Yeni Üyelik
53.
Bölüm

6. "Kurşun"

@rubamsalepe

 

Herkese selamm, okurken beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım onlar benim motivasyonum🥰 İyi okumalarr😘

 

Bölüm Müziği:
• Berk Baysal- Yaralarını Ben Sarayım

 

♟️

 

Biraz dinlenmenin sonunda gece yola sonra yola devam etmişlerdi etrafı kayalıklarla çevrili bir yer vardı karşılarında. Normal şartlarda orayı aşarlardı ama yanlarındaki kadın oradan yürüyemez onları yavaşlatırdı bu yüzden ortadaki köyden geçmek zorundaydılar.

 

"Komutanım karşıdaki köyü geçmeden kuzeye doğru ilerleyemeyiz. Etrafında da geçecek yer yok. Köyden geçmemiz lazım."

 

"Bu hiç iyi olmadı Hakan. Görünmeden gitmemiz lazımdı." Arkasındaki timine doğru döndü. "Tim, köyden geçeceğiz gölgeniz bile gizli olsun."

 

"Emredersiniz komutanım." Köyün içine sessiz ve olabildiğince hızlı şekilde sızdılar ancak köy dışarıdan göründüğü kadar sakin değildi. Dışarıdan pek duyulmasa da köyün içinde bağıran çocuk ve kadın sesi ile bir uğultu vardı. Bir çocuk koşa koşa time doğru gelince Mete öne çıktı ve çocuğa yaklaştı.

 

"Yardım edin. Anamı götürürler." Çocuk Türkçe konuşuyordu demek ki bu köy bir Türkmen köyüydü. Kim bilir yine başlarına neler gelmişti. Çocuk koşarak geldiği yöne gitti, üsteğmen önce timine baktı sonra da dikkatli olun mesajı verip ilerledi.

 

Köy meydanından geçmeden köyden çıkmak mümkün değildi. O yöne ilerlemeleri lazımdı ancak oraya varmadan bir tuhaflık fark ettiler.

 

"Komutanım radikaller." Tim yere atılan Türkmen bayrağı yerine dikilen radikal örgüt paçavrasını görünce köyün onların elinde olduğunu anlamıştı. Belli ki bu taraftan geçeceklerinin haberini almış ve pusu atmışlardı.

 

"Bitti dedikçe çıkıyorlar bir yerden ben anlamadım ya. Termal dürbünden şu yandaki çalılık ve kayalıkların olduğu yer temiz gözüküyor. Oraya geçelim komutanım."

 

"Fırat'ın dediğini yapacağız. Oraya gideceğiz, dikkat edin etrafımızı sarmış olabilirler." deyip ekledi. "Şu karşıdaki kayalıklarda da onlar var. İki kayalık arası şenlik olacak desenize."

 

"Komutanım ya köylüler, onlara meydanda bit şey yapıyorlarsa ne olacak?" Azra yine masumları duymuş yine hassaslaşmıştı. Komutanından onun içine sinecek bir emir bekliyordu.

 

"Eğer hayatta kalamazsak onlara yardım edemeyiz. Kayalıklardan gördüğümüzü indirip daha sonra da içlerine sızacağız."

 

Mete'nin el hareketiyle tim iki kademe hâlinde hızlıca yan kayalıklara doğru ilerledi ancak karşıdaki evin damından atılan bir kurşun bir bozkurtun bacağına saplandı.

 

"Orhan! Orhan dikkat et! İyi misin?" Azra hızla yanında yere yığılan arkadaşının koluna girdi ve onu kayalıklara kadar getirdi.

 

"Ağzune ettuğumun... Vurdi beni."

 

"İyi misin Orhan?" Orhan nefes nefese kalmış ve yüzünü ekşitmişti.

 

"Eyi. Azicuk aci var."

 

Azra başını iki yana salladı. Elvan gelince arkadaşını ona emanet edip elindeki keskin nişancı tüfeğiyle hakim bir yere geçti. Hakan ve Fırat da Azra'nın yan tarafına geçtiler.

 

"Görüyor musun vuranı?"

 

"Çok iyi gizlenmiş göremiyorum komutanım."

 

Elvan'ın ilk işi yaraya bakmak oldu. Kurşun biraz derindeydi ve Orhan'ın kanaması çoktu. Üstüne üstlük enfeksiyon da kapabilirdi.

 

"Ah komutanım. Neden dikkat etmiyorsunuz?" deyip başını Mete'ye çevirdi.

 

"Kurşun derinde. Kanaması da çok, hemen hastaneye gitmemiz lazım. Kurşunun çıkması lazım, bir çatışma uzunluğunu kaldıramaz bu yara."

 

"Kafamde... laklak etmayin. Ben ee...eyiyim." Elvan yaraya turnike uyguladıktan sonra ağrı kesici yaptı. Hiç olmazsa ağrısı biraz hafiflerdi. Mete'ye dönüp başını iki yana salladı.

 

"Lan sen benim kardeşime nasıl sıkarsın. Lan biz kaç yıllık arkadaşız haberin var mı senin la piç kurusu. La göster burnunu da sikeyim ebeni. Kara Fatma'nın torunuyum lan ben size pabuç bırakır mıyım?"

 

Tim, dürbünle atış yapanı ararken bir kurşun daha geldi ve Azra'nın hemen başının yanından geçip arkadaki boşluğa gitti.

 

"Şerefsiz. Vur lan bir dahakine, ıskalama. Iskalarsan o kurşunu alır sana fitil sokar gibi sokarım. Neredesin lan? Bulacağım şimdi seni."

 

"İyi misin Demir?"

 

"İyiyim komutanım, iyiyim. Bulacağım onu az kaldı. Okçular tepesi bende."

 

"Attığınız yere dikkat edin. Sivillerin olmadığından emin olmalıyız. Hedefi görmeden asla ateş etmeyin." Hava tam aydınlanmamışken bu alaca karanlıkta o kadar zordu ki hedefi seçmek, herhangi birinin yapabileceği bir şey değildi. Hoş onlar zoru hatta imkansızı başarmak için vardı.

 

"Emredersiniz." deyip etrafına bakındı Hakan. Açısının iyi olmadığını düşünüp birkaç metre ilerlemeye karar verdi. Yavaşça çömüp gözüne kestirdiği kayaya doğru ilerken bir kurşunu da o yedi ve alt tarafında bulunan patikaya doğru düştü.

