezdi, sivil kılığına girseler dahi sınıra gidene kadar karşılarına çeşitli örgütlerden yüzlerce kişi çıkabilirdi. Cephaneleri de hepsini durdurmaya yetmezdi, başka bir şey lazımdı. "Hakan, Göktürk. Buraya gelin." "Emredin komutanım." "Sayaç haritayı çıkar bakalım." Göktürk haritayı çıkartıp yere koydu, diğerleri de haritaya doğru eğildiler. "Buradayız komutanım." "Biliyoruz lan. Buradayız da nasıl çıkacağız buradan? Batıda radikal örgüt, onun da kuzeyinde bölücü örgüt var. Arada rejim askerleri var, sınırı geçip öyle mi gitsek? Başka çare yok gibi." "Bölgede yoğun olarak radikal örgüt var. Çok dikkatli olmamız lazım." Murat’ın sözlerini Hakan da onayladı. "Bölgede terörist unsur var ama askerlerle de bölge bölge çatışma halindeler. Bizim askerlerimiz o bölgede bulunmuyor. Gerek kara gerek hava harekatımız kuzey bölgesinde. Askerler ve terörist unsurlara rastlamadan üssümüze gitmemiz zor." "Haklılar kardeşim. Bölge sıkıntılı ama bu ülkede de iç savaş var burası daha sıkıntılı. Ya da bilemedim şimdi hangisi daha beter. Neyse sonuçta başka çıkış yolunuz yok." "Buradan sınıra gidip oradan kuzey doğuya ilerlememiz lazım. En yakın üssümüz Irak'ta altı saat yürüme mesafesi komutanım. Üç yüz kilometre yürümemiz lazım, bir de tehlikeye yakalanmamamız lazım." Mete başını salladı ve kardeşine doğru döndü. "Bir daha kim bilir ne zaman görüşürüz. Bana bak sakın ölme yoksa seni gebertirim." Fatih bunun üzerine abisini kucakladı. Çok özlemişti onu ancak vatan sevgisi, vatana hizmet aşkı her sevgiden önde gelirdi. "Anneme, babama ve ablama kocaman sarıl benim yerime, enişteye de selam söyle. Çok özledim hepsini, emekli falan olunca görüşürüz artık. Altmış dört yaşımda falan da çalışamam herhalde." Mete elini omzuna koydu. "Kendine dikkat et." Kardeşinin gülümsemesinin ardından time döndü. "Hadi bakalım bozkurtlar. Tabana kuvvet, en az iki günlük yolumuz var." İçeriden adamları çıkar çıkmaz önden önden yürümeye başladı. Görevin başı zordu, sonu da zor olacaktı belli ki. Gitmesi kadar dönmesi de zordu. Bu işin bir kuralı vardı. Asla zorluğa yenik düşmemek. Eğer ki bir kere zora teslim olurlarsa her zaman yenilirlerdi. Galip olmanın yolu ise inanmak ve mantıklı hareket etmekti. "Azra." "Emredin komutanım." "Bu kadının yüzünün hâli ne?" Azra sesini çıkartmadı. "Cevap alamadım." "Hakan Teğmen döveydi daha mı iyiydi komutanım? Bayrağa laf edince tutamadım kendimi siz dışarıdayken biraz hırpaladım." Bu defa güldü Mete. Bayrağa el ve dil uzatan herkes en hafif olarak bunu yaşayacaktı. En iyi ders olarak da ölümü tadacaklardı. "Sarah Hanım. Bizim dişi kurt seni fena hırpalamış kusuruna bakma. Biz bayrağa dil ve el uzatanları affedemiyoruz." Kinayeli konuşmasının ardından tekrar önüne döndü. "Bir daha denerse benden sana izin o zaman. Dönüşte soran olursa helikopterin pervanesi çarptı falan deriz." "Ciddi misiniz?" Helikopter için değil izin için diyordu bunu. "Yalan söylüyor gibi bir halim mi var?" "Yok estağfurullah. Olur mu hiç öyle şey?" Ay yıldızın gölgesine bile laf ettirmezlerdi, insanların kutsalları vardı. Türk'ün kutsalı dini, vatanı ve bayrağıydı. Yardan geçilirdi de vatandan geçilmezdi, bayrağına bile laf ettirmeyen bu kurtlar hiç vatana el uzatanlara geçit verir miydi? "İyi madem başka bir şey yoksa..." "Var." dedi ve etrafını kolaçan etti dişi kurt. Murat hemen arkalarındaydı, onun arkasında da Hakan ve Elvan vardı. Tek sıra halindelerdi. Arada Göktürk ve Enes