Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. "Savaşa Adım Adım"

@rubamsalepe

Günün çoğu vaktini Afife Sultan ile geçirmiştim. Haleti ruhiyesi sıkıntı içindeydi. Elimde olsa hanedanın kanı da akıtılır deyip Sultan Orhan'ın kellesini alırdım. Bu iyi yürekli hatunu bu kadar bedbaht vaziyete sokması sinirime dokunuyordu. Hele şehzadem, meselelerin hangi birine koşturacağını bilemiyordu, başından bela ise eksik olmuyordu.

Daireme dönmeden evvel hamamda bir güzel paklandım, buna ihtiyacım vardı. Gerçekten zor vakitler geçiriyorduk ve benim zorluklarla mücadele şeklim onların inatla üzerine gitmekti. İyi olmak için evvela iyi gözükmem gerekirdi. Ben de bundan sebep en güzel esvaplarımdan birini giyip daireme döndüm. Saçlarımı dalgalandırıp omuzlarımın üzerine saldım.

Odanın duvarları gerginlikten üstüme üstüme geliyordu lakin bu bana mâni olamayacaktı. Kollarımı birbirine sardım ve seki üzerine bağdaş kurup oturdum, şehzadeden haber beklemeye başladım lakin bir vakitten sonrası hatırımda yok, uyuya kalmışım.

Sabah vakti çoğu vakit olduğu gibi kuş sesleri eşliğinde gözlerimi açtım, sedirde doğruldum. Zarife ile omuz omuza verip uyumuşuz. Boynum hafif ağrımış vaziyette Zarife'yi dürttüm. "Zarife, burada uyuya kalmışız kalk hadi." Bir iki kere daha dürtünce yerinde doğruldu. "Sabah mı oldu?" Başımı müspet manada salladım. Güya Bayezid'in alelacele konuşması gereken bir husus vardı. Şayeste Sultan, kendisi gidince şehzadenin odasına çok mesut olmuştur eminim. O kadar da hazırlık boşa gitti.

Bana doğru uzatılan ibrik ile elimi yüzümü bir güzel yıkadım, hemen peşinden esvaplarımı değiştirdim. İştahım yoktu, kahvaltı yapmak istemiyordum. Ben yemek yemek istemiyordum. Bunu kim duysa şaşardı.

"Sultanım isterseniz kahvaltıyı..." Elimle onu durdurdum. "Lüzumu yok Zarife. Sen gidip ye, benim hiç iştahım yok, acıkınca cariyelere haber ederim." dedim. Gerçekten şaşırmıştı.

"Siz."

"Ben."

"Siz."

"Ne olmuş bana?"

"Ne olmuş size?" Lafügüzaf ediyorduk. "Ben de onu diyorum ne olmuş bana. Hay Allah’ım."

"Yemek yemeyeceğinizi duyunca şaşırdım sadece. Neyse o vakit müsaadeniz olursa ben gidip kahvaltımı yapayım." Başımla onu tasdik edip gitmesine müsaade ettim. Sanki nedimem değil de kalfamdı. Be hatun sen benim hizmetçim değil yoldaşımsın.

Dairemde bir başıma kalmıştım. Bayezid ne diyecekti bana, bunu çok merak ediyordum. Belki Şayeste Sultan dairesine dönmüştü, belki de odasına hiç gitmemişti bile. Şimdi gitsem ne olurdu ki? Kapıdaki hatunlara sual ederdim, eğer gitmediyse geri dönerdim. Yoksa bu merak beni öldürecekti.

Kapımdaki hatunlara, şehzadenin yanında gideceğimi söyledim ve yola koyuldum. Yine talihsiz bir gündeydim zannımca zira karşıma çıkan şehzade değil Şayeste Sultan'dı. Bu harem yollarında benim için hususi bir yol da yapılmalı ki bu kadın ile karşılaşmayayım.

