Yeni Üyelik
56.
Bölüm

9. "Uykusuz Gece"

@rubamsalepe

Selammm, beğenmeyi ve yorumlamayı unutmayalım. Bu bölüm ilk kırılma noktamız diyebilirim. Paylaşmayı çok uzun zaman bekledim. İyi okumalar🥰

Bölüm Müzikleri:
▪︎Dedublüman- Yetemedim
▪︎Müslüm Gürses- Unutamadım
▪︎Kerim Yağcı- Karadır Kaşların

♟️

İzin günü demek rahatlama demekti, o yorgunluğu insan üzerinden atmak istiyordu, yaşanılan ne varsa operasyonda bırakmak gerekiyordu. Kimisi uyuyarak, kimisi ailesiyle vakit geçirerek yapıyordu. Kitap okuyanlar da vardı, kitaplık şeyler yapanlar da.

İnsanın kalbi ölene kadar atardı, kimine ise onu taşıması yüktü. Yaralı ve eksik kalpler doluydu, saat gece yarısını geçince kendiyle başbaşa kalınca o yara kanamaya başlar, sorgulamalar başlardı.

Yine bir şeylerin kaldırılamadığı günlerden biriydi, Azra Fırat'ı dışarıya çıkmaya ikna etmişti, kız kardeşi gibi gördüğü kızın ısrarını reddedememişti ki o akşamı yeni aşkıyla geçirmeyi düşünüyordu, buna rağmen reddedemedi.

"Donat kardeşim, rakı da getir abimle bana." Sözünün peşinden masaları mezelerle donatılmıştı.

"Yine neye dellendin de geldik?" Sormadan edememişti adam, ne zaman onunla içmeye gitse Azra kendinden geçiyor bir şeyler zırvalıyor ama asla hiçbir şey anlatmıyordu. Azra rakı bardağını doldurup bir süre sessiz kalarak yarıya kadar getirdi bardağı, yüzünü ekşitip masaya bıraktı.

"Kafamın dağılması lazım abi."

"Sıkıntı varsa sıkalım kafana dağılır bacım söylemen yeterli." derken gülüyordu Fırat, Azra tebessüm etse de gülemedi.

"Beynim beni yoruyor." dedi dudağının bir kenarını yana kıvırarak. Hiç beynin yorması gibi bir halde gözükmüyordu da. Fırat da rakısından bir yudum çekip bardağı ona doğru tuttu.

"Kızım şu bardağı aldıysan eline beynin değil kalbin yoruyordur seni." Beyni yorsaydı bunu karargahta çözerdi, kalbi yorduğundan işi rakı masasına taşımıştı.

"Her içtiğimizde sayıklayıp durduğun kişi yine mi yaktı canını?" Daha öncesi de vardı ama Azra pek anlatmazdı bir şey. Tutuyordu her zamanki gibi kendini.

Azra yine tebessüm edip bardağını bitirdi ve yenisini koydu, bu soruya anca gülümsenirdi. "Bir şey yapıp yapmaması yakmıyor ki abi." Her söylediği cümle üzerine bir yudum çekmese ölecek gibiydi, Fırat da ikinci bardağını yarılamıştı.

"Beni bir türlü görmüyor." Bu sözü söylerken kalbinde bir sızı oluştu, elini göğsüne götürüp işaret etti. Gözleri dolmuştu, boğazı düğümlendi onu gördüğü zamanlarda olduğu gibi.

"Ben buradan çıkaramıyorum onu yıllar oldu."

Fırat dinlerken ağabeylik ile arkadaşlık arasında kalıyordu, ağabeyi olsa o adamı dövmesi gerekirdi, arkadaşı olsa bu defa Azra eksik hissedebilirdi. İkisi birden olmak istedi onun için.

"Hiç mi bir şey hissetmedi onca zaman, yüreğine hiç mi dokunamadım?" Bir yudum daha aldı ve gördüğü haydariyi çatalla ağzına götürdü. Göğüsünde sanki bir hançer vardı ve her geçen gün derine batıyordu, ne nefes aldırıyordu ne rahat veriyordu. Battıkça batıyor öldükçe ölüyordu.

"Yazık değil mi bana iki çift söz etmese bile olur benim ona baktığım gibi bakabilse bana yeter. Belki de güzel değilim diye bakmıyordur o da haklı."

Bir şey yaşamamıştı aslında ama bazı geceler gelirdi ya akla birden bire, acıtırdı ya hani, öyle bir geceydi işte.

"Ama onu nasıl içimde öldüremediysem umudumu da yitiremiyorum ki ben. Aksini görmedikçe hep beni görmesini bekleyeceğim galiba."

Yüzünü ekşitip rakı bardağıyla bakıştı, asla titremeyen elleriyle kavradığı gibi ikinci bardağı da devirdi, üçüncüsünü koyup üzerine su ekledi.

"Bana bakıyor, ama kalbimi göremiyor bir türlü. Sıçayım böyle işe ben ya." Bardağı küçük küçük yudumlarken susmayı tercih etti biraz da. Kafası bulanmaya başlamıştı, âşık olan çok daha rahat sarhoş olurdu.

"O kadar seviyorsan neden konuşmuyorsun da kendine zarar veriyorsun?" Konuşmasına anca fırsat vermişti Azra, zaten bazı susmalar daha iyi destekti. Başını iki yana sallayıp dirseğini masaya koydu ve bir yudum daha aldı.

"Kolay değil o öyle, hiç... Dağ dağa kavuşur da ben ona kavuşamam." Gözünden birkaç damla yaş akarken bitmeden rakısını doldurdu ama dokunmadı bu defa.

"Neden kavuşamayasın peri padişahının oğlu mu bu herif?

Azra ağlarken kahkaha attı, hiç kahkaha atarken hüngür hüngür ağlanır mıydı, o ağlıyordu tüm benliğiyle. "O daha kolay olurdu."

"Nefes bile alamıyorum onsuz, görmedi, sevmedi beni." Başını masaya doğru yaklaştırdı, ellerini alnına yerleştirip ağrıyan başını ovuşturdu.

"Onun için ölürdüm bile ben, o benim için kalbini öldüremedi. Söylesene ya, bir çift ela gözün beni bu hâle sokması çok saçma değil mi? Her nefesimde o var, dinlediğim şarkılarda o var, gökyüzünde o var, uykumda o var, uyandığımda o var ama ben onun için yokum. Ben onun bir tebessümüne bile bu kadar muhtaçken onun için yokum abi."

Aklı aşkını hatırlayacak kadar kalmıştı bardağın dibini görürken. Gerçekten çok fazla içmişti.

"Ölüm sadece kalbinin durmasıyla olmuyormuş, kalbin atarken de ölebiliyormuşsun." Gözyaşını silerken ağabeyi kucakladı onu, ona verebileceği hiçbir teselli yoktu. Ne diyebiliedi ki, sevme dese sevmeyecek miydi, yapma dese üzmeyecek miydi kendini?

Fırat ondan daha çok içmişti bu yüzden idrak yeteneğini ilk kaybeden o olmuştu ancak Azra da ondan pek farklı sayılmazdı. Demir Leydi doldurduğu bardağın hızlıca dibini görürken Fırat da aynısını yaptı.

"Yavaş iç." derken kendisi hiç de öyle değildi, ikisinin ayarları iyice kaçtı.

"Aşk boşşşşşşş kızlar hoşşşşş. Şşşşşş ağlama, ben onu döverim bir görür o." diyerek karşısında bulanık gördüğü kızın omzuna dokunmaya çalıştı ama eli boşluğa gidip duruyordu.

