Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. "Kıyım"

@rubamsalepe

Karanlık Afşin Kale'ye çökmüştü, hava ne soğuk ne sıcaktı. Rüzgar esmiyordu. Etrafta duyulan tek ses nehrin sesiydi. Birkaç yüz adamın içinden sadece yirmi adamı yanımıza alabilmiştik. Zira hepsi birden dehlizi kullanamazdı. Eğer ki ilerideki köprüyü kullansaydık birçok Asafoğlu askeriyle karşılaşırdık. Orayı aşsalar dahi kale yolunda ilerlerken, onlara kale surlarından atılan oklar geçit vermezdi.

Şehzade yanıma doğru geldi ve elindeki urganı zırhıma bağladı. Diğer ucunu da kendine bağladı. "Nehir şiddetli akmaz şehzadem. Geçmemiz daha kolay olacak." Başıyla beni tasdik etti ve az evvel geçen öncülerin peşinden suya doğru ilerledi. "Hazır mısınız?"

"Hazırım."

Bileğimi tutup suyun içine girdi. Nefesimi tutup peşinden gittim. Birkaç adım sonra dehlize ulaşıp nefes alabildim. "Kaleyi fethetmek için kim bunu yapar ki? Divaneyiz biz." Şehzade derin bir nefes alıp boğazını temizledi ve ilerlemeye başladı. "Akıllıyı ne edelim sultanım? Bize divane gerek." İlerideki köprüyü kullanıp kendimizi açık etmek yerine dehlizi kullanarak kısa yolu seçmiştik. Köprüyü geçseydik hedef olacaktık lakin şimdi ne olacak onu dahi bilmiyoruz.

"Asker, derilerin içinden meşale ve çakmak taşlarını çıkart. Derhal aydınlat bizi. Ne kadar yol gideceğiz bilmiyoruz." Asker hemen emre itaat edip her yeri aydınlattı.

Babamla buraya girdiğim vakitler hatırıma düştü. Ne güzel günlerdi. Bu kaleye gelene kadar her şey güzeldi. Bu kale ise babamın mezarı olmuştu. Esasen zaruri bir vaziyet olmasa buraya bir daha adımımı dahi atmazdım lakin Bayezid'i bir başına bırakamazdım.

"Sarayı özlediniz mi sultanım?" Başımı iki yana salladım. Cenk meydanlarını özlemiştim. Saray belki de bu vaziyette en son özleyeceğim yerdi. "Cenk etmeyi özledim."

"Bir kere de olması icap ettiği gibi cevap verseniz şaşarım."

"Ne yapalım artık. Elinizde bu var."

Hafifçe güldü ve arkasına baktı. "Lala vaziyet nedir? Herkes geçebildi mi? Askerin halet-i ruhiyesi nasıl?"

"Şehzadem dehlizden içeri top atsalar dahi bizden kurtulamazlar. Hepsi cengaver maşallah. Hepsi geçti çok şükür."

Dehliz gittikçe daralıp dikleşiyordu. Hatta şişman birinin geçemeyeceği kadar dardı. Güç bela kendimizi yukarıya çekiyorduk. "Bu yol bu kadar uzun muydu ya? Kendimize işkence ederiz."

"Ne oldu sultanım? Sonunda size zor gelen bir şey mi oldu?"

"Zor değil de sıkıldım ben. Derhal baskın vermek isterim." Şehzade tam söze gireceği vakit öndeki asker durdu ve bize doğru döndü.

"Şehzadem."

"Söyle asker. Bir şey mi oldu?"

"Dehliz burada ikiye ayrılır."

Bu dediğine şaşırmıştım zira ben yol ayrımı hatırlamıyordum. Bayezid bana doğru baktı sanki kararı benim vermemi istiyormuş gibiydi. "Sultanım ne tarafa gideceğiz?"

Sözlerine karşılık gözlerimi sıkıca kapatıp yere çöktüm. "Hatırlayacağım." Hatırla hadi. Hatırlaman lazım.

