Yeni Üyelik
98.
Bölüm

Final

@rubamsalepe

Merhaba, final bölümüyle karşınızdayım. Bölüme yorum yağmuru bekliyorum. Beğenmeyi de unutmayalım.

Buraya kadar okuduysanız bir takibinizi de alırım♡♡

Bölüm yorumu, kitabın genel yorumu gibi kısımlar için bundan sonra yayımladığım Son Söz adlı bölümde buluşalım. Dertleşip son defa sarılalım.

Son defa Demir Sancak...

İyi okumalar🥰

♟️

Nefes almak sadece hayatta kalma belirtisi miydi? Nefes alan biri ölemez miydi?

 

Ölürdü.
İnsan yaşıyorken de ölebilirdi. Göğsüne kurşun yiyen bir adamdansa kendini acılar içinde suya atan kadın daha çok ölü olabilirdi.

 

Gökyüzündeki parlak güneş konumunu daha da batıya getirmiş ışıklarını kısmaya başlamıştı. Bazıları için tüm dünya o en tepedeyken kararmıştı bile.

 

Azgın suyun akışında giden iki beden bambaşka yerlere savrulmuştu. Onları aramaya gelen kişilerden epey uzaklaşmışlardı kısa sürede. Yazın ortasında bu kadar hırçın akması da onların bedenlerinin düşmandan kurtulması için bir nimet olmuştu.

 

Azra'nın ciğerleri suyla dolmaya başlamıştı, gözlerini açsa da etrafı göremiyor akan hırçın suyun etkisiyle oradan oraya savruluyordu. Sırtındaki koca tüfeğe rağmen batmamış ilerlemeye devam etmişti. Ayağındaki berbat acıyla baş etmeye çalışırken bir yandan da sudan kurtulmaya çalışıyordu.

 

En sonunda bir kayaya çarptığında ona sarılıp çıkıntısına tutundu. Yaralı elleri acısa da bundan vazgeçmedi, zorla kendini kayanın üzerine attı ve sudan sürüne sürüne çıktı. Su kenarındaki toprak alana kendini atınca inlediğinde öksürmeye başlayıp ciğerlerine dolan suyu çıkarmaya çalıştı.

 

Ağlıyordu ve sessiz yapıyordu bunu. Sessiz olması gerektiğini kocasının bedenini bulmak için gerekli olduğunu biliyordu. Canı acıyordu ama tek acıyan yeri kırılan bacağı değildi, kalbi paramparça olmuştu.

 

Etrafa bakındı onu görmeyi umarak, bir kere kurtarmıştı yine yapabilirdi. Göğsünden yediği kurşun ille de onu öldürmek zorunda mıydı? Ya bedeni? O nereye sürüklenmişti? Ölmek bu kadar kolay olur muydu, onu bırakıp dileğini gerçekleştirmeden nasıl gidebilirdi ki?

 

"Mete, Mete'm," diye mırıldandı, bağırıp çağırmak istiyordu ama yapamıyordu. Bir kuvvet yerinden suya doğru uzanıp başını soktu, bağırabildiği kadar bağırdığında sesi suyun dalgalarında kaybolmuştu.

 

Ağlayarak başını çıkardı oradan, bacağı başta olmak üzere bütün bedeni acıyordu. Betonarme etkisi yapacak kadar yüksek bir yerde olmasa da hem atlayışı hem de sürüklenirken kayalara çarpışı onu epey yıpratmıştı.

 

Bora'yı sırtından çıkartıp şarjörünü cebine attı, içinde mermi var mı yok mu onu kontrol ettikten sonra onu baston gibi kullanmaya karar verdi, ondan destek alarak ayağa kalktı ve ormanlık alana doğru yürümeye başladı. Yerdeki kırık dal tam da ona göreydi.

 

Attığı her adım ona acı veriyordu, canı çok yanıyordu ama yutmak zorundaydı. Yerdeki dalın yanına çöküp dalı ikiye böldü, yapraklı fazlalık kısmı koparmadan bacağının iki yanına sabitledi ve boynundaki askeri fuları çıkartıp bacağı etrafında sardı.

 

Arkada iz bırakmak istemese de ıslaklığı düşman için açık adres veriyordu. Ne kadar kaçabilir ne kadar kurtulabilir burası şüpheliydi.

 

"Sevgilim..." Yürek yangını dinmiyordu, elini göğsüne koyup birkaç kere vurdu. "Gidemezsin, bulacağım." Tüfeğinden destek alıp ayağa kalktı. "Ölün ya da dirin fark etmez, seni bulacağım."

 

Yaşlı gözlerle bir adet de kırık bacakla zar zor ilerlemeye çalışıyordu. Bacağındaki dallar her ne kadar ona destek olsa da canının acısını geçirtecek hiçbir şeyi yoktu.

 

Sürüklendiği nehre baktı, ardından geldiğini tahmin ettiği yöne. Tepeden uzaklaşmış olsa da açıktaydı, ardında ıslak izler bırakıyorken nereye kadar uzaklaşabilirdi ki?

 

Nehir kenarında Mete'den bir iz arıyordu. Ona ulaşırsa eğer hayattaysa bir şeyler deneyecekti, göğsüne giren kurşunu çıkarabilir miydi bilmiyordu ama en kötü ihtimal onu son anlarında yalnız bırakmamış olurdu tabii şimdiye kadar boğulmamışsa.

 

"Aldılar onu benden."

 

Mırıldanıyordu, onca acıya rağmen nasıl strateji izlemesi gerektiğini iyi biliyordu. Canından can kopsa da aptalca bir şey yapmayacaktı.