"Sevmiyor beni." diyerek devam etti ağlamaya çocuk gibi, yaptığı makyaj yüzüne aksa da umursamadı zaten aklı yerinde değildi. Fırat da onu görüp ağlamaya başladı ve boş kalan bardaklara rakıyı koydu, susuz bir şekilde beşinci bardağı da bitirdiklerinde ikisinde de ciğer kalmamıştı. Fırat da onunla beraber ağlamaya başladı.

"Ağlama beni de ağlatacaksın." derken göz yaşlarını siliyordu. "Ben de özledim Şule'yi." diyerek telefonunu eline alıp bir numarayı tuşladı. "Alo, Hande. Handeeeğğğ, ah Handee."

Kendi sarhoş değilmiş gibi Fırat'ın saçmalamalarına gülmeye başladı ve bir rakı daha doldurup bu defa üzerine su ekledi, bunu yaparken masaya biraz dokülmüştü. Eli değil de kendisi titremişti, bardağı da tutturamamıştı. Başını masaya doğru yaklaştırıp dökülen suyu içmeye çalıştı ancak masa örtüsü onu çoktan emmişti. Yeniden ağlamaya başlayıp çatalı eline alarak tabanca gibi nişan aldı. "Vururum seni." diyerek masa örtüsünü tehdit etti.

Şule'yi özleyip Hande'yi arayan Fırat bu defa Mehtap diye ağlamaya başladı. "Abi yapma." Teselli etmeye çalışırken bir yudum daha aldı.

"Ben daha bu diyarlarda duramam." diyerek sendeleyerek ayağı kalktı koca adam, dik duramıyordu ancak tutuna tutuna kapıya doğru yürüdü, kartla hesabı ödemeyi kasiyer sayesinde akıl etmişti, sonrasında da kendini dışarıdaki taksilerden birine attı, evinin yolunu bulamasa bile kızlardan birininkini bulacaktı.

"O da gitti." derken yudumlamaya devam etti kadehini. "Ahhh dünya yalanını sikeyimmmmm." diyerek sesini yükseltti ve karşısında kimse olmasa da konuşmaya devam etti kendi kendine.

"Kimseye etmemmmm şikayettttttt, ağlarım ben Halime." Şarkının doğrusu hâlime olacakken Halime demişti kendisi, daha sonra Halime'nin kim olduğunu düşünmeye başladı ancak bulamadı.

"Zalım Halime!" diyerek elini mezelere daldırıp ağzına götürdü, yemeyi başarsa da ağzına yüzüne bulaştırmıştı. Ellerinin temiz olmadığını başını önüne çevirince fark etti, elini uzatıp kapağını zorla söktüğü sürahinin içine daldırdı, böylece temizlemiş oldu. Yüzünü de koluyla temizleyip elini çantasına görürdü.

"Nerede la bu?" Yaslandığı yerde olduğunu fark edip arkaya dönmeye çalıştı, sandalyesiyle beraber etrafında dönmeye başlayınca çantasını alamadı.

"Çanta buraya gel." diyerek sallanarak ayağı kalktı ve arkasına koyduğu çantasına uzattı elini, içindekileri karıştırıp cep telefonunu buldu, o kadarına aklı ermişti. Parmak iziyle telefonu açıp rehberine girdi ve kimi aradığına bakmadan bir numarayı tuşlayıp kulağına götürdü.

"Aloooo, çantam nerede?" dedi elinde tuttuğu çantaya bakarak. Telefonun ucundaki adam dediklerine anlam getiremediğinden bir anlık cevap veremedi.

"Getirsenize lan ya da durun bir saniye." Rakısından höpürdeterek bir yudum alıp yüzünü ekşitti.

"Ne çantası, iyi misin sen?"

"İyi miyim mi? Olduğu kadar olmadığı... Telefonum sende mi kalmış? Kimsiniz?" Senler sizler birbirine girerken telefonun ucundaki kişi onun sarhoş olduğunu anlamıştı, merak da ediyordu onu.

"Telefonu garsona ver Azra." Ona laf anlatmamak için hızlıca yönlendirmesi gerekiyordu.

"Garson benim buyurun." derken kahkaha attı tekrardan, bu karşısındakini de gülümsetti.

"Hoparlöre de alamazsın sen şimdi. Nasıl yapacağız? Yalnız değilsindir inşallah."

"Kim yalnız, asla. Ben ve yalnızlığım yalnız değiliz ve hop... Neydi?"

"Hoparlör." dedi telefondaki ses. "Heh onu açarım, tam da isabet ettiririm ben."

"Hep ettirirsin onu biliyoruz da bu defa da ettirirsin inşallah ha gayret."

Azra telefonu kulağından uzaklaştırıp karşısına koydu sonra da elini bir iki tuşa tıklattı, beceremedi. "Bozuk bu ama." diyerek rakısını görüp bir yudum daha alıp başını masaya koydu, telefonu da tam hizasında bardağa dayadı.

"Bozuk değil devam et denemeye." sesi sakindi adamın çünkü ona asla zarar gelmeyeceğini biliyordu ancak onu orada tek bırakamazdı, nedense yalnız olduğunu düşündü, arkadaşı yok denecek kadar azdı.

Azra elini uzatıp ekrana vurunca hoparlör açıldı, konuşulan ses dışarıya aktarıldı. "Açtın mı hoparlörü?" Azra elini bilmem der gibi açarken dudaklarını büzdü. Garson durumu fark edince telefonu alıp görüşmeye başladı, adresi verdi. On beş dakikalık mesafedeydi arabayla, kızın orada tutulmasını rica etti garsondan ve içki içmemesini. Ancak Azra'nın sarhoş olmasına rağmen gösterdiği bir iki savunma hamlesi garsonu korkutunca alamadı elinden son bardağını ama rakıyı kaçırabilmişti.

"Bana bak ben sinirlenirsem çok sinirlenmiş olurum sinirliyken sinirlendirme beni çok pis sinirlendiririm seni." Siniri üzerindeydi, rakı da bunu dizginleyemeyip daha da ortaya çıkarmıştı ve saçmalamaları...

Bir süreliğine tuvalete gidip geldi, vücuduna giren o kadar sıvının bir şekilde çıkması da gerekiyordu. Ellerini sabunla yıkamayı akıl etti yandakilerden görerek ve kendisini tekrar masasına attı, buna da garson yardım etmişti. Çoktan on beş dakika dolmuştu. Kapıda beliren bulanık silüeti tanımıyordu, daha doğrusu tanımadığını düşünüyordu. Silüet ona doğru gelip harap olmuş hâline baktı.

Siyah üstü mezelere bulanmıştı ancak taytı temizdi. Yüzü ise kötü haldeydi, gözleri şişmiş ve kızarıktı, makyajı aktığından ağladığı her halükarda belli oluyordu. Çok içmişti, bu kadar neden içmişti de dağıtmıştı?

"İyi misin Azra, neden bu kadar dağıttın, yalnız mısın?" Soruları peş peşe sıraladı üsteğmen, yanında birinin var olup gittiğini anlaması çok da zor olmadı. Çok içtiği her halinden belliydi. Azra ayağı kalktı sendeleyerek ve işaret parmağını hem onun hem de kendi burnu arasında gezdirip "Şşş." dedi ve etrafına baktı.

"İp." diyerek başkaları için anlamsız onlar için büyük anlamı olan bir kelime söyledi ancak bu travmanın onun bu geceki haliyle alakası olduğunu düşünmüyordu üsteğmen. Azra ne dediğinin de asla farkında değildi. Sendeleyen kızı yerine oturunca Mete de yandaki sandalyeye oturup ona doğru eğildi. Onun konuşmasına fırsat vermeden kendisi konuşmaya başladı.

