Yeni Üyelik
54.
Bölüm

7. "Laz Böreği"

@rubamsalepe

Bölüm Müziği:
•Koliva- Kara Sevda

Beğeni vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım, beni İnstagram rubamsalepe hesabımdan ve bu hesaptan takip edebilirsiniz. Bazen spoiler veriyorum ve çok eğleniyorum 🤭❤️ İyi okumalar 😘

♟️

Orhan'ın hastaneye kaldırılışının üzerinden tam altı gün geçmişti. Bu süre içinde en çok yıpranan Meryem olmuştu. Eşini bir dakika olsun yalnız bırakmamıştı. Panik olmasınlar diye de Orhan'ın Rize'deki annesine ve kardeşine haber vermemişlerdi. Zaten Orhan'ın annesi hep evham içindeydi, oğlunun bir an önce istifa edip köydeki çaylıklarla ilgilenmesini istiyordu. Mesele çaylık değildi aslında. Mesele Orhan'ın canının tehlikede olmamasıydı. Ödü kopuyordu oğluna bir şey olacak diye. İşi merminin ucunda olmak olduğundan çok da haksız sayılmazdı.

Orhan hastanede ve sağlığı gayet iyiyken Mete de evdeki iki çocuğa annelik yapıyordu. Yine her zamanki gibi tatil olmasına rağmen erken kalkmış ve tıraşını olmuştu. Ellerini beline doğru uzatıp arkada birleştirdikten sonra Göktürk ile Enes'in odasına daldı.

"Beyler hadi kalkın sabah oldu." Sözlerine ikisi de kulak asmamıştı, saat sadece yediydi. Neden onu dinlemelilerdi ki? Sürekli bundan şikayet ediyorlardı zaten, tatil günü erken kaldırılıyordu, bu komutan zorbaydı.

"Yavrum kalkın hadi. Hadi bebeğim hadi." Mete kendi kendine eğleniyordu ancak asıl eğlence şimdi olacaktı.

"Koğuş kalk! Dikkat!"

Bu bağırışın ardından birden yerinden sıçrayan iki genç asker derhal tekmil getirdiler.

"Astsubay Çavuş Göktürk Bilir, Bursa. Emret komutanım."

"Astsubay Çavuş Enes Kırımlı, Bahçesaray. Emret komutanım."
Gözlerini açmaya zorluk çeken Enes olan bitenin farkına varmış olacak ki yerine çöktü. Gözlerini ovuşturdu, ardından zorlukla açabildi.

"Abi yeter valla bak. Kaç oldu bu? Saat kaç hem?"

Göktürk komodinin üstünde duran telefonunu eline aldı ve daha sonra yatağına fırlattı. "Uğursuz rakam." deyip Mete'nin üstüne yürüdü.

"Abi, bizi neden bu saatte kaldırdın?" Birkaç adım daha attı. "Cidden soruyom amacın ne yani?" Bir adım daha atıp aralarındaki mesafeyi bir karışa indirdi.

"Geri bas lan. Öpecekmiş gibi yapıştı burnumun dibine."

Göktürk hafifçe gülümsedi "İstersen onu da yaparım." dediğinde komutanının onu itmesiyle karşı karşıya kaldı. Pis pis güldü, hak etmişti bunu üsteğmen, çoktan hak etmişti.

"Bak bir sabah bırak bizi de rahat rahat uyuyalım. Sahada canımız çıkıyor zaten. Azıcık iznimiz var onu da zehir ediyorsun bize."

"Bunları da eğitim gibi düşünün lan. Bakın asla paslanmıyorsunuz işte daha ne istiyorsunuz?" Enes, içinden hay senin eğitimine diye söverken; Göktürk, acaba şimdi bizden ne isteyecek diye düşünüyordu.

"Orhan'ı görmeye gidiceğiz. Gitmeden bizim deli kurda Laz böreği yapalım dedim. Hadi kalkın siz hamurları açın börek için ben de harcı hazırlarım."

Enes ve Göktürk birbirlerine baktıktan sonra Mete'ye döndüler. "Abi şaka mısın? Alalım işte giderken bir yerden, oturup kendimiz mi yapacağız?"

"Olmaz elle yapmamız lazım. Hem üşenmeyin bir işe de be. Yoğurdum, mayaladım hamuru ben. Şimdi gidin yer sofrasında hamuru açın düzgünce. Delik görürsem sizi delerim ona göre."

Saat yediydi ve Mete erkenden kalkıp hamur yoğurmuştu. Gerçekten evdeki iki deli de komutanlarının bu hallerine şaşıyorlardı. Anneden farksızdı, hem time hem de evde bu adamlara nasıl da annelik edebiliyordu şaşırılacak şeydi doğrusu, herkes yapamazdı, o doğuştan liderdi.

Göktürk ters ters bakıp banyoya giderken Enes, oflayarak yerinden kalktı. Temiz eşofmanlar çıkardı ve üzerini değiştirdi. Asla ev arkadaşı almamalıydı, başta yapmıştı en büyük hatayı. Göktürk de Mete de onun için hataydı. Hepsini kapı dışı edesi vardı ama yapamıyordu. Sırf böyle saçmalıklar yaşadığı için hemen evlenip onlardan kurtulmak istiyordu da işte sevdiceğinin pek niyeti yoktu buna. Belki emekli olduktan sonra Zeynep'le Kırım'a yerleşirlerdi, hayali bile güzeldi onun için.

Enes de elini yüzünü yıkadıktan sonra Göktürk gibi ahşap yer sofrasının başına çöktü. Mete her şeyi hazırlamıştı, gerçekten de olması gerekenden fazla hamarattı. Hem hamarat, hem disiplinli hem de elinden her iş gelirdi. Komutan olmanın hakkını veriyordu. Bir de titizdi ki en çok o yüzden çekiyordu, dip köşe temizlik yapılıyordu sürekli evlerinde iki askerine.

Göktürk, eline küçük bir hamur parçası aldı ve yuvarlayıp önüne unladığı kısma koydu. Merdaneyi de eline alıp sanki kırk yıllık hamur açan teyzeler gibi hamuru açmaya başladı.

"Sen nereden biliyosun lan hamur açmayı?"

Göktürk gözleriyle karşıya sabitlediği telefon ekranını işaret etti. Videodan öğrenmişti az önce. Tabi becerebilecek miydi bilmiyordu ancak genelde yemek işlerini becerirdi. Mete gülerek yanlarına gelip ikisinin de başına yemeni bağladı.

"Heh şimdi tam oldu işte."