 

Sütle dolan göğüsleri acıyordu, elini değdirmek bile çığlığına sebep olabilirdi. Bebekleri açtı, kocasının bedeni ortada yoktu ve bacağı kırıktı ve göğsü sızlıyordu. Acıyla inledi, ayağı da aynı göğüsleri onu zorluyordu. Yere çöküp dev kayalığa yaslandı. Burada görünmezdi en azından arkadan gelen biri onu göremezdi.

 

Bacağına bağladığı fuları biraz daha sıktı, hareketleri onu gevşetmişti. Etrafına bakındı ve elini yakasından içeriye daldırdı, kıyafeti batacaktı ama biliyordu ki böyle daha rahat hareket edecekti.

 

Bebeklerinin içmesi gereken süt şimdi kıyafetini kaplıyordu. Bacağının acısı aynen devam ederken göğüslerinin acısı durmuş ona hareket imkanı sağlamıştı, birkaç saat rahat edecekti şimdi.

 

Ayağa kalkmaya yeltendiğinde su kenarında küçük bir çorap gördü. Elleri titreye titreye uzandı bebeğine ait çoraba. Parmaklarının arasına alıp burnuna doğru götürdü, Orhan'ın çorabıydı bu.

 

"Neredesin Mete, neredesin sevgilim?"

 

Ağzını sıkıca kapatıp ağlamaya devam etti, sesi duyulmasın diye anca bu kadar çabalayabiliyordu.

 

"Ölemezsin ki, daha ben sana doyamadım ki."

 

Cebindeki ıslanmış fotoğrafı çıkartıp kocasının yüzünü okşadı. Ölmek için fazla gençti, yaşamak için onca yılı varken iki kurşunun onu devirmesi mümkün olmamalıydı.

 

Bora'nın yardımıyla ayağa kalktı ve yürümeye devam etti. Buradan geçmişti adam, su onu tam da buradan sürüklemişti başka yerlere.

 

"Elini hiç bırakmadığını söylerdin, bırakmamak için geliyorum dayan sevgilim. Yaşıyor ol ne olur."

 

Yıllar önceki o gün yaptığı gibi hiç ihtimaline sarılıyordu sımsıkı. Cansız bedenini görmeden öldüğüne inanmazdı, göğsündeki kurşuna rağmen. Cansız bedenini görse de inanmayacaktı, berbat haldeydi.

 

"Babanızı koruyamadım özür dilerim bebeklerim."

 

Gözleri sızlıyordu ağlamaktan, öksürürken ağzını kapadı. Acıyla haykırmak istiyordu her birini aynı tuttuğu öksürüğü gibi yutuyordu.

 

"Ölseydin hissederdim, ölmedin değil mi? Bir kez daha peşinden geliyorum lütfen beni bir kez daha haklı çıkar. Bir kez daha hayatta kal Allah aşkına."

 

Elindeki bebek çorabını bırakmadan ilerlemeye devam etti, su kimi alsa sürüklerdi ancak şansına kenara savrulmuş bir Mete onlar için umut olabilirdi. Yoktu, sürüklenip gittiği belliydi, yönü de belliydi ama fazlası yoktu işte kenara savrulan iki çoraptan başka.

 

Biraz daha ilerlediğinde suyla kendini iyice salmış diğer çorabı buldu, Göktürk'e ait çorabı da avucundaki yerine mühürledi. Bir elinde boş tüfeği bir elinde de bebeklerinin çorapları vardı.

 

Elindeki tüfeği çenesine dayayıp tüm acılarına son vermek istese de o iki bebek ağlayarak evde anne babalarını bekliyordu, hiç olmazsa biri sağ kalıp onlar için dönmeliydi.

 

"Sizin için yaşamaya çalışacağım."

 

Çorapları kokladı daha fazla koklayabilmesi mümkünmüş gibi. Evlat kokusu tarif edilemezdi, her şey ayrılırdı da annelerinden evlatları ayrılamazdı en azından normalde öyle olması gerekiyordu.

 

Peki ya sevenin sevdiğinden ayrılması? Bunca sene ayrı kalıp zar zor kavuşmuşken doyamadan gidebilir miydi insan? Elli sene olsa yine doyamazdı ona, Mete öyle bir adamdı. İnsan onun yanındayken hiçbir şeyi dert etmezdi çünkü bilirdi ki arkasında onun gibi bir dağ vardı.

 

Kötü bir şey yapmış olsa bile biliyordu ki iyiliği için yapıyordu. Ne bir kötü sözünü işitmiş ne de ona zararı olmuştu, Mete bir insanın ömrünü geçirebileceği mükemmel bir adamdı ama ömür bitince her şey yarım kalırdı.

 

"Nasıl nefes alayım ki ben sensiz, daha çok genciz insan karısını böyle yalnız bırakır mı hiç?"

 

Biraz daha ilerlediğinde kendini çok fazla zorlayamayacağını biliyordu. Canının acısı ilerlemesine engel oluyor, güvenlik zafiyeti oluşturuyordu ama onun bulmaya değerdi. Yüreğinin acısı bacağındaki acıyı bastırıyordu. Gözlerinin önünde yediği kurşunla bu azgın sulara düşüp sürüklenmesi yaşadığı en büyük kâbustu.

 

Mete nefes alıyorsa yer şey değişirdi, yaralıysa kurtarılabilirdi. Ya nefesi kesildiyse, o zaman nasıl yaşayacaktı onsuzlukla? Kumrular eşi ölünce yaşayamazken o nasıl hayatta kalacaktı ki sevdiği olmadan.

 

"Nereye böyle?"

 

Uzaktalardı, sesini duyunca ardına bakıp hızlanmaya başladı o ayakla ne kadar mümkün olabilirse.

 

"Seni gebertirim orospu çocuğu."