"Sen kimsin?" diye sordu Azra, balataları temelli sıyırmıştı. Karşısındaki kişi tim komutanıydı ancak bunu demedi Mete, sivil mekanda olduklarından kendini öyle tanıtamazdı.

"Ben Mete." Karşısındakinin bu cümleyi çok yanlış anlamasını asla beklemiyordu.

"Han olan mı?" Daha fazla tutamayıp kendini gülmeye başladı üsteğmen, o güldüğü için Azra yüzünü ağlar gibi ekşitince onu sakinleştirdi.

"Hıhı, han olan Mete, göbek adım da Cengiz ama han olan." diyerek cevap verdi ona, aklına o anlık başka han gelmediğinden saymamıştı.

"Hanım hanımmm beni götür bakalım." diyerek kendince kelime şakası yaptı, masadan destek alıp ayağı kalkarken Mete de kolunun altına girdi ve çantasını koluna asıp onu yürütmeye çalıştı. Sallana sallana yürüse de yanındaki üsteğmen ona destek çıkıyor ve düşmemesini sağlıyordu. Elini kolunun altından geçirmiş beline yerleştirmişti, diğer eli de kolunu kavramıştı. Kapının önündeki arabaya kadar götürmüştü onu ancak zor yanı şimdi başlıyordu.

Kapının kilidini açtı ve kapıya doğru hamle yaptı, Azra dik duramayınca bir yandan kızı tutmaya çalıştı. "Arabaya tutun." diyerek onu uyardı, kapıyı sonunda çekince düşeyazan Azra'nın kollarından tutup arabaya bindirdi sonra da kenardan emniyet kemerini çekip taktı. "Hazırız hadi bakalım." deyip Toros'una bindi ve ona döndü.

"Senin evin nerede?" Bir ara orduevindeydi sonra taşınmıştı Azra, Mete herkesin evini biliyordu çünkü timin komutanıydı ancak yakın zamanda taşındığından ve görevler de yoğun olduğundan bunu öğrenecek fırsatı olmamıştı.

"Evim mi, ev dağda." dedi gülerek, Mete başını iki yana sallayarak güldü ve başını ona çevirdi.

"Haksız da sayılmazsın evden çok dağda yaşıyoruz biz. Of be kızım ne hale getirmişsin kendini böyle be, yazık değil mi sana?"

"Dağ dağa kavuşmuş Azra kavu..." derken araba hâlâ çalışmadığı ve yolun ortasında olduğu için arkadan korna sesi yükseldi, Mete cümleyi tamamlasa da kafasında bir şey demedi ve arabayı çalıştırdı. Toros'un eşsiz motor sesiyle beraber hareket edince ondan yolu tarif etmesini istedi tekrar ama Azra yolu sürekli aynı yere çıkartınca pes edip kendi evine götürdü.

"Karnım ağrıyor." derken yüzünü ekşitip dudaklarını büzdü.

"Öyle bir içmişsin ki yani ağrımasa daha şaşırtıcı olurdu." diyerek arabadan inip kendi tarafını kilitledi, ardından Azra'nın tarafına gidip kapıyı açtı ve emniyet kilidini çıkarmak için üzerine eğildi. Tek bir hamlede halledip geri çekilmeden kızın bacaklarını arabadan aşağıya doğru indirdi, ardından doğrulup ellerini kıza doğru uzattı.

"İçmesem dayanamam ki." Üsteğmenin de canını acıtmıştı bu söz, karşısındaki kadının ne kadar yıkıldığını görebiliyordu. Bir şey diyemedi sözlerine.

"Gel hadi."

"Dağa mı geldik?" derken parmaklarını adamın bileklerine sıkıca doladı. Mete onu çekerken kendisi de kalkmaya çabaladı iki üç deneyişte başardı ve ayağı kalkıp adamın kollarına tutundu. Bir elini adamın parmaklarının arasına geçirdi, sımsıkı tutuyordu sanki onu bırakacak gibi tutmuştu.

"Hıhı dağa geldik, dağı hatırladın da beni hatırlamadın ya helal olsun sana." diyerek başını iki yana salladı ve kızı kenara çekip kapıyı kilitledi. Birbirine dolanan adımlara rağmen kapıya ulaşmayı başardılar, kendisine dayanan kız yüzünden anahtarla uğraşamayacağını düşünüp kapıyı çaldı, açan ise Enes olmuştu. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.

"Komutanım?" Azra'yı kastediyordu. Kapıdan çekilip içeri girmelerine yardım etti.

"Oha Azra Astsubay." Kadının yüzüne baktı Göktürk, dağıttığını her türlü belli ediyordu üstçavuş.

Mete üçlü koltuğun ortasına oturttu kızı ve geriye yaslandırdı. "Nesi var demeye korkuyorum şu an." Neden burada dememişlerdi, belliydi neden burada olduğu evini bulamamışlardı ancak neden Mete'yi aradığını çözememişti, komutan ayağı çağrılmazdı, iki askeri burada dururken komutan onu almaya gitmişti.

"Dağıtmış biraz, evi de bulamadık dedim biz toparlarız artık." diyerek ıslak mendili işaret etti. Sonra da "Oğlum gidip benim çarşafları değiştirin temiz temiz yatsın." dedi.

Sayaç ve Enes içeri gittiğinde elindeki ıslak mendil paketiyle ona doğru baktı. Koltuğa oturup onu kendine doğru çevirdi.

"Bu kadar ağlatan neydi seni?" diye sordu paketten ıslak mendili çıkartırken. Esmer teni akan makyajı ve meze artıklarıyla doluydu. Önce yanağına ve dudaklarına bulaşan mezeleri temizledi sonra da yeni aldığı mendille gözlerinin altını silmeye başladı yavaşça.

"Göz yaşımı silen oldu." diyerek gülmeye başladı tekrar Azra. Böyle mantıklı iletişim kuramayacaklarını çok iyi biliyordu ancak sormadan da edemiyordu. O güçlü gördüğü Demir Leydi'nin ilk defa bu kadar yıkıldığını görmüştü, bu durum onu da üzmüştü muhtemelen gece de düşünmeden uyuyamayacaktı zaten pek uyumazdı.

"Silerim tabii neden silmeyeyim?" diyerek yapabildiği kadar makyajını sildi, başını içeriye çevirdi hâlâ gelmemişti ikisi. Muhtemelen Mete çağırana kadar da gelmeyeceklerdi çünkü komutanının bu halini görmemeleri için içeri yollandıklarını çok iyi biliyorlardı. Göz pınarlarından bir iki damla yaş aktı. Psikolojisinin örneğiydi aslında bu durum, içi gibi dışı da berbat haldeydi.

"Canım çok acıyor. Dayanamıyorum ki ben."

"Ağlamanı istemiyorum, ben yanındayım." Parmaklarını göz yaşlarına götürdü, yavaşça sildirdi ve geri çekildi.

"Yoksun." Bulunduğu yerden iyice doğrulup gözlerini koluna sildirdi, zaten yemek artıkları vardı yine yüzüne bulanmıştı.

Mete yeniden çıkardığı ıslak mendille kızın yüzünü temizledi, bu hallerini asla görmek istemezdi, içi acıdı, o güçlü kadın bile demek ki bazen böyle düşebiliyordu.

"Varım, buradayım." Elini siyah zülüflerine doğru götürdü sonra dokunmadan çekildi, onu rahatsız etmek hele ki sarhoşken bunu yapmak asla istemedi.