"Şehzadem biri ağaçlığa çıkar biri de daha evvelden bahsettiğim hela taşının altına çıkar. Epey vakit geçtiği için unutmuşum lakin şimdi görünce hatırıma düştü. Yana doğru gidene girmemiz lazım."

Dümdüz gitseydik oradan ağaçlık alana çıkardık. Oradan tekrar bir dehlizle hela taşının altına gidilmiyordu. Zira ben pek küçüktüm. Hatırımda yanlış kalmış. Düz ayak gidilebiliyordu kaleye.

Biraz daha yol gittikten sonra pis kokan bir yere geldik. "Meşaleyi söndürün patlamayalım." sözlerinin ardından biraz daha ilerledik. Hela taşı tam da üzerimizdeydi. Yerler pislik doluydu lakin buna katlanmak zaruriyetindeydik. Karanlıkta görebildiğim kadar etrafa bakındım. Küçük bir taşı oynatmam gerekiyordu lakin o nerede bilemiyordum.

Elimi rast gele etrafta gezdirirken taşa ulaştım ve hareket ettirdim. Birden bire üzerimizdeki taş açıldı. Ben bunun ilmini anlamamıştım, bir taş oynatılınca nasıl koca taş açılırdı ki?

Öndeki iki asker hızlıca yukarıya çıktı, peşlerinden şehzadeyi de yanlarına aldılar. Ben de onun elini tutup yanına vardım. Çıktığımız yer büyük bir zindandı lakin yirmi adamı da burada sıkıştırmak yersizdi. Bu sebeple onlar aşağıda bekliyorlardı. Önümüzdeki iki asker de kilide soktuğu iki çubukla kilidi açmaya çalışıyorlardı.

Etrafta kimse yoktu. Ne tutuklu vardı ne de başlarında bekleyen biri. Kapı en sonunda açılınca Şehzade belindeki hançeri çekip en öne geçti. Askerler de dehlizden çıkınca zindanın içinde ilerlemeye başladık. Az ileride bir bekçi vardı. Şehzade sessizce arkasına doğru gitti ve hançerini boğazına geçirdi, adam sesini dahi çıkaramasan yere yığıldı.

"Üzgünüm asker, Mirzaoğlu'na ait bir kaleyi zapt etmeyecektin." Haklıydı. Kaleyi işgal eden düşmandı onlar. Başka neydi ki? Bizi fark edip bu tarafa doğru gelen adama doğru bir bıçak fırlattım. Tam da alnının ortasına isabet etmişti. Şehzade yanıma doğru yanaştı ve kulağıma eğildi. "Dünyada bir şeyden korkuyor olsaydım o da sen olurdun hatun."

Dediklerine sessizce güldüm ve arka tarafa baktım. Askerlerin hepsi gelmişti. Etrafta sadece altı tane nöbetçi vardı. Bizleri fark etmeden onları da halletmeliydik. Zira kaledeki herkes birden üstümüze gelirse bizim için zor vaziyet olurdu. Mağlup olabilirdik. İvedilikle kalenin komutan odasına geçip işgalci komutanı öldürmemiz lazımdı. Ondan sonra sivri dişli kaplan damgasıyla hepsine diz çöktürecektim.

"Yiğitlerim gidin ve bu adamların işini sessizce bitirin." Arka tarafta duran altı asker sessizce gidip aynı anda nöbetçileri hallettiler. Bu kadar kolay olabileceğini düşünmemiştim. Zira burasının asker dolu olması gerekiyordu. Herhalde komutanın odasında toplantı hâlindeydiler. Orada onlara zarar vermek durumunda kalabilirdik. Bu hoşuma gitmemişti. İçeride başımıza bir iş gelirse yardım için ıslıklı oku atamazdık.

"Hepsi içeride demek ki. Evvela boyun eğmeleri için damgayı gösterelim sultanım. Zaten boyun eğmezlerse kelleleri gidecek. Eğer ki evvela damgayı göstermezsek yine bizimle savaşırlar."

"Hakkınız var şehzadem lakin kalabalıklarsa işimiz pek zor. Beylerbeyi askerleri de yanımıza gelse daha iyi olurdu."