Daha fazla düşemeyeceklerini anlayan Enes ve Göktürk başlarındaki örtüye tepki dahi vermediler ancak merak etmeden de duramadılar.

"Her şey tamam da abi, sen nerden buldun bu örtüleri?"

"Bir gün lazım olur diye dolabıma tıkıştırmıştım."

"Neden lazım olabilir Allah aşkına açıklasana gözünü seveyim." Enes bir yandan hamurda açtığı delikleri yamamaya çalışıyor bir yandan da laf yetiştiriyordu. Ya da buna çabalıyordu.

"Sus lan. Kapı çaldı, git kapıya bak. Ocakta harcım var benim."

Mete, timini börek için çağırmıştı ancak Elvan ve Fırat sevgilileriyle gün boyu randevuya çıkacaklarından gelemediler. Hakan da ne kadar istirahat etmese de iyi olduğunu söylese de Mete onun da kolunun zorlanmamasını istiyordu, onu çağırmadı, tek işi olmayan Azra olmuştu. Sabah'ın köründe Laz böreği açmak için komutanından emir alacağını hiç düşünmemişti. Emir değildi aslında bu ricaydı, öneriydi ama işte her neyse bu kadar erken olmamalıydı. Saat altı buçukta aranmıştı, hazırlanıp anca gelirdi diyeydi bu. Uykusunun en güzel yerinde telefonu ilk çalışta kenara fırlatmış sonra yataktan kalkıp sürünerek eline alıp arayan numarayı görünce de ayağı fırlamıştı.

Ocakta harcı varmışmış! Enes ellerindeki unları sofraya silkeleyip ayağı kalktı. Yaptığı yamalı şaheserine son bir defa daha baktıktan sonra kapıya doğru gitti. İzin günleri asla uyuşmayan ikilinin izinleri çakışmıştı bu defa. Zeynep de bunu bildiğinden sabah sürprizi yapmak istemişti. Karşısında yemenili ve una bulanmış yüzü gören Zeynep küçük bir kahkaha atıp ardından hızlıca dudaklarını birbirine bastırdı. "Bu ne hâl Enes?"

İçinden 'işte şimdi yakalandık' diyen Enes, başındaki yemeniyi çekip arkasına sakladı. "Yakışmıştı ama canım." Enes boğazını temizledi ve yüzüne küçük bir tebessüm kondurdu. "Sen izinli miydin bugün ya?"

Az önceki tipinden dolayı biraz utanmıştı, hatta iki lafı bir araya getiremiyordu. Bunun sebeplerinden biri de bu kızı çok özlemesiydi. Kelimelerini acilen toparlaması lazımdı.

"Yani izinlisin demek ki. Geç hayatım içeri, bekleme böyle kapıda." Zeynep gülümseyip Enes'in yanağını hafifçe sıktı. Dudağına masum bir buse kondurduktan sonra içeri girdi.

"Aha geldi kumam. Neden geldin sen?"

"Lan oğlum düzgün konuş şu kızla. Bir gün fena dayak yiyeceksin haberin olsun."

"Bordo bereliyim ben, bana bir şey olmaz abi." deyip hamurunu açmaya devam etti.

Aslında gerçekten Zeynep istese onunla çok da güzel kapışabilirdi. Kendisi polisti, onlar çok iyi eğitim alıyordu, ölümüne kapışırdı. Tabi bunu ikisi de biliyordu ancak sessiz kalmayı tercih etmişlerdi.

"Hoş buldum Göktürkçüğüm. Yemeni ve hamur çok iyi olmuş, yakışmış. İnşallah tez zamanda evlenip defolup gidersin." deyip ekledi.

"Mete abi harbi bu hâl ne? Yine bu oğlanları kılıktan kılığa sokmuşsun." Mete güldü ve elindeki harç bulunan tencereyi sehpanın üzerine bıraktı.

"Orhan Astsubay'ı ziyaret edeceğiz de bir şeyler yapalım dedim. Sabahın yedisinde diktim bunları ayağı, aç açına çalıştırıyorum." Bir sopa da benim yerime vur der gibi gülen Zeynep de erkenciydi bugün, belki de sevgilisini erkenden gelip kendisi uyandırmak güzel vakit geçirmek istemişti. Genç kız ceketini çıkartıp bir kenara attı, ardından Enes'e dönüp elindeki yemeniyi başına bağladı.

"Abi, bana da varsa bir tane ver. Benimki pek beceremez yemek işini yardım edeyim size."

"Al al. Devremi aldın, abimi de al elimden. Hatta ne yapalım biliyor musun, biz seni time alalım direkt, sen de huzura erersin artık." Zeynep, gözlerini Göktürk'e karşı devirmesinin ardından kahverengi saçlarını toplayıp Mete'nin ona verdiği yemeniyi başına bağladı. Ellerini de yıkadıktan sonra kollarını sıyırıp Enes'in tam yanına oturacağı zaman kapı çaldı, hazır ayaktayken koluyla kapıyı açtı. Bu defa da Azra gelmişti.

"Adresi mi karıştırdım?" Daha önce timiyle birkaç defa burada bulunmuştu ama evler birbirine benziyordu, tanımadığı bir yüzü görünce şaşırmıştı.

"Buyurun kime bakmıştınız?"

"Enes'in evi değil mi?" Zeynep yüzünü düşürdü, karşısındaki kadın ona sevgilisini soruyordu, hem de onun evinin önünde. Gerilse de sakinliğini korumaya çalıştı.

"Ben kız arkadaşıyım siz kimsiniz?" Azra daha önce Zeynep'i görmemişti, bu karşılaşmayı burada beklemiyordu. Şaşırsa da gülümseyerek karşılık verdi sorusuna.

"Komutanıyım, üsteğmenim davet etti beni."

"Haa." diyerek şaşkınlığını belli etti kız, sonra da kendisini toparladı, rahatlamıştı. Sevgilisi yakışıklı bir adamdı, hâliyle kıskanıyordu. Dağda olduğunda onu merak etse de kimse ona bakmıyor diye seviniyordu.

"Azra, hoş geldin geç içeri neden dikildiniz böyle?" Azra komutanına gülümseyip içeriye girdi.

"Tanışıyorduk, hoş buldum komutanım."

"Memnun oldum. Zeynep Zorlu." diyerek kendini tanıttı, bu defa samimi davranmıştı, tehlike olarak görmedi onu.

"Azra Demir, ben de memnun oldum." Elini sıktıktan sonra ceketini çıkartıp salona doğru geçti. Askerleri ayağa kalkmaya yeltenince eliyle onlara oturun işareti yaptı.