"Dün gece çağrılmadınız zannımca pek yazık." Sakin ol Mehpare sakin ol. Erguvan'da Ladin surlarından bu kadının ayağından sarkıttığını hayal et ve huzur bul. "Ne mutlu size. En son on sekiz sene evvel gebe kalmış bir hatun için her gece mühimdir tabi. Neyse müsaadenizi isteyim ben. Mühim bir hususta şehzademiz ile görüşmem icap eder." Başımla küçük bir selam verip yanından ayrıldım.

Bu hatun beni delirtmek için vardı zannımca. Her hareketi gözüme batıyordu. Aslanlara yem olasıca.

En sonunda yine o büyük kapının önüne gelmiştim, beni neden çağırmamıştı bilmiyordum lakin bunu öğrenecektim, çünkü benden ne isteyecekti çok merak ediyordum. Hatunlara içeri haber vermelerini istedim. "Sultanım, şehzademiz hamamdalar." Bir bu eksikti. Bir şehzade hamamına girmemiştim o da olacaktı.

Hamam yan taraftaydı. İçeriye girmem münasip değildi lakin biraz daha bekleyip merak içinde kalamazdım. Korkuyorum bir gün başıma bu merakımdan bir iş gelecek diye. Hamama gireceğim vakit inşallah onu münasip olmayan bir vaziyette yakalamam. Biraz yan tarafa doğru gittim ve içeriye girdim. Şehzade belinde bir peştamalla oturak taşındaydı. Kurnadan bir tas su alıp başından aşağıya dökünce beni fark etti.

"Has oğlanlar bize müsaade edin." dedi. Kaidelere göre şehzadeler yahut padişahlar hamamda iken has oğlanlar onu korumak için yanlarında bulunurlardı. Onlar kapıya yakın yerlerde bekliyorlardı. Şehzadenin emriyle dışarıya çıktılar.

Yere doğru bakarak "Affedin şehzadem. Sizi burada rahatsız etmek istemezdim lakin bana mühim bir şey diyeceğinizi söylemiştiniz, söylemediniz. Ben de merakıma mağlup düşüp soluğu huzurunuzda aldım. Tabi burada olmayaydım iyiydi lakin dayanamadım, müsamaha gösterin."

Şehzadenin gülme sesini duyunca ona doğru baktım. "Ben burada edepten başımı çevirdim, beni takdir edeceğinize gülersiniz. Çok mu gülünç?"

"Gülünç tabi. Zira ben sizin mahreminizim. Beni keseleyeceğinize başınızı çevirirsiniz. Alelade bir köyde karı koca olaydık şimdiye kadar ata ocağına yollanırdınız." Kaşlarımı çatıp "Öyle mi şehzadem?" dedim. Bu defa da kıkırdamaya başladı. Kendini zor tutuyordu zannımca. Bence gülünç bir vaziyet yoktu ortada. "Yani beni baba evime yollardınız, öyle mi?"

"Hem de ilk günden. Kese atmayı bilemeyen hatun mu olur?"

"O vakit müsaadenizle." dedim ve yanına gittim. Ben kese yapmayı bilirdim, kendimi evvelden keselemiştim. Neden onu da keseleyemeyeyim? Mermerin üzerindeki keseyi aldım ve şehzadenin sırtını keselemeye başladım. "Bastır hatun bu kadar nahif misin?" O beni kışkırttıkça ben de elimi bastıra bastıra keselemeye devam ettim. Sırtından sonra kollarını da keseledim. Daha sonra omuzlarına geldiğimde bileğimi tuttu ve "Kâfi." dedi. İşim daha bitmemişti ki. Sadece sırtını keselemiştim.

Kurnadaki tası alıp duruladıktan sonra karşısına geçtim. "Esasen siz geldiğinizde işim bitmişti lakin sizi pek hevesli görünce bir kese de siz atın istedim." Resmen hileydi bu. Yine siz olmuştum, bu da gözümden kaçmamıştı. "Temaşa ettiniz değil mi? Ah ne hoş. Koskoca şehzadesiniz. Hiç yakıştı mı size?" Başını sallayıp yakıştığını ima etti. Mevzu bahis Bayezid ise yakışırdı evet.

El hareketi yapıp kenarda duran kuru peştamalı isteyince birkaç adım ötedeki peştamalı alıp ona uzattım. "Şehzadem bana ne diyecektiniz?"

