Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. "Esas Han"

@rubamsalepe

Mehpare'den

Askerler şaşkınca damgaya bakıyor gerçek mi değil mi anlamaya çalışıyordu. Pür dikkat baktıktan sonra gerçek olduğunu kabullenmiş olacaklar ki dizlerinin üzerine çöküp kılıçlarını avuçları içine aldılar ve bana sundular. Olmuştu, damgaya itaat etmişler, sözümü dinlemişlerdi. Bayezid'e bakmaya korkuyordum zira vaziyetinin iyi olmadığını biliyordum lakin duramayıp başımı ona doğru çevirdim, lalasının acısı yüzünden okunuyorken şaşkınlığını da gizleyemiyordu. Esasen ben de şaşırmıştım. Bu kadar kolay mıydı itaat etmeleri?

"Mehpare Hatun!" diye seslenen komutana baktım. Avuçlarının içinde çift kılıçlı arslan damgası vardı. Aynı benim gibi damgayı havaya kaldırdı ve askerlerin bakış açısına girdi. "Çift kılıçlı arslana itaat edin. Şahımızın şahsi damgasıdır. Mehpare Hatun'daki mühre itaat etmeyen hanedana itaatsizlik eder, doğrudur lakin bu çift kılıçlı damgaya itaat etmeyenin cezası kati suretle ölümdür."

Bu sözler karşısında askerler şaşkına dönmüşlerdi zira şahın damgasını görmeyi ben de dahil olmak üzere hiç birimiz tahmin edememiştik. Askerler bu defa boyunlarına astıkları damgalarını avuçlarına alıp şahın damgasına boyun eğdiler.

Bu damga meselesi alelade bir iş değildi. Gerçekten de ona hürmet büyüktü. Vaktiyle damgalara itaat etmeyenler hanedana isyan ettikleri gerekçesiyle idam edilmişlerdi. Yüzlerce insan hayatını kaybetmişti.

İşte şimdi hayatım tehlikedeydi. Kesinlikle tutuklanacak ve Asafoğulları'na götürülecektim, daha sonra da yay kirişiyle kavuşacaktım. Ölümden zerre korkum yoktu lakin tamam etmediğim çok şey vardı. Menzile ulaşmadan ölmek istemiyordum.

Askerlerin bu defa şah damgasına itaat ettiğinden dolayı Bayezid, beni tehlikede hissetmiş olacak ki dibime kadar geldi ve tam önümde bana siper oldu. "Mehpare Hatun, teslim olun daha fazla kan dökülmesin." Bayezid'in canına zeval gelmesine müsaade edemezdim. Çıktığım yüksek basamaktan aşağıya inip Bayezid'in yanına geçtim.

"Sakın hatırına getirme. Sakın!" Başımı iki yana salladım. "Benim kanımı akıtamazlar lakin size acımazlar. Siz Mirzaoğlu'sunuz. Benden yana hakkım helal olsun, siz de helal edin." Bu defa başını iki yana salladı ve bileğimi avuçlarının arasına aldı. "Gidersen helal etmem. Gidemezsin. İşittin mi beni? Zinhar gidemezsin."

Beni koruyacağı vakit miydi şimdi? Kendini koruyacaktı ki ölmeden yetişebilirse beni kurtarabilsin. "Komutan, şehzademe dokunmayın. Dediğiniz gibi olsun, buyruğa itaat edeceğim." Bayezid hâlâ bileğimi kavramayı sürdürüyordu. O kadar sıkı tutuyordu ki o müsaade etmeden gitmem mümkün değildi. Diğer elimi kolumu kavrayan elinin üzerine koydum.

Biliyordu, eğer beni bırakmazsa ikimiz de ölecektik. Eğer bırakırsa küçük ihtimal dahi olsa yaşayabilirdim yahut ölümüm gecikirdi. İki avucumun içine aldığım elini öpüp başıma koydum. Bu kadardı bizim başlamadan biten sevdamız. Mersiyelere konu, Bayezid'in Derûni mahlasıyla yazdığı divana şiir olabilirdik lakin biz son vakte kadar savaşmayı seçmiştik. Avuçlarımdaki elini serbest bırakıp komutana baktım, yanına gidip teslim olacaktım. İki adım attıktan sonra tekrar Bayezid'e baktım, sıcak bir şekilde gülümsedim. Hiçbir şey diyemedi, ne kolumu tutup durdurabildi ne de benimle gelebildi. Yapamadı, yapamazdı da.