Sarah'ı götürüyorlardı. En arkada da Fırat ve Orhan güvenliği sağlıyordu. "Söyle." "Eliza'nın örgüt kampında olduğunu söyledi ama onu kimsenin tanımadığını da söyledi. Nasıl oluyor bu?" Mete bunu düşününce hak verdi. "Doğru söylüyorsun, ya yalan söylüyor ya da eksik biliyor bu kadın. Murat'tan istihbarat alınca anlayacağız artık." Azra yanından ayrılmayınca bir şey daha diyeceğini anladı ve kendisi sordu. "Çıkar ağzındaki diğer baklayı." "Fatih Üsteğmen'in üstüne çok gitmeseydiniz keşke, sesler içeriden bile geliyordu. İstihbarati fiili görevlere çok gittim, çok iyi biliyorum aile eksikliğini o yüzden." Üstüne vazife olmasa da kendini tutamamış içinde kalacağına dışına vurmuştu aklındakini. "O cazgır kızın içinden bazen böyle duygusal hamleler görünce şaşırıyorum doğrusu." Azra dürbünüyle etrafı gözetleyip tekrar Mete'nin yanına döndü. "Sahada ekstra cazgırım yoksa sivilde daha sakinim bence." Mete bir süre hiç sesini çıkarmadı. Dediğinin doğruluğuna kanaat getirdi. "İnsanlar geçmişinde kaldıramayacağı kadar zor ve kötü şeyler yaşayabilir, gelecekte de yaşayabilirler. Bugün kardeşimin öldüğünü sandım ben de onunla ölecektim, aklımı yitirmiş gibiydim, dünyam yıkıldı ama önemli olan şey ve özellikle biz askerlerin yapması gereken şey olanların üstesinden gelmek, bunu bir kez daha anladım ben. Gidip vursam da sonra kucakladım kardeşimi, eğer vurmasaydım içimde kalırdı. Bugün bana çok şey kattı, Göktürk bile hayatla baş etmeyi başardıysa herkes başarmak zorunda. Ben bunu öğrendim sen de çıkarma bunu aklından." "Emredersiniz komutanım." deyip ekledi. "Komutanım." "Hıı." "Göktürk neyle başa çıktı?" "Neyle çıkmadı ki? Bir gün anlatmak isterse konuyu açar zaten, benim anlatmam doğru olmaz." "Anladım." "Geç hadi yerine." Böylece geriye doğru dönüp Hakan'ın arkasına geçti. Murat bu defa Mete'nin yanına ilerledi. "Ben sınırda sizden ayrılıp güneyde kalan kampa gideceğim. Oradan da artık kuzeye sırayla kamp kamp gezerim, o sivilleri bulunca da derhal rapor edeceğim." Murat'ın işi bu defa teferruatlıydı. Sürekli hareket hâlinde olmalıydı ancak dikkati de elden bırakmamalıydı. Neden sürekli yer değiştirdiğini sözde yöneticilere açıklamalıydı. Mete başıyla bu genç adamı onayladı ve sırtını sıvazladı. "Az kaldı sınıra. Allah yardımcın olsun." "Eyvallah." "Komutanım?" "Hı." "Size demedim komutanım. Azra Astsubay'a dedim." "Yine başladınız, acaba ne diyeceksiniz?" "Kırmasana çocukları, belki tatlı tatlı güzel şeyler soracaklar." dedi ve güldü Fırat. Azra da gülüp tüfeğini sırtına doğru taktı ve beylik tabancasını çıkardı. Bir elinde dürbün bir elinde tabanca ile ilerliyordu. Keskin nişancı tüfeğini normal tüfek gibi kullanmak zor olabiliyordu. O yüzden böyle zamanlarda tabancasını kullanıyordu. "Komutanım bu ikisi sizin gözünüzde gönülden gönüle giden yol olabilir ama benim gözümde rızasız bahçanın derilen gülleri." Fırat'ın da komiğine gidince ikisi birden güldü. "Ne söyleyeceksiniz komutanınıza merak ettim." "Tabi hemen söyleyelim komutanım. Azra komutanım, sizin için attığının şaştığı olur diyorlar." Bunu duyan Orhan ortalığı karıştırmak için "Oğğğğ." diye bir tepki gösterdi ancak Azra bu gençlerin ne demek istediğini anlamıştı. "Tatlı tatlı söylediklerine bak abi. Öyle mi dersin Sayaç? Ben sıkayım sen say o zaman." "Aa devrem öyle demesene. Baksana Sarah Hogan'ın yüzüne. Hiç de öyle attığını vuramamış gibi durmuyor." "Ama şimdi yumrukla kurşun bir mi?" Azra beylik