"Bir daha bu kadar dağıtma, ben senin düştüğünü görmek istemiyorum."

Azra elini ona doğru uzattı, parmaklarını az önceki gibi adamınkilere geçirdi.

"Düşmeyeyim tutun o zaman."

Yavaşça parmaklarını onunkilerden ayırdı Mete, koluna dokunup gülümsedi, yüzünde sıcak bir samimiyet vardı.

"Düşeceğin zaman tutun o zaman."

Anlamsızca baktı adama, ne dediğini algılayamamıştı sarhoş hâliyle. Sonra gülümsedi, sonra yine somurttu.

"Kimim ben?" Azra bu soru karşısında parmağını Mete'nin alnına dayadı.

"Cengiz Han." Gülmemek için tutmaya çalışsa da başaramıyordu, aynı anda ona üzülürken bir yandan da gülüyordu, komikti çünkü.

"Cengiz Han değil Mete Han Mete." diye düzeltti komutan.

"İşin var mı senin?"

"Senin patronun sayılırım." Azra koltuktan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı ancak başaramayınca Mete ona destek verip ayağı kaldırdı onu.

"Emredersiniz patron." diyerek elini alnına götürdü. Akıl baştan gitse de askerlik içine işlemişti.

"Beyler hazır mı oda?"

"Hazır abi." Mete Azra'yı odasına götürüp yatağına oturttu. Ayaklarını yatağa sokmasına rağmen yatırmadı onu. Kollarında yemek artıkları vardı, titiz bir adamdı bu çarşafları yarın yıkayacak olsa da yemek artıklarının bulaşacak olması onu geriyordu, zaten sokakta giydiği kıyafetlerle yatması zordu onun için, bunu hiç kaldıramazdı. Adamlarını içeriye yolladıktan sonra kızın üzerindeki mevsimlik siyah gömleğin düğmelerini çözüp üzerinden çıkardı, daha sonra içindeki kısa kolluyu görünce rahatladı, bu gömleği hırka gibi giymişti, üşüyünce de düğmelerini iliklemişti. Ayrıca üzerine bir şey giymesi ya da çıkarmasına gerek yoktu. Ev zaten sıcaktı, kısa kollu üşümezdi. Kızın sırtından ve başından tutup yavaşça yatağa yatırdı. "Teşekkür ederim." diyerek yumdu gözlerini, Mete de rahatsız olmaması için odadan çıktı ve kapısını aralık bıraktı.

Salondaki koltuğa geçip sırtını yasladı koltuğa, dümdüz bakıyordu duvara. İki askerinin ona kenardan baktığını bile fark edememişti. Bu kızın bu hâle gelmesi, yıkılmış olması ve onu tutamıyor olması, elinden bir şeyin gelmemesi canını sıkmaya yetmişti bile. Beraber yıllar önceki o berbat günün bile üstesinden gelmişken onun göz yaşının üstesinden gelemiyordu.

Enes ve Göktürk sessizce odalarına geçerken Mete asla istifini bozmamış kollarını birbirine bağlamıştı.

"Bu hâle gelmeye değer miydi be Azra, canını bu kadar yakmaya değer miydi?" Başını iki yana sallayıp dizine doğru eğildi, ellerini ensesine götürüp biraz da öyle durdu, düşündü. Bu halde ona geldiyse onun yüzünü güldürmek de göreviydi. Bu gecenin hüznünü unutturmaya çalışacaktı ona. Belki yaralarını saramazdı ama yüzünde bir tebessüm oluşturabilirdi. Bunu ona borçluydu, 5 sene öncesinin yükü omuzlarındaydı.

"Uyandığında her şey geçmiş olsun olur mu? Kara gözlerini kırmızı görmekten nefret ediyorum ben."

Sabahın erken saatlerinde içeriden sesler gelmeye başlayınca araladı gözlerini Azra, önce kendini evinde sandı ve sağına döndü ardından gözlerini aralayıp yatakta doğruldu. Birçok görevde bulunuyordu ve uyuduğu yerler bambaşka yerler olabiliyordu ancak yumuşak ve tanıdık bir yataktı burası, başındaki şiddetli ağrıya rağmen algılamıştı nerede olduğunu ancak sebebini bilmiyordu. Dün geceye dair pek bir şey de hatırlamıyordu en son Fırat ile ağladığını hatırlıyordu. Bildiği tek bir şey istihbarat eğitimi olduğundan sarhoşken bile önemli meseleler hakkında konuşmadığıydı ama gönül meseleleri buna dahil miydi bilmiyordu, hatırlamıyordu ki. Üzerindeki battaniyeyi çekip ayağı kalktı ve aynada kendine baktı, gözleri şişmiş ve makyajı losyon olmadığından tam olarak silinememişti. Saçı başı da karışmıştı, berbat gözüküyordu.

Fazla düşünmedi, aralık olan kapıya doğru giderken duvardaki rafta dizili olan arabalara takıldı gözü. Elini uzatıp bir tanesini parmaklarının arasına aldı, hayaller kurmak istedi, yapamadı. Gülümsedi ve yerine koydu. Küçük adımlarla salona geçti. Sesler mutfaktan geliyordu, Enes ve Göktürk hâlâ uyuyordu ancak Üsteğmen her zamanki gibi erken kalkmış ve kendini mutfağa atmıştı. Arada bir duvarlardan destek alarak salonu geride bırakıp mutfağa girdi. Masayı hazırlamıştı ancak iki kişilikti, Azra'nın hallerine şâhit olmamaları için o iki uykucuyu uyandırmamaya karar vermişti.

Azra kendini mutfağa atıp kapıyı arkasından örttü.

"Günaydın."

"Günaydın komutanım?" Soru gibiydi cümlesi, neden burada olduğunu merak ediyordu. Pişirdiği akşamdan kalma çorbasının altını kapatıp kıza doğru döndü. Gözlerinin altı iyice şişmişti ancak dün geceki kadar harap değildi.

"İyi misin?" diyerek ona bir sandalye çekti, o oturunca karşısına oturdu.

"Biraz başım ağrıyor, midem de fena sayılmaz. İyi diyebilirim." Yeni uyanmış ses tonunda konuşuyordu, yüzünü yıkamamıştı ve sadece sorularına cevap bekliyordu.

"Şu çorbayı iç bir şeyin kalmaz." Kızı süzüp tekrar gözlerini kara gözlere kenetledi.

"Dün gece beni aradın, sarhoş olduğunu anladığımda yanına geldim. Adresi bilmediğimden de seni buraya getirdim. Dağıtmışsın Azra." Son cümlesi neden bu kadar dağıttın der gibiydi, hiç iyi değildi o hâlini hatırlamak bile istemiyordu.

"Sizi mi aradım? Salak Azra, gece gece komutanı mı çağırdın ah Azra?" Son cümlesini sessizce söylese de Mete gayet net duymuştu. Elini alnına vuran kızın elini kavrayıp dizlerine indirdi ve ellerini geri çekti.

"Rastgele birini aradın beni tanımadın çünkü."

Gözlerine bakamadı. "Teşekkür ederim, çok saçmalamadım umarım."
Mete hafifçe tebessüm etti ve işaret parmağının eklemine baş parmağını yerleştirdi. "Şu kadarcık."

"Sizi de tanımamışım zaten, insan komutanını tanımaz mı ya?" Kızın çenesinden tutup başını kendine doğru çevirdi. Mahcup olmasını istemiyordu.

"Valla komutanını tanımadın ama tarih bilgini test ettin bence."

"O ne demek ya?"

"Ben Mete dedim, han olan mı dedin." Bu defa Azra da kendini tutamayıp güldü.