 

Beylik tabancasını çıkartıp kurdu, bu defa onu vurmaktı niyeti. Bacağını daha fazla zorlayamayacağını anladığında ona doğru dönüp silahı ona doğrulttu.

 

"Ateş mi edeceksin bana? Benim kocanı öldürdüğüm gibi mi Eliza?"

 

"Allah senin de o geberik terörist karı Eliza'nın da belasını versin nefret ediyorum hepinizden."

 

Berzan yaklaştıkça Azra suya doğru gidiyordu, bunun da farkındaydı. Kendini vurdurup cansız bedenini sularla buluşturup sevdiğine kavuşmaktı amacı.

 

"Kırılıyorum ama," dedi keyifle, Mete'nin ölmüş olması ve bizzat kendi yapması ona zevk veriyordu. "Sen iyi bir atıcısın ama beni vurmamalısın." Ne demek istediğini anlamadı ve ona yüzü ekşi bir ifadeyle baktı. "Ben ölürsem sen yaşarsın ve arkamdaki herkes sana tek tek dokunur."

 

"Beni tecavüzle mi tehdit ediyorsun piç?" Elleri titremiyordu, elleri sımsıkı sarıyordu tabancasını. "Kendimi de öldürürüm seni de."

 

"İki bebeğin var yapamazsın. Babasız kaldılar zaten annesiz kalmalarına göz mü yumacaksın?" Onu manipüle etmeye çalışıyordu ve Azra şu anda akıllı davranabilecek halde değildi. "Zaten öldürmeyecek misin beni? Beni ele geçirsen bu anlattıklarından ne farkı olacak."

 

"Sana elimi sürmeyeceğim."

 

Net söyledi bunu, Azra'nın inanası gelmedi. Bir teröriste güvenemezdi. Onun ne kadar karaktersiz bir pislik olduğunu iyi biliyordu.

 

"Ne değişti?"

 

"Sadece acı çekmeni istiyorum bedenini istemiyorum artık."

 

Doğru söylüyordu, ilk defa doğru söylüyordu ona işkence etmekti niyeti. Acılar içinde kıvrandırmak istiyordu çünkü ona kendi ayaklarıyla gelmemişti hiçbir zaman.

 

"Her halükarda öleceğim," deyip tabancayı başına dayadı. Parmaklarının arasında çoraplar vardı, onları yapayalnız bırakmak üzereydi, baba yoktu şimdi de annesiz kalacaklardı.

 

Bir acı hissetti kırık bacağında, daha önce ona işkence ettikleri zaman kullandıkları fırlatmalı iğneydi bu. Vücudunun kaskatı kesildiğini hissetti, yavaşça dizlerinin üzerine yığılırken Berzan da başındaydı. Tabancasını alıp uzağa fırlattı.

 

Azra bir saat bu halde olacaktı. Bir saatlik bir ilacın etkisiydi bu ve işkence bu defa onu korkutmuyordu. Her şeyini yitirmişti zaten, bir daha işkence görse çok şey fark etmezdi.

 

"Gel bakalım," dedi gülerek, kollarından çekiştirip suyun önüne fırlattı onu. Azra sadece ağlıyor bir şey söylemiyordu. Gözyaşlarının sebebinin şu an yaşadıkları değil de Mete'yi kaybetmenin acısı olduğunu çok iyi biliyordu.

 

Berzan Azra'nın saçlarından tutup suya batırdığında aklına Mete geldi yeniden. Saçını çekmeden tutup başını suya soktuğu sonra onu devirip üzerine çıktığı eğitim geldi.

 

Suyun altında ağlarken dudaklarını iyice bastırmış bir yandan da su yutmamaya çalışmıştı. Nefesini tutamayacak gibi olduğunda saçlarındaki cani el onu geriye doğru çekip canını acıttı.

 

"Nasıl, Mete de böyle boğuldu vurulduktan sonra, nasıl sevgilim, beğendin mi? Bana tercih ettiğin herifin geberdiği suda boğulmak nasıl bir hismiş?" Yüzüne sert bir tokat indirdiğinde Azra hâlâ tebessüm ediyordu.

 

"Orospu dölü." Bir tokat daha yedi, Berzan yüzünü ekşitti ona fazla yakındı.

 

"Süt mü kokuyorsun sen? Leş kadın, ne yaptın süt mü sağdın?"

 

"Sana ne lan sana ne? Öldür hadi beni."

 

"Sana sağmana yardım edebilirdim ama istemiyorsun diye dokunmuyorum. İstersen söyle seve seve yardımcı olurum."

 

Fazla dengesizdi, bir dediği diğeriyle tutmuyordu. Bir şeyler kullanıp peşinden geldiği belliydi. Aldığı haplar olduğundan daha da saçmalamasına neden oluyordu.

 

"Sık kafama." Ağlıyordu, bağırmak istiyordu ve şimdi onu durduran bir şey yoktu. Bu defa haykırdı. "Sık kafama sık, yeter sık!" Başını öne eğip çoraplara baktı. "Mete'm, kocam... Gitmedin ki."

 

Berzan onu izliyordu, böyle yıkılmış olması ona eğlenceli bir filmin en can alıcı sahnesini seyretmek gibi hissettirmişti.

 

"Eğleneceğiz. Sana bir ritüelle veda edeceğiz."

 

Berzan onu saçlarından tutup geriye doğru sürüklediğinde dudaklarını birbirine bastırıp acıyla inledi. Öyle bir ilaçtı ki vücudunu hareket ettiremiyordu ama her bir küçük teması hissettiriyordu.

 

"Hazırlayın."