"Sivildeyiz gençler rahat olun."

"Timin kalanı sevgili uğruna bizi ekse de Demir Leydi desteğe geldi, yine bir evrende arkamızı kolluyor." dedi gülerek Mete. Devreler biraz olsun rahatlamıştı çünkü bu iki kızın elinden çok iş geleceğini düşünüyorlardı, kendileri beceriksizdi, onlara kalsa o börek asla bitmezdi.

"Hoş geldiniz komutanım. Bize de tam sizin gibi bir oklavacı lazımdı, vurduğunuzu açarsınız gibi geliyor bana."

"Hoş geldiniz ve devreme katılıyorum kesinlikle en güzel yufkayı siz açarsınız."

Azra gülümseyerek çantasındaki çiçekli ve oyalı yemeniyi çıkardı ve siyah saçlarının üzerini örttü. Örtünün uçlarını tepeden bağlayıp sarkan uçlarını da kenarlara sıkıştırdı. İleride gördüğü lavaboda ellerini yıkayıp oturdu yere. Herkes şaşkınca onu izliyordu, hiç beklemiyorlardı bu kadar hazırlıklı olacağını.

Büyük sofranın başında Mete vardı, Zeynep Enes'in yanına geçince Azra komutanının yanındaki boşluğa geçti. Ona görevdeyken öleceğini düşünüp bir şey söyleyeceğini söylemiş sonra da o sorduğunda susmuştu, konu öylece kalmıştı, hatırlatmamasını umuyordu şimdi.

"Nasıl yamamışım ama? Bak gör harikayım aşkım, bu işte." dediğine kendi de inanmıyordu, komiklik olsun diye söylüyordu zaten. Zeynep bir süre güldü ve Enes'in mundar ettiği hamuru düzeltti. Ardından yufkayı yağlı kâğıt serilen tepsinin üzerine koydu. Bu işe iyi başlamışlardı. Tabi Enes buna dahil değildi.

Göktürk de bir yufkayı bitirdi ve yerleştirmesi için Zeynep'e uzattı, o da yüzünü ekşiterek yufkayı alıp yerine yerleştirdi. Mete de bu katmana hazırladığı kara lahanalı karışımı serpiştirdi.

Göktürk ve Zeynep arasında böyle küçük çekişmeler hep olurdu. İkisi de birbirini kendisinin kuması olarak görüyorlardı. İkisi de Enes'i çok sevdiklerinden bunu yapıyorlardı. Enes bazen bunalsa da durumu idare etmeyi biliyordu.

"Enes." deyip sevgilisinin gözlerine kilitlendi genç kız. İki mavi göz birbirine sabitlenmişti.

"Efendim."

"Çok özledim be. Üç hafta oldu görüşmeyeli."

İkisi de duygu yüklüydü. Yakın olsalar bile işlerinden ötürü uzak mesafe ilişkisi yaşıyorlardı. Enes, göreve gidip bazen günlerce bazen haftalarca dönmüyordu. Döndüğünde ise hemen Zeynep'le buluşamıyordu. Bunun sebebi de Terörle Mücadele polisi olan bu kızın izinleriyle kendi izinlerinin çalışmıyor olmasıydı.

Enes, unlu ellerinin tersiyle genç kızın yanağını okşadı ve yüzüne özlemle baktı. Sonra da alnına bir öpücük bıraktı.

"Sabret biraz, altmış beşimizden sonra rahatlayacağız."

Bu romantik anı bozan tabii ki Göktürk oldu. "Ne alaka lan altmış beş? Evlenince kavuşursunuz işte. Ulan kendi kendimin kuyusunu kazdım şu an. Vazgeçtim evlenmeyin. Siz evlenemezsiniz, kardeşsiniz kalleşler."

Sessizce "Sıçtın romantizmin içine şu an devrem sağ ol." deyip sesini arttırdı.

"Biz anca emekli olunca rahat rahat görüşürüz herhalde ondan dedim." Göktürk bunu ne kadar saçma bulsa da sesini çıkartmadı çünkü işine geliyordu. Enes'i kimseyle paylaşmaya niyeti yoktu. En azından kendisi birini bulana kadar yoktu.

"Şuna birini bulsan da bizden ayrılsa ya artık." Unlu parmaklarını ona doğru uzatıp git hareketi yapmıştı.

"Öyle mi olduk devrem. Daha iki gün önce sensiz yaşayamam diyordun."

"Yalandan adam ölse ilk sen ölürdün he"

"Ya bırak hayatım, şu kokuşmuş eşofmanlarına rağmen kaç kız arkadaşım aralarını yapmamı istedi de o istemedi. Sorun Göktürk Bey'de."

Göktürk ortalamanın oldukça üstünde bir yakışıklılığa sahipti, gerçekten insan dönüp ikinciye bakıyordu ancak şöyle bir sorun vardı ki Göktürk'ün bunlar pek de umurunda değildi. Yüz güzelliği değil de daha farklı şeyler lazımdı ona, kalbin ısınması, temiz yürek gibi. Espirili eğlenceli biriydi ancak çapkın değildi, o kişinin hayatına bir kere gelmesini tam gelmesini bekliyordu bu yüzden de sağa sola bakmıyordu.

"Hem benden önce abim var, abimin başını bağlamadan benimki bağlanamaz değil mi abi?"

Üsteğmen Göktürk'e baktı, kaşları havaya kalkmıştı. "Ben ne alaka lan şimdi?"

"Niye abi, devrem bu defa haklı. Otuz iki oldun farkındasın değil mi?" Yanındaki sevgilisine çevirdi başını.

"Yavrum senin yok mu arkadaşın, sivilden olur teşkilattan olur, bağlayalım abimin başını."

Mete masadaki una elini daldırıp ona doğru fırlattı.

"Size benimle uğraşma hakkını kim verdi oğlum?"

Enes hiç duymamış gibi yaptı, zeynep de uydu ona ve "Birkaç kişi var dur ben düşüneceğim bunu." dedi gülerek. Aslında onun da mutlu olmasını istiyorlardı, otuz iki sene bir adam hele ki Mete Akıncı gibi bir adam yalnızlığı asla hak etmiyordu.

"Rahat bıraksanıza lan komutanınızı, belki bir sevdiği var siz ne karışıyorsunuz?"

"Komutanım olsa biz biliriz, biliriz değil mi lan Sayaç?"

"Biliriz tabii devrem, o bekleyip duruyor. E hayatının aşkını bulsunlar sana işte daha ne istiyorsun Allah'tan cezanı mı?"

Üsteğmen önce Azra'ya sonra da devrelere baktı.