"Bir defa gördüm seni böyle bir daha görmek istemiyorum. Sorunun neyse çöz ve hep böyle gül."

Azra başıyla onu onaylayıp "Denerim." dedi, yapamazdı sadece onu kandırmak için söylemişti bunu ancak karşısındaki kişi bunun yalan olacağını bilecek kadar tecrübeliydi. Her şeyin farkında olmasa da işte böyle ayrıntıları kaçırmıyordu komutan olarak.

"Denerim yok Demir, bu bir emirdir çözeceksin. Şimdi yüzünü yıka ve çorbanı iç soğutmadan. İzin günü bugün güzel değerlendirelim hadi bakalım."

Azra dediğini yapıp sandalyeden kalktı ve lavaboya gitti, aynada kendini görmek istemediğinden hızlıca yüzünü yıkadı, sonra da sabunla tekrar yıkayıp makyajını tamamen çıkarttı. Havlu ile kuruladıktan sonra kendisine bir daha baktı saçlarını Mete'nin odasından aldığı bir kalemle toparladı ve kendine geldi, çok daha iyi gözüküyordu. Mutfağa geri dönüp kapıyı kapadı.

"Heh şöyle bak kendine geldin. Otur hemen iç çorbanı sıcak sıcak valla benim de canım çekti ben de içeceğim."
Azra işaret parmağıyla başındaki kalemi göstererek kalemi ödünç aldığını ifade etmiş oldu.

"Teğmenlik üniformamı ilk giydiğim gün babam hediye etmişti o kalemi." Mete gülümsedi anılara dalarak, onun için maneviyatı vardı, özel bir kalemdi, Azra çıkarmak için elini uzattığında Mete durması içim elini kaldırdı. "Sende kalabilir."

Babası ona tek silahın tabanca ve tüfek olmadığını, kalemin de büyük bir silah olduğunu ve bunu asla unutmaması gerektiğini söylemişti. Üsteğmen bunu aklına kazımış hiç çıkartmamıştı.

"Ama sizin için anlamlı bir hediye bu, ödünç taktım ben zaten."

"Azra, kalabilir dedim. Sorun değil, kendim istiyorum bunu." Demir Leydi teşekkür anlamında gülümseyip çorbasına döndü. Bu kadar özel bir hediyeyi ona vermesi onu ağlatabilirdi ancak akıtacak pek gözyaşı kalmamıştı.

"Mis gibi de kokmuş ya, siz de bayağı maharetlisiniz, elinizden her iş geliyor." derken çorbadan bir kaşık içti ve tadını gerçekten çok beğenmişti.

"Öyle herkese yapmam özel tariflerim bunlar, kara lahanalı Laz böreğinden anlamış olman lazımdı." derken kendisi de birkaç kaşık attı ağzına, beğenmişti o da, eli gerçekten lezzetliydi. Elinden de gelmeyen iş yoktu, her şeyi yapabiliyordu.

"Ama tadı güzeldi şimdi o Laz böreği bombacı hiç laf etmesin." Birkaç kaşık daha aldı ikisi de, çorbayı sonuna kadar içmişler, bir şey bırakmamışlardı. Mete karşısındaki kıza baktı.

"Kafa içkisiz nasıl dağıtılır göstermemi ister misin sana?" Azra meraklı gözlerle sonu sorgulamaya başladı, başını iki yana sallayıp söylemeyeceğini belirtti.

"Tamam gidelim o zaman, saat dokuz ama onu da belirtmek isterim."

"Rahat ol gideceğimiz yer gece geç kapanır, sabah erken açılır." Azra daha da merak etti, Üsteğmen ayağı kalkıp masayı toparlattı ve bulaşıkları makineye dizdi.

"Öncelikle sana hayatının en eğleneceğin aktivitesini şimdi tam da burada yaptıracağım. Gel benimle." diyerek Enes ve Göktürk'ün odasının önüne gitti. Kapıyı açmadan önce ona koğuş kaldırır gibi muamele etmesini söyledi.

Kapıdan içeri girdiklerinde ikisi de yorganlarına sarılmış uyuyorlardı. "Koğuş kalk!" çağrısıyla ikisi de fırladı yerinden.

"Astsubay Çavuş Enes Kırımlı emret komutanım."

"Astsubay Çavuş Göktürk Bilir emret komutanım." Tekmil getiren askerlerini görmeye başlayınca Azra gülmeye başladı, onların böylesine tepki vereceğini düşünmemişti.

"Siz de mi komutanım ya?"

"Ne oluyor devrem?" Gözlerini açamamış Göktürk bir izah bekliyordu. "Azra Astsubay oğlum, bize tekmil getirten başka kadın var mı acaba?" Göktürk başını iki yana sallayıp kendisini yatağı attı. Enes onu tekrar kaldırmaya çalışsa da Azra eliyle ona işaret yapıp yatmalarını söyledi.

"Her sabah böyle kalkıyorlar, bayağı eğlenceli oluyor."

"Yazık ama ya baksanıza öyle uyandırılır mı insan?"

"Hak ediyorlar bırak burunları sürtsün." Aslında zevkine yapıyordu, bu iki deli tek eğlencesiydi ve sonuna kadar da kullanacaktı.

"Ben odanızdan eşyalarımı alayım o zaman." Yandaki kapıdan içeri girerken Mete de peşinden gitti, cüzdanını alması gerekiyordu. Masanın üzerindeki cüzdanı cebine atıp kıza döndü, sonra da gözü birkaç santim oynamış koleksiyonuna takıldı.

"Bir tanesini elime alıp bakmıştım sorun olmaz umarım." Mete başını iki yana salladı, koleksiyonuna düşkün olsa da onun dokunmuş olması rahatsız etmemişti sadece biraz kaymış olması gözüne takılmıştı o kadar.

"Büyüdüğümde arabam olsun istemiştim ona kavuşana kadar da bunları biriktirdim işte, hâlâ da biriktiririm. Sonunda Toros'umu aldım işte."

"Bağlanabildiğiniz bir şey olması ne güzel." Önce elalarına baktı sonra sertçe yutkunarak başını yatağın kenarındaki gömleğine çevirdi, parmaklarının arasına alıp yeninden ona döndü.

"Gidelim mi?" Üsteğmen başını salladı, daha fazla konuşmamıştı. Mete'nin büyük adımlarıyla kendilerini kısa sürede dışarıda yürürken bulmuşlardı.

"Seni belki de daha önce hiç gitmediğin bir yere götüreceğim."

"Nereye gidiyoruz, meraktan öleyim mi ben? Söylemediniz bir türlü içimdeki Angaralı zor duruyor söylenmemek için." Aralarındaki samimiyete dayanarak söylemişti bunu yoksa komutanıyla böyle konuşamazdı, yine de mesafesini biliyordu.

"Ölme." Başını kadına çevirdi. "Ve söylemem gidince görürsün."

"Volkan Üsteğmen'e acımasız derdik hepimiz çarpılacağız." Mete acımasız değildi ama biraz onunla uğraşmaktan da zarar gelmezdi.

"Acımasız mıyım ben ya? Seni Gölge Timi'ne vereyim de gör acımasızlığı. Haksızlık ediyorsun bana, ben yıldızlı ve vicdanlı bir adamım."

"Ben bu tehdit karşısında başımı eğerim. Çok büyük tehdit ve bünyemin bunu kaldırabileceğini hiç sanmıyorum."

Üsteğmen güldü, gün sanki yeniden aydınlandı. Eşsiz bir gülüşü vardı aynı kendisi gibi. Sözleri, ruhu, kalbi gibi yüzü de güzeldi.

