Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. "Kızıl Gece"

@rubamsalepe

"Sabahınız hayır olsun sultanım." Sözleriyle Şirin, yatağından doğruldu ve etrafına bakındı. "Çok mu uyudum ben kalfa?" Kalfa başını iki yana salladı, gün aydınlanalı bir saat kadar olmuştu. Esasen çok geçe kalmamıştı. "Murat nerede?" Uyanır uyanmaz aklına ilk gelen şey Murat olmuştu, zira kendisine emanet edilmişti yeğeni.

"Kahvaltısını yapıp has bahçeye çıktılar."

"Yalnız değil mi? Yanına ağaları, hatunları vereydiniz." Her an için ayrıca endişeleniyordu genç kız. Bir yanda yeğeni tehlike içindeydi, diğer yandan ağabeyi hapsedilmişti. Öbür ağabeyi ise savaş arifesindeydi. Bunların ekmeğini yiyen yegane kişi ise Orhan'dı.

"Pekala, kahvaltım hazır edilsin. Peşinden de Murat'ın yanına çıkarız." Aynı dairede kalıyorlardı, dairesindeki bir odayı yeğenine vermişti. Ağabeyine ısrar edince Orhan Han bu hususu kabul etmek zorunda kalmıştı. Zira ne kadar az tepki çekerse o kadar iyiydi. Bunların hepsi de yapacağı tek bir husus için temel oluşturuyordu. Hiç tepki görmeden gidecek, en sonunda da yapacağını yapacaktı.

Şirin Sultan kahvaltısını yaparken, Murat bahçede Mehpare Sultan'ın kendisine verdiği hediye ile talim yapıyordu. Sarayın bu kadar büyük olması onu şaşırtmıştı, Saruhan Sarayı'ndan kat ve kat büyüktü. Bir sürü bahçesi vardı. Binlerce insan yaşıyordu. Saraya her gün başka başka insanlar geliyordu. Daha evvel saraya gelmişti lakin o kadar küçüktü ki hatırında hiçbir şey kalmamıştı bu hususta.

Murat'ın saray içinde olmak kaydıyla haremin dışına çıkma izni vardı. Enderun, Birun yahut sarayda mevcut olan her yere gitme izni vardı lakin haremden çıkacaksa padişahın emrinde olan ağalar da ona eşlik edeceklerdi. Bu sebepten ötürü Murat pek fazla harem dışına çıkmıyordu. Esasen buna Şirin Sultan mâni oluyordu zira küçük şehzade harem dışında bulunursa gözleri önünde olmayacaktı ve canı tehlikede olabilirdi.

Harem dışında Salih Giray ona sahip çıkabilirdi lakin her vakit sarayın içinde o da dolaşmıyordu. Esasen göze batmak istemiyordu. Söğütlü Köşk'te padişahın emriyle ikamet ediyordu. Sarayın dışında bir Alkan hanzadesinin mevcudiyeti sultanın aleyhineydi. Bir ihtimal Alkan'a yahut Bayezid'e haber uçurmasını engellemeye çalışıyordu. Esasen o da biliyordu her ne kadar onu gözetse de bir şekilde haberi uçuracaktı. Lakin bu ne kadar geç olursa o kadar iyiydi. Zira bir casusun yolladığı havadis ile hanzadenin yolladığı havadis bir değildi.

Salih Giray, açık kahverengi bir esvap giyip Söğütlü Köşk'ten ayrıldı. Hizmetinde olan bir cariyeye Şehzade Murat ile görüşmek istediğini Şirin Sultan'a bildirmesini istedi. Bahaneyle sevdiceğini de görecekti. Ne vakit vuslata ereceklerdi? Meftun gözlerinden, birbirlerine mühürlü yüreklerinden başka neleri vardı ki?

Bu saray Salih Giray'a mezar olabilirdi. Lakin sevdiğinin yanında ölmek ona verilen bir mükafattı. Sevda böyle bir şeydi işte. Bir çift deniz göze cihanı değişmezdi.

