Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. "Hançer"

@rubamsalepe

Mehpare'den

Haremde büyük bir koşuşturma vardı. Şehzade Murat ve Şirin Sultan'ın eşyaları, hizmetlileri hazırlanıyordu. Ona refakat edecek sancak askerleri de saray avlusunda nizama geçmişlerdi. Büyük bir mahiyetle gidecekti küçük şehzade zira adı üstünde şehzadeydi o. Bayezid ve Afife Sultan onu gözünden sakınırken şimdi böyle bir hususun vuku bulması onlar için elbette zordu lakin üstesinden gelmeleri gerekiyordu. Sabretmekten başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Ne yapacaklardı ki zaten, taht sarayını basıp oğlunu o caniye vermeyeceğini mi söyleyecekti? Belki o zamanlar gelecekti lakin şimdi değildi.

"Mühim bir vazifeniz var bilirim lakin üstesinden geleceğinizi de bilirim. Evvela kendinize mukayyet olun ki şehzadeye sahip çıkabilesiniz." Şirin Sultan'ın ellerini avuçlayıp kulağına eğildim "Salih Giray'ın da sizinle geleceğini işittim. Göze batmadan vakit geçirmeye çalışın. Şu bedbaht günlerden azat olacağımız vakit sizin izdivacınızı ağabeyinize arz edeceğim. Biraz daha sabredin. Ben inanırım ki bizim de yüzümüz gülecek."

Şirin Sultan yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi. "Size itimadım ebedi bu hususta. Şimdi vazifemle meşgul olacağım ve belki bu bedbaht vaziyeti ben nihayete erdiririm, Allah bilir. Kendinize iyi bakın. Ağabeyime daha iyi bakın, sıhhati için endişelenirim." Yapacağımı ima eden bir baş hareketi yaptıktan sonra Afife Sultan'a doğru ilerledim. Evladına sımsıkı sarılmış, son vakitlerini geçiriyordu. İnsanın içini burkan bir vaziyetti bu. Ben Afife Sultan'ı da iyi edecektim. Evladının ona kavuşması için ne lazım gelirse, elimden ne gelirse yapacaktım.

Şehzade Bayezid, harem meydanına geldiğinde ölüm sessizliği oldu. Bu, vaktin geldiğinin habercisi olan bir sessizlikti, acı bir sessizlik. “Vakit geldi.” dediğinde herkes dış avluya doğru yol aldı. Afife Sultan, kendini ağlamamak için zor tutuyordu zira ağlarsa evladı da üzülür hatta korkardı. Bir damla bile göz yaşı akıtmadı evladının yanında. Birkaç adım atıp Şirin Sultan'ın yanına gitti. Ona sarıldıktan sonra "Evladım size emanet. Siz olmasanız ben giderdim peşinden ama bilirim siz kendi evladınız gibi onu koruyup kollarsınız." dedi.

"Pek tabii. O benim evladımdır. Murat'ımı korumak için ne elzemse onu icra yaparım. Hiç şüphen olmasın. Müsterih ol." Tekrar evladının yanına döndü ve onu sımsıkı sardı. "Validem, sizi bir daha ne vakit göreceğim?" dedi küçük şehzade. Gözleri hafif dolmuştu, dudakları bükülmüştü. "Murat'ım, arslanım. en yakın vakitte kavuşacağız. Halanın yanından zinhar ayrılma. Ne dilersen halandan ve buradan götürdüğün hizmetlilerine söyle. Başkasının verdiği hiçbir şeyi yeme, eğer sultan amcan ile yemek yemen icap ederse bu gümüş kaşıkla ye. Eğer ki rengi değişirse yeme o yemeği." Eline bir gümüş kaşık tutuşturup alnından öptü.

Şehzade Bayezid evvela hemşiresinin yanına gitti, alnından öptü. "Sana itimadım tam Şirin'im, ihtimamlı olun. Allah'a emanetsiniz." Şirin Sultan'ın biraz arkasında duran Salih Giray'a doğru yöneldi ve elini omzuna koydu. "Evladım ve hemşirem size emanet hanzadem. Lüzum ederse konumunuzu dahi kullanın ve onları koruyun." Salih Giray, eğilip şehzadenin eteğini öptü ve başına koydu. Ardından ayağı kalktı.