tabancasını yandaki boşluğa doğrulttu ancak Sarah kendisine tuttuğunu düşündü, Azra'dan gerçekten korkuyordu. Onun o manyak hallerini görünce yine korkmuştu. "Bak gözlerim kapalı beni beş yüz metre öteye koy vururum bunu." Silahıyla kadını nişan aldı. Hakan dahil herkes gülmemek için zor tutuyordu kendini. Bu teröristin korkması çok güzeldi. Hak ettiğini yaşıyordu, tabii ki de Türk askerinden korkmalıydı. "Napiyosun sen. İndir sunu. Ates alacak simdi çevir sunun namlusunu." "Azra, uğraşma kadınla. Zaten dişi kurt saldırmışa dönmüş yüzünü gözünü morartmışsın." Azra, Hakan'ın sözlerinin karşısında hafifçe kıkırdadı ve namluyu onun dışında bir yöne çevirdi. "Lazım o bize daha. Yoksa cidden verirdim elinize ne yaparsanız yapın. Artık gönülden gönüle giden yolda komutan gibi bombaya mı oturtursunuz yoksa ağzına mı sokarsınız sizin vereceğiniz karar." "Ne eyi olurdi komutanum. Alurdum bombali duzeneği. Ha bu kariya bağlardum. Sonrasi Turk Silahli Kuvvetleri gururla sunar." Mete, timinin olağanüstü mizah performansıyla gurur duyup hiç sesini çıkarmadı ve ilerlemeye devam etti. Çünkü insanlar robot değildi, bu kadar stresli ortamda mutlu olmayı, eğlenmeyi de bilmelilerdi yoksa gerçekten kafayı yerlerdi. Yolu yarıladıklarından, hava da karardığından biraz istirahat vakti gelmişti. Kadın da yürüyememeye başlamıştı zaten. Karınları acıkmıştı, yorulmuşlardı ve dinlenmek için oldukça güvenli bir yer bulmuşlardı. "Enes ve Orhan, çevre güvenliği sizde. Elvan sen de Sarah'ın başında dur. Nöbetleşe dinleneceğiz, yemek yiyen yesin, uyuyan uyusun." Hep bir ağızdan emredersiniz sözünü duyduktan sonra kumanyasını yemeğe başladı Mete. Fırat uykuya bıraktı kendini. Azra'nın tam karşısında birkaç yüksek kaya parçası bulunuyordu, bu dev parçalar ay ışığında değişik şeyler anımsatıyordu insana, bir kaya yere çökmüş köpeğe benziyordu, diğerleri de çok düşünüldüğünde bir şeylere benzetilebilirdi. Azra bu büyük kayalıkların kendisini yaslayabileceği güzel bir arkalık olduğunu düşündü ve kayalığın dibine gidip bir sigara çıkarttı, hava karanlık olduğundan ateşin gözükmemesi lazımdı bu yüzden sigarayı parkasının içinde tutuyordu. Derin derin çekti ve gökyüzüne bıraktı dumanını. Bir kez daha çektikten sonra yanına birinin oturduğunu hissedince başını parkadan çıkartıp ona çevirdi. "Mahvediyorsun ciğerlerini." dedi başını iki yana sallayarak adam. "Siz nasıl durabiliyorsunuz anlamıyorum. Sıkılıp bunaldığımda iyi geliyor. Yorgunluğu da alıyor." "Askerin zihninde bitmesi lazım her şeyin, bunu içince ciğerlerin zarar görecek çürük raporu çıkarsa görürsün." Azra gülümseyip biten sigarasını iyice söndürüp çantasındaki çöpe attı. "Siz bir de beni sivilde görün, ne ciğer ne mide kalıyor. Ankaralı olmanın hakkını veriyorum." diyerek eliyle içme işareti yaptı. Hakan hafif tebessüm etti. "Bir de ayyaş oldun başımıza harika." Konuşmayı nereye bağlayacaktı bilmiyordu ama muhtemelen üst üste söylediği sözler için özür geçirmeyip özür ifade eden sözlerdi bunlar. "Ayyaş da olduk." diyerek güldü Azra ve komutanına baktı. "Elimi tutup içme artık diyen kimse olmadı, o güne kadar devam komutanım." "Biri gelir tutar o zaman inşallah da sağlam adamım olur. Tüm time diyet yazacağım en sonunda, kötü alışkanlık sizde, boğaz sizde. Bıktım hepinizden." Bunu söylerken esnemişti. Madem nöbet onlarda değildi biraz uyuklayabilirlerdi. Ankaralı olup rakı yudumlamayan çok az kişi vardı, Azra bu kültürde büyümüştü. Erkek