"Esvaplarımı giydikten sonra söylersem daha münasip olur zannımca zira şu vaziyette uzun bir hususu konuşmamız pek mümkün değil. Odaya geçelim."

Hamamın içinde bulunan ikinci kapıdan geçip odaya girdi. Evvela peşinden gittim lakin giyinmesini seyre duracak değildim. İzin alıp kapıda beklemeye karar verdim. Kapı önünde kısa süreli beklememin ardından içeri buyur edilince huzura çıkıp tekrardan selam verdim. "Beni emretmişsiniz." Az evvel yaşadığımız şeyleri geride bırakıp bir sinire büründüm.

Başını iki yana salladı "Emretmedim, sizi içeri buyur ettim. Mühim bir hususta sizinle konuşmam icap ediyordu." Mühim bir husus sabahı bekledi ama. "Ben dün söylersiniz diye düşünmüştüm. Bugüne kaldığına göre o kadar mühim değilmiş. Yani hamam keyfi yapacak kadar mühim değilmiş hem de." dedim kollarımı birbirine bağlayıp. "Ter kokusu ile mi çağırtsaydım sizi? Bir şehzade böyle yapar mı hiç? Sultanım sizin canınız bir şeye mi sıkkın? Tariz ettiniz zannımca beni."

"Yok şehzadem canım sıkkın değil. Size öyle gelmiş. Siz anlatın bana bekliyorum." Geri adım atmıştım. Belki benim Şayeste Sultan'ı kıskandığımı düşünebilirdi. Bunu düşünmesini istemezdim zira öyle bir şey yoktu.

Eliyle sediri işaret ettiğinde gidip oraya bir güzel yerleştim. Kendisi de yan tarafıma oturunca ona doğru döndüm. "Sizi dün çağırtmadım zira zaten diyeceklerimi icra edecekseniz ancak bugün yapabilirsiniz. Bu sebeple çağırtmadım." Pür dikkat onu dinlerken sözlerine devam etti. "Kasım Han'a tahtını iade etmek için beylerbeyleri ve bize bağlı voyvodalardan asker toplarım. Taşra askerleri emir verdiğim anda Dersaadet'e yürüyecekler. Lakin hâlâ yeterli miktarda asker edinemedik. Sizden ricam Erguvan'ın da bu mücadelede yanımızda olmasını sağlamanızdır. Sefer Bey askerleri ve Kafkasya'dan toplayacağı askerlerle yanımızda olursa ocaktaki serbazlarla başa çıkabiliriz."

Babamın katili Sefer Bey'den yardım istersem çok büyük fedakarlık yapmış olurdum. Ladin Kalesi'nde onu gördüğüm her gün, her dakika nefret hissediyordum yüreğimde. Boğazını sıkmak istiyordum lakin onun yaptığı kahpeliği yapmayacaktım. Onu düşüreceksem adaletle düşürecektim. Beni o cehennemden kurtaran Kasım Han için yapardım bunu. Yapacaktım.

Şehzade ellerimi tuttu. "Bu senin için zor olabilir bilirim lakin inan buna muhtacız." Çoğu zaman kendi zarafetinden ötürü herkesle resmi konuşmayı tercih ederdi. Gerçekten hususi anlarda resmiyeti bırakıp senli benli konuşurdu. Elimi tutan ellerini hafifçe sıktım.

"Beni o cehennemden çıkaran Kasım Han'dı. Uğuruna öl deyin ölürüm. İvedilikle bir mektup yazıp durumu izah edeceğim. İnşallah buyruğunuzu yerine getirir."

Bayezid'in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Hafifçe bana doğru yaklaşıp alnımdan öptü. İlk defa beni öpmüştü. Heyecandan olacak ki ateş basmıştı, kızarmıştım. "Minnettarım." dedi. Sonra bana biraz daha baktı. Anlamamış olsun Allah'ım, lütfen. "Siz biraz kızardınız mı sultanım?" Bir şey de gözünüzden kaçsın. Başımı iki yana salladım. "Yok, siz kızardınız cidden." Hemen ayağı fırladım ve birkaç adım ileri gittim. "Havanın harareti çok yüksek bu sebeple olabilir." Ah bunu demeyeydim keşke. Şimdi demez mi havanın mı senin mi hararetin yüksek diye?