"Benim asıl vazifem sizi ve ailenizi korumak, sizin yanınızda olmaktır.” Hanzade olmam umurumda dahi değil demek istiyordu. Kendini, Bayezid'e hizmet etmeye adamıştı. Vazifesi zinhar bu değildi esasen, Mirzaoğulları'nın rehiniydi lakin kendini böyle görmüyordu.

“İcap eden ne varsa icra edeceğim. Kana kan dişe diş şehzadem, emirlerinizi beklerim."

Son olarak Murat'ın yanına vardı. Oğlunu kucağına aldı ve alnına küçük bir buse kondurdu. "Sen kimsin?"

"Şehzade Murat."

"Kimin oğlusun?"

"Şehzade Bayezid'in oğluyum."

"Kimin torunusun?"

"Sultan Murat Han'ın torunuyum babacığım."

"Sen koskoca Murat Han'ın torunu Şehzade Murat'sın. Sen bir Mirzaoğlu'sun bunu zinhar hatırından çıkartma. Bir gün bir vaziyetle karşı karşıya kalırsan bu gelsin aklına." dedikten sonra oğlunun kokusunu içine çekip onu yere bıraktı.

İsmihan Sultan'da kardeşine sarıldı. Ona güzel telkinler verdi, Şehzade Savcı ile de vedalaştıktan sonra arabaya doğru yol aldılar. "Şehzade Murat." dedim ve peşinden gittim. Arkamda sakladığım oymalı, güzel, ucu sivri olan tahta kılıcı ona uzattım. Rabbim esirgesin bir gün cellatlarla karşı karşıya kalır da bir şey yapamazsa en azından bu oyuncak bir işine yarayabilirdi.

"Bir gün bir düşmanınız olursa bu kılıçla onu yenin. Aynı babanızla talim ettiğiniz gibi." Küçük şehzade kılıcı görünce çok mutlu oldu ve hemen elimden aldı. Başıyla selam verdi ve müteşekkir olduğunu ifade etti. Peşi sıra arabaya bindiler.

Zor değil miydi ayrılık her vakit? Ben de ayrılmamış mıydım vaktiyle anamdan, atamdan. Ben de küçücüktüm. Çok zordu onlarsız olmak. Murat da ana babasından ayrı yerde nasıl rahat olacaktı ki? Eksik kalacaktı, üzerine de o sarayda canı ehemmiyette değildi.
Afife Sultan'a destek olabilmek için yanına gidip elini tuttum. "Üzülme. Bu hususta şehzademiz hatta ben dahi elimizden geleni yapacağız. Sen şehzade anasısın. Dik durman icap eder zira sen yıkılırsan hem evladın hem şehzademiz yıkılır. Dik durup omuz ol ona." Murat görmeden akıttığı gizli yaşlarını sildi. Sanki hiç ayrılık vuku bulmamış gibi dimdik durup hareme doğru ilerledi.

Yolcu etmeye gelen herkes boncuk taneleri gibi başka yana dağılmıştı. Bayezid, Afife Sultan'ın peşinden gidecekken önüne geçip onu durdurdum. Bana tuhaf tuhaf baktı, hadsizlik etmiş olduğumu düşündü zannımca. Haklıydı, bu vaziyet alışılagelmiş değildi, şehzadenin önüne çıkılmazdı. "Hadsizliğimi mazur görün lakin sizi oraya gönderemem. Afife Sultan'ın azıcık dahi olsa yalnız kalması ve kendini toparlaması lazım. Biraz sonra yanına gidip destek olursunuz lakin şimdi değil." Gerçekten de böyleydi, Afife bana bunu kendi söylemişti. Birazcık yalnız kalsam bağırıp çağırsam kendime geleceğim demişti. Onun bu isteğini gerçekleştirmek için Bayezid'i durdurmuştum.

"Hakkınız var. Ne edeyim ki ben şimdi? Sancak işleriyle bile alakadar olmak istemem. Benim ivedilikle her şeyi eski vaziyetine getirmem lazım. Sultan Orhan'ı tahtından etmem icap eder. Yoksa göreceğimiz en son şey cellatların gölgesi olur." İstemsizce elimi boğazıma götürdüm. Biraz tedirgin olarak ona baktım.