"Bu arada gideceğimiz yerde bana komutanım olarak seslenme çünkü beni memur olarak biliyorlar."

Azra birden şaşkın gözlerini ona çevirdi. Ne diyecekti ki? Adını söylemek doğru olmazdı, ağabey demezdi, kanka da çok laubaliydi ikisi için, sen diye de hitap edemezdi, çıkmaza sokmuştu kızı. Ne deseydi Mahmut mu deseydi?

"Neden durdun?"

"Ben size komutanım dışında hitap edemem ki, hiç hitap etmeyeyim bari cidden hiçbiri uymuyor."

"Sen bilirsin istersen hişt pişt de." Gülerek ilerlemeye devam etti, Azra da peşine takıldı. Ona adıyla seslenemezdi, hiç seslenmemişti ve asla seslenemeyeceğini iyi biliyordu.

Ciddiyetini takınıp yürümeye devam etti peşinden, bir süre sonra Mete durunca o da durdu. Elleriyle karşısındaki kahvehaneyi gösterince Azra'nın tüm ciddiyeti gitmişti.

"Gerçekten mi ya?" diyerek gülmeye başladı. "Gel bak sana yemin ediyorum burada dert tasa kalmaz." Azra heyecanla Mete'yle beraber kahvehaneye girdi. Normalde kadınların olmadığı bir yer olsa da Azra'nın sürekli yüzlerce erkek içinde olduğunu düşünerek yapmıştı bunu. İçeridekileri de tanıdığından ayrıca dert etmemişti.

"Ooo Mete, sen gelir miydin buralara koçum, hoş geldin ne iyi ettin."

"Mehmet emmi, hoş buldum, işler yoğundu memur hayatı işte bilirsin gelemedim uzun zamandır."

Mete onların masasına iki sandalye çekip oturdu. "Eyüp dayı da buradaymış, siz hiç eve gitmiyor musunuz ya? Yenge sizi merdaneyle kovalasa hakkı gerçekten" İki adam da gülüp Mete'ye yaklaştı. "Yengenin dırdırından sopasından kaçıyoruz, erken mesaideyiz." Mehmet emmi meraklı gözlerle Azra'ya baktı ve sadece gözleriyle o kim diye sordu üsteğmene. Bu cevabın ne olacağı Azra için de önemliydi.

"İşten yakın bir arkadaşım, yoğundu dediğim gibi işler biz de biraz oyuna gelelim dedik. Biraz kafamız dağılır rahatlarız dedik."

"Azra ben, memnun oldum." diyerek kendini tanıttıktan sonra iki adam birbirine bakıp gülüştü, biraz yanlış anlamış olabilirlerdi ancak ikisi de kendini ekstra açıklama gereği duymamıştı çünkü ne kadar ayrıntı uydururlarsa o kadar tehlikeliydi. Daha sonra söylediği yalanlarla yaptıkları birbiriyle çakışabilirdi hiç gerek yoktu fazla konuşmaya. Az söz az yalan sorunsuz bir hayat demekti onlar için.

"Hasan, çek oradan bize iki çay, demli olsun bak geçen koydun bulaşık suyu gibi, içmenin tadı kalmıyor hiç."

"Hemen abi."

"Ee ne var ne yok anlatın bakalım."

"Ne olsun oğlum her gün bunca adam oturup devlet meselesi konuşuyoruz sonra oyun oynuyoruz yedi yirmi dört. Öyle geçiyor işte başka bir numara yok. Siz nasılsınız bakalım?"

Mete gelen çaya şeker atmadan kocaman bir yudum aldı, içi ısındı dışarısı soğuk olmasa da aksine içerisi serindi.

"İyi geldi serinmiş burası, üşüdün mü?" diyerek başını askerine çevirdi. Bu dişi kurda soğuk işler miydi hiç, o eksi otuzlarda görev yapmış bir kadındı. Tek soğuk rüzgarlar kalbinde esiyordu ama onu bir ceketle ısıtmak pek de mümkün değildi.

"Üşümedim, teşekkürler." Mete'ye gülümseyip muhabbeti dinlemeye devam etti.

"Dayı devlet işledikçe bizde iş bitmez, çalışıp duruyoruz ne yapalım."

"Valla haklı, yoruluyoruz falan ama sonra şu çayı içince geçiyor." diyerek dikledi ince belli bardağı. Dayılar ıstakaları masaya koyup taşları masaya döktüler. Dayılar düz okey bilirdi, 101 daha eğlenceliydi halbuki. Bir gün de timiyle oynardı 101, daha önce Hakan Teğmen'le eşli oynayıp rekor kırmışlıkları vardı rakiplerine karşı. Üst üste 25 el kazanmışlar ve her istediklerini kaybeden rakiplerine yaptırtmışlardı.

"Azra hanım üç el atıyoruz en çok puanı alan kazanır." diyerek kulağına eğildi. "Kazanan kaybedene istediğini yaptırır sana açık çek."

"Anlaştık o zaman ana ben iyiyimdir bu oyunlarda kolay kolay yenilmem, attığımı vururum." Parmağını tabanca gibi yapıp ıskatayı gösterdi.

Mete gülerek "Ona ne şüphe." dedi ve ekledi. "Benim yenilmeye hiç niyetim yok ama."

"Göreceğiz." derken önüne konan on dört taşı da alıp önüne çekti ve dizmeye başladı. Dizilimi çok da kötü değildi, birkaç elde güzel taş gelirse bitebilirdi.

Dizilimi ise 1, 1, 1; 12, 12, 12; kırmızı 4 ve 8; 13, okey, 13; Mavi 3, 4, 6 şeklindeydi.

Mete'den gelen altı numaralı mavi taşı alıp dördün yanına bıraktı, sekizi attı. "Dayı at hadi, bekletme." Eyüp dayı gülerek limonlu çayını bitirip Mete'ye taş attı, Mete de ortadan çekip mavi beşi atınca Azra hemen alıp dördün yanına koyup kırmızı sekizi attı. Sıra Mehmet emmideydi. Elini gömleğinin kenarına sokup taş çekmeye çalıştı.

"Hoopp dayım ne yapıyorsun ayıp oluyor ama ya." Mehmet emmi iki elini havaya kaldırıp ben masumum taklidi yapsa da başarısız oldu. Yandaki dayı kollarını yoklayıp taşları masaya döktü.

"Elim kötüydü ne yapabilirim? Bakmayın bana öyle, devam edelim benden üçünüze de oralet. Hasan çek oradan dört oralet."

"Yırttın Mehmet bak vallahi memuru aldatmaktan içeri alırlar seni ona göre." Bu hitap tarzı Enes'ten onlara tanıdık gelince birbirleriyle buluştu gözleri, gülmemeye çalışsalar da başaramadılar, kimse de neden güldünüz diye sormayınca oyuna devam ettiler. Mete önce yandan taş çekti sonra da Azra'ya taş attı. Azra da bir siyah biri çekip yerleştirdi ve kırmızı dört ile elini bitirdi.

"Bir sıfır." diyerek devirdi ıstakaları Azra. Bu elde oldukça şanslıydı. Taşlar tekrar karıldı ve dağıtıldı.

Dizilimi ise 8, 8, 8; Siyah 9, 10, 11; Sarı 5;
Sarı 9; Siyah 1, 2, okey, 4, 5; Siyah 9 şeklindeydi.

Azra Mete'nin ona attığı mavi beşi çekip siyah dokuzu attı, siyah beşi de diğer beşlerin yanına koyunca atılacak tek taş sarı dokuz kaldı. Yanındaki dayı da ortadan taş çekip diğer dayıya attı, sıra Mete'ye geçince Mete siyah sarı beş attı. Azra da ortadan mavi dördü çekip emmiye doğru sarı dokuzu attı.