 

"Komutanım iyi misiniz?" Enes'in telaşlı sorusuna Hakan yanıtını geciktirmedi. "Kolumu delip geçti. İyiyim de Enes, çık benim tüfeğim başına geç, dikkatli ol. Tüfeğini de bana ver." Sol kolunu hareket ettirmede sorun yaşıyordu ama pes edecek de değildi. Sinirlerinin zarar görmemesini umdu.

 

"Geliyorum komutanım."

 

"Elvan dur gelme, iyiyim ben. Orhan'ın başında dur da iyi et onu."

 

"Dikkatli olun beyler. Her hareket edenden kurşun mu çıkaracağız biz?" dedi öfkeyle. Aslında öfkesi adamlarına karşı değildi, adamlarını bu hâle sokanaydı. Orhan'ın durumu iyi değildi. Hakan ise kolundan geçip giden kurşun yüzünden kalıcı zarar görebilirdi ama kahrolası bir herif yüzünden hareket dahi edemiyorlardı.

 

"Koruyun beni." diye bir ses geldi arka taraftaki kayanın arkasından. "Bir kurşun da ben yemeyeyim." Enes, komutanının verdiği emirle onun tüfeğinin başına geçecekti. Hafifçe başını dikleştirdi ve etrafı keskin gözleriyle süzmeye başladı.

 

"Buldum." deyip ilk atışı yaptı Azra. Çatıdaki adamı indirdi, daha sonra da onlara doğru yaklaşan teröristleri fark etti. Bunları durdurmalılardı, dürbünle baktıklarında sivil olmadıklarını gördüler. Alaca karanlıkta ile bile bu seçiliyordu. Bir anda ateş yağmuru altında kaldı tim. Mete bir yandan ateş ederken bir yandan da Sarah'ı kontrol altında tutuyordu.

 

Orhan bilincini daha kaybetmemişti ancak iyice halsizleşmişti. Elini silahına götürdü ancak Elvan buna engel oldu.

 

"Hayır komutanım, alamazsınız." Hem onunla ilgilenip hem de ateş ediyordu, çünkü ateş desteğine ihtiyacı vardı timin.

 

Hakan, Enes'in ona verdiği tüfeği yere sabitlemiş ateş ediyordu ancak kolu bazen ona dayanılmaz acı veriyordu.

 

"Biri boş anında bana ağrı kesici yollasın. Kolumun canı çekmiş." Asla canım acıyor demiyordu, demezdi de zaten. Türk dik dururdu, canı acısa da demezdi. "Ama Orhan için bol bol varsa yollayın. Benimki tamamen zevkine bir istek"

 

Göktürk en aşağıdan ona verilen ağrı kesiciyi eline aldığı gibi komutanının yanına doğru ilerledi. "Koru beni devrem."

 

Üzerinde bulunduğu kayadan çalılara doğru elindeki tüfekle gelen Enes, hızlıca ağrı kesici getiren Göktürk'ü bütün dikkatiyle koruyordu. Ona zaman kazandırmak için ardı arkasına tetiğini çekiyor, karşı tarafta pusuya yatmış teröristlere nefes bile aldırmıyordu.

 

Göktürk'ün yarım metre kadar ilerisine kurşun saplanmasıyla beraber anında yönünü kurşunun geldiği tarafa çevirdi Enes. Kayaların arkasındaki üç kişiyi net bir şekilde görebiliyordu.

 

Önce soldakini vurdu, ardından sağdakini omzundan yaraladı ve en son ortadakinin kafasına sıktı.

 

Göktürk yüzünde yer etmiş gururlu ve minnettar gülümsemesiyle Enes'e baş selamı verdi ve Hakan'ın yanına geldi. Komutanının koluna baktı ve iğneyi yapıp etrafını gazı bezle sardı.

 

"Eyvallah."

 

"Dikkat edin komutanım."

 

Göktürk tekrar tüfeğine sarılıp düşmana ateş etmeye başladı. "Bir." Sayıları o kadar çoktu ki çoğu zaman yerlerinden bile çıkamıyorlardı. "İki."

 

"Köy meydanı gözüküyor komutanım. Sivilleri köy meydanındaki çınara asmak için hazırlıyorlar. Maalesef birkaç şehit var."

 

"Allah belalarını versin. Sivillere dokunanı indir Azra, asla gözünü kırpma. Şuradan bir çıkabilsek köylüler de kurtulacak Orhan da. Elvan nasıl Orhan Astsubay'ın durumu?"

 

"Ateşi çıkmaya başladı komutanım. Kurşunu çıkarmamız lazım ama kanaması çok olduğu için bunu yapamam."

 

"Kan kaybı mı? Sen ona bakmaya devam et. Bulacağım bir şey." Ya kan kaybından ya da kurşunun vücuda verdiği etkiden dolayı Orhan daha da kötüye gidecekti. Mete ise komutanları olarak en iyi çözümü bulmak zorundaydı.

 

"Altı. Uğursuz rakam. Sekiz."

 

"Enes, biç oğlum şunları. Sivil yok. Gebert hepsini kevgire dönsünler yiğido."

 

"Bunlardan olsa olsa süzgeç olur komutanım." deyip mühimmatla doldurdu tüfeği. Hakim konumda olduğundan Azra kadar iş görüyordu.

 

Sonrası teröristler için bir kâbustan farksızdı. Enes oraya gelirken arkasından ölümü de getirmişti. Kafasını çıkaran ve onlara yaklaşan herkesin bedeninde bir delik açıyordu. Fırat da destek ateşiyle ona eşlik ediyordu. Azra daha çok gizlenip ateş edenleri bulup ateş ediyordu, görünmeyen kurşun her şeyden daha tehlikeliydi.

 

Karşı kayalıktaki üç, beş derken on beşe yakın terörist, bu ikisinin kurşunuyla cehennemi boylamışlardı. "Komutanım şu an önümüz temiz. Köy meydanında teröristlerin ve sivillerin olduğunu değerlendiriyorum."

 

Azra bu sözlerinin ardından bir el daha ateş edip bir teröristi daha imha etti. "Biz ne dedik az önce Enes, meydandalar işte. Komutanım sivilleri duvara diziyorlar." Belli ki onları kurşuna dizeceklerdi. Belki de bölgede bulunan Türk askerini onlarla fotoğraflayıp 'Türkiye sivilleri ve soydaşlarını öldürüyor.' demek istiyorlardı. Mete bunların hiçbirine izin veremezdi. O teröristleri gebertip sivilleri de kurtarmalıydı.