"Hanzadem, şehzademiz sizi Enderun arka bahçesinde bekliyorlar." Eliyle çekilebilirsin işareti yaparak üstünü başını son defa düzeltti. Şirin de gelecekti, biliyordu.

Şirin Sultan ise bahçede en güzel esvaplarını giymiş ve örtünmüş vaziyette Murat ile alakadar oluyordu. Bir yandan da günlerdir görmediği hanzadesini bekliyordu. Heyecanlıydı. Bu defa gizli saklı görüşmelerine de lüzum yoktu. Zira herkes Salih Giray'ın buradaki vazifesinin Murat'a sahip çıkmak olduğunu biliyordu.

Şirin, yeğeninin saçlarına bir buse kondurdu ve etrafa baktı, ona yaklaşmakta olan Salih Giray'ı gördü. "Hanzadem."

"Sultanım, şehzadem. Afiyettesinizdir inşallah." Şirin, kocaman bir gülümseme ile anlatmıştı ona onu görünce ne kadar mesut olduğunu. Zira şu sarayda onu mesut eden yegane kişi Salih Giray'dı.

"Murat'ım sen ağalarla oyna lakin buradan zinhar ayrılma. Biz şurada oturacağız." dedi. Etrafta Orhan'ın ağaları da mevcuttu lakin uzaktan seyrediyorlardı. Hanzadeyle oturduğu havadisini alınca Orhan'ın ne düşüneceği de umurunda değildi. "Buyurun hanzadem." dedi. Biraz ileride bulunan ağacın dibine oturdular.

"Nasılsınız?"

"Sizi görünce mesut oldum."

"O halde beni görmeden evvel nasıldınız, böyle sorayım." Şirin başını hafifçe önüne doğru çevirdi. "Murat bir an dahi yanımda olmasa telaş ederim başına bir vaziyet gelir diye. Öte yandan ağabeyimi düşünürüm. Orhan Han zinhar müsaade etmez onu görmeme. Bir defa görsem onu, içime su serpilecek. Bir de Bayezid Ağabeyimin savaş mevzusu var. Hangi birine yanayım bilmem. Salih Giray, eğer ki bu sarayda başına bir iş getirtirsen seni zinhar affetmem bilesin."

Bu, bir manada da sana bir şey olursa buna dayanamam demekti. Herkes gitti bir sen kaldın demekti. Müşkül vaziyetimin yegane tesellisi sensin demekti. "Sultanım. Benim sizi bırakmaya niyetim yok, mahzun olmayın. Daha düze çıkıp rahatlayacağız. Peşi sıra nikahlanacağız."

Şirin'in yüzü bu defa gülmüştü. Onunla nikahlanmak, onun zevcesi olmak hayal gibiydi. Kim istemezdi ki onunla izdivaç etmek? Hoş, bunu başkası isteyemezdi, mahvederdi onu.

"Ağabeyime hiç güvenim yok. Ya size zarar vermeye kalkarsa?" Salih Giray küçük bir tebessümü suretine yerleştirdi. "Bana bir şey yapması için sebebi yok ki. Sadece Şehzade Bayezid'in yoldaşlığını yaptım diye bir hanzadeye zarar mı verecek? Hiç sanmam sultanım. Orhan Han, Alkan Hanlığı'nın desteğini kaybetmeyi göze alamaz."

Haklıydı. Kendisi şehzade mevkiindeydi, sadece unvanı şehzade değil hanzadeydi ve güçlü bir hanlığın hanzadesiydi. Alkanlar, Mirzaoğlu'na vergi vermez, siyasi meselelerde de istediğini ederdi lakin Mirzaoğulları'ndan tamamen de ayrı değildi.

Salih Giray bunlara rağmen her an başına bir iş gelebileceğini biliyordu. Kendi kardeşinin emrine ordu vermeden ölüme yollayan bir Sultan ona ne etmezdi ki?

"Vermez değil mi?"

"Vermez tabi. Siz şehzademizle alakadar olun. Başka şeylerin teferruatını düşünmeyin. Bu arada yapabilirseniz Kasım Han'ı görmeye çalışın. Tertiplerimizden ona da bahsedin ki kendini yalnız hissetmesin."