 

Komutu verdikten sonra onu yerde doğrultup yanına aldığı halatla sıkıca bağlamaya başladı. Elleri önündeydi, ilaç yüzünden arkadan bağlamaya gerek görmemişti, zaten arkaya da ellerini kavuşturamamıştı.

 

"Sana dul mu diyecekler şimdi?" Başını iki yana sallayıp kendine cevap verdi. "Sana dul demeleri için yaşıyor olman lazım." Yüzüne bir tokat daha atınca dudağına denk gelmiş patlamıştı. Ağzına bulaşan kan tadı yüzünü ekşitti.

 

"Sana onun kanını içirmek isterdim ama cesedi bulamadık, şansına küs."

 

Azra onun desteğiyle dik durabiliyordu, bedeni iyice salmıştı kendini. Canı fazlasıyla acıyordu, normal şartlarda kırık bacağı için çığlık atması gerekirdi ancak dayanmaya çalışıyordu.

 

"Öldür beni."

 

Bebeklerini düşündü, bunu söylerken bencillik yaptığını düşünüyordu. Eğer ölürse onlar kimsesiz kalacaktı ama ölmez de burada böyle kalırsa Berzan'ın kullandığı zararlı maddelerin etkisiyle kendisine bir şey yapabileceğini iyi biliyordu. Daha önce taciz eden hiç tereddüt etmeden daha ileriye de giderdi. Bunu yaşamaktansa hemen ölmeyi tercih ederdi.

 

"Daha değil."

 

"Özür dilerim anneciğim, sizden çok özür dilerim."

 

Mırıldanmıştı bunu, her ne kadar yakınında olsa da Berzan bunu duymamış saçlarından tutup başını kulağına doğru çektirmişti.

 

"Ne diyorsun?"

 

"Allah cezanı versin."

 

Sert bir darbe daha yedikten sonra yere yığıldı. Gözleri açıktı, sadece ölmek istiyordu. Yaşlı gözlerine yansıyan şey daha önce iki kez gördüğü darağacından başkası değildi. Darağacı kurulmaya başlanınca acıyla gülümsedi kadın.

 

Sonunun böyle olacağını hiç tahmin etmemişti. Yüreğindeki yangını ne yanda akan azgın sular ne de havanın kararıyor olmasından cüret alıp hafifçe esen rüzgar söndürebilirdi. O yangın nefesi kesildiği an duracaktı.

 

Daha önce Mete ve Orhan nasıl asıldıysa öyle asılacaktı. Daha önce kendi de asılmıştı ama boynu bağlı değildi, bedeni ipe sabitlenmiş sırtında ömürlük yaralar açılmıştı. O yaraların her biri can yakarken tek acıları o kalacak sanıyordu ikisi de. Üzerine birçok kayıp yaşamışlar en beteri de ayrılmışlardı bir ömür.

 

Bazı kavuşmalar ahirete kalırdı ama böylesini istemiyordu, daha yaşayacak çok günleri vardı. Bir şekilde nefes aldığına inanıyor olsa da kurşun öldürmediyse suda nasıl nefes alabilirdi?

 

"Ölme sevgilim, ölme lütfen. Bebeklerimize sen sahip çık."

 

Mırıldandı yeniden, sessiz çığlığını duyan kimse yoktu. O sussa bile gözlerinden anlayacak adam yoktu.


Boynuna ip geçirildiğinde geçmişi düşündü, yaşadığı zorlukları düşündü. Orhan'ın ne kadar cesur olduğunu düşündü. Peki ya Orhan baba olacağını bilseydi bu kadar soğukkanlı ölebilir miydi? Bunun cevabını asla öğrenemezdi.

Onların hiçbiri ölmemişti, şehit olmuştu. Azra da şehit olacaktı. Tek düşündüğü ardında bırakacağı iki bebeğiydi. Kendi için değil onlar için yaşamak isterdi, bebekleri aç kalacak diye saatlerce ağlayan bir kadındı o.

 

"Seni ona kavuşturacağım çok üzülme."

 

Yüzündeki zafer ifadesiyle geriniyor bu iki askerin de sonu olduğunu düşünerek kendisiyle gurur duyuyordu. Karşısındaki kadının ölmesi ona en büyük zevki verecekti.

 

Tam karşısına sandalye koymuş onu seyrediyordu. Yan tarafı dereye bakar şekilde asılmıştı ipe, başını çevirip suya baksa da beklediğini göremiyordu, havanın karanlığı da ona pek yardımcı olmuyordu.

 

Vücuduna hükmedebilmeye başladığı zaman sıkı sıkıya bağlanmıştı, kaçmasının yolu boynundaki ipin çözülmesiydi yoksa bu bacakla fazla uzaklaşamazdı. Parmaklarının arasındaki çorapları sıkıp elini yumruk yaptı.

 

Bu defa kaçış yoktu, bir defa daha çaresizliğe mahkum edilmişti Berzan tarafından. O zamanlar sırtındaki izlerle bedel ödemişken şimdi canıyla ödeyecekti bedeli.

 

"Bacağındaki acı sana işkence yapmamam için bir ödül Azra. Sana işkence etmemeye karar verdim az önce, sadece öleceksin."

 

Rahat tavırlarıyla kalkıp yanına geldi ve boğazına geçirilen ipi yokladı, beklediği gibi sağlam ve sıkıydı. Biraz yukarı doğru çekiştirdiğinde Azra sıkıca gözlerini yumdu, acı çekiyordu ve onu görmemekti niyeti.

 

Aklından geçen sadece üç kişi vardı, Mete ve bebeklerini düşünüyordu. Yutkunduğunda boğazındaki yumru ipe değip onu zorlamıştı.

