@rubamsalepe
|
Geçen iki günün ardından hutbelerde Şehzade Orhan'ın adı okutulur olmuştu. Kasımiyyeler toplanıp Orhan Han adına yenileri basılmaya başlanmıştı. Ahali, Orhan'ın zorbalığına korkusundan bir şey diyememiş korkulduğu gibi bir ayaklanma olmamıştı. Dersaadetteki serbaz ortalarının hepsi, yeni padişaha biat etmişlerdi. Bayezid'e bağlı bir avuç orta ise biat etmiş gibi görünmüşü lakin bir güvercin ile esasen bağlı oldukları yegane kişinin Kasım Han ve Bayezid olduğunu bildirmişlerdi. Esasen şimdi harekete geçseler çok kan akacaktı. Bayezid'in tertibi de bu yöndeydi. İsyan ettiği düşünülmesin diye Bayezid, merkeze bir biat mektubu yolladı. Huzuruna gelip elini öpememesinin nedenini onun izni olmadan sancağından ayrılamamasına bağladı. O emrettiği vakit gelip bizzat biat edeceğini de eklemişti mektubuna. Saruhan Sarayı'na mensup olmayan bir ulak belirdi bahçede. Yine bir ulak gelmişti belli ki yine felaket tellallığı yapılacaktı. Ulak, acele adımlara huzura çıkmak için izin istedi, Bayezid de adamı huzuruna çıkardı. "Hünkârımız Orhan Han'ın buyruğudur şehzadem." deyip elindeki ferman kutusunu Bayezid'e uzattı. Orhan'ın, başına ne dert açacağını merak ediyordu. Belki de el etek öpüp biat etmesi için onu saraya çağırıyordu, daha evvel bunu izin verirse yapacağını bildirmişti Bayezid lakin yapabilir miydi, bilmiyordu. Eliyle çekilebilirsin işareti yaptıktan sonra kabın içindeki sarılmış kağıdı açıp okumaya başladı. Vesikada ağır bir dilden anlaşılan tek şey ondan küçük oğlunu yanına rehin göndermesiydi. Daha dün bir bugün iki, sultanlık alametlerinden sonra ilk yaptığı şey bu mu olmuştu gerçekten? Belki de Cihangir'e karşılık bunu yapmıştı, lakin Cihangir'in Saruhan'da olduğunu bildiği de meçhuldü. Cihangir buraya varacağını söylemişti Osman'a lakin vardı mı varmadı mı, Osman bunu söyledi mi söylemedi mi bunlar meçhuldü. Yıllardır süregelen bir âdeti mi yerine getirmekti amacı? Halbuki ne ağabeyi Kasım Han ne de babası Murat Han bu âdeti icra etmişti. Bu kağıdı da buruşturup bir kenara attı. Attığı kağıdın padişah fermanı olması da umurunda değildi. Bu vaziyet onda âdet olmuştu. Etrafa baktı. Kırılacak bir cam yoktu. Zaten müsrifliğe de lüzum yoktu. Vaziyeti Afife'ye izah etme gücünü bulmak için kendini buna hazır hale getirmeliydi lakin hazır değildi. Kenarda duran kılıcını aldı ve bahçeye çıktı. "Kapıcı gel hele." Kapıcı hızlı adımlarla yanına geldi ve selam verdi. "Emredin şehzadem." Bayezid kılıcını kınından çekti ve ona doğru kaldırdı, hâliyle karşısındaki adam ürkmüştü. "Çek kılıcını. Gavurla vuruşur gibi vuruş benimle." dedi. Galiba içindeki öfkeyi atmasının yegane yolu buydu. Kapıcı başını emredersiniz manasına gelecek şekilde önüne eğdi. Kılıcını çekti ve Şehzade'ye doğrulttu. Kılıcı kılıcına çarptırdı ardından geri çekilip şehzadenin üzerine yürüdü. Bayezid onu tek hamlede yere serdi. "Sen git. Yanındaki gelsin bakalım." dedi ve öteki kapıcıyı çağırdı. Kapıcı kılıcını iki eliyle kavrayıp Bayezid'in üstüne geldi. Bu hamlesi bir kılıç darbesiyle savruldu. Kapıcı bu defa etrafında dönüp vurmaya çalıştı lakin şehzade hamlenin yönünü derhal idrak etmiş ve onu da savurmuştu. Bayezid, iki kılıç darbesi ile adamı yere serdi. Tabii ona zinhar zarar vermemişti. Sadece kılıçları vuruşmuştu lakin kapıcıların bu