"Bir bok bildiğiniz yok sizin." Başını yeniden Azra'ya çevirdi ancak parmağı askerleri gösteriyordu.

"Görüyorsun değil mi astsubayım, ben nelerle uğraşıyorum? Ne komutanlarına ne de abilerine saygıları var bunların."

Azra başını sallarken aynı üsteğmen gibi ikisinin üzerine un püskürttü. Zeynep elinin temiz tarafıyla Enes'in yüzünü temizlemeye başladı, sonra burnunu öpüp geri çekildi.

"Gözüm çift görmeyeli kaç asır oldu, en son iki üç ay önce bir dizide görmüştüm." Kendi yalnızlığından gem vuruyordu bir anlamda. Hoşuna gitmişti sevenleri bir arada görmek ama işte herkes sevdiğine kavuşamıyordu.

"Sen yine gördün Azra, benim izlediğim dizide çift öldü. Hiç ölü görüyormuşum gibi bir de dizi çiftimin ölümünü izledim. Bari bu evren güzel olsaydı."

Göktürk dertli dertli iç çekti ve elindeki unu sofraya silkeleyip komutanına cevap verdi.

"Gerçek aşklar mazide kaldı abi, şu ikisine aldanmayın onlar sadece hayal ürünü." Parmaklarını ikisinin üzerinde dönüp duruyordu.

"Sensin lan hayal ürünü." Kafasını onunkine vurunca ikisinin de canı acıdı.

"Kırdın lan köpek." Göktürk kolunu başına götürürken Zeynep de Enes'in başını okşadı çenesiyle, ellerindeki undan dolayı başka şekilde yapamıyordu.

"Görüyorsun astsubayım, ben evde iki çocuk bakıyorum ve çok yaramazlar. Dökme oğlum o unu bak size temizleteceğim orayı."

Azra Ankaralı olsa da ailesi son birkaç yıldır annesinin memleketi Sivas'ta yaşıyordu. Akrabalarıyla görüşme gibi bir huyu yoktu, pek sevmezdi onları hep boş konuşurlardı. Okul bitene kadar ne zaman bitiyor ne olacaksın derler, okul bitince neden iş bulamadın derler, atanınca ne zaman evleneceksin derler, evlenince ne zaman çocuk yapacaksın derlerdi, akraba değil akbabaydı hepsi.

Arkadaş çevresi de erkeklerdi genelde, onlarla da çok sık görüşemiyordu. Bu aile ve dost boşluğunu timiyle gideriyordu. Fırat ağabeyi en yakın arkadaşı olmuştu mesela, beraber bazen vakit geçirirlerdi, dertleşirlerdi. Orhan ve eşi Meryem ile de samimiydi ama onlara içini çok dökemiyordu. Time girdiğinden beri diğer dört insanı da benimsemişti.

Eline aldığı hamuru azıcık yoğurup daha kıvamlı hâle getirdi. Üzerine elini bastırdıktan sonra unu üzerine septirdi. Kendisinin pür dikkat izlendiğinin farkında değildi. Merdaneyi alıp ustaca açmaya başladı hamuru. Küçükken zorbalığa uğradıkça annesinden kızlara atfedilen şeyleri öğreniyordu, böylece daha çok kız gözükecekti çocuk aklıyla böyle düşünüyordu. Temizlik, yemek hatta dikiş bile biliyordu. Temizliğe üşense de yemekte iyiydi.

"Sanırım son kat." diyerek harca ve hamura baktı, bittiğini görünce tepsinin üzerine son katmanı oklavaya asıp ustalıkla yaydı.

"Vallahi mis gibi oldu, soda kullanıyor musunuz siz?" diyerek başını kaldırınca dördünün de kendine baktığını fark etti. Kaşlarını sorgular hâle getirdi ne olduğunu anlamaya çalıştı.

"Vallahi helal olsun komutanım, siz gelmeden mundar ettiğimiz o hamurlar kâğıt gibi açıldı. Vallahi tebrik ediyorum."

"Alkışlıyorum ben, çok rahat çok profesyonel." dedi bir diğer askeri.

Mete de şaşırsa da onlar kadar abartmadı, bu abartı durumunun onu incitme ihtimali olduğunu biliyordu çünkü, bu kızı tanıyordu. Erkek değil de kadın gibi olduğunu ispatlamak için öğrendiğine adı kadar emindi.

"Kullanmıyorum soda, neden ki?" Azra bu defa ona döndü. "Daha güzel olur. Ben göstereyim isterseniz, var mı evde?" Mete başını salladı ve mutfağı işaret etti, tepsiyi alıp içeriye geçti. Tezgaha yavaşça yerleştirdikten sonra da buz dolabını açtı adam.

Buz dolabına bakınca Azra'nın aklına komutanı geldi, komutanı da tam bir boz dolaboydı. "Hakan Teğmen iyi mi acaba? Arayıp sordum ama yüz yüze görüşmediğimden emin olamıyorum, ona kalsa her an iyidir o." Elinde bir şişe sodayla geri döndü Mete. Dudaklarını bilmiyorum anlamında büzüştürdü.

"Valla ben de merak ediyorum ama gitmeye fırsatım olmadı bir bugün boştum. İnşallah iyidir bana sağlam adam lazım çünkü." İki askerinin de yaralanmış olması iyice canını sıkıyordu, neyse ki hayattalardı ve kalıcı bir hasarları yoktu.

"O sırada iki askerinizin yaralı olması şoku." diyerek ağlanacak hallerine güldü.

"Üç." Başıyla onu gösterdi Mete. "Küçük bir şey olmayabilirdi bu, neyse ki o herifleri savuşturdun. Bo..." Yutkundu, bazen geliyordu aklına onun da işte, travma gibi değildi ama bazen kötü hissetmesine sebep oluyordu.

"Boğulabilirdin."

"Boğulmadım, iyiyim." Mete iyi olduğuna sevindiği bir bakış attı kadına, hafifçe başını sallayıp arkasına döndü. Gazoz açacağını bulmak için çekmeceyi karıştırdı ancak bulamadı.

"Nereye koydu bu hıyarlar acaba?"

"Siz verin ben bıçakla açayım, sanki dağda bayırda neleri nelerle açıyoruz bunu mu yapamayacağız?" diyerek elinden kaptı sodayı, bıçağı tırtıklı kapağın altından geçirirken tezgahla karnı arasına sıkıştırdı şişeyi, bir yandan da sıkıca tutuyordu. Sodanın kapağı atarken o üzerine taşacağını kendi de tahmin etmemişti. Hızlıca tezga koyup üzerindeki kapşonluyu çekiştirdi ıslaklık içine işlemesin diye.