"Buna vaktimiz yok sultanım. Elimizden gelenin de fazlasını yapıp bu kaleyi onların başlarına yıkmamız lazım." Başımla onu tasdik edip yürümeye devam ettim. Bayezid başıyla, askerlerine kapıyı açmaları emrini verdi. Kapı açılınca biz de içeri girdik.

Komutan odası karanlıktı lakin etrafa bakındığımızda askerlerin burada olduğunu görebiliyorduk. Boynumdaki çift kılıçlı arslan damgasını yukarıya doğru kaldırdım. "Ben Asafoğlu hanedanının ferdiyim. Elimdeki damgaya hürmet edip bize boyun eğin."

Ben, sözlerimin karşısında itaat beklerken, Asafoğlu askerleri kılıçlarını çekip üstümüze geldiler. En az elli kişilerdi. Bu geniş odaya rahatlıkla hepimiz sığmıştık. Damgayı tekrar boynuma astım ve kılıcımı çekip bana saldıran askere sapladım. "Mehpare, koru kendini. Benim komutanı bulmam lazım. Eğer o giderse hepsi itaat eder." İlk defa beni yanından ayırmış, düşmanın üzerine gitmişti.

Bu karanlık odada, bana yaklaşan kim varsa canına okuyordum. Kapıdan sızan ay ışığı ile idare etmeye çalışıyorduk. Kıyafetime sakladığım bıçaklardan birini çıkartıp şehzadeye doğru giden askere fırlattım, sırtına denk gelen bıçak onu yere yığmaya yetmişti. Her yer kan revan olmuştu. Şehzade bir yandan önüne çıkan askerleri gebertiyor, bir yandan da komutanı arıyordu.

Sansar koşarak yanıma geldi, şehzadeyi yanımda sanmıştı zannımca. "Şehzademiz nerede sultanım?"

"Az evvel buradaydı ne varsa bana söyle." deyip önümdeki askerin kalbine hançer sapladım. Sansar da kılıcıyla karşısındaki adamı bertaraf ettikten sonra bana doğru döndü.

"Öldürdüğümüz her adam yerine yenisi gelir. Sultanım kale asker dolu. Yüzlerce kişi var."

Duyduklarıma şaşıp kalmıştım zira bize ordunun bu kadar kalabalık olduğu istihbaratı gelmemişti. Etrafa bakındım ve askerlerin arasında Bayezid'i aradım. "Sansar bak hele, üçüncü sütunun arkasında şehzademiz. Derhal mevzuyu ona arz et." Başıyla hızlı bir selam verip askerlerin arasından hızlıca onun yanına geçti. Buradan çıkmalıydık lakin nasıl olacaktı? Korktuğum başıma gelmişti, içeride olduğumuzdan ıslık okunu dahi atamıyorduk. Etrafıma baktım, askerlerimiz sadece yedi kişi kalmıştı. İçeride onlarcasını öldürmemize rağmen takviye ettikleri elli küsur askerleri daima mevcuttu. Yedi asker, Sansar, Lala, Bayezid ve Ben. On bir kişi elli kişiyle hatta daha fazlasıyla savaşıyorduk.

Etrafıma bakındım zira arada bir ne oluyor diye tetkik etmek gerekirdi lakin dikkatli olmak da icap ederdi. Temkinli şekilde etrafı gözetlediğimde Lala Ömer Efendi'nin yaralandığını gördüm, hızlıca yanına gittim. "Ömer Efendi iyi misin?" Ses vermiyordu. "Ömer Efendi?" Hareket de etmiyordu.

Birden kandiller yandı ve etraf aydınlandı. Şehzade ve Sansar ileride askerleri yarıp yanımıza gelmeye çalışırken boğazımdaki keskin kılıcın soğuğunu hissettim. "Mehparee!" Ömer Efendi'nin yaralanması beni zafiyete uğratmıştı. Hiçbir tedbir almadan öylece yere çökmüş onunla alakadar olmuştum. Olacağı buydu işte, nasıl bu kadar tedbirsiz olabilirdim? Boynumda kılıcın soğuğu ile etrafa bakındım. Etrafım tamamen çevrilmişti, buradan kaçmamın da imkânı yoktu.