 

"Ulan burada halkına saldırıyolar ülkenin. Ne bir polis ne asker geliyor. Bu kadar işte bunların yaptığı iş. Ulan sırf Türk diye bu kadar ezemezsin milleti. Hiçbi millet ezilmez sırf başka milletten diye. İnsan insan olduğu için değerlidir. Şerefsiz herifler. Ulan o kadar çok sinirlendim ki. Ulan burada şehit edilen bir Türkmen çocukla yan köyde şehit edilen bir Kürt çocuğun ne farkı olabilir? Ulan var ya..."

 

"Göktürk, bunların içine işlemiş ayrımcılık. İçine işlemiş karaktersizlik. Bu insanlar terk edilmişler burada bir başınalar. Cidden insanları bu hallere düşüren herkesin Allah belasını versin!" Enes de destek çıkmıştı devresine. Kim zorbalığa uğrarsa iyinin ona elini uzatan olması gerekirdi.

 

"Tim, dinleyin beni." emriyle tim dikkatle onu dinlemeye koyuldu. "Orhan'ı güvenli bir yere götürmemiz lazım. Kurşunun çıkması lazım ve şu teröristleri temizleyip hem sivilleri kurtarmamız hem de üsse ulaşmamız lazım."

 

"Orhan'ın kan grubu b negatif. Ben ona kan vereyim. Elvan da çıkarsın kurşunu."

 

"Olmaz komutanım. Siz de yaralısınız."

 

"Delip geçti işte astsubayım. Bırak da kardeşime yardım edeyim. Hem zaten sahada işinize yaramam ben. Aramızda sıfır negatif grubu olan yok, B negatif grubu da benden başka yok. Benden başka çaremiz yok."

 

"Elvan, Hakan'ın sağlığını etkilemeyecek kadar al kan. Gerisi sende."

 

"Ya benim kanamam durdu zaten neden tartışıyoruz?"

 

"Hakan bir tane daha elden ayaktan düşmüş asker görmek istemiyorum. Emrime uy." deyip ekledi. "Enes, Elvan'la beraber Orhan'ı güvenli bir yere taşıyın. Hakan sen de onlarla git. Enes, Orhan'ı taşıdıktan sonra bize katılır. Şu kadını da yanınıza alırsınız. Fırat, Göktürk ve Enes benim yanımdasınız Azra sen de hâkim bir yerdesin. Beş bozkurt bitiriyoruz işi, anlaşıldı mı?"

 

"Anlaşıldı." Sesleri tek bir ağızdan yükseldi.

 

"Göktürk, hemen karargaha durum bildir. Şimdi tedbirsizce çıkma bana uyduyu getirmek için. Sen ne diyeceğini bilirsin zaten. Komutandan onay gelir gelmez meydana ayrı noktalardan sızıyoruz, bir yaralı daha istemiyorum."

 

"Emredersiniz."

 

Yaralıların olması en çok Sarah'ın hoşuna gitmişti. Hatta yüzünde saklayamadığı bir gülümseme vardı. Daha fazla dayanamayıp Mete'ye döndü.

 

"Siz neden baskalarinin ülkesinde baskalarinin halkina hizmet ediyorsunuz? Bu halkla kendi devletleri ilgilenir size ne?"

 

Mete kaşlarını çatıp kadına doğru döndü. "Siz hakikaten vicdansızsınız medeniyet olarak. Batının en büyük olayı bu değil mi acımasızlık? Görmüyor musun? Çocuklar ölüyor, siviller, masumlar ölüyor. Ayrıca biz burada başkasına hizmet etmiyoruz kendi sınırımızın güvenliğini sağlıyoruz."

 

"Savasta olum çok normaldir. Biri hata ettiyse herkes bedelini oder."

 

"Ulan çocuk ne yapmış olabilir ki? Ya altı aylık bir bebek ne yapmış olabilir?"

 

"Burada dogmasi hataydi. Genclerin sucu ise ellerine silah almalariydi. Devletine karsi ya da yaninda silah tutan herkes bir sekilde kursunu yer. Sonra pesinden agliyorsunuz. Sizleri his anlamiyorum."

 

Bu düşünce ne kadar da saçmaydı. Allah'tan onun bu saçmalıklarından galeyana gelip kadının üstüne yürüyecek bir pozisyonda değildi kimse. Sarah sınırları zorluyordu, Azra da cellat gibi tepesinde olmak istiyordu. Yakınında olup başına silah dayamasa da her saniye namlunun ucundaydı.

 

"Ben otuz iki yaşındayım. Şu yaralı askerim otuz yaşında. Senin yüzünü dağıtan dişi kurt yirmi sekiz ve kolunu kurşun delip geçen askerimle sıhhiye olan askerim yirmi beş, şu uzun askerim de otuz yedi yaşında. Diğer iki askerim de sadece yirmi altı yaşında. Hepimiz farklı yaşlardayız. Ama yirmi altı yaşındaki askerimle otuz yedi yaşında olan askerime bir şey olsa anneleri ikisi için de yaşı fark etmeksizin üzülür. Siz anlayamazsınız, vatan için ölmek nedir bilemezsiniz. O anneler ağlar ama gururlulardır. Vatan için canını veren evladı için dimdik durur. Bayrak asar balkonuna asla da indirmez. Ben şehit anasıyım der. Sarah siz bunu anlayamazsınız, ne yaparsanız yapın asla anlayamazsınız."

 

Vatan onlar için bir şey ifade etmiyordu, Türk için ise kutsaldı. O kutsalı korumak için başka topraklarda mücadele etmek zorunda kalıyorlardı. Bir an olsun şikayet de etmezlerdi, söz konusu vatansa gerisi teferruattı çünkü.

 

Daha sonra kadının konuşmasına fırsat vermeden Göktürk'ün haberiyle tim harekete geçti. Tim, Orhan'ı ahıra götürdü. Burası hiç de temiz bir yer değildi. Tedaviyi kötü etkileyebilirdi ancak güvenlik açısından başka şansları yoktu. Orhan'ı temiz bir örtü yaydıkları samanların üzerine yatırdıktan sonra da Sarah'ı ahşap direğe bağladılar. Böylece Hakan, bir kaçma durumu ile karşı karşıya kalmayacaktı. Kendini de yormayacaktı. Kolu delinip geçilmişti. Çok da iyi sayılmazdı, sadece dayanıyordu. Bazen de kısmi hissizlik geliyordu.