"Haremdeki diğer hatunlara bir şey olmaz lakin siz iki hanedana birden mensup bir prensesisiniz. Akıbetinizi tahmin edemem." Bu defa yutkundum, korkmamıştım ama bu benim tedirgin olmama mâni değildi. Beni öldürmelerine zinhar müsaade etmeyecektim. "Yay kirişini boğazıma geçirmeden bize yaklaşan kim olursa gebertirim onu." dedim. Hafifçe tebessüm etti.

"Belki yemek yerken, belki bahçede hasbihal ile meşgulken başınıza bu gelebilir. O vakit kendinizi nasıl muhafaza edeceksiniz? Ki ben dahi buna hazırlıksız yakalansam mâni olamam."

Tebessümünü sürdürmeye devam etti. Sanki ölümle dalga geçiyordu. Bu defa ben de gülümsedim. "Az evvel boş bulundum. Belki size zayıflık göstermiş olabilirim lakin ben kendimi pek tabii savunabilirim." Az evvelki endişemden bir parça dahi kalmamıştı zira bir anlık bir şeydi. Parmaklarımı kaftanımın içine doğru götürdüm oraya sabitlediğim şişeyi çıkardım. Şehzade beni pür dikkat izliyordu, ne yaptığımı merak ediyordu zannımca.

"Son vakitlerde malum can tehlikemiz vardır. Hekim kadından bana, dokununca dahi büyük tesir edecek zehir yapmasını istedim. Şirin Sultan'ın da malumatı vardır zira başıma yine 'birini zehirledin' hadisesi gelmesin diye müsaade almıştım. Neyse, eğer biri beni boğmaya kalkarsa ona bunu döküp zehirlerim." Yay kirişini tutanlardan ben korkmuyordum, asıl o cellatlar benden korkmalıydı.

Elimdeki zehri aldı ve tetkike başladı. "Hiç düşünmediniz tabi arkanızdaki kişiye doğru bunu dökerken kendinize de zarar verebileceğinizi." Başımı olumsuz manada salladım. Bilemediniz şehzadem pek tabii bunu da düşündüm. "Düşünmez miyim hiç? Bu önümden gelenler için, asıl kurtarıcım burada." deyip elimi bacağıma götürdüm. Şehzadenin göremeyeceği şekilde yan dönüp eteğimi biraz yukarı sıyırdım sıyırdım ve dizimin altına denk gelecek şekilde bağladığım hançeri çıkardım.

"Kan yüzünden biraz yerler kirlenir ama yapacak bir şey yok." deyip güldüm ve hançeri ona uzattım. "Saray bahçesindeyiz bir daha sakın ha bu vaziyette bulunmayın. Ağalar olabilirdi etrafta."

"Lakin yok." Gözlerini devirdi. Bana kelam yetiştiremeyeceğini biliyordu. Hançerin üzerindeki yazılara baktı. "Erguvan hançeri, öyle mi? Hususi olarak size mi yapıldı?" Kınını da çıkartıp ona uzattım. "Rahmetli babamdan yadigardır. Hiçbir vakit yanımdan ayırmam. Kılıcı da öyledir lakin onu ancak lüzum olursa taşırım."

Hançeri kınına soktu. "Bacağında hançer saklayan zevcem var. Zevcem bunu yaparken cariyelerim ne yapar kim bilir? Odama biri girerken iyice aratmak lazım zannımca." Sesli şekilde güldü. Her cariyeyi odasına almadığını bilirdim. Kendi de bu hususta latife etmişti. Muvaffak olmuştum, unutmuştu yaşadığı kötü şeyleri bir an dahi olsa. Elindeki hançeri aldım ve boynumun hizasında yukarı kaldırdım.

"Sizde hançerlerini alır o cariyeleri deşersiniz. Adınız da kanlı şehzade olur."