olsaydı muhtemelen pavyona falan da giderdi, bunu yapsaydı zaten üzerine yapışmış olan erkek gibi kız sözünden asla kurtulamazdı. Mücadelesi geçmişiyleydi onun, gelecek ne gösterecek bilmiyordu ama geçmişi sürekli önünde bir set oluşturuyordu. Özgüvensizliği zaman zaman modunu da düşürüyordu, hele ki görevdeyken bu çok tehlikeliydi ancak bunu yönetmeyi öğrenmişti. O dürbünün başında namlusunu doğrulturken aklındaki tek şey hedefi imha etmek oluyordu. Aksi takdirde eli titrer ve şaşırırdı, atışı yerini bulmayabilirdi. Birini kurtaracakken ölümüne neden olabilirdi en kötüsü de buydu zaten. Azra da komutanıyla beraber gözlerini yummuş tilki uykusunda uyuyordu. Ufacık bir seste elindeki kasaturayla harekete geçecekti, öyle ayarlamıştı kendini. Güvenlik her şeyden önemliydi, uyurken bile tedbiri had safhada alırlardı. Üzerine birinin yaklaştığını hissedince yakasından tutup kasaturayı boynuna dayayarak uyandı. Mete'nin boğazına bıçak dayayacağı asla aklına gelmezdi. Şaşırdığından geri de çekilmedi, işin tuhafı Hakan da sese uyanmış kasaturasını da Azra'ya doğru tutmuştu. Yani ellerinin ayarı olmasa Azra Mete'yi, Hakan da Azra'yı doğrayacaktı. Yaptığının farkına varıp adamın yakasından elini ve kasaturasını geri çekti. "Şşş sakin ol benim." "Siz miydiniz?" dedi sonra da ekledi. "İyi misiniz komutanım?" Mete başıyla onu onaylarken Hakan da kasaturasını yerine koydu. "Ben iyiyim de siz iyi misiniz? Resmen birbirimizi doğrayacaktık." Astsubayına ve teğmenine baktı. "Tetikte uyukluyorduk, sizin olduğunuzu anlamadık." "Nöbet sırası size geçti diye sessizce haber vereyim dedim, keşke seslenseymişim ayak üstü ölüyorduk. Teğmenim yerimde gözün varsa söyle bileyim, şuradan aşağı itiveririm seni kolum çarptı derim kurtulurum." Bu abartılı sözlere gülümsedi teğmen. Vakti geldiğinde rütbesi artacaktı ancak bu Mete'nin yerini istediğini göstermiyordu, kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almadıktan sonra Mete her zaman ondan rütbeli olacaktı. "Sen benimle kayaya konuşlanıyorsun, Hakan sen Sarah'a gidiyorsun ama sakince anlaşıldı mı? Kadın sağ kalsın, diğerlerinin de uykusunu bölme olur mu?" Tepesi atarsa istemediği şeyler yapabilirdi, yapmamalıydı. "Her şey timim rahat uyusun diye, zor da olsa emrinizi eksiksiz yerine getireceğim." "Gel bakalım Demir." Tüfeklerini sıkıca tutan iyi asker kayalıkların üzerindeki dar alana geçmişler sırt sırta vererek biri bir tarafa diğeri öbür tarafı kontrole başlamışlardı. Kadın çantasından çıkardığı kamuflaj örtüyü ikisinin birden üzerine örttü, görünmüyorlardı ama bu riske atılamazdı. Çantasından çıkardığı yüz boyalarını gezdirdi yüzünde, sonra arkasına döndü. "Sürmek ister misiniz?" Eli bulaşmışken kendisi sürebilirdi ama bunu teklif eder miydi? Tartışılırdı bu. Mete o söylemeden kendisi uzattı yüzünü, ver süreyim demedi. İki askerin birbirinin yüzüne boya sürmesi kadar normal bir şey yoktu. Kendi yüzüne özenmeden sürdüğü boyayı ona sürerken şerit şerit sürmüş oldukça da dikkatli davranmıştı, hızlı yapıyordu güvenlik zafiyeti oluşmaması için. Mete her ne kadar arka tarafa bakmaya çalışsa da gözleri ona takılıp durdu. "Vurulmasak bari boya sürerken." Azra ellerini çekip boyayı kapadı ve çantasına attı. Bitmişti. "Ben izin vermem, bir kere oldu bir daha vermem." Tekrar sırt sırta verdiler, burada manzara izlemek için oturmuş olmak vardı, ikisi de bunun hayalini kuruyordu bazen. Herkes gibi normal hayat sürmek... Hiç