 

"Orhan abi, iyi misin?" Orhan hafifçe yüzünü ekşitti ancak acısını pek de belli etmemeye çalıştı. "İyi olacaksın abi. Az daha sabret. Komutanım ben gidiyorum. Dikkat edin kendinize. Sizin de yaranız fena."

 

"Sen beni boş ver git komutanın yanına. Şu işi bitirelim." Enes başıyla onay verip yanlarından ayrıldı. Tim ikiye bölünmüştü ve en önemli iş sahadakilere düşüyordu. Beş kişi onca kişinin içine dalmışlardı. Bu kadar az kalmaları iyi değildi. "Elvan Çavuş, sen da get, birak beni. Eyiyim ben. Teğmenumle dururuz biz."

 

"Konuşup da kendinizi yormayın artık. Ben buradan hiçbir yere gitmiyorum duydunuz mu beni?" deyip komutanının yanına gitti. "Kurşunu çıkarmam lazım ama bunu yapabilmem için kan vermemiz lazım, daha fazla dayanamayacak. Şimdiye kadar dayanması bile mucize."

 

"Benden al kanı." Bu çok riskliydi. Hakan zaten yaralıydı. Pek kanaması yoktu ancak durumu çok da iyi sayılmazdı, yaralıydı. Ancak asla kendini düşünmüyordu, önemli olan Orhan'ın kurtulmasıydı. "Yaralısınız. Olmaz."

 

"Çağlar." dedi soyadıyla, derin bir nefes aldı buna ihtiyacı vardı. "Komutan da dedi aynısını. Niye aynı şeyi ikinciye tartışıyoruz ki? Bir bak etrafına şu koyundan mı alacaksın kanı? Al işte bu kadar düşünme. İyiyim ben, kardeşime feda olsun hem."

 

Elvan derin bir nefes alıp başını salladı. Yapılacak başka bir şey gerçekten de yoktu. İkisi de Orhan'ın yanına gidince yaralı kurt ikisine de dönüp dönüp baktı. "Naapiyursunuz?"

 

"Kan vereceğuk saa Orhan."
Şu durumda ortamı ısıtacak bir esprili bir taklitti bu. Orhan hafifçe kıkırdadı.

 

"Ben boyle mi konuşiyurum?"

 

Elvan, Hakan'da damar yolu açıp elindeki kan hattını koluna yerleştirdi diğer ucunu da Orhan'a bağladı. Kan akışı başlamıştı. "Hıhı. Tam da öyle konuşuyorsun."

 

"Turnikeyi açtığımda kanama devam edecek ama sizin verdiğiniz kanla dengelemeye çalışacağım. O sırada da kurşunu çıkarmam lazım."

 

"Ben bacaği hissetmiyurum ben. Ne edeceksen et." Bacağını hissetmemesi hiç iyi değildi ancak az acı çekecek olması iyiydi. Ya da belki onu da hissetmeyecekti. Elvan, turnikeyi yavaşça açtı. Kanama bayağı azalmıştı. Kaşlarını çatıp eline bisturiyi alıp yarayı genişletti çünkü şu anki hâliyle alması mümkün değildi.

 

"Hissediyor musunuz?"

 

"Hissetmiyurum."

 

Kurşunun nerede olduğunu tespit etti ve hasar oluşturacak tehlikeli yerlerden uzak durmaya çalıştı. İyice terlemişti. Alnının terini omzuna doğru sildirtti ve işine devam etti. "Buldun mu?"

 

"Çıkarıyorum." diyerek kurşunu çıkarmayı başardı ancak kanama tekrar artmaya başladı. Elvan hemen yaranın üstünü gazlı bezle örtüp turnike uyguladı. Şimdi yapması gereken şey dikiş atmaktı ancak kanama buna izin vermiyordu.

 

Hakan'ın yaralı olmayan kolundan kan alınıyordu. Diğer elindeyse yarasına rağmen tabancayı tutuyordu. Kolunu dizinin üzerine sabitlemiş, silahı kapıya doğrultmuştu ancak silah parmaklarının arasından sıyrılıp yere düştü. Hakan'ın bir an gözü karardı. Kan verme limitini doldurmuştu belli ki. Elvan durumu fark edince hemen kan almayı durdurdu ama Orhan için durum hiç iyi değildi. Bilinci de gitmişti artık yapabilecekleri tek şey üsse ulaşabilmek için timin köyü temizlemesini beklemekti.

 

Tim, operasyon için sahaya inmişti. Sadece beş kişilerdi. Hepsinin alayına yeterlerdi ancak sivillerin olması işi bozuyordu. Mete aklının bir köşesine tim için büyük operasyonlarda destek timinin gelmesi gerektiğini yazdı. Volkan Üsteğmen ve timi bu operasyonda burada olmalılardı, tam da şimdi onlara ihtiyaç duymuşlardı.

 

Dört ayrı sokaktan merkeze doğru ilerleyecek, ilerlerken de önlerine çıkan kalleşleri temizleyeceklerdi. Azra meydanı gören bir evin çatısına çıkmıştı. Timinin arkasını kolluyordu ancak onun arkasını kollayacak kimse yoktu. Bu yüzden iyice kamufle olmalıydı. Öyle de yaptı, çok iyi şekilde kamufle oldu. Silah arkadaşları dahi onun olduğu yeri göremiyordu.

 

"Azra neredesin?"

 

"Okçular tepesinde komutanım." Bu hakim bir yerdeyim, arkanızı son emre kadar koruyacağım demekti.

 

"İyi kıçımızı kolla ve asla yerini terk etme. Bir de kendine dikkat et."

 

"Terk edeni siksinler." deyip Mete'ye doğru arkadan yaklaşan teröristi etkisiz hâle getirdi. Keskin gözleriyle iyice odaklanmıştı. Kim gelirse karşısına tek tek vuracaktı. Teröristler genelde merkezde yoğunlaşmışlardı. Köyün çıkışının durumu da bilinmiyordu. Pusu yiyebilirlerdi, burada her an her şey olabilirdi. Bildikleri tek bir şey vardı o da buradan acilen çıkmalılardı.