Tam o vakit divan odasındaki kapı tıklatıldı ve bir ağa içeri girdi, bir kese altını hak ettin ağa, Allah razı olsun. "Şehzadem dersaadetten gelen bir ulak huzurunuza çıkmak ister." Ulağın ne işi vardı yine burada. Daha ne isterlerdi bizden anlamamıştım. Şehzade eliyle gelsin hareketi yaptıktan sonra divan odasına geçti. Ne diyeceğini merak ediyordum. Kulağımı kapıya dayayıp dinlemeye başladım, bu işte de her vakit pek maharetliydim. Erguvan'da az söz dinlemezdim.

"Sultan Orhan Han'ın buyruğudur." diyerek tahminimce Bayezid'e fermanı teslim etti. Bayezid ulağa çekilmesini emrettikten sonra yanına gittim. Fermanı açıp okumaya başladı. Çok geçmeden kapıdaki ağalara seslendi.

"Derhal Lala Ömer Efendi ve Sansar'ı çağırın." Ağalar divan odasından çıkınca bana döndü. "Sefer Bey'e yollayacağınız mektup için bir vakit beklemeniz daha münasip olacak zira ufukta savaş var." dedi ve bana vermeyeceğini düşündüğüm fermanı uzattı.

Asafoğulları'nın Afşin Kale'ye doğru geldiğini okudum. Sultan Orhan, Bayezid'e kendi ve bağlı bulunduğu eyaletin ordusuyla Asafoğulları'nı derhal durdurmasını emretmişti. "Gittiğimde Asaf Şah ölse ağabeyim kazançtadır. Yok o ölmez de ben ölürsem o vakit yine ağabeyim kazançtadır. Beni tahtına tehdit olarak gördüğünden Asafoğulları'nı her şeye bahane olarak kullanacaktır. Allah bilir lakin zafer kazansam dahi orada ağabeyimin emriyle öldürülme ihtimalim vardır."

Dedikleriyle dehşete düşmüştüm. Orhan Han, gerçekten de çok zekiydi, tertibinden bu aşikârdı. Bayezid gibi birini neden öldürmek isterdi ki insan, anlayamıyordum. Tam söze gireceğim vakit Ömer Efendi ve Sansar'ın huzura kabul için bekledikleri bir ağa tarafından bildirildi. "Siz çekilebilirsiniz, ben Sefer Bey mevzusunda size haber verene kadar harekete geçmeyin." dedi.

Sözünü dinlemeyip şehzadenin yanına kadar geldim. "Gidemem şehzadem." Bu defa bana dik dik baktı lakin burada kendi adamlarından daha çok benim faydam olacağını bilmiyordu. "Afşin Kale'de çocukken pek vakit geçirmişimdir. Kaleyi de bulunduğu yeri de avucumun içi gibi bilirim."

"Peki o halde iyice örtünün. Ağalar lalamı ve Sansar'ı içeri alın." dedi. İkisi de ben görünce şaşırıp selam verdiler. Bir daha da başlarını hiç kaldırmadılar. Bayezid elindeki fermanı lalasına uzattı. Fermanı okudukları vakit söze girdim. "Afşin Kale'yi avcumun içi gibi bilirim. Size bu hususta pek faydam dokunur. İstirham etsem bir harita açar mısınız?"

Bayezid şaşkınca bana bakarken Sansar yere büyük bir harita yaydı. "Asaf Şah bilirsiniz dayım olur lakin hiç karşı karşıya gelmedik. Sizin için ona geri çekilin telkininde bulunsam dahi neticeye varacağımızdan şüpheliyim." Kenarda duran renkli çıraları aldım ve yeşil olanı tam da Saruhan üzerine koydum. Peşi sıra kırmızı renkli çırayı da Asafoğulları'nın baş şehrine, maviyi de Afşin Kale'ye koydum.