●●●
Kasım Han şimşirlikte bir minder üzerinde oturmuş rahlesinin üstende duran Kuran'ı okuyordu. Vaktinin çoğunu ibadetle geçiriyordu zira yapacağı başka bir iş yoktu. Kimseyle de görüşmesine de müsaade yoktu. Hizmetine verilen hatunlar ve ağalar dahi onunla muhatap olmuyorlardı. Halbuki çoğu açlıktan ölecekken, bu kadar kötü vaziyetteyken onları esir pazarından, o çukurdan tebdil halde seçip çıkaran da bizzat kendisiydi.
Onlar da acıyordu ekmeğini yedikleri Sultanlarının bu vaziyette olmalarına. Lakin kendilerinin de yapacak bir şeyleri yoktu. Orhan Han'ın kendi kardeşlerine acıması yoktu. Alelade kölelere mi acıyacaktı?

Yıllar evvel Kasım Han tahttayken bir müddet Saruhan Sancağı'nda vazifeli olan şehzade, Orhan'dı lakin kendinden daha iyimser, devlete daha bağlı ve aklı başında olan Şehzade Alemşah'ı çekememişti. Cenk esnasında destek birliği komutanı olan Orhan, Alemşah ve askerleri yenilirken ona destek vermedi ve orduyu aksi yöne gönderdi. Bu yüzden Alemşah mağlup düştü ve esir edildi. Savaşta Kasım Han bizzat kılıç tutup savaşırken, Orhan bu savaştan faydalanıp Alemşah'tan kurtulma tertibiyle meşguldü.

Alemşah'ı esir eden askerlere karşı ilk saldırıyı Kasım Han yaptı. Alemşah, onun kardeşiydi lakin onun için kardeşten öte canıydı. Kardeşleri içinden en çok ona değer verirdi. Düşman askerleri elinde olan Alemşah, Orhan'ın attığı ok ile oracıkta vefat etti. Her attığını vuran Orhan, kendini savunacağı vakit ağabeyini esir tutan komutanı hedeflediğini lakin hareket halinde oldukları içi hedefi tutturamayıp onu yanlışlıkla vurduğunu söyledi.

Bunların hepsi külliyen yalandı. Zaten kimse de onun anlattıklarına inanmamıştı. Yaşı pek gençti lakin zehir gibiydi, attığını vururdu herkes biliyordu. Ve işin kötüsü kardeşini vururken düşman hareket halinde değildi aksine bir kısmı tekrar kendilerine saldırıyordu. Düşman komutanı ve Alemşah birkaç askerle beraber olduğu yerde duruyordu.

Orhan evvela sürgün edildi. Daha sonra sürgün yerinde insanları kendi yanına toplar ve devlete karşı ayaklanır, destek bulur diye geri çağrıldı. Bazı paşaların baskısı neticesinde de Kasım Han, ona sancak vazifesi vermek mecburiyetinde kaldı lakin sultan bunu tek bir şartla kabul etmişti. Vazifeli olacağı sancak zinhar Saruhan olamazdı. Bunun üzerine kendisini Amasya Sancakbeyi olarak tayin etti.

Orhan tekrar yükselebildiği için mutluydu. Hırsı sebebiyle devlet erkanının ve güçlü ailelerin bazılarından destek görmeye başlamıştı. Onlar, Orhan'ın hırsının kendilerine daha da güç katacağına inanıyorlardı.

Orhan'ın güç hayalleri en küçük kardeşi Bayezid tarafından sekteye uğratıldı zira Bayezid'de bir padişahta olması icap eden tüm vasıflar mevcuttu. Kısa sürede de onu hiç bilmeyen, en ücra köylerdeki teyzeler amcalar bile duymaya başlamıştı. Üstüne üstlük hepsi de ona sevgi besliyordu. Kasım Han ise yeni veliahdını el üstünde tutuyordu. Bayezid de kendine gösterilen bu sevgi ve saygıya karşılık vazifesini hakkıyla yerine getiriyordu lakin Orhan daha fazla dayanamayacaktı. Taht ellerinden kayıp gidiyordu. Güç Orhan'daydı, Kasım'dan sonra hanedanın en yaşlı üyesi oydu. O vakit taht onun hakkıydı. En sonunda da bu düşüncelerle harekete geçti.