Bir adım daha attıktan sonra dehlizin olduğu zindan tarafından Cihangir, Beylerbeyi ve askerler içeri girmeye başladı. Haber göndermemiştik lakin geç olduğundan sebep kalede yolunda olmayan bir şeyler olduğunu anlamışlardı zannımca. Asker sayısı gittikçe artıyor, Asafoğulları'nın da etrafı sarılıyordu lakin yine de ne kadar yeterli olabilecektik ki? Getirdiğimiz kişi sayısı belliydi, fazlası gökten zembille inecek değildi ya.

Beylerbeyi, elindeki kılıcı kınına soktu ve giyiminden her hâlükârda komutan olduğu belli olan Asafoğlu komutanının karşısına geçti. "Kılıçlarınızı bırakın." dedi. Fazla kendine güvenir konuşursun paşam, bizim gücümüz onlara bu kadar az iken yetmez.

"Burada üstün vaziyette olan biziz, ne diye ahkâm kesersin? Asıl siz indirin kılıcınızı. Gayrı bu kale de..." deyip başını bana doğru çevirdi "Bu ikisi de bizim hükmümüz altındadır." Bayezid'i de mi öldüreceklerdi? Belki de Orhan Han ile bunun ahdini yapmışlardı.

"Paşam, şehzadelerimizi de alıp gidin buradan." Başını iki yana sallayıp kale kapısına doğru baktı, kılıcı kınıyla beraber çıkarıp kapıyı gösterdi. "Kapıda kimse nöbet tutmaz, yerdeki cesetlere de bakarsak Firmenler buradaydı, siz de onlarla dövüş ederken emniyet meselesini hatırınızdan çıkarmışsınız."

Doğru söylüyordu, ne burçlarda asker ne de kapıda nöbetçiler vardı. Dövüşmekten bunu ihmal etmişlerdi, hata yapmışlardı. Gündüz vakti nehre doğru ilerleyen bunca askeri görmemelerinin sebebi de böylece anlaşılır olmuştu.

Komutan, birkaç askere burçlar ve kapıda nöbet tutma vazifesi verdi. Beylerbeyi bunu aşikâr ettiyse mutlaka bir sebebi vardı yoksa bizim lehimize vaziyeti neden çevirsin ki?

"Komutanım, Komutanım!" Baş işaretiyle söyle dedi Komutan. "Birkaç mancınık ve askerler. Dışarısı asker dolu. Yüzlerce asker, hatta belki de binlerce."

Komutanın yüzünün rengi birden değişti, zaten sert olan ifadesi daha da sertleşti. "Köprüden mi geçtiler nehri? Bu kadar kısa sürede imkansız bu. Nasıl olur?"

"Kartal damgalı sancaklar komutanım. Erguvanlılar geldiler, Sefer Bey geldi." Bu ismi duyduğum her vakit tiksinirdim lakin ilk defa böyle hissetmiyordum. Öz memleketim beni kurtarmaya mı gelmişti? Nereden haber almıştı, nasıl olmuştu?

"Eğer ki şimdi teslim olmazsanız Sefer Bey burayı yakıp yıkacak. İtaat edin ki yaşayabilesiniz." Elimdeki damgayı tekrar kaldırdım. "Eğer ki bana biat ederseniz hususi askerlerim olacaksınız sizi zinhar Şah'a teslim etmem." Kıskaç altındalardı, ne ileri ne geri gidebiliyorlardı. Ya bana itaat edecekler ya da öleceklerdi, başka çareleri yoktu.

İçlerinden biri ayağı kalkıp söz aldı. "Eğer ki eli boş dönersek öleceğiz. Ben ölmek istemem." deyip yanıma geldi. "Ben de." deyip yanıma gelen askerlerden sonra diğerleri de onu takip etti. Hepsi bana itaat etmişlerdi, Komutan bir başına kalmıştı. Asaf Şah'ı bizzat tanımasam bile biliyordum ki vicdansız biriydi, zulüm ondan sorulurdu. Ahaliyi bile bezdirmiş, göç için münasip mevsim geldiğinde ise yükünü hayvanına yükleyen, kaçabilen Mirzaoğulları topraklarına kaçmıştı.

"Sen de itaat et, yaşa." Başını iki yana salladı ve elindeki damgayı hançeriyle parçalara ayırdı. Benim elime geçmesin diye yapmıştı bunu. Şah, kendisine damganın aynısından tekrar yaptırabilirdi. "Şahımın elinden ölmeyi yeğlerim." dedi. Gerçekten de sadıktı. Bayezid'e baktım, o da benim düşündüğümü düşünüyordu, başını yavaşça aşağı yukarı salladı.