Elimi aşağı doğru indirdi. "Lakin siz de hançerlisiniz sultanım. Sizi de mi deşeyim?" Bu sözleri beni güldürmüştü. Onun gibi ben de gülüyordum. Şu zorlu sarayda hatta şu taht kavgalarının arasında dik durabilmek çok güçtü lakin bunda muvaffak olamazsak her şey daha kötü olurdu. Umutsuzluk, acıdan başka içimizi saran bir şey olmazdı ki.

"Ben sizin zevcenizim."

"Öylesiniz evet lakin kullanmayı bilir misiniz?" Başımı aşağı yukarı salladım. Daha evvel nasıl bıçak kullandığımı görmüştü, gerçekten bilip bilmediğimi anlamamış mıydı? "Bilmediğim yegane şey tüfek kullanmaktır. Onun haricinde her türlü savunma ve saldırı usullerini bilirim."

Şaşırmış vaziyette yüzüme baktı. Belli ki beni evinde oturan, beyinin yolunu gözleyen bir hatun sanmıştı. Elimden bir hatunun yaptığı çoğu iş gelmeyebilirdi lakin en az bir erkek kadar iyi dövüşebilirdim.

Belindeki hançeri kınından çıkarıp bana doğru savurdu tek hamleyle geri çekildim. Karnıma doğru hamle yaptığında ise hançerimle onu bertaraf edip yandan gelmekte olan kapı muhafızının kılıcını çektim.

"Muhafızlarınız kılıçlarına sahip çıkamazlar şehzadem." Bu dediğimden rahatsız olmuştu zira askerlerin vaziyeti kötüydü. Kılıçlarına sahip çıkamayandan muhafız mı olurdu?

Şehzade de diğer muhafızın kılıcını çekti ve bana doğru tuttu. "Kaybolun gözüm görmesin sizi. Bir hatuna kılıç kaptırdınız ya ne diyeyim ben size?" Muhafızlar arkasına bile bakmadan kaçtılar. O bir hatun başka hatunlara benzemezdi, şehzade bunun hâlâ idrakinde değildi. Sinirine karşı gülmemek için kendimi zor tutuyordum lakin pek becerebilmiş miydim, bilmiyorum.

Esasen bu muhafızlar hadım ağalardan seçilmişlerdi. Haremi korumakla vazifeliydiler lakin görünüşe göre bu işte pek de mahir değillerdi. Zira benim gibi iyi bir dövüşçü kılıçlarını ansızın ele geçirebiliyordu.

Hançerleri bir kenara bırakıp kılıçları birbirimize doğru doğrulttuk. İlk saldırı hamlesinin ondan gelmesini bekledim. Kılıcı bana doğru savurunca ben de kılıcına vurdum. "Esvaplarım münasip olaydı şimdiki hamlem kılıca tekme atmak olurdu." dedim diğer hamlemi yaparken. O da kendi etrafında dönüp beni arkasından engelledi. Bu hamlesiyle birkaç adım geriye doğru gitmek zorunda kalmıştım lakin bu sadece usuldü, zayıflıktan değildi. Kılıcı ona doğru savurduğum vakit kendini geri çekip kurtuldu. Bu defa kılıcını biraz aşağıdan savurdu. Ben de kılıcımla hamlesini geçiştirmeye muvaffak oldum. Bu defa şehzade kendi etrafında dönüp kılıcı boynuma dayadı lakin bende ondan eksik kalmayıp kılıcımı boynuna dayamıştım.

"Bu kadar iyi dövüşebildiğinizi bilmezdim. Evvelki gün kapıcılarla talim yapayım dedim iki hamlede yere serildiler. Bir dahaki sefere sizinle talim edeyim." Hiç kıpırdamadan gülümsedim. Zevcesiyle talim yapan şehzade neden olmasın ki? Bence gayet makuldü.

"Rahmetli babam sağ olsun. Bildiğim her şeyi ondan öğrendim." Kılıçlar hâlâ boynumuzdayken ilk geri adım atan o oldu. Kılıcını indirip yere sapladı, ben de peşinden elimdeki kılıcı onun sapladığı yere saplayıp yerdeki hançerlerimizi aldım. Etrafta kimsecikler olmadığına kanaat getirince hançeri bacağımdaki yerine koydum. Ardından şehzadeye yaklaşıp hançerini yavaşça beline yerleştirdim.