"Benim yapacağım hamaratlık da bu kadar oluyor, batırdım her yeri ya."

"Önemli değil." diyen Mete ıslak mendil uzattı kıza. Islak şeyi ıslak mendille silmek de ayrı bir olaydı, yapış yapış olmazdı ama ıslak kalacaktı. Boşta kalan eliyle kalan sodayı eşit miktarda dökünce Mete de tepsiyi fırına verdi. Tekrar askerine döndü, böyle olmazdı dışarı çıkacaklardı. Hava soğuk olmasa da serindi hasta olabilirdi kurumazdı bu ıslaklık.

"Yok böyle olmaz Azra, hasta olursun. İçine işledi mi?" Başını iki yana salladı kadın.

"Benim kapşonlulardan birini vereyim sana biraz bol gelir ama hiç yoktan iyidir." 1.90 boyunda iri yapılı bir adamdı Mete, Azra ise 1.80 civarıydı, orta kiloluydu. Muhtemelen giyeceği ona bayağı bol gelecekti ama moda değil miydi zaten bu?

"Valla hiç hayır diyemeyeceğim, operasyona iğnelerle serumlarla çıkmak istemiyorum."

"Gel o zaman benimle." diyerek çağırdı kızı, ellerini yıkadıktan sonra ikisi de salondan geçerken sofranın çoktan toplanıp kaldırılmış olduğunu gördüler. Mutfağa gidecek malzemeler de masada tepsinin içerisindeydi. Gözler onlara döndüğünde Azra onlara üzerindeki hezimeti gösterdi ve Mete'yi takip etti.

Kapı eşiğinden içeri girince çok da büyük olmayan bir odayla karşılaştı, buna rağmen öyle dar ve sıkışık da değildi. İçeride çok eşya yoktu, gardırop, komodin ve çalışma masası vardı. Perdeleri düz tüldü, güneşlikleri siyahtı. Çünkü oda sabah güneşi alıyordu o da gözlerine vurunca rahatsız oluyordu. Zaten erken kalkıyorken güneşin onu rahatsız etmesini istemiyordu.

Komodinin üzerinde bir klasik roman ve gece lambası vardı. Gardırobu bir erkeğin kıyafetlerini alacak kadardı. Başını yana çevirdiğinde ise duvara monte edilmiş rafları gördü, üzerinde oyuncak arabalar vardı ve çok fazlaydı. Koleksiyonu olduğundan habersizdi Azra, şaşırmıştı. Hepsi tek bir hizada duruyordu, odasında dağınık hiçbir şey yoktu. Kendi odası bile bu kadar düzenli değildi, titiz olduğunu bilse de evinde de öyle olacağını düşünmemişti hiç.

Mete dolabının kapağını açınca Azra da yanına kadar gitti ancak dolaba bakmadı, onun özeliydi çünkü.

"Bak sen de, beğendiğin olursa söyle bana." Sözüyle kaldırdı başını, raflara bakınmaya başladı. Siyah bir üst çıkartıp ona doğru tuttu.

"Zaten karaları bağlamışsın bu renk olmasın."

"Siyah olurdu aslında." Mete başını iki yana salladı ve üstü dürüp yerine koydu. "Esmersin sen, açık renk gider sana." diyerek krem rengi bir kapşonluyu çıkardı ve üzerine doğru tuttu.

"Yakışır bu, dene bunu." derken adamın çıkmasını beklemeden kıyafetini üzerinden çıkarıp elinden aldı kapşonluyu, sadece siyah sütyeni kalmıştı üzerinde. Yaptığı sadece alışkanlıktı, dağda sürekli yaptığı şeylerdi, en son Barış bebeğe ısısını verirken de öyle kalmıştı. Yani tuhaf bir durum yoktu.

Azra kıyafeti üzerine geçirip aynada kendine baktı ve gülmeye başladı, bu hallerine komutanı da güldü. Bayağı bol gelmişti kıyafet ama şansına altındaki siyah tayt ile tarz duruyordu, başındaki yemeniyi çıkartıp bir daha baktı kendine.

"Oversize modası olmasa yanmıştık, teşekkür ederim yakıştı da ama beğendim ben, size de zahmet oldu."

"Komu... arkadaşlar arasında zahmet olmaz, ben ne demiştim sana siviller çekildiğinde başkaları oluyoruz. Beğendiysen kalsın sende açtı seni, yakıştı." Bunu beklemedi Azra ama reddedemedi de, teşekkür etti. İkisinin de aklına saç kurutma makinesi gelmemişti, başka kıyafetle, Mete'nin kıyafetiyle işi çözmüşlerdi.

Aralarındaki mesafeyi kapamadan biraz açıkta kalan boynuna baktı kızın. Parmaklarını izin olduğu yeri görmek için yakasına götürdü ve yavaşça kenara çekti. İzin geçtiğini görünce rahatladı, timinden teker teker adam eksilmesini istemiyordu, bu kızın düştüğünü görmek de istemiyordu. Kendi yaşadığı şeyi yaşamasını hiç istemiyordu.

İz yoktu ancak acıyor olabilirdi, parmaklarını geçen izin üzerinde gezdirdi, kontrol etmek istiyordu.

"İyiyim çoktan geçti. Acımıyor." derken gözlerini yumdu kadın.

"İyi ol. Acımasın."

Nereye çekse gidebileceği bir sözdü bu, canının acımamasını mı kalbinin acımamasını mı kastediyordu? Eğer kalbi kastediyorsa adres çok yanlıştı, bu kız zaten yaralıydı. Fiziki yaradan bahsediyorsa onlar geçerdi, hep geçmişti yine geçerdi.

Parmaklarını boynundan çekip omuzlarına dokundu ve hafifçe sarstı onu.

"Dikkat et kendine yoksa okçular tepesi boş kalır, sana ihtiyacımız var bizim."

Azra önce omzundaki parmaklara baktı ardından adama çevirdi kara gözlerini, solukları hızlansa da kontrol etmeye çalıştı.

Dudaklarına küçük bir tebessüm yerleştirdi, "Emredersiniz." dedi.

"Bu hem bir emir hem de bir rica." diyerek kızın üzerinden çekti ellerini.

İçeriden keskin bir koku geliyordu, börek pişmişti çoktan, Mete kokuyu alır almaz odadan fırlamış ve böreği fırından çıkartıp üzerine havlu peçete örtmüştü, ilk sıcağı çıktıktan sonra da saklama kabuna koyup içeriye geçti.