olmazsa arada bir. Tam izne çıktığında memleketine gidecekken bir terör olayı patlak vermese ve izinler iptal olmasa... "Özledim." dedi Mete, sırtını iyice onunkine dayayıp dürbünle bakınmaya devam etti. "Bursa'mı, orada gezip tozmayı özledim. Arkadaşlarımı özledim." "Ben de Ankara'yı, orada yaşıyor olmamıza rağmen gezemiyoruz bile." "İzinde de mi gezmiyorsun?" "Evin tadını çıkarmayı tercih ediyorum açıkçası. He bir kere dışarıya çıkma planı yaptım sonra bilinmeyen bir numaradan mesaj geldi." Mete'nin güldüğünü sırtındaki titremeden anladı. Kabahatini biliyordu ama emir demiri kesiyordu işte. "Aa kimdenmiş o mesaj? Hiç haberim yok benim." Kendisi yollamıştı. "Ben de öyle dedim, kim bu dedim. Bir de sizi aradım şansıma açmadınız. Hakan Teğmen de dedi ki git ama girme içeri." Girmişti, girmesi gerekmişti. "Girdin mi yoksa?" Başını salladı ama Mete bunu görmemişti. "Girdim, bir de ne göreyim içeride siyahlar giymiş bir adam, iri yarı bir de. Ağzımı burnumu kapayıp çekti içeriye beni." Canı çok fazla yanmamıştı, eğitimde kadın ya da erkek olmak fark etmiyordu. Bir erkekten de kadından da dayak yiyecekti ki düşmandan dayak yememeyi öğrenecekti böylelikle. Mete Azra'nın eğitim eşiydi, daha önce beraber eğitime girmişler birbirlerinin sırtlarını yere çalmışlardı. "Vay be. Kimmiş o şerefsiz?" "Yani öyle demeyelim biz yine de. Şey oldu birkaç yumruk yedim sonra tuttu beni suya soktu bakın orası biraz zordu." Gerçekten bir anlığına çıkamayacağını düşünmüştü ama o adamın düşman olmadığını ilk yumruktan anlamıştı ve o suya başını sokması gerektiğini biliyordu. "Zorlandın mı çok?" Bu defa sesi ciddiydi, acı vermek istemiyordu kimseye. "Hangi konuda?" "Hangi konuda olmasını isterdin?" Dudaklarını kenara kıvırdı kadın, başını hafifçe iyi yana salladı. "Sudan çıkacağımı biliyordum, bunu bana yapan düşman değildi." Saçını sertçe çekmemesinden anlamıştı bunu, Mete zafiyet göstermişti ve bu eğitimden ikisi birden yenik çıkmışlardı. "O gün neyi iyi anladım biliyor musun? En ufak hatamızda geri dönülmez sonuçlarla karşılaşabiliriz. Bunu bir kez daha hatırlattın o gün bana, bugün hata yaparım diye emir komutayı Hakan'a devretme sebebim buydu. Fatih'teydi aklım ve hata yapabilirdim." "Yapmadınız, seçimleriniz hep doğru oldu." Biri hariç. "Çift yıldızlı olmak zor iş astsubayım, kolundaki çizgiler artsın senin de anlayacaksın beni." Umarım bir gün sizi anlayabilirim. ♟️ Öncelikle herkese iyi bayramlar dilerim, kocaman öpüyorum benim canım kavurmalarımmm😍 Fatih Akıncı... Sana nasıl düşüyorum bilemezsin, Akıncı ailesi beni başka diyarlara sürüklüyor. Mete'nin Fatih için çaresizliği ancak profesyonelliği elden bırakmaması, kardeşini dövüp sarılması en çok onlara düştüm. Hakan yavrum Azra'ma neden silah çekiyorsun ha benim minik devim??? Azra'nın küfürleri ve Sarah'ı şekilden şekile sokması... Düşüyorum Demir Leydi'm sana, hastan oldum hastann dişi kurtt. Bir de kapağımız değişti, yapay zeka ile yaptım ağlayacağım hüğğğ içime sindi siz de beğenmişsinizdir umarım 😄 9373737 sene sonra profilimi de değiştirdim bu kim demeyin skdjdj İnstagram'dan ve buradan hesabımı takip etmeyi unutmayın bence, mizahım iyidir hikayemde bölümden spoiler paylaşacağım ve ve ve gördüğüm videoları karakterlerime uyarlıyorum gülüyorum kendimce. Beklerim yiğidolarr😄 Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, oy vermeyi ve yorum atmayı unutmayalım onlar benim motivasyonum. Öpüldünüzz😍😘 |
0% |