"Evvela siz de ihtimal verirsiniz ki biz buradan yola çıkmadan Asaf Şah, Afşin Kale'ye ulaşır. Yapmamız icap eden şey meydan muharebesi için değil kaybedilen bir kaleyi geri alabilmek için hazırlık yapmaktır. Zira orduyu karşılayamayız. Karşılasak dahi bu bizim aleyhimize olur. Malum askeri olarak bizden üstünler."

Gözünü dahi kırpmadan bana hayran hayran bakan şehzadeye döndüm. "Dediğim gibi kaleyi iyi bilirim zira babam Arslan Bey'de burada öldürülmüştür. Kalenin idaresi o vakitler babama verilmişti. Bir vakit sonra Sultan, bir vali atamıştı. Vali gelmeden de babamın canına kıydılar."

Uzun kelamlarımı dinleyip ilk lafa giren yine Şehzade olmuştu. "Tekrar başınız sağ olsun. Demek bulunduğu yeri iyi bilirsiniz. Lala, sizin mevkii hakkında bilginiz yahut orayı görmüşlüğünüz var mıdır? Sansar ya senin?" Sansar başını olumsuz manada salladı. "Şehzadem duyumlarım vardır lakin bilgim haritada gördüğüm kadardır. Zevcenizin vereceği malumatların, mücadelenin gidişatı için pek mühim olduğunu düşünürüm." dedi Ömer Efendi. Şehzade, dediklerimi başıyla tasdik etti ve tekrar bana döndü.

"Kalede evvelden bulunmuş şahısları bulmak kolay olmaz zira yanımıza alabileceğimiz ordu beylerbeyi ordusundan ibaret. Yardım alamayız hele ki şimdi hiç. Zira bize destek veren beylerbeyleri, voyvodalar her ihtimale karşı yerlerinde kalmalılar. Sultanım siz mevki ve kalenin hususiyetlerini anlatın. Bu malumatlar bizim için pek mühim, lalam doğru der." Başımı müspet manada salladım. "Daha yakın bir harita varsa daha münasip olur." dedim. Bayezid'in göz hareketiyle Sansar hemen daha yakını gösteren bir harita açtı önümüze. Ben de yere çöküp haritanın altında kalan çıraları aldım ve yandaki mürekkebe uzandım.

Fırçayı iyice kırmızı mürekkebe daldırıp elimi çektim. Kırmızı mürekkep Nihal Hatun olayını hatırıma getirmişti. Ah bir neticeye ulaşamamıştık. Yanarım yanarım o hatunla evladına yanarım.

Fırçayı mürekkebe batırıp kalenin çizili olduğu yerin altından hilale benzer çizgi çizdim. Ardından kalın çizgiyi de az evvel çizdiğim gibi hemen altına çizdim. Kale bir tepenin üzerindeydi. Her yere hakim bir konumdaydı, yüksekteydi.

"Kale yüksek bir tepenin üstündedir, her yere hakimdir. Tepenin bittiği yerde ipek yolu vardır. Hemen onun altında ise geniş bir ırmak mevcuttur. Onları da mürekkeple belirttim."

Kalenin çizildiği yerde kapısına doğru bir çizgi daha çizdim. "Kapı tarafındaki surlar çift katmanlı ve yaklaşık on beş arşın yüksekliğindedir. Eğer yanlış hatırlamıyorsam kalede dört burç vardı. Yüksekte olduğu için alması zor bir kaledir lakin dehlizleri kullanırsak muvaffak olabiliriz." Şehzade hafifçe yere eğildi ve kılıcının ucuyla kalenin çevresini gösterdi.

"Afşin Kale'de Asafoğulları'na sadık hâlâ çok kişi var bilirim. Bize ihanet edip kapıyı bile açıp onları içeri buyur edebilirler. Biz gitmeden nasıl yaparlar bilmem lakin kalede olacaklar. Belki de kaleyi aldılar lakin Orhan Han işimi bitirmek için öncü birlik gibi beni önden yollamak istedi. Bilemiyorum."