Limanları kapadı ve Amasya'dan Dersaadet'e giden tüm yollarda önlem aldı. Zinhar kimse oralara haber uçuramazdı. Güvercinler dahi haber götürmesin diye ortadan kaldırılmıştı.

Orhan'ın iki oğlu vardı; Osman daha hiddetli ve başına buyrukken, Cihangir daha uysal ve sadıktı. Cihangir bu ayaklanmayı gördüğü vakit kardeşiyle görüştü. Derhal bir şey yapmaları icap ediyordu. Babalarına onunla gelmek istediklerini söylediler. Orhan zaten onları da götürecekti. Bir şey değişmemişti.

Belli bir mevkide dinlenme molası verdikleri vakit Osman ve Cihangir amcalarına haber uçurmak için dinlenme mevkiinden firar ettiler. Lakin Cihangir'in bilmediği bir şey vardı. Onun ne ettiğini Orhan başından beri biliyordu. Bayezid'e haber uçurup onu zor vaziyette bırakmasını bizzat kendi istemişti. Osman her şeyi babasına anlatmıştı. Ona sonuna kadar sadıktı. Ve babasının biricik veliahdıydı.

Eğer ki Cihangir gibi Orhan'a hainlik etseydi hâlâ tahtta Kasım Han olacaktı. Lakin o babasının sözünü dinlemiş, o ne dediyse harfiyen uygulamıştı. Cihangir ise Osman'ın amcasına yetişeceğini ummuştu. Lakin Osman'ın Padişah'ın yanına babasıyla gittiğinden haberi yoktu.

Kısa sürede Dersaadet'e varan Orhan ve askerleri o esnada avcılık ile meşgul olan Sultan'ın güvenlik zafiyetinden yararlanıp onu tahtından ettiler. Kasım Han, kan akıtılmaması için tahttan inmeye razı olmuştu zira bir haberlik mesafede bekleyen serbazlar, Orhan'ın ciğerini sökmek için sabırsızlıkla bekliyordu.

Kasım Han, merhametliydi. O kadar merhametliydi ki kendisine saldırı düzenleyen bir askeri dahi vaktiyle bağışlamış ölüm cezasını feshedip kürek cezasına çevirmişti. Pekala o da sert bir cezaydı lakin kürek mahkumluğu ölümden daha evlâydı. Ki asker bunu duyunca padişahın ayaklarına kapanıp minnetle gözyaşı dökmüştü.

Aynı adam şimdi de aynı şeyi yapıyordu. Kendinden geçip merhamet gösteriyordu zira kalbi pek nahifti. Yumuşak bir tabiatı, kalbi vardı. Kimseyi kırmazdı, insanları üzmekten çekinirdi. Elinden geldiğince herkesi mutlu etmeye çalışırdı. Haz etmediği kişilere bile gülümser onları incitmekten çekinirdi. Lakin merhametinden maraz doğmuştu. Merhameti onu tahtından edip bu odaya hapsetmişti.

"Ağabey." sesi ile başını kaldırdı Kasım. Ayetin sonuna geldi. Avuçlarını açıp yüzüne sürdü. Hemen peşinden Kuran'ı eline alıp ayağı kalktı. Küçük bir baş selamı verdi. Orhan Han ağabeyini görmeye gelmişti. Nadiren de olsa ziyaretine geliyor, vaziyetini bizzat tetkik ediyordu.

Kasım elindeki Kuran'ı yüksek bir rafa koydu ve tekrar eski yerine döndü. "Oturmaz mısınız?" diyerek sediri gösterdi. Orhan hiç mimik oynatmadan sedire oturduğu vakit kendi de iki arşın kadar ilerisine oturdu.

"Ziyaretinizin sebebi nedir?" Orhan belli belirsiz tebessüm etti. Orhan, Kasım'ın acziyetini görmek istemişti. Böylece üstün olduğunu ona gösterecekti. Kaybetmişti, ona layık görmediği tahtta şimdi tam da istemediği kişi vardı. O taht Orhan'ındı.