Enes ile Zeynep otururken birbirlerine sarılıp uyuya kalmışlardı, işin komiği Göktürk de Enes'in dizine yatmış ve uykuya dalmıştı. Azra ise tekli koltukta uyuyordu. Sadece mutfağa gitmişti beş dakikada hepsi uyumayı nasıl da başarmıştı?

Normalde bu halde onları koğuş kalk diye bağırarak kaldırırdı ancak oradaki iki kadına bu işkenceyi çektirmek istemedi, Zeynep onlara nazaran gayet normal bir hayat yaşıyordu. Azra ise karargah ve operasyonda yeterince katlanıyordu ayrıca bir işkenceye gerek yoktu.

Azra'yı en son uyandırmaya kalktığında boynuna kasatura dayanmıştı, yaklaşmayı düşünmedi o yüzden. Diğerlerini de bozmak istemedi, o tuhaf sahnenin fotoğrafını çekti daha sonra gülmek için belki de şantaj için kullanacaktı. Gülümseyerek sakin bir tonda uyandırdı adamlarını. Hepsi hazırdı ancak ayılmak için son bir defa yüzlerini yıkadılar ve kapıya çıktılar. Mete kırmızı Toros'unun anahtarını Enes'e vermişti. Enes aracı kapıya çekince Zeynep ile Göktürk arasında bir itişme yaşandı, ön koltuk kavgasıydı bu. Enes'in yanına kim oturacaktı onun kavgasıydı.

Mete arabaya doğru giden Azra'yı durdurup yanına çekti. "İzle şimdi, iyi izle bak neler olacak." dedi gülerek. Zeynep kapının kolunu tutarken Göktür de açmasın diye kapıyı tutmakla meşguldü.

"Oraya binersen seni vururum."

"Asıl önümden çekilmezsen ben seni vururum kumacığım." Enes kapıya doğru bakıp yine nereye düştüm ben der gibi salladı başını. "Devrem hep sen biniyorsun zaten bırak da Zeynep'im otursun öne." Göktürk eliyle tuttuğu yetmezmiş gibi gövdesiyle de destekledi kapıyı. Parmağını içeriye doğru salladı.

"Vay be öyle mi olduk Kırımlı? Benden bu kadar çabuk nasıl vazgeçebilirsin ya?" Sabır diledi adam, başını cama doğu yakınlaştırdı şoför koltuğundan.

"Abart Sayaç, abart oğlum."

"Ya aşkım nasıl izin veriyorsun bunun böyle önümü kesmesine ya, bu kadar mı yani vereceğin tepki?"

"Ne yapayım güzelim, vurayım mı herifi?"

"Herif mi olduk şimdi de, öyle mi Enes?" Enes gerçekten annesiyle karısı arasında kalmış bir adamdan farksızdı hatta iki kadın arasında kalmış gibi de denebilirdi. İsyan edecekti ama ikisini de kırmak istemiyordu.

"Enes seni vururum atış taliminde önüme atladı derim. Göktürk sen de çekil şuradan."

"Sen çekil, sen yokken ben vardım."

Araba başında kıyamet koparken komutanları onları kahkahalarla izliyordu. Bir tek çekirdekleri eksikti. Duvarın kenarına oturmuş onlara bakıyorlardı.

"Tamam o zaman seni düelloya davet ediyorum. Çek silahını tak susturucunu, karşı duvara hedefler koyacağız, kaçıran arkaya oturur." Sayaç'ın uzattığı eli kavradı Zeynep ve sıktı canını acıtmak isteyerek. "Hile yapma." dedi kaşını çatıp, elini geri çekti.

Zeynep elini çantasına attı, içinden susturucusunu alıp belinden çıkardığı tabancanın ucuna yerleştirdi. "Yuh, kızım sen çantanda susturucu mu taşıyorsun?" Arabadan inen Enes ikisini izliyordu, şaşırmıştı.

"Hayatım polisim ben lazım oluyor arada."

Enes küçük bir kahkaha patlattı ve diğer deliye döndü. Sayaç içeriden susturucu ve altı tane soda şişesi getirdi. Arkası boş olan ve kimseye isabet etme ihtimali olmayan geniş duvarın üzerine bardakları sıraladı. Kurşunun sekip birine saplanması güvenlik tedbirleri alınarak engellendi.

"Hazır mısın?"

"Daima hazır." dedi Göktürk bir asker edasıyla. "Sık o zaman." Adam başını iki yana sallayıp hedefi gösterdi eliyle.

"Hanımlar önden." Başıyla onay veren Zeynep ilk hedefe doğru nişan aldı ve tetiği ustalıkla çekti, hedefi vurmuştu.

"Helal be kızım, göster kadının gücünü." Azra duramamış tezarühata başlamıştı.

"Tomris Hatun'un torunusun sen devam aynen devam." Sanki adada hayatta kalma yarışında dokunulmazlık oyununda olan arkadaşına kenardan destek veren yarışmacı gibiydi. İki elini birbirine vurup "Hayde hayde." demesi bunu destekliyordu.

"Bir." dedi Sayaç. "Ben sayıyorum ama."

"Alerji gibi bir şey bende saymadan edemiyorum." deyip silahını kurdu ve karşısındaki hedefe doğru çevirdi. Göz gez arpacık kuralına uydu ve hızlıca vurdu.

"Bir, bir."

Zeynep saç bandanasıyla gözünü bağladı. "Seni böyle bile yenerim." deyip bir el daha ateş etti onu da indirdi.

"İki."

"İki değil canım o iki bir." Göktürk buna biraz sinirlendi ancak belli etmedi. Kızın gözündeki bağı alıp kendi gözüne bağladı.

"Özel kuvvetlerim lan ben, bordo bereliyim." Bir el daha sıktı, yine hedefe tam isabet etmişti.

Bu ikisi kapışsa da aslında iyi anlaşıyorlardı. Ne kadar dışarıdan öyle gözükmese de iyilerdi. Enes'in de bu durum çok hoşuna gidiyordu. Biri sevdiği biri de canını emanet ettiği kardeşiydi.

Göktürk gözlerini açtı ve hedefe baktı. Sadece iki hedef kalmıştı ancak onlara fırsat gelmeden arkadan iki el ateşle Mete o iki bardağı tuzla buz etti.

"Üçünüz de arkaya oturuyorsunuz. Eğer aksini söyleyen olursa burda bırakırım onu." Seyir zevki zirvede olan meseleye son noktayı koyması gerekmişti çünkü ziyaret saatleri belliydi, fazla vakit öldüremezlerdi.