"Kaleyi surlara tırmanarak almak mümkün değil. Kalenin sadece arka tarafı tek sur katmanlıdır lakin biz oradan da giremeyiz. Zira yanımızda kale surlarını aşacak toplarımız olmayacaktır. Hem topları götürsek dahi köprüden geçirmek zorunda kalırız. Köprüden de geçemeyiz, kaleye çıkan o yolda askerlerle karşılaşmayı göze alamayız."

Bu kadar bilgi sahibi olmam onu şaşırtmıştı. Bir er gibi dövüşüyordum, komutan gibi savaş hamleleri tertip ediyordum. Erguvan'lı olmak böyle bir şeydi işte. Biz sadece hatun değildik, savaşırdık, gerekirse de komuta ederdik. Daha küçücükken babamdan öğrenmiştim her şeyi. Kılıç nasıl tutulur, saldırı nasıl yapılır, savunma nasıl yapılır, düşmanla nasıl savaşılır daha ufacıkken ondan öğrenmiştim. Meğer hepsi bu günler içinmiş.

Bayezid hemen rahlesine geçip kendi mührünü bastığı bir pusula yazdı ve Sansar'a verdi. "Derhal bir güvercin ile Beylerbeyi'ne haber et. Sonra da askerleri hemen yola çıkacakmışız gibi hazır et." Sansar başıyla emredersiniz der gibi bir hareket yapıp huzurdan çekildi. "Dehlizler var dediniz istirham ederim onları da anlatın sultanım." dedi Ömer Efendi.

Başımı iki yana salladım. "Maalesef Ömer Efendi, dehlizler neredeyse yer altına gömülmüş vaziyettedir. Belki de şimdiye imha edilmiştir bilemem lakin orayı görürsem hatırlarım. Size sadece şunu diyebilirim. Kalenin arkasında bir yerde mevcuttur dehliz lakin oraya da gitmek için de bir başka dehlizi kullanmamız icap eder. O dehliz de ırmağın içindeki bir kaya dehlizidir. Nehrin içinden girilir, ardından dehlizden yukarıya doğru çıkılır." Bu savaşa ben de gidecektim. Kaçarı yoktu şehzadenin. Haremde can sıkıcı vaziyette onu mu bekleyecektim? Savaşın neticesini öğrenmezsem merakımdan çatlardım. Belki aylar sürecek bir savaştı. Sadece oturup bekleyemezdim.

"Nehrin içinden mi gireceğiz?" dedi Bayezid. Evet buna vaktiyle ben de pek şaşırmıştım lakin dehlizin emniyeti de bu şekilde sağlanmıştı. "Evet bu yüzden hafif silahlar hariç yanımıza bir şey alamayız ve en mühimi suyun altında üşümememizi sağlayacak kıyafetlerimiz olmalıdır. Terzilere pek iş düşer. Tüm askerler için ivedilikle iç esvap hazırlanmalı." Bu kadar şeyi bilmeme ben de şaşırıyordum.

"Lala siz çekilebilirsiniz." komutuyla Ömer Efendi divan odasından çekildi. İkimiz bir başımıza kalmıştık. "Beni de götürün." dedim ayağı kalkarak. Sanki ondan beni öldürmesini istemişim gibi baktı ve başını iki yana salladı. "Olmaz öyle şey, sizin yeriniz burası."

"Bakın bir başkası o kaleyi benim kadar bilemez. Ne bir asker ne de bir komutan. Ki bileni de bulamayacağınızı kendiniz söylediniz. Size hepsinden daha çok faydalı olurum. Eğer laf söz olur derseniz bilirim hanedan erkekleri savaşa giderken biraz huzur bulmak, rahatlamak için hatunlarından savaşa götürdükleri olurmuş. İstediği vakit otağına gidermiş. Ben sizin nikahlı zevcenizim. Beni yanınızda götürmek isterseniz kimse size mâni olamaz."

Sözlerim bunları derken içimden de göğüs göğüse çarpışacağım aklıma geliyordu. Asla oraya oturup uzaktan yönlendirme yapmak için gitmiyordum. Babamın öldürüldüğü bu kalede zevcimi de kaybetmeyecektim. Onunla omuz omuza savaşacaktım.