Gözlerime duvardaki üç başlı köpek sancağı takıldı. Bu Firmenlerin damgasıydı. Ne diye Asafoğlu damgası yerine Firmen damgası vardı ki? Olanları anlamaya çalışırken birden sessizlik oldu.

"Mehpare Hatun ile yeniden karşılaştık. Ne kadar mesudum bilemezsiniz." Bu sözleri söyleyen ensemdeki kişi kılıcı biraz daha boynuma yaklaştırdı. Hatta biraz kanatmıştı. Biraz daha yukarı çıksaydı şah damarıma denk gelecekti. "Şehzade Bayezid. Eğer ki zevcenin gebermesini istemiyorsan kılıcını bırak." Bayezid'e dönüp başımı iki yana salladım. Bunu yapmamalıydı buradan kaçmalıydı.

Öfkeyle sözleri söyleyen adama baktı ve kılıcı yere bıraktı. O kılıcı bıraktığı gibi geriye bizim haricimizde geriye kalan üç askerimiz de kılıcını bıraktı. Evet çok az vakit içinde yedi askerden geriye üç kişi kalmıştı.

Düşman askerleri Bayezid'i bağladılar ve ivedilikle yerdeki cesetleri dışarı çıkardılar. Hemen peşinden de bizi, komutan tahtının tam karşısında, yere çöktürdüler. En önde ben ve Bayezid, arkamızda Sansar ve üç asker vardı. Lala Ömer Efendi'yi ise duvara yaslamışlar ve alakadar olmamışlardı.

Düşman komutanı karşımızdaki tahta oturdu ve kılıcını yere sapladı. "Sonunda yemimi yediniz. Aferin size."

"Seni yakalayıp öyle işkenceler edeceğim ki seni öldüreyim diye bana yalvaracaksın lakin ben buna müsaade etmeyeceğim." dedi Bayezid.

"Herkes aynı şeyi der. Mevcut vaziyetinin farkına var da konuş şehzade. Benimle aşık atacak halde değilsin. Önümde diz çökmüş alelade birinden farksızsın." Bayezid sinirlendi ve onun üstüne gitmeye kalktı lakin askerler ona mâni oldular.

"Ben Firmen Veliaht Prensi Kostas."

"Kostas mı?"

"Evet Mehpare. Yıllar evvel öldürdüğün Firmen prensinin ağabeyiyim lakin şimdi hesap vakti geldi çattı. Sizin için pek güzel son hazırladım." Bir ülkenin veliahtı, sırf benim sonumu getirmek için bizzat kendi gelmişti.

Demek ki Firmen Prensi Kostas yıllarca içinde kin beslemiş ve üstümüze saldırmak için vakit kollamıştı lakin benim idrak edemediğim husus şuydu. Burada ne işleri vardı?

"Ben bu meraklı bakışları bilirim. Ben nasıl buradayım onu merak edersiniz değil mi? Hemen anlatayım. Asafoğulları'nın şark ordusunun, mevki değiştirip buraya yöneldiğini kadim dostum Sultan Orhan'dan işittim. Kendisi olaya müdahale edemeyecek kadar meşguldü, benden istirham etti. Ben de can dostumu kırmak istemedim. Hemen ordumu toparladım ve kralımızın da müsaadesiyle derhal yola çıktım. Asafoğulları daha buraya varmadan onları yok ettim. Gönül isterdi ki Asaf Şah da yanlarında ölsün lakin kendisi komuta kademeyi vezirine bırakmış. Bundan ötürü kendisini öldüremedim. Her neyse ne diyordum? Asafoğlu zırhlarını askerlerime giydirip kaleyi ele geçirdim. Baktım kardeşimin katili de geliyor size böyle güzel bir karşılama töreni hazırlamak istedim." dedi. Demek ki Sultan Orhan gerçekten bizi bile bile ölüme yollamıştı. Resmen tuzağa çekilmiştik. Bayezid hayret içindeydi. Hatta o kadar şaşkındı ki ona cevap dahi veremedi. Orhan ile Kostas dosttu demek.