"Afiyette misiniz diye sizi görmeye geldim." Asla bunu görmek için gelmemişti. "Afiyetteyim çok şükür. İbadetimle alakadar olurum. Hatmimi tamamlarım." Sahiden de öyleydi. Günlerini ibadetiyle geçiriyordu ve devlet meselelerinin onu ne kadar da yorduğunu, ibadetleriyle ne kadar az alakadar olduğunu bu şimşirlikte anlamıştı.

"Âlâ. O halde sıkıntıda değilsiniz. Ben de sıkılmayın diye size kitap göndermeyi düşünmüştüm."

"Yollarsanız müteşekkir olurum. Bilirsiniz kitaplara pek düşkünümdür." 'Bilmez miyim?' dedi içinden. Bilge bir hükümdardı Kasım. Her türlü kitabı okurdu. Hatta o kadar okurdu ki kendi fikriyatına uymayan kitapları dahi ihmal etmezdi. Evvelden lisan öğrensin diye garba yolladığı talebelere, oranın kitaplarını çevirtir onları dahi okurdu. Cihanda onun kadar okuyan, bilge olan kimsecikler yoktu.

"Peki o halde. Kütüphanenizle alakadar olan bir ağayı bunun için vazifelendireceğim. Okumadığınız kitapları size getirir. Lakin bu akşam vuku bulacak vaziyetleri de sizin için kitap yaptırmam gerekebilir. Sadece kulaktan dolma şeyleri işitmeyin. En ince teferruatına kadar hepsini neşretmek icap eder. Neyse ben gideyim artık. Devlet işleri beni bekler, her şeye vakit ayıramıyorum. Kusuruma bakmayın."

"Akşam ne olacak?" sorusuna Orhan sadece gülümsemekle yetindi. Daha fazla soruları aldırmadan şimşirlikten ayrıldı.

Kasım pek telaşlanmıştı zira bu akşam belli ki bir husus cereyan edecekti. Kendi de mâni olamazdı. Acaba Murat'ın başına bir iş mi getirecekti? Onların geldiğinin havadisini almıştı. O kadarını biliyordu. Bayezid'in savaş arifesinde olduğundan dahi haberi yoktu.

Ne olacaktı? Kimin başına ne iş gelecekti? Acaba kendisine cellat mı yollayacaktı? Her ihtimale karşı abdestsiz uyumamalıydı. Yerdeki ibriğe uzanıp bir güzel abdestini aldı ve namaza durdu.

●●●
Divan odasında beş adet sofra kurulmuştu. En baştaki sofrada Sultan Orhan bizzat oturacaktı. Hemen sağ tarafta bir sofra daha vardı. Orası ise sadrazam ve baş defterdarın yeriydi. Üçüncü sofrada ise vezirler, defterdarlar ve nişancı yer alacaktı. Dördüncü sofraya oturacak kişiler ise kazaskerler ve ocak reisiydi.

Beşinci sofra ise padişahın sofrasının hemen sol tarafında bulunuyordu. Bu sofraya ise divanda bulunmayan Salih Giray ve Şehzade Murat davet edilmişti.

Sadrazam, Hâcegan ve Vezir-i Salis Kemankeş Dilaver Paşa hariç herkes sofrada yerini almıştı, oturmuş hasbihal ediyorlardı. Padişah ise daha teşrif etmemişti. Murat elinde gümüş kaşığı ile amcasını bekliyordu. Altı yaşında bir çocuk için etraf pek kasvetliydi. Koca koca adamlar oturmuş hiç anlamadığı hususlarda hasbihal ediyorlardı. Ne diye onu da çağırmışlardı ki?

"Destur! Sultan Orhan Han Hazretleri!"

Divan kapısından heybet ile içeri girdi. O kadar herkes hayran kalmıştı heybetine. Nefret edenler dahi haran hayran bakıyordu ona.