"Otağınızda iki oda olur, birinde ben kalırım biri karargahınız olur. Eğer ki beni görmesini istemediğiniz kişiler olursa otağıma dönerim." dedim. Aklına yatacak fikirler sunuyordum ona. Reddetmeyeceğini hissediyordum. "Ya size orada bir şey olursa?" Dün olanları unutmuş gibiydi. Gülümsedim ve tek hamlede belinden kaptığım hançeri boynuna dayadım. Evvela şaşırdı sonra vaziyetin farkına vardı ve hiçbir şey yapmadı. "Sizce ben kendimi koruyamaz mıyım? Karşıma bu saraydaki tüm muhafızları, askerleri çıkartın. Emin olun ikindi olmadan hepsini yere sermiş olurum." Hançeri indirip yerine koydum.

"Emin olun yüz askerinize bedelim ben. En iyi savaşçınız gibi düşünün beni, ben fark göremem çünkü." Hayretler içinde bana bakıyordu. Bugün kaçıncı kez bana hayran hayran bakışıydı saymadım bile. "Boğazıma hançer dayamaya cüret eden, benimle savaşa gelen, savaş mevkiini benden iyi bilen zevcem var. Ben sana şaştım kaldım hatun, edecek kelamım kalmadı." Gülümsedim. "Bence kaldı." Başını salladı. "Evet haklısınız, kaldı. Müsaadem var savaşa siz de geleceksiniz. Lakin kalenin içine giremezsiniz. Birde sizin için zırh ve araba hazırlatmam gerekir."

"Zırh için bir esvabımı hatunlarla yollarım. Ona göre ayarlarlar lakin araba mevzusunu duymamış olayım. At varken araba bizi yavaşlatır. Tabii ki at ile geleceğim." Bir hatundan beklemediği ne varsa görmüştü şehzade yahut görecekti. "Peki sultanım siz nasıl münasip görürseniz öyle olsun." dedi ve güldü, ben de güldüm.

"Kasım Han'a tahtı iade edecek ve evladımı Orhan Han'dan geri alacaktım. Şimdiyse evladım, hemşirem ve sağ kolum onun yanında. Hepsinin canından endişe ederim." Cihanın tüm yükü onun omzundaydı. Düştüğü vaziyetten çıkması lazımdı. Yoksa hem kendi hem ailesi için sonu ölüm olan bir yol gözüküyordu.

Elinden tutup onu odasına kadar sürükledim, sonra da sedire oturttum. Esasen bu kadar samimi davranmam onu şaşırtıyordu lakin bana mâni olmadı. Ne kadar az hatun ile birliktelik geçirse de alışkındı ona ait hatunların samimi davranışlarına. "Suya düşersen kuru çıkamazsın derler bizim oralarda. Siz bir kuyuya düştünüz ve tabii olarak kuru çıkamadınız. Rehin gönderdiniz. Diken üstündesiniz. Birde ufukta bir savaş bekler bizi. Bazen böyle dehşete düşüldüğü vakit olur hak veririm size lakin eğer ki siz dik durmazsanız savaşta askerlerimiz de dik durmaz. Kasım Han ve Şehzade Murat da dik durmaz. Herkesin tek ümidi sizsiniz. Ve ben inanıyorum ki bu bedbaht vaziyeti hep beraber aşacağız." dedim. Başka diyebileceğim bir şey kalmamıştı. Zira sözlerim karşısında ellerimin üzerine boşta kalan elini koydu ve yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.

♟️

Bir bölümün daha sonuna geldikkk. Önümüzde çok güzel savaş sahneleri olacak, ağzınız açık kalacak benden söylemesi.

HAMAM SAHNESİNİ NASIL BULDUNUZZ?

Şehzadenin boynuna hançer dayamayan da ne bileyim mdmfxkdnfjf

İyi okumalarrr 15 Şubat'ta görüşürüzz

Vote ve yorumları unutmuyoruz🤭😘😘♥️❣

Loading...
0%