"Askerler, bir saat sonra bu soylu misafirlerimiz idam edilecekler. Şimdilik onlara dehliz olmayan zindana kadar eşlik edin. Şu ihtiyarı da alın hekime gösterin. Şehzadenin lalası, dostum Sultan Orhan için pek güzel hediye olabilir. Her neyse hadi dağılın, herkes vazifesinin başına geçsin!"

Kolumdan zorla tutup beni kaldıran askere kafa attım ve karnına vurduğum tekme ile onu yere devirdim. Kostas başını iki yana salladı. "Cık cık cık. Sakin ol. Buradan bir yere kaçamazsın. Eğer ki bir daha kaçmaya çalışırsan Bayezid'in kellesini senin elinle alırım." Hemen Bayezid'e döndüm ve gözlerine baktım. Hâlâ şaşkındı ve sabit vaziyette Kostas'a bakıyordu.

"Evvela surlardan aşağı doğru asılacaksınız. Canınızı vermeden de üstünüzden kızgın yağ dökülecek." deyip baş işareti yapıp adamlarına bizi götürmesini emretti. Kısa bir yürüyüşün ardından Bayezid ile beni bir zindana koydular, diğer askerlerimizi ise bizim göremediğimiz başka bir zindana hapsettiler. Tek kolumuz zincirle demire bağlıydı lakin parmaklıkların içinde rahat hareket edebiliyorduk.

Bayezid yere çöktü ve bana baktı. "İyi misin?" Başımı müspet manada salladım. "İyiyim. Siz iyi misiniz?"

"Ömer Efendi'ye bir şey olur diye aklım çıkar. Rabbim onu bizlere bağışlasın. Askerlerimi kaybettim. Ben bu tuzağa nasıl düştüm?"

"Siz de ucunda ölüm olduğunu bilirdiniz lakin geldiniz, kaderinize boyun eğdiniz. Kendinizi suçlamayın. Suçu kabahati olan biri varsa o da Sultan Orhan'dır."

"Cihangir de bizimleydi. Eğer ki kaleye gireydi ona bir şey olaydı ne edecekti ağabeyim? Benim aklım almıyor hatun."
Etrafa baktım. Kimsecikler yoktu. Başımdaki miğferi çıkartıp yere koydum. Başını avuçlarımın arasına aldım. "Eğer ki buradan kurtulsaydık güzel olurdu lakin ucunda ölüm olsa dahi sizinle bu yolda yürümek benim için şerefti."

Hafifçe gülümsedi ve elini koluma koydu. "Belki de benimle nikahlandığın için mutsuzsundur." Başımı iki yana salladım. "Kostas kardeşini öldürdüğüm için beni öldürmek ister, Sultan Orhan emrettiği için değil. Bunu aklınıza kazıyın."

"Sahiden de öldürdün mü?"

Bir yanım güzel bir prensesken bir yanım da acımasız bir savaşçıydı. "Hiç acımadan zevkle geberttim onu. O vakitler Erguvan'a saldırıp masumları öldürmüştü. Kısasa kısas ettim." Bu defa güldü. "Ben talihli bir adamım, seninle iyi ki nikahlanmışım."

Bu defa gülümsedim. Madem ölecektik aramızda gizli kalması icap eden hiçbir şey yoktu. "Esasen böyle bir vaziyette olmasaydık size bir şey arz edecektim." Yüzüme bakıp ne diyeceğimi anlamaya çalıştı. "Ne diyecektin."

"Sultan Kasım'ın arzu ettiği gibi, olması icap edeni yapacaktım." Hâlâ manasızca bana bakıyordu.

"Bizim izdivacımızın sebebi üç tahtı bir edebilecek bir vâris doğurmamdı. Eğer ki şimdi bu vaziyette olmayaydık size evlat verebilmek isterdim."

Dediklerime evvela şaşırdı sonra da bıyık altından gülümsedi. "Edepsizsin diye boşuna demiyordum ben. Sahiden edepsizsin."