başarısızlığı Bayezid'i tatmin etmemişti. Zira bu kapıcılar onun dişine göre değildi. Sansar'ı vazifeye yollamasaydı onunla dövüş ederdi lakin bu da mümkün değildi. Koskoca sarayda adam akıllı dövüşebilen kimse yoktu. Bir an düşündü Salih Giray'ı mı çağırsam diye lakin ona da verdiği vazifeler olduğu için bunun üzerinde çok durmadı. Kapıcılardan uzaklaştı ve saray bahçesinin öteki yanına gitti. Yerdeki çimlerin üzerine oturdu ve kılıcıyla toprağı eşelemeye başladı. Derin bir iç geçirdi. Keşke reayadan biri olarak doğsaydı. Neden padişahın oğlu olarak doğmuştu ki? Sessiz bir köyde yaşayan, validesine yardım eden, babasıyla hayvan bakan biri olabilirdi. Vakti saati gelince belki komşulardan birinin kızına sevdalanır sonra da onunla nikahlanırdı. Birkaç evladı olurdu. Ömür boyu o sessiz köyde mutlu mesut yaşarlardı. "Hâşâ Rabbim. İsyan etmedim sadece düşledim. Affet." dedi ve kendine geldi. "İyi misiniz şehzadem? Betiniz benziniz atmış yine. Birkaç gündür bir defa bile yüzünüzün güldüğünü görmedim." dedi Mehpare ve şehzadenin yanına oturdu. Gerçekten de kaç gündür yüzünde bir tebessüm bile belirmemişti adamın. Bazen öfkesiyle bazen de fark etmeden çattığı kaşlarıyla insanlara korku salıyordu. Kimi vakit de böyle dalıp gidiyordu uzaklara. "Ne düşünürdünüz?" Kılıcıyla toprağı oymaya devam ederken ona doğru baktı. "Hiç reayadan biri olarak doğmayı ister miydiniz sultanım?" Mehpare gülümsedi. "Ben de bazı vakitler bunu düşlerdim lakin bir köyde olsam süt sağamam. Kasabada bir beyin zevcesi olsam elim iş tutmaz. Zannımca ben prenses olmak için doğmuşum." dedi. Maharetli olduğu tek şey dövüşmekti. Onu da şimdi itiraf etmeye lüzum yoktu. Bayezid tebessüm etti ve önüne dönüp başını hafifçe eğdi. "Siz ister miydiniz?" Başıyla tasdikledi. "Yüküm ağırdır. Bazen taşıyamam." Mehpare, Bayezid'in bir derdi olduğunu idrak etmişti. Zevcinin omzuna elini koyup ovuşturdu. "İçinizi bana dökebilirsiniz. Zira içinizde tutarsanız pek tabii bu yük size ağır gelir." "Birazdan öğrenirsiniz zaten. Bundan ötürü anlatmama lüzum yok." Mehpare buna içten içe bozulmuştu zira adamın sözleri ona biraz sert gibi gelmişti. Esasında adam sertlik olsun diye dememişti de Mehpare böyle anlamıştı. "Peki madem müsaadenizle." deyip ayağı kalktı. "Nereye?" Evvela git der gibi konuşmuştu, giderken de gitme der gibi nereye diye soruyordu şehzade. Gerçekten tuhaf gelmişti prensese. "Erguvan'a. Çok sıkıldım bu bahçeden. Biraz da Ladin Kalesi'nde gezeyim dedim." Bayezid bir an afalladı. "Bu hususu hallettiğimizi zannederdim. Sizin sarayınız artık burası." Mehpare bu defa kıkırdamaya başladı. "Latife etmiştim, siz hakikaten kötü vaziyettesiniz." Yere tekrar çömdü, bu defa Şehzade'nin iki elini birden tuttu. "Başınıza ne geldiğini demediniz lakin bilirim içiniz kemiren bir husus vardır. Rahmetli validem birine verilebilecek en büyük tesellinin sarılmak olduğunu derdi hep. Müsaade ederseniz sizi teselli etmek isterim." Mehpare, yaptığı teklife kendi de şaşırmıştı. Eskisi gibi değildi artık, kabullenmişti bazı şeyleri. Bayezid de şaşırmıştı bu teklife lakin masum bakışlarıyla birlikte başını müspet manada sallayıp ona müsaade verdi. Güzel kız, şehzadenin arkasından yaklaşıp boynuna ellerini doladığı vakit Bayezid de suretinin bir kısmını ona dönerek başını omzuna yasladı, gözlerini