Orhan, sofranın başına geçip oturduğu vakit onlar da oturdular. "Bismillahirrahmanirrahim." diyerek açılışı yaptı. Eliyle bir hareket yapınca yemekler gelmeye başladı. Evvela padişahın sofrasına konmuştu. O tabağını bitirdikten sonra devlet erkanı da yiyebilirdi.

Büyük bir sini ile padişahın huzuruna keçi eti getirildi. Üzeri çeşitli baharatlarla bezenmişti. Yanında da mısır ekmeği vardı. İkisini birden yedikten sonra sofradaki herkes için de aynı yiyecekler getirildi.

Keçi eti pek lezzetliydi, mısır ekmeğini etin yağına bana bana yemek hepsini kendinden geçirmeye yetiyordu. Yerken fısıltıyla konuşanlar da bulunuyordu, lakin esas olan yemeğin hızlıca yenmesiydi. Yemek adabı bu şekildeydi.

Murat ise her ne yiyecekse evvela gümüş kaşığını daldırıyordu. Gümüş kaşık, herhangi bir zehri belli ederdi. Kaşığın rengi değişmesinden yemeğin zehirli olduğu anlaşılırdı. Lakin şuan kaşıkta bir değişiklik yoktu, yemekler tertemizdi. Huzur içinde yiyebilirdi.

Bir tek bu yemek doymalarına yetmişti. Çok fazla israfa lüzum yoktu. Peşinden şerbet ve baklava geldi, baklava da herkesin ağzına layıktı. Sarayın tatlıcıları cihanın en iyileriydi.

Padişah, şerbetini bitirdikten sonra devlet erkanına döndü. "Paşalarım, beylerim. Beni yiyip içerken dinleyin." dedi. Sözleriyle herkes nizamlı bir şekilde oturdu. Hepsi padişahın yüzünü görüyordu.

"Adalet kulesinin altında bulunuruz. Adalet nedir? Adalet herkesin haddini hududunu bilmesidir. Tahta cülus eyleyeli az vakit oldu lakin önüme taş koymaya çalışanlar olduğunu da bilirim. Aranızda Şeyhülislam Abdullah Efendi'ye saldıranların da olduğunu bilirim. Bir de aldığım havadislere göre bana karşı isyan teşebbüsünde bulunacaklar varmış. Değil mi Arif Paşa?"

"Doğrudur hünkârım." Arif Paşa'nın diğerlerini ihbar etmesi hainlikti. Zira diğer paşaların hepsi Kasım Han'ın hizmetkarlarıydı. Arif Paşa ise davalarına ihanet edip, bir isyan tertipleyen Kasım Han'ın paşa ve vezirlerini Orhan'a şikayet etmişti. Bu paşalarım tertipleri, Bayezid'in tertiplerinin dışındaydı. Bayezid onlara beklemelerini, çok güçlü bir şekilde saldırıya geçeceklerini haber etmişti lakin onlar bekleyememişlerdi. Askerleri işin içine sokmamışlardı. Siyasi bir hareketle Orhan'ı hâl edip Kasım'a tahtı iade edeceklerdi. Öyle tertiplemişlerdi.

"Bakıyorum da Sadrazam Beşiri Yusuf Paşa, Hâcegan Lala Mustafa Efendi ve Vezir-i Salis Kemankeş Dilaver Paşa huzurumda değiller. Demek ki sultanın adaletinden kaçtılar. Olsun onlara da adaletimiz elbet tecelli edecektir. Neyse afiyet olsun sizlere." dedi. Zehir zemberek sözleriyle nasıl afiyet olacaktı ki? İsyan hareketi meydana çıkmıştı. Muhtemelen divan çıkışında hepsi hapsedilecekler sonra da şansları varsa sürgün edilecekler, en kötü ihtimalle idam edileceklerdi.

Herkesin gözlerinde korku vardı. Olanlardan habersiz bir tek Murat vardı. Hiçbir şey anlamıyordu. Belki biraz anlıyordu ama altı yaşında bir çocuk ne kadar anlayabilirdi ki vaziyeti? Salih Giray ise bu değerli şahısların akıbeti için üzülüyordu. Kim bilir ne yapacaktı onlara?