"Madem öleceğiz bunu düşünecek değilim. Benim sizden başka yolum yok şehzadem. Baksanıza ölüme bile beraber gidiyoruz."

"Keşke seninle ahirimiz olabileydi. Elimden gelmez işte hiçbir şey." Başını hafifçe öne eğdi. Belli ki beni koruyamıyor olduğuna pek içerlemişti. Yüzünde mahcubiyet vardı. Halbuki ben sözlerimle onu mesut edeceğimi düşlemiştim.

"Şehzadem." Sesini çıkarmadı. "Bayezid." Bu ona ilk defa adıyla seslenişimdi. O da buna şaşırmış olacak ki birden yüzüme baktı. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Gülümsedim ve hafifçe doğrulup ona sarıldım. "Senin hiçbir kabahatin yok. Bu dünyada vuslata eremezsek ahirette elbet birbirimizi bulacağız."

"Sen nasıl bir hatunsun?"

"Cengaver, hançerle gezen, lafını esirgemeyen, inatçı, güzel bir hatunum." deyip güldüm. Elleriyle belimi sarıp o da güldü. "Cihanda eşin benzerin yok senin."

Ömrü hayatım boyunca ilk defa kalbim bu kadar sıcaktı. Sevmeyi ve sevilmeyi birden hissetmiştim. Esasen ona karşı büyük bir aşkla bağlı değildim lakin artık onsuz bir ömür hatırımın ucuna dahi gelmiyordu. Eğer ki ölmeseydik belki içimiz daha da titreyecek daha da sevecektik birbirimizi. Belki evlatlarımız olacaktı. Sarayımızda güzel günler geçirecektik lakin bu sadece bir düştü. Hakikat ise birazdan vuku bulacaktı. Hakikat tam manasıyla ölümdü.

Kapının kilidinin açılmasıyla sese doğru döndüm. Firmen askerlerinden birkaç tanesi gelmişti. Bayezid'in ilk yaptığı şey miğferime uzanmak oldu lakin ona mâni oldum. Zaten başımdan söküp alacaklardı. Daha sonra onların bana dokunmasının manası yoktu. Askerlerin bir kısmı beni bir kısmı da Bayezid'i duvardaki zincirlerden ayırdılar ve başka bir zincirle ellerimizi bağladılar. Bunun peşinden kollarımızdan çekiştire çekiştire bizi kale meydanına çıkardılar.

Onlarca meşale ile sanki gündüz gibi aydınlatılmış kale meydanında büyük kazanlarda yağ kızdırılırken bir yandan da asılacağımız halatlar hazırlanmıştı. Yolun sonu bu halatlardı. Ondan ötesi ebediyetti. "Kardeşimin canına kıydığın için sana daha beter şeyler etmem gerekirdi ama Sultan Orhan'ın hanedanına gelin gittiğin için ona hürmeten başına kötülük getirtmeyeceğim. Eğer ki Mirzaoğulları'na gelin gitmeyeydin seni askerlerime verirdim. Tek vazifen onların gönlünü hoş eylemek olurdu. Günlerce zindanlarda bırakırdım seni. Gebe kaldığın vakit ise seni asar ve başından aşağı kızgın yağ dökerdim."

Bu sözler karşısında çok sinirlensem de sesimi çıkarmadım. Bir şey yapacağı yoktu. Sadece giderayak bizim haleti ruhiyemizi bedbaht vaziyete sokmak niyetindeydi. Elim kolum bağlı olmasa gösterecektim ona namusuma laf etmenin bedelini. Ben sükûnetimi korursam Bayezid de korur diye düşledim lakin Bayezid benim gibi sessiz kalamadı. Zevcesi için söylenen bu sözler ona edilmiş sözlerdi. "Kostas seni geberteceğim. Çöz şu ellerimi el mi yaman bey mi yaman Bayezid mi yaman göreceksin. Seni bu kaleden aşağı atacağım yetmeyecek..."