yumdu. Bir müddet bu vaziyette kaldılar. "Valideniz haklıymış sultanım. Teselli sarılmadaymış. İyiyim ben, öyle olmak zaruriyetindeyim. Üzerimdeki yükü atmaya gitmeliyim." Mehpare'den ayrılıp kılıcı yardımıyla ayağı kalktı. Ardından elini zevcesinin yanağına koydu. Baş parmağını bir iki defa hareket ettirip buruk bir gülümsemeyle Mehpare'den uzaklaştı. Hareme doğru yol aldı. Kılıcını kapıdaki bekleyen cariyeye teslim ettikten sonra ilerlemeye devam etti. Harem yolunda yürürken karşısına biricik şehzadesi çıkmıştı. Yüzüne bir tebessüm yerleştirdi, Şehzade'sini kucağına aldı. "Arslanım, yiğidim benim. Murat'ım" deyip alnına bir buse kondurdu. "Babacığımm. Ne zaman talim yapacağız?" dedi gülerek. Bayezid, başını okşadı. "Validenle görüşeyim ondan hemen sonra bahçede talim ederiz olur mu yiğidim? Sen şimdi buralarda oyna ben gelirim yanına." Küçük şehzade başıyla babasını tasdik edip hoplaya zıplaya yoluna devam etti. Bayezid, birkaç adım daha attıktan sonra Afife'nin dairesine vardı. Destur sesiyle içeri girdi. "Şehzadem," diyerek Afife hemen yanına koştu. Belli ki onu bu vakitte beklemiyordu. "Hoş geldiniz. Berhudar oldum." deyip elinden tutarak onu sedire oturttu. Bayezid az evvelden daha iyi vaziyetteydi. Güçlüydü lakin Afife'ye durumu izah etmeden evvel onu hazırlamalıydı. "Afife'm. Gül yüzlüm. Nasılsın, iyi misin?" Afife Sultan başını öne eğip gülümsedi. Hoş kelamları yüreğine dokunuyordu, buna kim gülümsemezdi ki? "Afiyetteyim şehzadem. Siz bana böyle güzel baktıktan sonra hiç kötü olabilir miyim ben?" Bayezid içinden olabilirsiniz sultanım diye geçirdi. Kötü günler başlamıştı. Daha kötüleri de önlerindeydi. Nasıl alıştıra alıştıra söylenirdi ki böyle vaziyet? Bayezid, biraz ona doğru yaklaştı ve ellerini tuttu. "Benim sana anlatmam icap eden bir husus var." dedi. Daha fazla uzatması manasızdı zira vaziyeti ifade edecek süslü kelimelerden de yoksundu. "Buyurun, mühim bir mesele değil ya." "Sultan Orhan ona isyan etmeyeyim diye Murat'ı rehin ister. Emir yollamış, sabah ezanından sonra yola revan olması icap eder." Afife başını birkaç defa iki yana salladı. Kabullenmesi zinhar kolay değildi. "Benden canımı isteyin zinhar düşünmem veririm. Lakin benden canımdan öte evladımı istersiniz. Ben onu gözümden sakınırken her an ölümle burun buruna olacağı bir yere nasıl göndereyim onu?" Esasen genç kadın sonuna kadar haklıydı. Bir gün öldürülecek mi yahut vaziyeti nasıl olacak bunları düşünmekten yaşayamazdı insan. Ve evladı sadece altı yaşındaydı. Yeterince büyüyene kadar sancağa bile gönderilmemesi için Kasım Han'dan müsaade alınmıştı lakin şimdi vakti değildi. Ayrılık için çok erkendi. "Haklısın. Hem de o kadar haklısın ki bunu duyduğumda Dersaadet'e gitmek istedim. Lakin bir müddet bu vaziyete katlanmamız icap eder. Bu çileli yolda evladımıza da bir vazife düştü. Lakin o güzel yüzünü düşürme Şirin'i de onunla göndermeye karar verdim. O, şehzademize bir şey olmasına katiyen müsaade etmez bilirsin." Afife başını başka bir yöne çevirdi ve birkaç damla gözyaşını serbest bıraktı. Bayezid'in içi gitmişti lakin yapılacak bir şey yoktu. Askerler toplanana kadar sabretmelilerdi. Bayezid, hatunun başını kendine doğru çevirdi ve göz yaşlarını sildi. "Ağlarken de çok güzelsiniz Sultan'ım, lakin bu hallerinizi görmek istemem. Evvela