"Oraletlerimiz geldi, buyurunuz."

"Eyvallah." dedi Azra bir kahvehane bağımlısı edasıyla, portakallı oraletinden büyük bir yudum alıp oyuna döndü. Sıra Azra'ya gelmişti yine, bu defa siyah altı atmıştı, Azra yerine koyup mavi dördü ortaya atıp eli bitirdi.

"Bu iş burada biter işte."

"Yuh yani emmiyle dayıyı bile mi yendin? Bu nasıl bir yetenek?"

"Valla 101'de daha iyiyim ama bunda da fena değilimdir elim de güzeldi. Bir de güzel taş geldi, acımam yapıştırırım. Ee gerekiyor mu bir el daha, iki sıfır oldu da." Son cümlesini kulağına eğilip söylemişti. Eyüp dayı telefonuna bakıp eşinin kahvaltıya çağırdığını söyleyince istese de üçüncü eli oynayamayacaklarını anlamışlardı. Her türlü Azra kazanmıştı, dilek hakkını da elde etmişti ancak sonraya saklamaya karar verdi.

"Ben gidiyorum memnun oldum Azra kızım, yine gel olur mu, daha kendimi gösteremedim ben." dedi okey taşlarını göstererek.

"İnşallah dayı, yine gelmeye çalışırım. Sana afiyet olsun." Mehmet emmi de yan masadaki arkadaşlarına selam vermek için gidince ikisi yalnız kalmıştı.

"Kazandın, ne istiyorsun söyle bakalım."

"Dilek hakkımı sonra kullanacağım."

"Sen bilirsin, bekliyor olacağım."

Mehmet emmi sazıyla geri dönmüştü. Evet daha sabahtı, kalabalık da değildi ancak Mete ile arada saz çalıp söylerlerdi, üsteğmen uzun süre orada olmayınca özlemişti anlaşılan.

"Hadi bakalım, sesine kuvvet Mete, bize bugün ne söyleyeceksin?" Üsteğmen düşündü ancak aklına bir türkü gelmedi anlık olarak, Mehmet emmi ise çoktan bulmuştu türküyü ve sazını dile getirtmek için dizine yerleştirip telini tıngırdatmaya başladı.

"Karadır kaşların ferman yazdırır,
Bu dert beni diyar diyar gezdirir." Karadır kaşların kısmında Azra'ya çevirdi gözlerini üsteğmen.

"Lokman hekim gelse yaram azdırır,
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin." Kısmını söyleyen ise Azra olmuştu, sesi aşırı güzel olmasa da bazı türkülere uyduğundan söylerdi türkü tutamazdı kendini, şimdi de kendini tutamamış bu türkünün yarısını kendi üzerine almıştı. Üsteğmen başını tekrar saza çevirdi, türkünün sözlerinden kaçmıştı, dikkatini saza verdiyse de Azra hâlâ o bakışta takılı kalmıştı.

"Ormanlardan aşağı aşar gelirim,
Nazlı yari kaybettim ağlar gezerim." Sesi öyle güzeldi ki bu adam sahneye çıksa binlerce kişi onun için kilometrelerce uzaktan akın ederdi. Sesine yakıştığı kadar içten de söylüyordu, yummuştu gözlerini, türküyü söylerken sesi bir nehrin akışındaki ahenk gibi nefisti.

"Ormanların gümbürtüsü başıma vurur,
Nazlı yarin hayali karşımda durur." Ona baktığı hissedilmesin diye Azra da döndü önüne. Türküler çekilen acıların dile getirilişiydi, ilk ortaya çıkaran derdini anlatamadığından sazını acıklı bir şekilde tıngırdatıp ahenkli sözlerini sıralamıştı peş peşe. Bu türküler dilden dile öyle bir gelmişti ki hâlâ yaralara tercüman olabiliyordu. Bu kız için de böyleydi türküler, yaşanmamışlıkların dile getirilmesiydi, asla yaşayamayacaklarının dile getirilmesiydi.

"Karadır gözlerin benzer kömüre,
Yardan ayrılması zarar ömüre." Yine gözlerini yanındaki askerine çevirdi, bu defa kara gözlerine odaklanmıştı.

"Kollarımdan bağlasalar zincire
Kırarım zinciri giderim yare." Azra türküyü noktalarken komutanının bakışını yakalamıştı ancak adam çekemedi gözlerini onda takılı kalmıştı, yanlış bir şey yapmıyordu.

"Türkü sana yazılmış gibi." diyerek savundu kendini, tam da türküde geçen ferman yazdırılacak kalın kara kaşlara ve kömür gözlere sahipti. Esmer teniyle beraber Anadolu'nun sarışın olmayan fenotipinin karşılığıydı.

Bir cevap vermesi gerekiyordu ancak bu sözün öylesine söylendiğini de iyi biliyordu. Sertçe yutkundu, boğazındaki yumruyu hissetti. Belli edemezdi, olmazdı şimdi. Telefonunun çalması onu cevap derdinden kurtarmıştı. Telefonu yanıtlamak için kapı önüne attı kendini, Hakan Teğmen arıyordu, dışarıda kimse yoktu o yüzden rahat rahat konuşabilirdi.

"Reşat Yarbay aradı beni karargaha çağrıldık, Mete Üsteğmen'e ulaşamamışlar o yüzden timi ben çağırıyorum. Saat on ikide karargahta olmamız lazım." Saatine baktı, on buçuğu gösteriyordu.

Boş bulunup "Benim yanımda komutanım merak etmeyin ben haber veririm." deyince içinden kendine küfretti yanlış anlaşılacağını düşünüp, boş boğazlılık etmişti. Enes ve Göktürk Azra'ya haber vermeden Hakan aramıştı Demir Leydi'yi, kendi kendini de ifşa etmiş olmuştu.

"Tatil günü neden yanında?" diyerek sordu sebepsizce, sorgulamayı severdi ve sormaya çekinmezdi. Çok güzel soru, gece aşk acısı çektiğim için sarhoş oldum sonra komutanı aramışım fark etmeden beni alıp ilgilendi de diyemem ki.

"Küçük bir mesele vardı komutanım ama hallettik biz." derken bir yandan da ayağıyla yerde ritim tutuyordu, tek ayak üstünde söyleyeceği yalanlara ayak uyduruyordu kendi kendine.

"İyisin değil mi?" Ses tonundan mı anlamıştı hissetmiş miydi bilmiyordu ama ses tonu istihbarat eğitimi alan biri için renk veremezdi, o zaman Hakan gerçekten bir sorun olduğunu hissetmişti.

"İyiyim ben de asıl siz nasılsınız? Aklım sizde kaldı hep kolunuz iyi mi? En son intihap kapmış diye duydum."

"Bana bir şey olmaz kızım kolum da benimle beraber turp gibi. Hadi gelin de geldiğinizde konuşuruz, komutana da haber et. Görüşürüz."

"Hoşça kalın." diyerek kapadı telefonu, hızlı adımlarla içeriye girdi. Masadaki iki göz de onu izliyordu. Komutan aradı diyemeyeceğinden kendini başka bir şekilde ifade etmeye karar verdi.

"Batur bizimle buluşmak istiyormuş, evinin oraya çağırdı. Gidelim mi?" Tanıdığı tek Batur Hakan Teğmen'di, bu şifre gayet de yerine ulaşmıştı, mesajı anlayınca ayağı kalkıp müsaade istedi Mehmet emmiden.