 

Göktürk duvara sırtını dayaya dayaya ilerliyordu, böylece kendini sağlama alıyordu. Karşısında gördüğü iki teröristi de hızlıca yere serdi. "On bir." deyip ekledi. "Tuzak seziyorum abi."

 

"Abi ne lan komutan şu an o."

 

"Kes Enes, önüne bak."

 

Sayaç haklıydı. Karşılarında ağır silahlarla tuzak kurmuş örgüt vardı. Sivilleri asma bahanesiyle timi merkeze çekmeyi başarmışlardı. Amaçları merkezde onları kıstırıp yok etmekti, başından beri buradan geçeceklerini biliyorlardı. Sarah onlar için önemsizdi, önemli olan Türk askerini ele geçirmek ve öldürmekti.

 

Meydanın kalabalığı yerini sessizliğe, sakinliğe bıraktı. Siviller bir anda ortadan kaybolmuştu ya da susturulmuşlardı. Tim, kayalıklardan bölgeye gelene kadar ne yaptıklarını bilmiyordu. İş gittikçe tehlikelileşiyordu.

 

Enes birkaç adım daha atınca ellerinde roket olan dört kişi etrafında belirdi. İkisi yolun başında, diğer ikisi de sonundaydı. Azra'nın menziline girmeyecek şekilde konuşlanmışlardı. Bu kadar silahı nasıl buluyorlardı hayret edilecek bir şeydi. Hangi terör örgütü olduğu önemli değildi; komandolar, SİHA'lar bunları imha ediyorlardı ancak bu kalleşler yerine yenisini bulmada zorlanmıyordu.

 

"Komutanım dört roketçi çevreledi. Patlarsam hakkınızı helâl edin, başlıyorum." dedi ve cevabı beklemeden harekete geçti. Silahını kenara bırakıp ellerini havaya kaldırdı.

 

Teröristler teslim olacağını düşündükleri Enes'e doğru yürüdüler. İçlerinden biri roketi kenara bırakıp silahını çıkardı ve ona doğru tuttu. Tut bakalım tut. O tutuşun bir şeyi son tutuşun olacak.

 

Bir metre kadar yakınına kadar geldiler ve Enes'in üzerini aramaya başladılar. Silahı ve kasaturasını alıp kenara attılar, daha sonra da miğferini başından çıkarıp fırlattılar. Ardından içlerinden silahını çeken kişi, Enes'in başına silahını dayadı ve gülmeye başladı.

 

"Hani Türk teslim olmazdı?"

 

Enes içinden çok sövse de dışından sessiz olmayı sürdürdü. Arkasında silahlı bir terörist, onların da arkasında roketleri taşıyan teröristler vardı. İşte şimdi tam da durum Enes'in istediği hâle gelmişti.

 

Genç askerin ellerinden biri havadaydı. Silah hizasında olan öyleydi ancak öteki eli havada olsa da olmasa da onu rehin alan kişi göremezdi. Tam bu esnada Enes diğer eliyle tabancayı tutup teröristin tuttuğu şeklin zıttı yönüne çevirerek elindeki tabancayı aldı. Hemen peşinden kafasına silah dayamış olan kişiyi rehin aldı.

 

Olaylar o kadar hızlı gelişmişti ki roketli üç terörist de ne olduğunu anlayamadan Enes'in kurşunlarıyla ölümün tadını almışlardı. "Türk teslim mi olurmuş yoksa teslim mi alırmış?" başına silah dayadığı kişinin kulağına bu sözleri fısıldadı. Çok geçmeden onun da boynunu kırıp etkisiz hâle getirdi. Biraz geriye gidip silahlarını aldı. Miğferini de başına taktıktan sonra sokak boyunca yürümeye devam etti.

 

"Enes ses ver iyi misin? Azra görüş var mı?"

 

"Devrem ses ver. Kırımlı. Lan oğlum."

 

"Yok komutanım. Enes'ten ses de görüntü de yok."

 

"Hadi be aslanım ses ver."

 

Bu paniklemenin ardından Enes söze girdi. "İyiyim ben. Birkaç haşere dadanmıştı da onları temizledim."

 

Mete içinden seni görünce geberteceğim gibi cümleler geçirirken Azra söze girdi.

 

"Bizi TEM'le papaz etme de. Dikkat et."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

"Oğlum insan konuşur ödümüz koptu burada." Fırat'tan da fırça yedikten sonra tekrar işine döndü.

 

Fırat'ın gittiği sokak da kalabalıktı, namlusunun ucunda olan kim varsa temizliyordu. Kimiler de gizlenmişti, sezmişti bunu adam.

 

"Hadi kızlar çıkın artık saklandığınız yerden, çok eğleneceğiz." diyerek seslendi etrafına bakarak, saklananların çıkmamış olma sebebini anlayamadı ve kendini güvene alıp o sokaktan attı kendini.

 

Tim önlerine çıkanları temizleyerek gidiyordu. Şimdiye kadar sorun yoktu ancak Azra için durum hiç de öyle değildi. Çok iyi gizlenmesine rağmen sanki başından beri orada olduklarını bilirlermiş gibi başına üşüştüler. Birkaç terörist dama çıkıp bu dişi kurdu etkisiz hâle getirmeyi deneyecekti.

 

Ayak seslerinden dahi Azra bunu anlamıştı. "Okçular tepesine çakal giriyor, kendinizi kollayın ben bir süre kollayamayacağım. İcabına bakarım bunların." deyip beylik tabancasını çekti. Kendisine iyice yaklaşmalarını bekliyordu.

 

Tam onlara döneceği sırada önünden bir kurşun geçti. Keskin nişancı ateşiydi bu, başından beri burada olduğunu biliyorlardı. Ateş eder de teslim olmazsan bir kurşunluk işin var demek istiyorlardı. Hiçbiri bilmiyordu sanki, erinden generaline kadar hiçbir Türk askeriyle aşık atılamazdı.

 

Silahı kurşun içeri sürülmüş hâlde yerine koydu. Ardından arkasına dönmeye yeltendi, bu sırada boğazında bir ip hissetti. Onu boğmaya çalışıyorlardı, Azra nefesini düzene sokmaya çalışırken bir yandan da keskin nişancıyı arıyordu. Bu yüzden direnir gibi yapıp az güç harcıyordu.