"Sizin Sancak işleriyle alakadar olmanız gerekmez mi? İsterseniz size odanıza kadar eşlik edeyim. Peşi sıra daireme dönerim." Evet manasında başını salladı. Eliyle kapıyı işaret etti. "Aslında daireme sizin de gelmeniz münasip olur zira sizinle hususi olarak görüşmem gereken bir mesele var. Burada konuşulacak şey değil."

"Tabii şehzadem lakin evvela Afife Sultan'la alakadar olmam lazım. Bir başına kaldığı onca vakit yeter ona." Başını iki yana salladı. "Şayeste Sultan onunla ilgilenir. Daha sonra ben de giderim yanına lakin şimdi derhal size bir husustan bahsetmem elzemdir. Bu mesele bekleyemez." Aman, Şayeste Sultan'da pek ilgilenir. Eminim Murat gitti diye zil takıp oynamıştır. "Peki o halde, sizinle geleyim."

Geldiğimiz yolu geri dönüp Şehzade'nin dairesine kadar gelip içeri girdik. Ne diyecekti ki bana, merak içindeydim. "Siz bana ne diyecektiniz?" dedim merakıma mağlup düşerek. Zira ben konuşmayaydım onun konuşacağı yoktu.

Eliyle sediri işaret ettikten sonra kapı sesi geldi. Lakin bu defa ses harem kapısından değil divan kapısından geldi. "Gel."

İçeriye başı eğik bir ağa girdi. Anladığım kadarıyla o kapının muhafızıydı. "Affınıza sığınırım şehzadem. Lalanız Ömer Efendi, divan odasında sizi beklerler."

Bayezid buna şaşırmıştı lakin sebebini idrak edemedim. "Lalam bu vakitte huzura çıkmazdı, ona şaşırdım." Sanki içimden geçeni duymuştu. Onunla görüşmesi icap ediyordu. Huzurdan çekilmem gerektiğini anlamıştım. Buna binaen "Müsaadenizle ben daireme döneyim şehzadem. Müsait olduğunuz vakit beni çağırtırsınız." dedim. Başıyla verdiği tasdikle selam verip oradan ayrıldım.

Acaba ne hususta konuşacaktı ki benimle? Yoksa beni Erguvan'a mı yollayacaktı. İç sesimi yalanladım. Saçmalama, eğer gönderseydi şimdiye kadar gönderirdi ve lala ile ne alakası vardı benim mevzumun? Esasen Erguvan'a dönmek istediğimden bile emin değilim. Zaten mesele bu da değildi bence, değildi canım. Lafügüzaf etmeyelim.

Merakım sürerken karşıdan gelen Şayeste Sultan ile göz göze geldim. İstenmediği yerde biten ot gibi karşımda belirmişti yine bu kadın. Ona tahammülüm yoktu lakin katlanmak mecburiyetindeydim. Yanına yaklaşıp başımla selam verdim, aynı şekilde de karşılık aldım. Hiç laf dalaşına girmeden yürümeye devam ettim lakin onun bana laf atması gecikmedi.

"Şehzade Murat gitti. Burada bir tek Savcı kaldı." Ne manada söylediğini anlayamamıştım. Arkama dönüp yüzüne baktım. "Yani diyorum ki şehzademiz elbet tahta geçecek. O geçene kadar Murat'a ne olur bilmem. Savcı en önde tahta namzet olacak. İnşallah da veliaht olacak. Tabi senin evladın yok ki namzet olsun. Evvela tüm himaye bende olacak, vakti saati geldiğinde de Valide Sultan olacağım." Bu zor vakitlerde gerçekten bunları mı düşlüyordu? Ben ki şehzade harekete geçtiği vakit peşinden gitmeyi ve ona yardım etmeyi düşlüyordum, o ise gerçekten bunun hesabını mı yapıyordu?

Birkaç adım atıp neredeyse dibine kadar girdim "Şayeste Sultan, size had hudut nedir öğretilmedi mi? Haremin rahle-i tedrisatından hiç geçmediniz mi? Bunlar nasıl densiz kelamlar? Evvela biliniz ki Şehzade Murat'a hiçbir şey olmayacak. Şehzade Savcı'nın da zihnini zinhar bulandırmayın, akıbetini kötü etmeyin. Haddinizi bilin." Bu defa güldü ve elini karnıma koydu. "Evlat sahibi olmayan biri için ne boş kelamlar. Siz evladı için en iyisini düşünmek ne demek bilir misiniz ki konuşursunuz?"