Enes ve Göktürk cam kırıklarını temizledikten sonra arabanın arka koltuğuna yerleştiler. Enes ortadaydı yine, komutanları da önde oturuyordu.

"Dostluk mu kazanmış oldu şimdi?"

"Belki de ikimiz de kaybetmişizdir."

Hastane çok da uzak değildi, araba ile on beş dakikalık mesafedeydi. Giderken çok bir şey olmamıştı. Arka üçlü didişmeye devam ederken öndeki komutanlar kendilerini müziğe bırakmışlardı, müzik dediysek türküye. Timde türkü sevmeyen yoktu zaten, şimdi de bu kısa sürede birkaç Neşet Ertaş türküsü dinlemişlerdi.

Çok geçmeden hastaneye vardılar, arabayı park edip içeri girdiler. Enes sırtını duvara yaslamış parmak uçlarında ilerliyordu. Etrafı kolaçan etti ve etrafın temiz olduğunu görünce ilerlemeye devam etti. Parmak işaretini gören Göktürk de hemen peşinden gitti. Hızlı adımları birbirini takip ederken Mete gelip ikisinin de yakasından tuttu.

"Ne yapıyorsunuz lan siz?"

Elindeki büyük poşetin içinde koca bir kap börek olan Enes, ayranları taşıyan Göktürk ile beraber Mete'ye baktı. "Abi hastaneye dışardan yemek getirmek yasaktır diye gizlice şey edelim dedik."

"Size diyecek laf bulamıyorum ben. Cidden bak bazen nutkum tutuluyor." deyip başını iki yana salladı. Ardından Enes ve Göktürk'ün ellerindekileri alıp Orhan'ın odasına doğru ilerledi. Mete odanın kapısını tıklayıp içeri girdi.

"Vayy Orhan'ım. İyi misin bakalım?" deyip Meryem'e döndü.

"İyi bakmışsın yenge, turp gibi gözüküyor."

"Eyiyim çok şukur komutanum. Zaten yarun çikaracaklar beni. Evde yatacakmişim bi iki hafta." Mete bunu duyduğuna çok sevindi çünkü gerçekten Orhan'a zarar geleceğini düşünmüştü. Çok kan kaybetmişti. Son anda yetiştirmişlerdi hastaneye. Eğer ki yetiştirmeselerdi ne olurdu diye sürekli aklına kötü şeyler geliyordu. Neyse ki hepsi geride kalmıştı.

"Okuz gibidur, Mete Üsteğmen. Korktuk da o birakmadi bizi." Orhan bu sözlere karşılık biraz kıkırdadı ve gelen diğer misafirlerine baktı.

"Aha, benum çifte kurtlarum da gelmiş. Eyi ettunuz gördum sizi. Ha sizden once da diğerleri geldi, dundi galiba."

"İyisin değil mi abi?"

"Maşallah abi valla ateş ediyorsun. Şimdi ateş seslerini saymaya başlayacağım." Orhan tekrar güldü.

"Eyiyim tabi. Ne sandunuz ula? Daha size uzun koşular kilitleyeceğim."

"Ulan insan her durumda nasıl bize ceza kilitlemeyi düşünebilir aklım almıyor. Valla bak devrem bu sefer ben şom ağızlılık yapmadım." Enes'in bu saf hallerine herkes kıkır kıkır güldü. Neden bu kadar ciddiye almıştı ki Enes? Galiba açlıktan beyni durmuştu.

"Ödümüzü kopardın be oğlum, bir daga vurulursan taşımam seni uğraşamam. Ağırsın bir de." Azra gülerek söylemişti bunları, ikisi de şaka yaptığını biliyordu.

"Bi dahakine zate birak beni, ne çekturdum size vallahi hakkunizi helal edin." Helal olsun sesleri birden yükseldi, cenazede değillerdi ama işte ne zaman ölecekleri belli olmayan insanlar için helalleşmek önemliydi.

Mete elindeki börek kabını çıkarıp Orhan'a uzattı, ayranları da çıkarıp çalkalamaya başladı. Kucağına aldığı poşetin içindeki kaptan çıkan börekleri görünce ayrıca mutlu oldu adam çünkü hastane yemekleri berbattı.

"Yenge hiç laf etme yazık adama. Güç lazım ona yesin biraz ki ben doktora sordum zararlı değilmiş yemesi."

Meryem sesini bile çıkarmayıp içinden bir böreği ağzına attı. "Ha bu Orhan yuzunden biz da yiyemeduk doğri duzgun yemek. Eyi oldi, sağolasunuz."

Orhan da ağzına börek tıkıştırdı. Bu sırada içeri Zeynep geldi. Daha önce karşılaştıkları olmuştu, Azra'nın aksine bunlar birbirlerini tanıyordu. Büyük boy bardakla çay ile gelmişti Zeynep.

"Kavanoz boylu bardakta çay olmazsa olmazınızmış abi. Afiyet olsun."

"Ooo. Bak işte buna ölurum, sağ olasun bacum. Bu borek kada beni mutlu edecek şey ha budur."

Göktürk ağzındaki böreği yutup bir yudum ayran aldı. Ardından "Laz böreği yaptık sana." deyip bir yudum daha ayran içti.

"Bu mudur laz boreği?" Yüzünü şaşkın bir ifade kaplayan Mete hafifçe Orhan'a yaklaştı. "Değil midur?" Orhan cık sesi çıkardıktan sonra gülmeye başladı.

"Meyrem, ha bunlar boreğe kara lahana koyunca Laz boreği ettuk sanmişler." deyip biraz daha güldü ardından Meryem gülerek cevap verdi.

"Laz boreği boyle olmaz. Laz boreği borek değildur tatlidur. İçinde muhallebi vardur."

Bu bilgi karşısında şaşıran Mete diğer şaşkın adamlarına bakıp tekrar Orhan'a döndü. "Kara lahanalı böreğe Laz böreği demem fazla yaratıcı ama kabul et."

Orhan buna börekten koca bir ısırık alarak cevap verdi. "Oyledur oyledur. Ellerunuze sağluk. Ha baa eli verdinuz koluni isterum ama."

"Valla harcı ben yaptım, hamuru yoğurdum kalanı bu dördüne ait. Hadi Zeynep'i azat edelim, Azra da devren. Diğer ikisi zaten senin adamın istediğini yap, yaptır. Kimse bir şey diyemez."

Göktürk, Enes ve Zeynep'in arasına girip başını Enes'in omzuna yasladı. "Yine üstümüze oynuyorlar devrem. Kıdem meselesi bizi mahvediyor."