 

Kara gözlerini kısıp etrafa bakındı. Hedefi gördükten sonra kurduğu tabancasını çekip üç el ateş etti. Onu boğmaya çalışan kalleşler ne olduğunu bile anlamamışlardı. Bu kız boğulurken bile kurşunların ikisini isabet ettirmişti.

 

Arkasındaki adamı bir hamleyle yere çekti. Daha fazla nefesiz kalamazdı, kendine nefes alma imkânı sağladı. Boynundaki ipi bir kenara attı ve üzerine doğru devirdiği adamın kafasını kırdı. Geriye üç tane daha kalmıştı ancak Azra çok nefessiz kalmıştı. Derin derin nefes alırken diğer teröristlerin saldırılarıyla baş etmeye başladı. İlk gelen adamdan bir yumruk yedi ancak o yumruğu ona kurşun yarasıyla ödetti. Bunun ardından savrulan bir tekme yüzünden elindeki tabanca uzak bir tarafa fırladı.

 

"Gel lan gel." deyip bu defa üzerine gelene kafa attı. Sadece birkaç saniyedir boğuşuyordu. Nefesini hâlâ düzene sokamamıştı. Ayağa kalkmazsa kendisi için kötü olacaktı. Ayağı kalkmaya yeltendi ancak bir kurşun daha ona engel oldu. Yine bir keskin nişancı ona engel oluyordu. Onu bulmasına imkan yoktu.

 

Yerdeki tüfeğini alıp biraz doğruldu. Tüfeğini binadan aşağıya doğru atıp ellerini havaya kaldırdı. Başka bir çaresi yoktu. Diğerleri ona engel olmadan kendini aşağıya attı.

 

Tamı tamına üç kat aşağı düşmüştü. Normalde ölmemesi bir mucize olurdu ancak aşağıda iki metre yüksekliğinde sünger yığını vardı. Oraya düşüp ölmek pek de mümkün değildi. Yukarıdaki teröristler, nişancı ne olduğunu anlayana kadar Azra timine doğru gitmişti bile.

 

"Bi çatışma duyduk iyi misiniz komutanım? Telsizinizi kapamışsınız." Tüfeğiyle etrafı kolaçan eden Azra hafifçe güldü. "Göktürk, iyiyim. İyi. Az önce boğuldum ve üç kat aşağı düştüm." dedi kısık sesiyle. Nefesi hâlâ düzene girmemişti.

 

"Ne düşmesi, boğulması Demir? İyi misin sen? Timimde neden sürekli adam eksiliyor ya? Bir şeyin var mı?"

 

"Sünger sağ olsun, iyiyim komutanım. Sadece nefesimi düzene sokmaya çalışıyorum. Artık bitirelim bu işi yoksa Orhan... Allah korusun." dedi kısık sesiyle. Ne kadar kimse görmese de Mete başıyla onay verdi ve ilerlemeye devam etti. Gerçekten de timinde kimsecikler kalmamıştı. Acil takviye lazımdı, kalabalıklardı. Pusu yiyeceklerini tahmin ediyorlardı. Jammer aktif olduğundan bir süre önce karargahla iletişim de kopmuştu.

 

"Keskin nişancılar var dikkatli olun hepiniz."

 

Sokakların meydana çıktığı yere geldiler. Azra biraz daha gerideydi, buradan ilerlemeyeceklerdi. Etraftan güvenli çıkışlar bulmalıydılar. Mete etrafına baktı ve bir keskin nişancı kurşunu miğferini sıyırdı. "Hassiktir."

 

"İyi misin abi?"

 

"Kafamdan kurşun geçti resmen. Hemen güvenli bir yer bulun, siper alın."

 

Yol kenarında bulunan su varilleri dördünün de işini görürdü. Azra ise bir kapının kenarına geçmiş siper almıştı. Birden bire bulundukları yerler ateş altında kaldı. Başlarını dahi çıkarmalarına izin vermediler. Azra tüfeğin ucunu çıkartıp ateş ediyor neye ateş ettiğini görmüyordu. Etrafta sivil yoktu, ona şükrediyordu.

 

"Sıkıştık komutanım."

 

"Geçmemiz lazım bunları."

 

Çantasından malzeme alacak durumda değildi hiçbiri. Göktürk telefonunu çıkarıp kamerasını açtı. Hava çoktan aydınlanmıştı, görüş artık çok netti. Kamerasıyla fark edilmeyecek şekilde çekim yaptı.

 

"Sadece on kişi burada ve görmeden ateş ediyorum şarjör bitmese bari."

 

"Bende şarjör bol var da bırak kendimi silahın ucunu bile zor çıkarıyorum."

 

Bu böyle olmayacaktı. Göktürk, el bombasını çıkartıp pimini çekti. Bir anda aşağı hizadan teröristlere doğru fırlatıp onları imha etti.

 

"Saymayı bıraktım komutanım, geliyorlar."

 

"Ben silahı da çıkaramamaya başladım geliyorlar."

 

"Tüfek çıkaramıyorum tabancaya geçtim."

 

Mete bir çare arıyordu. Böyle olmazdı, şimdi burada ne ölmeye ne de esir düşmeye hakları vardı. Orhan için herkes yaşamak zorundaydı.

 

"Devrem."

 

"Hı."

 

"Sakın bensiz öleyim deme gebertirim seni."

 

"Hayvan herif ya." deyip güldü. "Oğlum orada rahat bırak beni bari. Gül gibi evim vardı oraya çöktün. İlişkime de burnunu sokuyorsun. Her Allah'ın günü beraberiz. Sal beni de rahat rahat bir başıma gideyim." Enes bu cevabı verirken içten söylemiyordu. Yine espriye vurmuştu ama kendi canını hiçe sayacak kadar çok seviyordu kardeşini.

 

"Sayaç. Hayatta kal kardeşim."

 

Herkes veda konuşması yapıyordu ancak Mete pes etmeye niyetli değildi. Zaten hangi Türk pes ederdi ki? "Yakın muharebeye hazır olun." deyip ekledi. "Ve hakkınızı helal edin." Her şeye rağmen ölecekse de savaşarak ölecekti. Hem de son damlasına kadar.

 

"Sizlerle omuz omuza savaşmak şerefti."

 

Azra "Şerefti komutanım, helâl olsun. Sağ kalırsam size bir şey söyleyeceğim." deyip kendine doğru silahı doğrultan adamın elindeki silahı aldı ve kasaturasını karnına sapladı. Elinde şarjör dolu tabanca olsa da onlarca kişiden hangi birini vurabilirdi ki? Hangi birini vuracaktı. Üzerine doğru tutulmuş bir düzine keleş vardı.