 

Berzan yerine geçip ardına yaslandı, etraflarında altı tane terörist vardı ondan başka. Yedi çakalın arasında kapana kısılmış bir kurttu o.

 

"Son bir şey söylemek istiyor musun?"

 

"Ne mutlu Türk'üm."

 

Onun için her şeyi ifade eden bu kelimeler karşısındaki terörist için bir nefret sebebiydi. Son nefesinde bunları söylemek istemişti. Sesi ağlamaktan bitap düşmüş çıkması gerekirken gür çıkmıştı, son bir gayret bunu başarmak istemişti.

 

"Vatan sağ olsun," diyerek yeniden yumdu gözlerini. Arkasından yüzündeki çirkin sırıtışla yaklaşan teröristin gözleri kadının ayaklarının altındaki taburedeydi. Tabureye tekmeyi attığı an her şey sona erecek, Azra da Mete'sine kavuşacaktı.

 

"Özür dilerim bebeklerim. Özür dilerim."

 

Kendi duyabileceği tonda söylüyordu. Bacağındaki acı ya da boynundaki sızı değil kalbindeki görünmez hançer canını yakıyordu. Ölüm Azra'nın yanına bir kere daha gelmişti ve bu defa kadın kabullenmişti.

 

Terörist ayağını tabureye taktırıp çekince Azra havada kaldı, bağlanmış ellerini boynuna kavuşturmak istese de dirseklerini kırması için pozisyonunun değişmesi iki büklüm olması gerekiyordu bu yüzden kolları oradan yukarıya çıkamıyordu. Can havliyle çırpınmaya başladı, bağırmak istese de yapamadı. Sadece nefes almaya çalışıyordu o acımasız ipin ucunda.

 

Aklında ölürken Mete vardı, elini tutuşları, öpüşü, dokunuşları ve o boynuna yaslandığında aldığı mis kokusu vardı. Bir ömür demek ki bu kadardı, uzun olması için elinden gelenin fazlasını yapmışlardı ama ölüme karşı duramazlardı.

 

Ölüm sadece kalbinin durmasıyla olmuyormuş, kalbin atarken de ölebiliyormuşsun demişti kadın, kalbi ölmüş kadının bedeni ölüyordu şimdi.

 

Bir tüfek sesi belirdi uzaklardan, gözlerini açtığında kolunun üzerine düşmüş tam da diğer merminin devirdiği teröristin yanında bulmuştu kendisini. Bu sesi kilometrelerce öteden bile anlardı, Bora-12 sesi kolay kolay unutulamazdı.

 

Öksürerek doğrulmaya çalıştı yerinden, kolunu ipin dış bağından kurtarınca boynunu saran acımasız arkadaşını da çekip atmıştı. Yandaki teröristin tabancasını alıp kaçmaya yeltenen Berzan'a birkaç el ateş etti, dördüncü kurşun tam baldırına isabet edince hızını düşürmüştü.

 

Ardındaki teröristler öldürülmüştü geriye bir tek Berzan kalmıştı, Azra da o halde peşinden koşmaya başladı. Ayağı kırıktı ve az önce asılmıştı, zor nefes alıyordu hiç hâli yoksa da son bir gayret çabalıyordu. Bu iş bugün bitecekti.

 

Madem Azra ölmemişti, ölen Berzan olacaktı. Berzan kaçmaya devam ederken bir kurşun da omzuna isabet ettirdi omzuna.

 

"Yeter Berzan kaçamazsın, öleceksin!"

 

Bu sözleri zar zor söylemişti ancak arkada akan hırçın suyun sesine rağmen her biri Berzan'a ulaşmıştı. Nefesini düzene sokmaya çalışıyorken adımlarını hızlandırmıştı. Berzan bir yerden sonra ilerleyemeyince Azra üzerine doğru atladı ve boğuşmada sırtını sert toprağa yasladı.

 

"Seni böyle üzerimde görmek çok güzel," dedi sırıtarak, yüzüne sert bir yumruk yediğinde kurşunların acısının yanına bir de bu acı yerleşmiş yüzünü buluşturmuştu.

 

"Orospu çocuğu ne istedin ondan piç herif?" Bir yumruk daha attı. "Seviyordum ben onu, âşıktım. Neden aldın onu neden?" Bir yumruk daha attı yüzüne, diğer eliyse yakasını tutuyordu. "Benim bebeklerim..."

 

Nefes aldı derin derin, sesi iyice açılsa da gücünün son demlerini kullanıyordu. Kırık bacağının üzerinde durmak çok can yakıcıydı.

 

"Benim bebeklerim babasız kaldı siktiğimin teröristleri yüzünden, Allah belanızı versin."

 

Gözlerinden yaşlar süzülürken bir sert yumruk daha geçirdi morarmış yüzüne, bu defa burnuna denk gelmiş dayanamaz hâle gelmişti acıları.

 

"Bana yaşattığın travmalar için seni geberteceğim, bebeklerim için, Orhan, Hazan ve bebeği, Göktürk ve Mete için geberteceğim."

 

Berzan'ın gözleri kararmaya başlamıştı, kurşunlar etkisini gösteriyordu ancak biraz daha vakti vardı. Cebine gizlediği bıçağı kadının göğsüne doğru götürdü.

 

Bu bıçak birine saplanacak onun canını alacaktı, en azından Berzan öyle sanıyordu. Ondan önce davranıp çenesinin altına dayanan silahın patlayacağını bilmiyordu. Azra bir kurşunla nefesini kesmişti, daha fazla tahammülü yoktu ona.

 

Çenesinden giren kurşun başının üzerinden çıkmış yara çevresinde dinmek bilmeyen kan akışı oluşturmuştu. Gözleri açıktı, acılı bir ifade vardı yüzünde. Ömründe yaşamadığı en büyük acıyı ölürken yaşamıştı, iki kurşunun üzerine kırık burundan sonra çenesinden yediği kurşun onun sonu olmuştu.