Dedikleri kanıma dokunsa da beni tahrik etmesine müsaade etmeyecektim. Karnımdaki elini iteledim.

"Şehzadelerin vaziyeti beni pek tabii ilgilendirir. Valideleri olmamama rağmen benim nikahlı zevcimin evlatlarıdır onlar. Dikkatinizi çekerim, nikahlı zevcimin dedim. Vakti saati gelince bu kelamlarınız boğazınıza yumru gibi oturmasın dikkat ediniz."

Bir gün Şehzade Savcı'nın başına bu hatun yüzünden bir şey gelmesini istemezdim. Ne kadar da kötü düşünüyordu. Şehzade Bayezid'in evvela düşüncesi kendi tahta çıkmak değil Sultan Kasım'ı tahta çıkarmaktı.

"Ne yaparsınız? Zehirler misiniz beni yine?"

"Sizi benim zehirlemediğimi adınız gibi bilirsiniz. Bunun için bir sebebim de yoktur. Söylesenize sizin benden bu kadar nefret etmenizin sebebi nedir? Size hiçbir şey yapmadım. Nereden gelir bu düşmanlık?" Bu sorunun cevabını az çok tahmin etsem de cevabı kulaklarımla işitmek istiyordum.

"Şehzademizin ilk evladını veren hatun olarak nikah benim hakkımdı sizin değil. Ona evlat bile vermeyen, yatak odasından kaçan bir hatun için nikah münasip değildir."

Bunu diyeceğini tahmin etmiştim zira benden nefret etmesinin başka mazereti yoktu. Lakin yatak odasından kaçma mevzusunu nasıl bilebilirdi ki? Birkaç kere daireme erkenden dönmeme şahit olmuştu zannımca yahut biri kulağına fısıldamıştı. En büyük korkusu evladına rakip olacak bir şehzade daha olmasıydı. O an keşke dedim, keşke bu kadını alt edecek bir şehzadem olsaydı.

Güç, çok garip bir şeydi. Düzgün kullanılırsa dünyaya bile hükmedecekken düzgün kullanılmadığı taktirde insan kendi ayağını dahi kaydırabilirdi. Erguvan'da tek gücüm eski hükümdarın kızı olmamdı. Hizmetlilerime isteklerimi söyler bazı vakitler gezintilere çıkardım. Harem gibi bir yerde hiç savaş vermemiştim. Tek savaşım Sefer Bey ile evlenmemek olmuştu lakin burası bambaşkaydı. Elimde biraz güç vardı ancak kullanmayı pek bilmiyordum.

"Benim bir evlat veremeyeceğimi nereden çıkardınız? Pek tabii ben de evlat vereceğim şehzademize lakin sizin hatırınızda kurduğunuz gibi evlatlarımızın hasım olması için değil şehzademize güç katması için vereceğim. Zira ona vereceğim evlat hem Mirzaoğulları'nın hem Erguvan'nın hem de Asafoğulları'nın varisidir. Sizden de istirhamım şu olacak, şahsi menfaatlerinizi evladınıza alet etmeyin. Bir gün başınız yanarsa onu da yakmayın. Bu arada sizinle daha da meşgul olup münakaşa etmek isterdim lakin şehzademiz beni çağırtacak hazırlanmam icap eder." dedim gülerek. Bunları canı acısın diye bilerek söylemiştim. Haddini bilmeliydi. Bu gece onun sırasıydı lakin beni çağıracağını söyleyince çok bozulmuştu. Pek inanmamıştı esasen lakin görecekti, o vakit kıskançlıktan çatlar mı ah vah mı eder bilemedim. Tekrar lafa girmesini beklemeden arkamı dönüp daireme gittim.

Zarife sedire oturmuş camdan dışarı meftun meftun bakıyordu, beni fark etmemişti bile. "Zarife." tekrar ses etmedi. "Zarife Hatun!" Sesimi işitince hemen bana dönüp başıyla selam verdi.