 

Bu sırada etraftan ateş açılmaya başlandı. Azra'yı sıkıştıran adamların yarısını onlar öldürmüşken kalanını da elindeki tabancanın mermileriyle gebertti, hızlı hamleleriyle hiç birine göz açtırmadı. Yerdeki keleşlerden birini alıp şarjörleri de yanına aldı, kendi şarjörü azalmıştı destek alması lazımdı. Peki kimdi onu kurtaran? Sadece onu değil tüm timi kurtarmışlardı. Tek tek teröristleri etkisiz hâle getirmişlerdi, aynı anda bu baskını yapmışlardı.

 

Sokağın başından birkaç yeşilli adam Azra'ya doğru geldi. "Heyt be kardeşlerim gelmiş." diyerek karşısında gördüğü astsubayları kucakladı.

 

"Herkes iyi mi?"

 

"İyiyim komutanım."

 

"İyiyiz."

 

"Demir Astsubay'ın yanına gidiyoruz. Temkinli olun hâlâ çoklar." MPT seslerini işittiklerinde bir rahatlık gelse de rehavete düşmediler.

 

Azra'nın yanına varan ilk Enes ve Fırat oldu. Ardından Göktürk ve Mete de geldiler. Azra'nın yanındaki yeşil kıyafetler giyen adamlara doğru bakıp kısa bir inceleme yaptılar. Türk askeriydi bunlar zaten tüfek sesleri bunu göstermişti, arkadan gelen tanıdık yüz de onları kurtarmaya geldiklerinin ispatıydı. Köy tamamen çevrelenmişti, kalan teröristlerin alt edilmesi çok yakındı.

 

"İyi misin Azra?" Başıyla onu onaylayınca Mete kızın sırtını sıvazlayıp karşısından ona yaklaşan adama döndü.

 

"Üsteğmenim."

 

"Komutanım." diyerek kucakladılar birbirlerini. Onu böyle bir yerde bir daha göreceğine bu kadar sevineceği asla aklına gelmezdi. "Volkan tam vaktinde geldin bak ne bir eksik ne bir fazla. Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş derler hızır oldun yetiştin aslanlarla."

 

Timinden adamları da destek için yolladı, Orhanların olduğu bölge tehlikeliydi, orayı temizledikten sonra çıkabilirlerdi anca. "Astsubayın karargaha haber etmiş biz de yakınlardaydık bir uğrayalım dedik."

 

"Bizim derhal buradan çıkmamız lazım yaralılarımız var." Volkan başını salladı ve etrafına baktı. "Çıkış istikametiniz temizlenmek üzere, yaralılar da güvenle getirilecek hiç merak etmeyin. Burası bizde, hepsini teker teker sikmeden bırakmam." Kaşlarını çatıp yerdeki teröristlere baktı. Nefreti yüzünden okunuyordu, zaten öfkeli olan bu adam operasyonda daha da öfkeleniyordu.

 

"Tamam mıdır teğmenim, yaralıları derhal araca bindirin biz de geliyoruz." Telsizi kapadıktan sonra komutana yolun temiz olduğunu ayrılabileceklerini söyledi. Mete'nin uzattığı eli kavrayıp sıktı.

 

"Karargahta görüşmek üzere." diyerek timiyle ayrıldı yanından, bir askerin refakatinde araca doğru ilerlediler.

 

Akıncı ve timi köy meydanından tedbirlice ilerlerken yerdeki gök bayrağı eline aldı, öpüp alnına koydu. Asılan radikal paçavrasını yere fırlatıp Türkmen bayrağını olması gereken yere astı. Elini Türkmen bayrağına sürdükten sonra selam verip timinin peşinden gitti.

 

Ne gök bayrak ne de al bayrak yerde kalmalıydı. Hepsinin yeri gökyüzünün mavisiydi. Eğer bir Türk varsa orada sallanan bayrak ay ve yıldız olurdu, rengi fark etmezdi.

 

Köy çıkışı pusu atılabilecek bir yerdi ancak hızır gibi yetişen Volkan Üsteğmen'in timi oradaki teröristlerin enselerine çökmüş bir kısmını etkisiz hâle getirmişken bir kısmını da yakalayıp bağlamıştı.

 

Tim sonunda köyden çıkabilmişti. Akıncı Üsteğmen, Göktürk'ten uydu telefonunu alıp karargâhı aradı. Durumu bildirmeleri gerekiyordu.

 

"Komutanım."

 

"İyi misiniz üsteğmenim."

 

"Çıktık köyden komutanım, Volkan Üsteğmen yetişti. Astsubay Orhan Kutay ve Teğmen Hakan Batur yaralılar. Orhan Astsubay'ın durumu ağır. Acil tahliye edilmemiz gerekiyor, bize ayrılan araç ile üsse geçeceğiz."

 

"Az kaldı yiğitlerim. Sabredin biraz daha, yetişeceksiniz."

 

"Emredersiniz."

 

Yanlarına refakat eden asker kamyonu gösterdiğinde içinden uzun sakallı bir adam indi. "Zülfikar bizim muhbirimiz, sizi üsse o götürecek. Sağ salim varın komutanım." diyerek ayrıldı yanından. Zülfikar'a teşekkür edip kamyonun kasasına yaralı adamlarının yanına bindi, hepsi yerini alınca araç çalıştı ve yola çıktı.

 

Orhan'ın bilinci kapalıydı, Hakan da pek kendinde değildi, Sarah zevkten dört köşe olsa da korktuğundan bunu belli etmiyordu. Onların başında Elvan ve Fırat duruyordu. Enes, Göktürk, Azra ve Mete daha ileride, kasanın açılacağı yerde oturuyorlardı, bu güvenlik tedbiriydi, olası bir saldırı ânında yakın muharebeyle onları etkisiz hâle getireceklerdi.

 

"Azra."

 

"Emredin komutanım."

 

"Gözün mü morarmış senin?" Ellerini gözünün çevresine doğru götürdü ve canını acıtmamaya çalışarak gezdirdi parmaklarını. Cidden canı acıyordu birden sızlanıp irkildi. Bunu fark etmemişti hiç, iyi bir yumruk yemişti, dudağı patlamış, kaşında da izi kalmayacak cinsten küçük bir yarık oluşmuştu onların hiç farkında değildi.