 

Daha fazlasını hak ediyordu aldığı onca candan sonra bu ölüm ona ödül gibi olsa da Berzan kaybetmesinin acısıyla ölmüştü ve Azra'nın kazandığını biliyordu. Bu da demek oluyordu ki acılar içinde ölmüştü.

 

Azra geri çekilip ayağını kurtardı altından, Berzan'dan birkaç adım uzağa sürünüp içinde tuttuğu çığlığı saldı dudaklarından, parmağına doladığı çorapları sıkıca tutup yerinde sallanmaya başladı. Artık hiçbir şey ona deva olamazdı. Öylesine bir çığlıktı ki çaresizliği iliklerine kadar hissettiriyordu.

 

Her şey bitmişti, başındaki en büyük belayı def etmişken o yoktu. Şimdi yapayalnızdı, kurtulduğuna sevinemiyordu bile. Tırnaklarını toprağa geçirip yere doğru eğildi, çorap tutan eli göğsüne yaslıydı, acısını bastırmaya çalışsa da seven bir gönlün acısı nasıl bastırılabilirdi? Ruhunu saatler önce öldürmüşlerken nasıl buna yaşamak diyeceklerdi ki?

 

"Mete, Mete'm."

 

Kırık bacağına götürdü elini, kolu kanadı kırılmışken bir bacak kırdığının önemi mi kalmıştı?

 

"Onu aldılar benden, kıydılar. Her şeyimi aldılar ne kaldı ki yüreğimde iki küçük bebekten başka?"

 

Uzun konuşunca zorlandı iyice, elini boğazına götürüp derin derin nefes aldı. Aldığı nefes bile az önce attığı çığlık kadar etkiliydi, tepelerin arasında yankılanıyordu her biri.

 

"Bulamadım seni."

 

Ayağa kalkmaya kalktı, dereye doğru yürüyüp onu bulacaktı aklındaki fikir buydu bacağı her ne kadar ona engel olsa da.

 

"Babanızın cansız bedenini bile bulamadım diyemem ben."

 

Ayağa kalkıp güçlükle birkaç adım attı, o yürüdükçe yere yan basan ayağı sürtüne sürtüne peşinden geliyordu.

 

Fazla zorlamıştı bedenini, daha fazla kaldıramayıp yere kapaklandı ve daha çok ağlıyordu şimdi. Can acısına karışmış yürek yangınından başka bir şey değildi bu.

 

Kokusuna ömrünü verebileceği, bir bakışına derdini unutup bir öpüşüne dünyanın kalanını sildiği adam artık yoktu. Boynundaki künyeyi tuttu sıkıca, Akıncı adının üzerinde parmağını gezdirdi.

 

Onu kurtaran ekip geliyordu, kimin geldiğini seçemedi çünkü gözleri bulanıyordu. Birkaç kişi vardı ona doğru yaklaşan ama hiçbirinin yüzü yoktu.

 

"Mete..."

 

Kocasının yokluğunu sayıkladı onlara, hiçbirinin haberi yoktu olanlardan. Ağır ağır gelen siluetin arkasındakiler birazcık geride kalmıştı. Ona doğru eğilip kollarını sardı bedenine.

 

"Mete?" dedi kadın, kalbi durma noktasındaydı. "Mete'm." Başını boynuna götürdüğünde parfüm kokusu silinmiş olsa da teninin kokusu hâlâ yerindeydi, rüyanın içinde olmalıydı. Göğsüne kurşun yiyen bir adam için fazla canlıydı bu kişi.

 

"Geldim Azra'm, geldim sevgilim, özür dilerim geciktim."

 

Ondan ayrıldığında ellerini yanağına yerleştirdi, anlamak istiyordu rüya mı yoksa gerçeği mi gördüğünü. Yaralarla kaplanmış parmak uçlarını pürüzsüz yanağında gezdirirken gözleri de biraz netleşmiş onu ayırt edebilmişti herkesten.

 

"Biliyordum, ölmediğini biliyordum." Koluna göğsüne dokunup yaralı olup olmadığını yokladı. "Ölmedin değil mi?"

 

Göğsünde kan yoktu ancak bacağı sarılıydı. Yakasını sıkıca tutup göğsüne yasladı başını.

 

"Yaşıyor musun?"

 

"Çelik yelek giydiğimi bilmiyor muydun Azra'm?"

 

Yaşlı gözlerini ona çevirdi yeniden, gözleri de aynı yüzü gibi kıpkırmızıydı. Akşamın karanlığında onların yüzünü aydınlatan arkadaki timin yaktığı fenerlerdi.

 

Azra bir iki kez daha yokladı göğsünü, parmağı kurşuna denk gelmişti, çelik yelek onu tutmuştu. Mete ölmemişti, bacağından vurulup suya düşmüş oradan da bir süre sürüklenip çıkmıştı.

 

Azra'ya tek başına giderse kurtaramayacağını bildiğinden zor da olsa timini toplayıp buraya getirmişti. Bacağına giren kurşun etine saplanmamış çıkıp gitmişti. Yer olarak kötü bir bölgede de değildi, tedavisi bitince eskisi gibi olacaktı sadece izlerine bir yenisi daha eklenmişti.

 

Askerleri yarasına dikiş atıp sardıktan sonra hemen yola çıkmışlar onun için gelmişlerdi. Mete acısını bırakıp onun için hızla yürümüştü, ona kavuştuğunda istediği kadar otururdu zaten.