"Susturun şunu." komutuyla askerler onun ağzını bağladı. Beş adam onu zor tutuyordu. Her an hepsini devirip Kostas'ı gebertebilirdi. O kadar güçlüydü ve o kadar divane olmuştu. Söylediği sözler yenecek yutulacak cinsten değildi.

Bayezid'e bakıp başımı iki yana salladım. "Sakin ol." Derin derin birkaç nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Bizleri kolumuzdan sürükleye sürükleye surların dibine getirdiler. Artık yolun sonuydu, son kez onun gözlerine baktım.

"Prensim, prensim!"

"Şurada bir zevkle adam öldürmediniz ne oldu?"

"Asafoğulları geldi. Surları geçmeye başladılar. Mâni olamadık."
Asafoğulları geldiyse Bayezid'in kurtulma ihtimali vardır. Etrafa bakındım, bir anda sivri dişli kaplan bayraklarıyla etrafımızı saran askerleri gördüm. Benim için ölümün başka bir çeşidi olsa da bu Bayezid'in kurtuluşuydu.

"Öldürün hepsini. Nasıl izin verirsiniz girmelerine, koskoca kaleden nasıl girdiler? Hepsini gebertin!" Sözleriyle kılıcına davrandı ve etrafına yaklaşan kim varsa yere serdi. Yanımdaki asker beni bırakıp Asafoğulları üstüne yürümüştü. Fırsattan istifade edip bana en yakın olan askerin boğazına bağlı olan ellerimi geçirip başını kırdım. Hemen peşinden kılıcını aldım. Asafoğulları'nın askerlerine dokunmayacaktım zira onlar benim de askerlerimdi. Kaleye girerken onları düşman gibi görüp öldürmeye çalışmıştım, öldürdüklerimiz Firmen askeri olsa da biz onları Asafoğlu sanıyorduk. Şimdi ise vaziyet farklıydı, gavurun eline geçen Müslüman toprağını geri almak gerekirdi. Asafoğulları bunu yapıyordu şimdi, onlara karşı kılıç çekip kan dökemezdim.

Bayezid de kendini Firmen askerlerinden kurtarmış, eline geçirdiği kılıçla onlara saldırmıştı. Önüme çıkan bir askere kılıcı geçirirken diğerine de saçımdan çıkardığım ucu sivri tokayı sapladım. Süsler her zaman süs için değildir!

"Mehpare. İyi misin?"

"İyiyim ben siz kendinize bakın asıl. İyi misiniz?"

"İyiyim ben de." deyip karşısına çıkan iki askeri de öldürüp yanıma geldi. Bileklerimize zincir vuran askerden aldığı anahtarların birini zincirin kilidine sokup çevirdi ve beni zincirlerden azat etti. Ben de onu çözdükten sonra etrafa bakındım. Asafoğulları üstün vaziyettelerdi. "Bayezid, gidelim buradan."

Başını iki yana salladı. "Adamlarımız ve Ömer Efendi burada. Onları almadan gidemeyiz."

"Firmenler mağlup olacak şehzadem. Asafoğulları adamlarımızı pek tabii serbest bırakacak lakin şimdi buradan çıkmazsak kim vurduya gideriz."

"Burada kalacağız."

"Peki o halde. Şunu bilmenizi isterim ki burada damgayı kaldırdığım vakit bana itaat etmezlerse beni alıp Şah dayıma götürürler ve akıbetim yay kirişiyle boğdurulmak olur lakin tasalanmayın size ve adamlarına bir halel gelmez."

"O kadar ileri giderler mi? Sen orada doğmadın bile." Sanki kendileri de böyle yapmıyormuş gibi konuşuyordu. Belki hatunlara yapmıyorlardı ama bizde hatun yahut er fark etmiyordu. İkisi de yağlı urganın, yay kirişinin elinde son nefesini veriyordu.

"Asafoğulları'na baş kaldıran herkes yağlı urgana mahkumdur." Elini omzuma koydu ve başını iki yana salladı. "Cesedimi çiğnemeleri lazım, müsaade etmem." dedi. Etrafına bakındı. Sadece Firmen Veliaht Prensi Kostas ve iki adamı ayaktaydı. Ancak onu ele geçirmek pek mümkün değildi. Sırf canına kıymayalım diye yaralı Ömer Efendi'yi rehin almıştı.