"Yine gelin bu defa atma mâni yaparız." vaadi gelince bir dahakine yapacaklarını umup çay paralarını ödeyerek kahveden ayrıldılar.

"Hakan mı aradı?"

"Size ulaşamamışlar, karargahta 12'de toplantı varmış." Mete telefonunu cebinden çıkartıp şarjını kontrol etti, şarjı tam olsa da sabah Azra uyanmasın diye telefonunu sessize almış onunla ilgilenirken de bir daha sesini açmamıştı. Reşat Yarbay'dan üç, Hakan'dan da iki arama vardı, yaptıkları iş tehlikeli olduğundan sivil hayatları da tehdit altında olabilirdi bu yüzden ikisi de endişelenmişti ve defalarca arama gereği duymuşlardı.

"Hakan'ı arayayım." Telefonu tuşlayacakken Azra bir refleksle komutanının işaret parmağını yakalayıp tuttu, böylece onu durdurmuş oldu, bir an duraksayıp ela gözlerine baktı, yanlış yaptığını düşünüp elini geri çekti.

"Aramayın, ben az önce yanımda olduğunuzu söyledim, sebebini sorunca da bir meseleyi hallettiğimizi söyledim." dedi.

Telefonu bel seviyesine indirip ona baktı adam meraklı gözlerle, bu kız ne derse desin dün gece saçma olsa da duyduğu yarım yamalak şeylerden konunun hemen hallolmayacak bir mesele olduğunu biliyordu, zaten bir konuda sarhoş olmak istiyorsa o konunun üzerine gidilmiyor demekti bu, çözümü içkide arayan sonuç bulamazdı ki, çözüm sorunlarla yüzleşmekteydi. "Sahiden hallettik mi?" diye sordu.

"Hallettik." dedi Azra sesi çok netti ancak o bunun için eğitilmişti, eğitimlerine ve operasyonlara bizzat katıldığından nasıl iyi bir yalancı olabileceğini iyi biliyordu kızın. "O halde eniştemi arayayım." Son anda cümlesini düzeltti. "Reşat Yarbay'ı."

"Alo, emredin. Sessizdeydi telefon bir daha olmaz. Tam 12'de orada olacağım." Kısa konuşmanın ardından kapadı telefonu ve Azra'ya döndü. "O zaman bize geçelim, çocukları da alıp karargaha geçeriz." Azra başını iki yana salladı.

"Bir duş alsam iyi olacak ben eve geçeyim oradan gelirim."

"Alayım mı seni?" Azra başını iki yana salladı gerek yok anlamında, biraz kendi ile kalmak istiyordu aslında, dün de buna çabalamış ama eline yüzüne bulaştırmıştı.

"Her şey için teşekkür ediyorum, dünü hatırlamasam bile bana bu desteğinizi unutmayacağım."

"Arkadaşlık bu günler içindir, önemli değil." Kısa bir vedaydı bu, Mete'nin seni eve bırakayım ısrarına karşı Azra tek başına eve yürüyeceğini, evinin yürüme mesafesinde olduğunu söyledi. Uzun olmayan bu yol ona yürüdükçe uzun gelmeye başlamıştı, içindeki savaş öyle büyümüştü ki dünden beri susturamıyordu onu. Yaptıkları ve sözleri açıkça dile getiriyordu isyanını. Kendini eve atıp üzerindeki kıyafetlerden sıyırdı kendini ve duşa attı, uzun kalmamıştı. Hemen saçlarını kurutup giyindi, saçını örüp bir lastikle bağladı ve aynada kendine baktı. Göz altları uyandığı zamanki kadar kötü olmasa da şişkinliğini sürdürüyordu. Makyaj yapmamaya karar verip kendine iyilik etti, bu göz az makyajı bile kaldırmazdı. Çantasını alıp kendini dışarıda bekleyen taksiye attı.

Mesafe çok uzak değildi hele ki arabayla hiç değildi, dışarı anlamsızca bakınarak varmıştı karargaha. Taksi ücretini ödeyip indi arabadan, kapıda ise teğmen ile karşılaştı. Kıyafeti onu olduğundan daha da heybetli göstermişti.

"Komutanım, iyi misiniz?" Geleceğini düşünmemişti aslında, doktor tekrar rapor yazmıştı ancak umursamıyordu Hakan ne olursa olsun o göreve de gidecekti, kararlıydı.

"Tedavim halloldu, bu göreve çıkacağım en kötü senin gibi bir ağaca dala çıkar öyle avlanırım." Azra meraklı gözlerini komutanının omzuna çevirdi, bu adam alnının ortasından bile vurulsa iyiyim derdi iyi biliyordu bunu. Yüzü gayet sağlıklı duruyordu ancak bu bir aldatmaca olabilirdi.

"Bakma kızım öyle iyiyim işte." diyerek sırtını sıvazladı ve eliyle yolu gösterdi, artık gitmeleri gerekiyordu, daha yeşilleri giyeceklerdi.

"Sen kendine bak gözlerin şişmiş, ya uyuyamadın ya da ağladın." Kimden neyi saklıyordu ki, yıllarca beraber çalıştığı adam tek bir bakışıyla çözebiliyordu onu.

"Uymadıysan uyu, ağladıysan da zırıldak bir asker istemiyorum ben." Bunu her ne kadar kötü ifade etmiş olsa da yanındaki kızı düşünüyordu, sadece uğraşmadan edemiyordu.

"Emredersiniz." Karargah binasına giriş yapınca soyunma odalarına dağıldılar, Azra askeri üniformasını giydi, saçını evde yaptığından uğraşmadı, beylik tabancasını bacağındaki yerine yerleştirip toplantı odasına geçti. Bir kurtarma operasyonu daha onları bekliyordu ve bu operasyon bir kilidi daha açacaktı. Kolsuz'a bir adım daha yaklaşacaklardı.

♟️

Bir oh çekelim mi, Azra'mız aşkını dağa taşa itiraf etti. Öyle canı acıyor ki ben de yazarken üzülüyorum onun kavuşamayışını. Onun değil benim boğazım düğümlendi. Sevmek zor meziyet be azizim, Azra sen de herkes gibi sınıfta kaldın bunda.

Sarhoş olmasına rağmen kurduğu cümleler beni benden aldı. Mete han olayı var bir de sjdldhddjfj Geri zekalılarım benim.

Peki ya üsteğmenimin çabası... Sevmiyorsan oyalama be bu daha çok üzüyor be adam...

Fırat kimse senden razı olmasa da ben senden razıyım ya, kız kardeşine melhem olmaya çalışıyorsun ama üzgünüm, onun tek devası derdi...

Bu bölüm Azra'nın aşkını ilk defa dile getirmesi açısından benim için çok özel, dönüm noktası olarak kabul ediyorum çünkü şu saatten sonra âşık bir Azra okuyacağız.

Sevdiğimle kahvede oralet içip dayılarla okey oynamak mı? Beraber türkü söylemek mi? Alırım bir dal.

Haftaya görüşmek üzere, sabırsızlanıyorum yeni bölümler için çünkü çok güzel şeyler yazdım. Pişman olmayacaksınız❤️ Bu bölüm 5100 kelime falandı yayımlamadan önce düzenleyeyim dedim 6200 oldu ahahshdhd fazla duygusal sahne eklemiş oldum yazdıklarımdan pişman değilim aklım hâlâ yazamadıklarımdaa😄

Haftaya operasyonda görüşmek üzere, yepyeni biriyle tanışacağız ve o ruh hastasını seveceğinizi düşünüyorum, hoşça kalın😘😘

Loading...
0%