İlk sofrada oturan baş defterdar hafifçe öksürmeye başladı sonra da öksürmesi şiddetlendi. Peşinden diğerleri de öksürmeye başladılar. Herkes derin derin nefes almaya çalışırken bir yandan da ne olduğunu idrak etmeye çalışıyorlardı. Sonunda Arif Paşa da öksürmeye başladı, bu sanki sadece nefes almak kolaymış gibi bir de bir şeyler söylemeye başladı. "Neden?" Tekrar öksürdü. "Ben size sadıktım." Orhan gülümsedi. "Bir defa ihanet eden bir daha etmez mi? Hizmetlerin için müteşekkirim sana lakin cezanı da çekmen lazım, sen ağabeyime ve dostlarına ihanet ettin."

Paşaların ağızlarından kan gelip yere teker teker yığılırken Murat da onları dehşetle izliyordu. Ona hiçbir şey olmamıştı. Salih Giray'ın da nefesi kesilmeye başlamıştı. Boğazına dolan kan nefes almasına mâni oluyordu. Bir yandan Murat'ın gözlerini kaparken bir yandan da nefes almaya çalışıyordu. "Salih Giray? Salih Giray? İyi misin?"

Murat, resmen ona sahip çıkan, koruyup kollayan bu adam için çırpınıyordu lakin Salih Giray, içinde kalan son gücüyle de Murat'ın gözlerini kapıyordu. Bu vaziyeti yetişkin biri dahi görse halet-i ruhiyesi kötü şekilde etkilenirdi. "İ.... İyiyim." Kendi kanına boğulmak üzereydi. Son bir kuvvet göstermeye çabaladı lakin muvaffak olamadı. Eli Murat’ın gözlerinden düştü ve yavaşça sofraya doğru yığılmaya başladı.

Orhan ayağı kalkıp Salih Giray'a yaklaştı. "Eğer panzehri içmezsen birazdan öleceksin." Salih Giray bir yandan boğazını tutarken diğer yandan da doğrulmaya çalışıyordu. Yüzü mosmor olmuş kıyafeti de ağzından gelen kan ile renklenmişti. "Lakin ben bugün merhametli günümdeyim. Bunların hepsi bana ihanet ettiler lakin sen başkasın. Senin ihanetini görmedim. Hem de bir hanzadesin. Şimdiden sonra ne yapman yahut ne yapmaman icap ettiğini iyi belleyesin. Merhametimden ötürü kendini mükafatlandırılmış say." deyip genç adamın ağzına panzehri döktü.

Salih Giray, derin derin nefes almaya başladı ve sırtını sert zemine bıraktı. Anca, boğazına biriken kanlar ağzından boşalınca rahatladı. Panzehir tesir etmişti. Murat ise hüngür hüngür ağlıyordu başında. "İyiyim ben." sözüyle sarıldı ona. Yüzüne yayılan kanı silmeye çalıştı. Etrafına baktı çocuk, çok korkmuştu. Her yer kan olmuştu. Ata divanında kan dökülmüştü. Hiç kimsede yaşam belirtisi yoktu. Tek sağ kalan Salih Giray'dı.

"Ağalar! Salih Giray'a ve şehzademize dairelerine kadar eşlik edin." Ağalardan ikisi hanzadeyi yerinden kaldırdılar. Biri de Murat'ın elinden tutup kızıl sofradan onu uzaklaştırdı.

Divan odasının biraz ilerisinde ise Şirin Sultan bekliyordu. Murat'ın orada olması onu iyice tedirgin etmişti. Üstüne üstlük Salih Giray da oradaydı. İkisinin de orada olmaması gerekiyordu.

Kapıdan sevdiceğinin çıktığını gördü lakin karanlık dahi olsa vaziyeti pek de iyi gözükmüyordu. Hızla yanlarına gitti. Evvela onu fark eden Murat halasının yanına koştu. "Murat'ım iyi misin?" Başını iki yana salladı. "Neyin var? Bir şey mi oldu? Sana bir şey mi yaptılar?" Başını iki yana salladı. Dili sanki lal olmuştu. En sonunda biraz ötede duran Salih Giray'ı gösterdi.