Esasen Ömer Efendi tüm cihanda tanınan biriydi. Neşrettiği kitapların herkese faydası dokunmuştu, herkes de onu bilir hürmet gösterirdi. Şehzade lalası olmadan evvel birçok diyarı gezip neşretmişti. Devlet erkanları ve hükümdarlarla görüşmüştü. Esasen birçok asker, komutan ve devlet adamı onu iyi bilirdi. Şimdi de ilk görüşlerinde onu tanımışlardı. Bu sebeple de müdahale etmemişlerdi askerler. Yahut şimdilik etmemişlerdi.

"Lalaa!" deyip ona doğru giden Bayezid'i kolundan tuttum. "Gitme." Benim sözümü dinlemeyip birkaç adım daha attı lakin bu defa onun gitmesine Asafoğulları askerleri mâni oldu. "Eğer ki yaklaşan olursa başını gövdesinden ayırırım bu adamın." deyip güldü. İnsanları zora sokmak iyi geliyordu ona. Bir asker onun sözlerini aldırmayıp Kostas'a yaklaşınca bu defa kendi tek kurtuluş anahtarı olan Ömer Efendi'nin boynuna doğru hançerini bastırmaya başladı. Zaten ayakta bile yarı baygın halde zor duran lala kanlar içinde yere yığıldı. Tek kurtuluş çaresini de bize acı çektirmek için heba etmişti.

Bayezid sesini bile çıkaramadı. Ona doğru yaklaşmaya yeltendi. Kostas'ın da canına minnetti bu. Silahsız ona gelen ve aklıyla düşünemeyen bir Şehzade...

Kostas'a onu yem etmeyecektim. Firmenler, ordusunu buraya yığsa dahi buna müsaade etmemeliydim. Birkaç adım atıp Bayezid'e doğru yürüdüm. Ve az evvel kullandığım sonra da tekrar saçıma iliştirdiğim tokayı çıkartıp ucunda kalan birkaç damla kanı sildim. Bunun işe yarayacağını biliyordum. Önümde hiç kimsenin olmadığına kanaat getirince tokayı hızlıca fırlatıp Kostas'ın boğazına denk getirdim. O olduğu yere yığılırken, herkes bunu yapan kişiyi arıyordu.

Bayezid arkasına dönüp bana doğru baktı. Gözlerinde hüzünden çok öfke vardı. Kostas'a olan öfkesi vardı. Yanına gittim ve etrafa bakındım, onu teselli etmeye dahi vaktim yoktu. Asafoğulları'nın komutanı bana doğru geliyordu. Bayezid'in yanından ayrılıp az evvel Kostas'ı geberttiğim yere gittim. Yanda duran yüksek tahta parçasının üstüne çıktım. Ve son ümidim olan çift kılıçlı aslan damgasını çıkardım.

"Ben Mehpare Sultan. Babam Erguvan Prensi Arslan Bey, annem Asafoğulları prenseslerinden Raziye Begüm'dür. Şimdi sizin bu damgaya boyun eğip bu kaleden çekilmenizi isterim. Aksi taktirde yaptığınız hanedana itaatsizlik sayılacak. Şimdi boyun eğin ve diz çökün."

♟️

YİNE BİR YENİ BÖLÜMLE KARŞINIZDAYIM.

Savaşçı Mehpare izlemek bana çok zevk veriyor, size de veriyor mu?

Sizce Asafoğulları Mehpare'ye itaat edecek mi?

Dengeler nasıl değişecek, hepsi için bir sonraki ayın 15inde tekrar buluşalım.

SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM VE ÖZLÜYORUM. 31 TEMMUZ'DAN SONRA DOYA DOYA HASRET GİDERECEĞİZ UMARIM.

Hepinizi öpüyorum, yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın🥰❤❤
Öptümmm😘😘😘

Loading...
0%