"Sizi fark etmedim kusuruma bakmayın." dedi. "Nedir bu düşünceli hallerin? Sultanın nelerle cebelleşir sen burada düş peşindesin, meftun meftun dışarı bakarsın. Ne vardır dışarıda?" deyip başımı cama doğru uzatacakken bana mâni oldu. "Dalmışım sultanım, siz kusuruma bakmayın. Nelerle cebelleştiniz hayırdır, başınıza bir iş mi geldi?"

"Yani az evvel şehzadeyle kılıç tokuşturmak peşi sıra da Şayeste Sultan'la kapışmak dışında bir şey yaşamadım." Şaşırıp ayağı fırladı. "Şehzademiz iyi değil mi?" Küçük bir kahkaha attım. "İyi, lakin şaşkın vaziyette. Benim iyi dövüşen bir hatun olduğumu düşünmemiş. Firmen Prensi ile savaşımızda onu bizzat benim öldürdüğümü duysa düşüp bayılır zannımca." dedim. "Aman sultanım daha da şaşırtmayın Şehzade Bayezid'i. Şayeste Sultan'la ne yaşadınız peki?"

Ne yaşamadık ki Zarife? Bu kadın ya beni bitirecek ya da kendini. "Beni kendine tehdit görür. Allah'tan evladım falan yok. Zira olaydı o vakit ne oyunlar çevirirdi Allah bilir. Neymiş, nikah bana değil ona kıyılmalıymış. Köle miyim ben be? Prensesim ben prenses."

Muhtemelen evladım olsa gücü elimde toplardım. Bu hususta Şayeste Sultan haklıydı. "Siz güç mü istersiniz?" Sanki aklımdan geçeni duymuş, içimden geçeni de okumuş gibiydi. Nasıl bilmişti bunu? "Gözleriniz sultanım. Gözleriniz der bunu. İhtiras değil bu lakin gücü elinizde tutup adaleti tecelli ettirmek istersiniz. Sonunda da Erguvan'a tek elden hükmetmek emelindesiniz."

"Beni bu kadar iyi tanıyor olman çok ürkütücü. Evet güç isterim. Nihal Hatun mevzusundan başlayıp Kasım Han'ın tahttan indirilmesine kadar hatta Erguvan'a hükmetmeye kadar hepsini neticeye ulaştırmak isterim." dedim ve elimi karnıma götürdüm. Birden güç kazanmamın mümkünatı yoktu lakin adalet için ilk adım olarak haremde itibar kazanmalıydım. Bunun yegane yolu da gebe kalmamdı. Hem Mirzaoğulları hem Erguvan hem de Asafoğulları'na veliaht olacak bir namzet doğurmaktı.

"Kasım Han'ın kurtuluşunun sizin bir evlat vermenizle ne alakası var?" Leb demeden leblebiyi anlamıştı. Haklıydı ona ne gibi bir faydası olurdu ki? Bir evlat sadece harem içinde güç kazanmama vesile olurdu. Zira ben bir padişah zevcesi değildim. Eğer ki padişah zevcesi olaydım o vakit bir evlat ile devlet ricalinden önemli isimleri etrafımda toplayabilirdim.

"Hakkın var Zarife. Bir evlat doğurmam onu kurtarmama yaramaz lakin bir evlat ile edeceğim güç şehzademize destek olur. Güçlü bir şehzade de adaleti tecelli ettirir. En güzel esvaplarımı ve hamamı hazır et. Şehzade beni çağırdığı vakit zevcelik vazifemi yerine getireceğim."

♟️

Uzun bir sürenin ardından tekrar merhabaaa. Ben sizleri çok özledim.😍

KPSS ÇALIŞTIĞIM İÇİN BÖLÜM DÜZENLEYİP ATAMIYORUM. AMA SİZLERE SÖZÜM OLSUN 31 TEMMUZ'DAN SONRA BENDEN BIKACAKSINIZ😄 DAHA SIK BÖLÜM ATACAĞIM BİRAZ SABRETMENİZİ RİCA EDİYORUM❣

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın okurlarımmm iyi okumalar😍😘

Loading...
0%