Yavaşça Söğütlü Köşk'e doğru ilerliyorlardı. Şirin, Murat'ın elini bırakmadan hemen Hanzade'sinin yanına koştu. "Hanzadem." Sesi işitince ağalar durdular. Şirin, Salih Giray'ın yanına kadar gitti ve önüne geçti. Esvabı kana bulanmıştı. Yüzü de kan içindeydi. "Ne oldu sana?"

Salih Giray, sanki bir daha alamayacak gibi derin bir nefes çekti içine. "Ağalar siz çekilin."

Ağalar Sultan'ın sözünü ikiletmediler. Esasen Orhan, onlara daha evvelden mevzuyu açmıştı. Onlara hanzadeyi götürmesini emrettiği vakit yarı yolda bırakmalarını söylemişti. Böylece kalan yolu zorlukla kendisi tamamlayacaktı. Haddini bilecekti herkes. Bunlar herhangi bir işe kalkışırsa, bir tertibe dahli olursa başına neler geleceğinin göstergesiydi.

Ağalar kolundan çıkıp gidince Salih Giray sendeleyip yere çöktü. İlk defa bu kadar çaresiz vaziyetteydi. Panzehri almıştı lakin çok bitkindi. Hatta belki zarar dahi görmüştü. Bilemiyordu.

Şirin hemen yanına çöktü. Murat yanı başlarında olduğu için onun elini bırakmıştı. Hemen Salih Giray'ı kolundan kaldırıp dizine yasladı. "Ne geldi başına senin?"

Bir yandan göz yaşları akarken bir yandan da vaziyeti idrak etmeye gayret ediyordu. Salih Giray güç bela söze girdi. "İyiyim ben."

Şirin başını iki yana salladı. Biliyordu iyi değildi. "Değilsin bilirim. Ne oldu? Murat, bari sen anlat."

Küçük şehzadenin yüzünde hâlâ korku dolu ifade vardı. Tek kelime dahi etmiyordu. "Zehir sultanım." Sözleri kısık sesle, kesik kesik çıkıyordu hanzadenin dudaklarından. Bir başkasının duymasının mümkünatı yoktu. "Sadrazam, Hâcegan ve Vezir-i Salis hariç divanda herkes zehirlendi." Sözleri söylerken defalarca öksürmüştü. Çok yormuştu kendini.

Lakin son bir gayretle sevdiğinin merakını gidermek istedi. "Bana panzehir verildi. Şehzade ise iyi." Biraz daha öksürdü. Az evvel ciğerine biriken kanlar ağzından tekrar dökülmeye başladı. Panzehrin etkisiydi bunlar. Ciğerdeki kan boşalacaktı ki şifa vuku bulacaktı.

Şirin ömrü hayatı boyunca ağlamadığı kadar ağlamak istiyordu lakin içine atmıştı gözyaşlarını. Murat'ın daha fazla kötü etkilenmesini istemiyordu. Kolundan sarkan beyaz kumaştan bir parça yırtıp yüzünü bir nebze temizlemeye çalıştı. Akan kanlar onu korkutmuştu. "Korkma, iyiyim ben. Panzehrin neticesidir."

Şirin tüm gücüyle Salih Giray'ı ayağa kaldırdı. Şehzadenin de elini tutarak Söğütlü Köşk'e doğru yol aldı.

♟️

Bir bölümün daha sonuna geldikk. Vote vermeyi unutmuyoruz♥️😘

BURASI ORHAN'A SÖVME BUTONUDUR. Kardeşini nasıl öldürdüğünü, diğer kardeşini de nasıl tahtından ettiğini gördük. Peki ya tüm divanı zehirlemesi... Fazla oluyorsun artık Orhannn!!!

SalŞir çiftimiz için ne dersiniz? Ben çok seviyorum onları, zorlu vakitlerden geçiyorlar, daha da beter olacaklar benden söylemesi.

NEYSE BAKALIM, HERKESE İYİ OKUMALAR😍😘😘

Loading...
0%