 

"Ben..." Biliyordu ama bebeklerini düşünmekten aklından çıkmıştı. "Unutmuşum, kendime işkence çektirdim saatlerdir, ben şehit oldun sandım Mete ölüyordum acından."

 

Adam alnına dudaklarını yerleştirip bir süre oradan ayrılmadı, parmakları dağılmış saçlarının arasındaki yerini aldığında geri çekilip gülümsedi tüm sıcaklığıyla.

 

"Ellerini bırakmayacağımı söylemiştim bir tanem, hiç koca sözü dinlemiyorsun hiç."

 

Avuçlarını kendininkilerin arasına alıp yukarıya kaldırdığında burunları çoraplara doğru yaklaştı, bebeklerin kokusu duruyordu her şeye rağmen.

 

"Ve bebeklerimiz sadece 24 saat bizsiz kalmış oldular, gelişimlerinin etkileneceğini sanmam. Birkaç saate Ankara'da olacağız." Yaralı parmaklarına öpücükler kondurdu.

 

Karısının süt koktuğunu, yüzü gözünün çamur olduğunu görüyordu ama aldığı en güzel koku onun kokusuydu, en güzel yüz onun yüzüydü.

 

"Canın çok acıdı mı?"

 

Elini boynundaki kalın mor ize götürdü yıllar önce yaptığı gibi. Dudaklarını değdirdiğinde Azra gözlerini yummuş patlamış dudağının kenarına değen parmakla birkaç damla daha firar etmişti gözlerinden.

 

"Biraz."

 

Mete geri çekilip bacağına doğru baktı, fularla sabitlenmiş dalları gördüğünde bacağının kırıldığını anladı, zaten yamuk duruyordu.

 

"Ya orası?"

 

"Birazdan biraz fazla." Yüzünü ekşitip kocasının yarasına baktı. "Ya seninki?"

 

"Birazdan biraz fazla."

 

Onun yanına oturup kendini zorlamayı bıraktı, bacağını aynı karısı gibi uzatması lazımdı, canı acıyordu ve biraz kanaması vardı.

 

"Uyumlu bir çiftiz, fazla uyumlu. Güzel karım benim."

 

Acıyla güldü ikisi de, Fırat bugün sıhhiye rolünü üstlenerek ilk yardım malzemelerini getirecek ve onlara müdahale edecekti.

 

"İyi misin abim? Korkuttun bizi be kızım, Allah korudu." Fırat parmaklarını şefkatle kardeşinin başında gezdirdi.

 

"Çok daha iyiyim abi. Gerçekten Allah korudu, yetişmeseydiniz gidiyordum."

 

Arkadan bir ses daha yükseldi.

 

"İyi olmaz mı kalkıp gelmiş kurtarmış onu dalyan gibi kocası." Abisiyle ve yengesiyle gurur duyuyordu Fatih.

 

"İstihbarat var, savaşmak dövüşmek var. Ne ararsan var astsubayımda. Ödül rütbe ne varsa vermeliler sana." Murat'ın övgülerinden sonra Hakan konuşmayı devraldı.

 

"Bizim kız zaten öyle kolay kolay pes etmezdi, helal sana Demir Leydi."

 

"Hakan Üsteğmen'e katılıyor ve arttırıyorum, abim sizin gibi bir kadınla olduğu için çok şanslı. Valla abi Azra Astsubay seni çok seviyor değerini bilmezsen ki sen bilirsin biliyorum ama yine de uyaralım karşında bizi bulursun."

 

"Çenen çıksın Kırımlı, dönelim 50 tur koşturayım da gör sen."

 

"Allah cezamı versin ya, of abi."

 

Gülmeye başladılar yaşadığı her acıya tüm eksikliklerine rağmen yine gülüyorlar yine bir aradalardı.

 

"Size pansuman yapayım, senin ayağını da şunlara bağlayalım."

 

Fırat Berzan'ın oturduğu ahşap sandalyenin ayaklarını kırıp onları kullanacaktı.

 

"Ben yaparım pansumanı."

 

"Ben sararım bacağını."

 

Aynı anda söylemişlerdi, birbirine bakıp güldüler yeniden. "Biz yaralarımızı beraber sararız abi. Sen malzemeleri versen yeterli." Fırat dediklerini yapıp malzemeleri koyarak uzaklaştı yanlarından.

 

Azra önce ellerini dezenfekte etti sonra da Mete'nin yarasını açtı, daha kötülerini görmüştü, bu onun için sıyırık gibi bir şeydi.

 

"Koleksiyonumuza bir yeni yara daha eklendi yüzbaşım." Pamuğu yara üzerinde gezdirince yüzünü ekşitti adam. "Geçti sevgilim, geçiyor bak saracağım şimdi." Kendisi iyiymiş gibi teselli ediyordu adamı.

 

"Demir Leydi'm, iyi ki varsın."

 

"İyi ki sen de varsın kocam. İyi ki hayattasın, iyi ki geldin. Bana yeniden geldin."

 

"Sen de gelmiştin, gözünü hiç kırpmadan peşimden gelmiştin. Bu bacağımdan bir kurşun ne ki 10 kurşun geçse yine gelirdim ben. Seni onlara bırakmazdım bir tanem. Bizim ipten almalar sonunda eşitlendi."

 

"İpi sen mi vurdun?"

 

"Söz konusu sen olunca keskin nişancı oldum güzelim." Kadın sargı bezini biraz sıkınca inledi acıyla.

 

"Özür dilerim, canım acıyor çok uzanamıyorum." Adam saçlarını okşadığında dikkatini bacağından ela gözlerine çevirdi.

 

"Özür dileme benden."

 

"Ne diyeyim?"

 

"Beni sevdiğini söylemen yeterli."