 

"Dudağını patlatmışlar, kaşın da yarılmış yara bere içindesin." Üsteğmen parmaklarını istemsizce dudağına götürdü ancak dokunmadan geri çekti.

 

"Okçular tepesinde birkaç yumruk yemiştim odur herhalde." Nefes alışverişi nabzı gibi biraz hızlanmıştı.

 

"Üsse varınca buz buluruz oradan helikopter kalkana kadar, malum çantamızda taşımıyoruz onu. Ne oldu peki?"

 

"Keskin nişancılar kıpırdamamı istemediler, üzerime çullananlar oldu, nişancıyı buldum üç el ateş edip indirdim boğulurken." Elini boynuna götürdü, sesi hâlâ kısık çıkıyordu.

 

"İyi misin?" diye yaralı yüzüne bir bakış attı. "Yüzün hiç öyle durmuyor da. Hem de boğuldun yani o da var, boğulan birine bu soru sorulur mu onu da bilmiyorum."

 

Üsteğmen bir el işareti yapınca ilk yardım çantasından çıkarılmış malzemeler eline tutuşturuldu. Karşısındaki kıza doğru yaklaşıp pamuğu yavaşça dudaklarına götürdü, bir eli de çenesindeydi, acıtmak istemediğinden çok yavaş hareket ediyordu. Adam yaraya kadın da adama bakıyordu.

 

"Bir tane normal yok ki başıma, üç zahiyat verdik hâle bak. Yan çevir biraz başını kaşına da pansuman yapayım."

 

Azra başını yana doğru çevirirken eli yine boynundaydı istemsizce. Adamın ise bir eli yine çenesinde diğer eli de ona pansuman yapıyordu. Kaşına değen pamukla bir anlık irkildi, askerdi her zorlukla başa çıkabiliyordu da işte bazen... Bazı yerlerde, bazı zamanlarda işler hiç öyle olmuyordu.

 

"Canını mı acıttım?" Azra başını iki yana salladı, acımazdı ki, mümkün değildi ki.
Canım acıyor.

 

Daha yavaş dokunuşlarla yarayı temizledi ve küçük bir bant yapıştırdı üzerine. Nefes alışverişi hızlanırken üsteğmen geri çekildi, şimdi kadın daha rahat nefes alabiliyordu.

 

"Daha iyi olursun şimdi."

 

"Teşekkür ederim, ben yapardım..."

 

"Kaş yaparken göz çıkarabilirdin şu sarsılan araçta, böyle daha iyi oldu bak toparladı yüzün biraz."

 

"Boynumda bir acı kalmadı iz var mı bilmiyorum ama yüzüm o kadar kötü mü ya?"

 

"Evde kalırsınız komutanım bu yüzle değil mi devrem?" diyerek yanındaki Kırımlı'yı dürttü dirseğiyle.

 

"Lan oğlum bak ceza yiyeceğiz senin yüzünden. Geçen gün yemediğimiz koşu cezasını yiyeceğiz şimdi."

 

Küçük bir öksürüğün ardından elini yine yüzüne götürdü astsubay, cidden gözünün çevresi acıyordu. Fark etmeden bir yumruk daha yemiş olacaktı ki dudağı patlamış ve kanamıştı. Hepsini yeni fark ediyordu ama pek umurunda değildi.

 

"Enes haklı. Karargaha dönelim tam teçhizatlı sabaha kadar koşturtayım sizi de görün."

 

"Hay dilimi eşek arısı..."

 

"Enes cidden çenen çıksın, şöyle tüfeğimin dipçiğini geçireyim çenene çıksın yamulsun şu çenen de sus biraz konuşama."

 

Enes yine şom ağızlılık yapıp ceza almayı, almalarını başarmıştı. "Evde kalsam bir şey fark etmez Sayaç. Biz vatanla evliyiz zaten."

 

"Aldın mı cevabını lan?"

 

"Aldım abi."

 

Mete Demir Leydi'ye yine yaklaşıp hafifçe yakasını çekti, boğulma izi duruyordu hatta mora çalmıştı rengi. Kalıcı değildi ama bir süre onunla kalacağı belliydi. Parmaklarını hafifçe ipin sıktığı yere değdirdi, acıyıp acımadığını kontrol etmek ister gibiydi. Kadından bir tepki göremeyince geri çekildi.

 

"İz var ama merak etme geçer." dedi adam onu rahatlatmak için. "Hangisi geçmedi ki bu da geçer." diye cevap verdi kadın gülümseyerek.

 

"Bendeki geçti, sayende. Şu an seni en iyi ben anlarım. Hem boynundaki hem de yüzündeki izler geçer gider."

 

Hangisi geçmedi ki komutanım, bu iz ne ki, o da geçer.

 

"Sen bana bir şey diyecektin." Bunun cevabını verirsem işte o zaman ölürüm komutanım.

 

♟️

 

Evvett yeni bölümün sonuna geldik, nasıl buldunuz yorumları alayım şuraya. Yorum ve beğenilerinizi bekliyorum bir yorum dahi olsa bırakmanızı rica edeceğim sizden bu beni mutlu ve motive ediyor çünkü❤️

 

Orhan'ım yaralı Laz kekim benim kıyamam sana vuruldun mu sen? Hakan'ın yaralıyken Orhan'a kan vermesi peki??

 

Volkan Ünver... İlk bölümde adı geçmişti trafomla tanıştınız, kitabın sonlarına doğru daha çok göreceğimiz bir isim olacak kendisi. Ve barut gibi olmasına rağmen düşüyorum ben kendisine hoş geldin üsteğmenim.

 

Ve ve ve askerine elleriyle pansuman yapan Mete Üsteğmen, ya sen gerçek olsana bak nikah masasında oturup konuşmamız gereken şeyler var😄

 

Kendisine roket tutanlara roketi yediren Enes ve okçular tepesinde mücadele edip üç atışta bir nişancıya boğulurken isabet ettiren Azra ben sizden razıyım behh😍❤️

 

Size çok güzel bölümler vaad ediyorum, duygusal bölümler yakında geliyor ve 9. Bölüm bir anlamda kırılma noktası olacak, ben şu an sizden oldukça ilerideyim stok yapıyorum ehehhe neysehh canlarım yeni bölüme kadar hoşça kalın.😘😘

Loading...
0%