siz güçlü duracaksınız ki evladımız da vaziyetin mühimliğini idrak edebilsin." Afife bu defa müspet manada başını salladı. İkna olmamıştı, yüreğine zinhar söz geçirememişti, geçiremezdi de. Lakin herkesin iyiliği buna bağlıydı. Sabredecekti. İçini rahatlatan tek husus Şirin Sultan'ın da Murat ile gidecek olmasıydı. Bilirdi, canı pahasına korurdu yeğenini. Birkaç saat sonra Şehzade Murat dahil herkes vaziyeti işitmişti. Bayezid tekrar adamlarını çağırdı ve vaziyetin geldiği durumu tetkik etmeye başladı. "Hanzadem, Alkan'dan haber var mıdır?" Elindeki pusulayı şehzadeye uzatıp "Ağabeyim Resul Giray Han size ve Kasım Han'a bağlı olduğunu yazmış şehzadem. Ne zaman isterseniz o vakit ordu hizmetinizdedir." dedi. Bayezid pusulayı alıp baktıktan sonra başını salladı. "Lala, ocakta askerlerin bize olan bağlılığının bitme noktasına geldiğini işittim. Doğru mudur?" Ömer Efendi biraz başını öne eğdi mahcup olmuş gibi. "Evvelki padişahlara kıyasla çok yüksek miktarda cülus bahşişi dağıtmış. Hatta saraydaki muhbirimizin dediğine göre saraydaki altın vazolar, süsler, gümüş kap kacaklar ne var ne yok eritilip kasımiyye olarak basılmış ve Serbazlara dağıtılmış. Hâliyle altın ve gümüş onlara daha hoş gözükmüş. Bize sadık olan ortaların sayısı bir elin parmaklarını geçmez." Bu hiç iyi olmamıştı. Zira taşra askerlerinin bir kısmı ve Alkan askerleri koskoca ocak karşısında yetersizdi. Bu ihanet dengeleri tamamıyla değiştirmişti. "Şehzadem benim hatırıma bir fikir geldi lakin münasip görür müsünüz bilmem." Sansar'ın sözlerine devam etmesi için Şehzade eliyle devam et emri verdi. "Asker açığımızı Erguvan'dan kapatamaz mıyız? Zira zevcenizin memleketidir. Kafkasya'da Sefer Bey'in sayıldığını biliriz. Şayet Erguvan, Kafkas diyarından asker toplarsa açığımız kapanır diye düşündüm." Esasen bu husus aklına yatmıştı. Sefer Bey'in büyük faydası olurdu. Evlilik bağıyla Erguvan ile ilişkiler güçlenmişti. Lakin Mehpare babasının katili olduğunu düşündüğü ve izdivaçtan son anda döndüğü Sefer Bey'den yardım ister miydi? Bilemedi lakin deneyebilirdi. "İyi düşünmüşsün Sansar. Bu hususun icabına ben bakarım." deyip ekledi. "Salih Giray, sizi de şehzadem Murat ve Şirin Sultan ile saraya yollayacağım. Haremde Şirin Sultan evladımı korur lakin sizin de orada olmanız daha iyi olacaktır. Alkan askerleri gemilerle geldiğinde size yollayacağım tertip üzerine onları konuşlandırırsınız lakin buna daha vakit vardır. Siz orada evladımı koruyun ve yeni padişaha yakın olun. Şimdilik vazifeniz bu kadar." Salih Giray buna sevinmişti. Zira yolculuk boyunca Şirin Sultan ile vakit geçirme talihini bulabilirdi. Onca derdin içinde hasret kalmışlardı birbirlerine. "Siz nasıl münasip görürseniz Şehzade'm. Başka bir husus yoksa ben yola revan olmak için hazırlık edeyim." dedi ve şehzadenin el işaretiyle oradan ayrıldı. "Serbazları bir şekilde bize biat ettirmemiz elzem. Yoksa çok kan akacak." ♟️ BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİİKK Orhan'a sövme butonu burada arkadaşlar. Kendisinden ben de nefret ediyorum. BAYEZİD'İN EVLAT KORKUSUNA NE DERSİNİZ? YA MEHPARE'Nİ O SIMSICAK SARILIŞI? ARALARINDA DAHA YAKINLAŞMA OLUR MU SİZCE? AFİFE HAKKINDA BU BÖLÜMDEKİ DÜŞÜNCELERİNİZ NELER? Pamuk eller voteye.♥️♥️♥️ Yeni bölümde görüşmek üzere harem çiçeklerim😄🤗 |
0% |