 

Sargı bezini tutturup doğruldu, sıra onun bacağındaydı. Fazla yanıyordu canı ama bastırıyordu kendisini. Yüz ifadesinden ne kadar acıdığı belliydi.

 

"Dağa taşa haykırdım adını, seviyorum diye de haykırırım çok mu?"

 

Yüzbaşı bacağa bağlanan dalları çıkardı ve fuları karısının cebine yerleştirdi. Daha önce kanına bulanan fulardan başkası değildi bu.

 

"Biraz acıyacak, sıkma kendini tamam mı?"

 

Azra başını salladığında Mete yamulan bacağı çevirip ahşap parçalara sardı. Kadın ara ara sızlansa da büyük bir tepki vermedi, daha büyük acıları yaşamışken bir kırık acısı onu öldürmezdi.

 

"Geçti bir tanem, bundan sonra hiç acımayacak canımız. Bu sondu, bir daha izin vermeyeceğim sana zarar vermelerine." Göğsüne yasladığı karısının saçlarına gömüldü. "Kara gözlerinden bir damla gözyaşı dökülmeyecek."

 

"Beni bir daha bırakırsan seni gebertirim, bizi bırakmak yok."

 

"Bir süre izinde olacağım malum." Bacağını gösterdi, en azından birkaç hafta evde olacaktı. Azra da ücretsiz izne çıkıp bebeklerine ayıracaktı zamanını. "Zaten seni bırakırsam vur beni." Şakaklarından öptü usul usul.

 

"Gelirim peşinden, sana bir şey olsa hep gelirim, hep geldim."

 

"Ben de gelirim, yıllar önce beni o ipten alıp kendine bağladın, seni bırakamam, senden gidemem. Sensiz yapamam ben. O kara gözlerin o siyah zülüflerin olmadan yaşanır mı hiç?"

 

Başını time çevirdi adam, Sancak Timi'nde iki kişi yaralıydı ancak tim o iki yaralıyı seyrederken fazlasıyla mutluydu. Teröristlerin üstlerini aramışlar bir kenara istiflemişlerdi her birini.

 

"Gebertmişsin bu iti, ellerin dert görmesin sana nasip olmuş."

 

"Delirtti beni piç kurusu, sıktım çenesine, beynini yerle bir ettim."

 

Yüzbaşı Enes'e bir baş işareti yapınca Berzan'ın yanına gidip üzerini aradı. Onu sona bırakmışlardı. Bir silah ve telefondan başka bir şey yoktu. Silahı uzağa attıktan sonra telefonunu çıkartıp incelemeye başladı.

 

"Yaşadık abi, bu telefonda çok şey var."

 

"Aferin size, kurtlarım benim. Hem bu itten kurtulduk hem de bilgisiz kalmadık. Bunların üstündekileri de aşağı çekeceğiz el birliğiyle." Azra'ya baktı bakışlarını yumuşatarak, onun da karaları elalarına sabitlenmişti. "Şimdilik bu işlere başka timler bakacak gibi, biz yaralıyız ve balayına çıkacağız karıcığım."

 

İki çocuk annesi Azra bir seneyi geçmiş evliliğinin üzerine bunu duyunca gülmeye başladı. "Olur be, şu itler yüzünden ne düğün yapabildik ne de balayına gidebildik."

 

"Hatırlıyorum, balayımızı Fatih'le esir olarak geçirdik çok güzel günlerdi (!)"

 

"Nazlanma, iki çocuğu ebem yapmadı sen yaptın."

 

Mete Demir Leydi'sinin kulağına eğilip en etkileyici tonunu kullandı. "Sen iste sevgilim düğün de yaparız üçüncü çocuğu da."

 

"Olur yapalım." Hangisini der gibi baktı sevdiğine. "Çocuğu diyorum." Elini kocasına uzattı araba alışverişi yaparmış gibi. "Anlaştık devrem bir ara bu işi halledelim."

 

Bunun üzerine kimseyi umursamadan küçük bir öpücük bıraktı dudaklarına. O kadar acı çektikten sonra bu kadarını hak etmişlerdi. Bir sıcak gülümseme, bir güzel dokunuş ona iyi hissettiriyordu.

 

Uydu telefonundan çağrı geldiğinde Enes telefonu yüzbaşıya getirdi. Söylediklerini dinleyip cevap verdi, telefonu kapatıp ona uzattığında elini de tutmasını istedi, onun yardımıyla ayağa kalktı sonra da Azra'yı kaldırdı. Helikopter on beş dakikaya ilerideki düzlüğe inip onları alacaktı, bu süreyi beklemek istememişti.

 

"Sancak Timi karşımda toplan."

 

Kalan üyeler karşısına dizildiğinde onlara gururla baktı. Fatih, Fırat, Hakan, Orhan, Göktürk, Enes, Şebnem, Elvan, Azra hatta tim dışı destekçileri Volkan ve Murat... Her biri ülkesi için mücadele eden kahramanlardı, kimi ruhunu kimi de canını kaybetmişti bu uğurda.

 

Vazgeçmedikleri tek şey vardı o da vatan. Onun uğurunda her şeyden vazgeçilirdi.

 

"Yüksek tutuş!"

 

Azra ve Mete birbirlerinden destek alıp ayakta durduklarından silah tutuşunda katılamayacaklardı.

 

"Benimle birlikte tekrar et!"

 

"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

 

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.

 

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

 

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?

 

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.

 

Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

 

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

 

Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.

 

O zaman vecdile bin secde eder, varsa taşım,
Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım,
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

 

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal."

 

Bir defa daha zafer Türk'ün olmuştu.

 

Daha büyük zaferlere ulaşmak dileğiyle...

 

🇹🇷

 

Loading...
0%