"Ee ne demişler beyler çayda dem, askerde kıdem." Azra'nın bu sözleri hepsine kahkaha attırmayı başarmıştı.

Börekli ziyaretten birkaç gün sonra Orhan'ın hastaneden çıkıp evde dinlenme zamanı gelmişti. En az iki hafta daha istirahat etmesi lazımdı ki adam akıllı anca böyle iyi olabilirdi. Asker adam, canının kıymetini bilmezdi. Hemen göreve dönmek isterdi. O yüzden zorla, istirahat emri ile dinlenirlerdi. Yoksa onlara kalsa ayaklanır ayaklanmaz, tüfeklerini kaptıkları gibi göreve giderlerdi.

Biri daha vardı, aynı bunun gibiydi. Tüfeğini kaptığı gibi göreve kabul edilmeyi deneyecek kişi Hakan'dan başkası değildi. Ne kadar zorlanacak olsa da çalışmalar yapmış ve kolunu ısındırmıştı. Bu bir haftada gayet iyi olmuştu kolunu hareket ettiriyordu, gücü de yerindeydi. Belki de acı hissetme eşiği de artmıştı bilmiyordu.

Elbette yarasına dokununca canı yanıyordu ama küçücük bir kurşunun kolunu delip geçmesi onun savaşmasına engel olamazdı. Komutanını ne yapıp ne edip ikna etmeliydi. Buna biraz daha zaman vardı. Şimdi halletmeleri gereken ufak bir iş vardı.

Orhan taburcu olacaktı ancak onun da eşi Meryem'in de biraz morale ihtiyaçları vardı. Daha geçen gün tim, onları ziyaret etmişti, durumu da gayet iyiydi ancak bu süreç ve Meryem'in yaşadığı eşini kaybetme korkusu biraz ağır gelmişti.

"Anladınız mı, şimdi çıkacaklar hastaneden. Hastanenin bu tarafında zaten insan da oda da yok. Kimse rahatsız olmayacak."

Tim tam kadro buradaydı. Azra, Orhan ve Meryem için bir sürpriz hazırlamıştı. Tüm timi de hizaya getirmişti, komutanları dahil.

"Ben kolu çok zorlamasam iyi. Benim yerime Fırat abi bakar." dedi Hakan. Fırat da başıyla onay verip yerini aldı. "Valla ne yalan söyleyeyim, oynarım komutanım." Çok geçmeden Orhan tekerlekli sandalyeyle kapıda belirdi. Meryem taksi çevirecekti ve eve gideceklerdi. Kimse hastane çıkışına gelmedi diye sitem etmeye başlayacaklardı ancak durum hiç öyle değildi.

"Çal tulumcu." dedi Azra. Ardından Enes ile Göktürk'ün arasına geçti. Enes'in yanında Fırat, onun da yanında Mete vardı. Elvan prestijini bozacağını düşündüğünden horona dahil olmamıştı. Hakan da kenardaydı, horon hareketleri koluna zarar verebilirdi. Horon için böyle düşünen Hakan, asla operasyon için böyle düşünmüyordu.

"Çiktu bizum deli Laz,
Çiktu bizum deli Laz."

Türküyü söyleyen Azra, timi de horonda yönetiyordu. Tulumun o güzel sesi eşliğinde iki adım yana gidip ellerini öne doğru uzattılar. Tekrar iki adım geri gelince ayaklarını ileriye doğru uzattılar. Bu defa elleri kayık çeker gibi hareket etmiş ve ileri geri yapılmıştı. Aynı anda da şu sözler söylenmişti:

"Gel beriya beriya,
Gel beriya beriya"

Tekrar iki adım ileri gidip aynı işlemi gerçekleştirdiler. Oynarken Azra dizlerini hafifçe kırmayı da ihmal etmiyordu. Zaten oymamayı içlerinden sadece o beceriyordu. Kalanları ayak uydurmaya çalışıyorlardı ancak çoğu beceremiyor, Fırat sanki yerde tepinen bir çocuk gibi gözükürken Mete her seferinde yanlış adım atıyordu. Şarkı söylemekte ne kadar iyiyse bu işte de bir o kadar kötüydü.

"Bekledum de gelmedun,
Bekledum de gelmedun."

"Sanki ettun biraz naz,
Sanki ettun biraz naz."

"Ağir oyna yuksek oyna. Gel bana gel." deyince herkes ellerini havaya kaldırıp bir ileri bir geri hareket etmeye başladılar. "Haydi bastur." sözlerine karşı dizi kırıp yine ellerle ileri doğru kayık çekme hareketi yaptılar.

"Ahao."

"Olmadı bi daha."

"Ahao."

"Ha şimdi oldu. Dağlar dağlar."

"Dağlar dağlar."

"Dumanli dağlar."

"Sevdali dağlar."

"Vubida zibida, oy oy heh heh." deyip ellerini önce iki kez ileri doğru iki kez de havaya doğru kaldırdılar. Bir tur daha ağır tulum oynadıktan sonda daha fazla rahatsızlık vermemek için eğlenceye son verdiler.

Mete ve Fırat hariç gayet de iyi oynamışlardı. Orhan ise gördüklerinden çok etkilenmişti, hatta sevinçten az kalsın ayaklanıp horona girecekti. İyi ki varlardı. Ailesi kilometrelece uzakta olsa da bu sarı memlekette ona aile olan birileri vardı.

♟️

Bir bölümün daha sonuna geldik, bu biraz aile bölümüydü, sımsıcak bölümler araya ekleyeceğim çünkü her şey silahtan ibaret olmamalı.

Boynundaki iz geçmiş mi diye açıp bakan Mete Üsteğmen sen gerçek değilsin hayır yoksun sen yoksunnn.

Enes ve Göktürk dkdlfjxjdjd kumacılık kazanacak geberiyorum şu ikiliye

Yazar bu bölümde yarı Karadenizli olduğunu belli etmek istemiş dkxkfkx

Orhan ya çok gülüyorum ona. Arkadaşlar şuna bir açıklık getirelim laz böreği içine muhallebi konulan bir tatlıdır, börekle alakası yoktur. Neden börek demişler hiç bilmiyorum. Misafirlikte acıkmıştım Laz böreği var demişlerdi heyecanla yediğimde tatlı çıktı bunu da böyle işleyeyim güleriz dedim ndjdjf

Yorum ve beğenilerinizi bekliyorum, çok güzel bölümler yazdım şimdiye kadar bir şey okumadığınızı farz edin, gerçekten ileriki bölümlere kefilim. Kocaman öpüyorummmm.

Loading...
0%