"O vakit hürsün. Sansar, kapıdan çıkana kadar komutana refakat et sonra da Sefer Beyleri içeri buyur et." Hür müydük şimdi? Ölmemiştik değil mi? Bu defa kefeni yırtmıştık. Savaş içinde savaş vermiş ve muvaffak olmuştuk.

Komutanın dışarı çıkmasıyla Bayezid derhal lalasının başına gitti. Son nefesini çoktan vermişti, yarı açık kalmış gözlerini de Bayezid örttü. Şehit olmuştu lala. Daha büyük makam var mıydı bundan başka? O kendinde değildi lakin benim her şeyi tertiplemem gerekiyordu.

Evvela askerlere baktım, hepsi yorgun ve ne yaşadığına mana verememiş gibi bakıyordu. Onları gerçekten de yanımda götürecek, Bayezid'in ordusuna katacaktım. Buna karşı çıkmayacağını da biliyordum şehzademin.

"Askerlerim, ben hem Erguvanlıyım hem de Asafoğlu'yum lakin şimdi yerim Mirzaoğulları'nın yanıdır. Siz de benim askerlerimsiniz, ne isterseniz çekinmeyin söyleyin. Çok yorulduk, istirahat edip bir şeyler yiyin."

Sözlerimin ardından askerler kalenin içine ve kilerine doğru gittiler. Beylerbeyi ve Cihangir'e minnet dolu gözlerle bakıp baş selamı verdikten sonra kapıda beliren Sefer Bey'i gördüm. Başımı Bayezid'e çevirdim, pek kendinde değildi. Lalasının acısını yaşıyor, başından da ayrılmıyordu. İş başa düşmüştü.

Yerdeki Mirzaoğlu miğferlerinden birini alıp başıma geçirdikten sonra Sefer Bey'in yanına gittim. Başıyla verdiği selama aynı şekilde karşılık verip askerlere baktım. Tanıdığım, tanımadığım herkesin üzerinde kartal damgası vardı.

"Siz nasıl haber aldınız? Mancınıkla gelecek kadar nasıl bu kadar hızlı olabildiniz Sefer Bey?"

Cihangir amcasıyla alakadar olurken beylerbeyi de yanımıza gelmişti. Belli ki bu heybetli adam da işin içindeydi.

"Siz iyi misiniz? Yaralanmadınız değil mi?" Beni mi düşünüyordu gerçekten? Başkası olsa sevinirdim lakin onun kelamları bana zinhar tesir edemezdi lakin iyi miydim? Etrafıma baktım, askerler şehit olmuştu, lalayı da şehit vermiştik. Eğer ki ölmez de sağ kalırsak düşmanıma yeni düşmanlar kazandırmıştım, Bayezid de artık Firmenler'in ölüm defterine kaydolmuştu.

Ellerim kan içindeydi lakin bu da pek umurumda değildi. Az evvel fark etmemiştim lakin yüzüme bir darbe yemiş olacağım ki gerçekten acı hissediyordum. Bunların haricinde iyiydim zannımca, ne kadar iyi olunabilirse.

"Gördüğünüz gibiyim Sefer Bey. Siz nereden haber aldınız?" Bunlar ayak üstü konuşulacak şeyler de değildi. Askerlere baktım, içlerinde tanımadıklarım her şeyi duymak zorunda değillerdi, sadece Sefer Bey duysa yeterdi. "Hususi konuşsak daha iyi zannımca." dedi, aklımdan geçeni okumuştu.

"Şehzadem." diye seslendim arkama dönüp. Bakışlarımdan anlamıştı yanımda olmasına ihtiyacım olduğunu. Yas sonraydı, şimdi mevzubahis olan devletti, sanki hiçbir şey olmamış gibi dimdik ayağı kalktı ve kaledeki odalardan birine geçti. Ben de elimle o tarafı gösterdiğim vakit askerlerin ardına gizlenen birkaç kişi öne çıkıverdi.

Nikahımda şahitlik eden Beşiri Yusuf Paşa ve Hâcegan Lala Mustafa Efendi buradaydı. Yanlarına biri daha vardı lakin onu tanımıyordum. Bu mesele gerçekten de devlet meselesiydi. Hepsini içeri buyur ettikten sonra ben de peşlerinden girdim.

"Paşalar, hâcegan? Siz nereden çıktınız?" Sefer Bey'e bakan paşa olduğunu öğrendiğim bey söze girdi. "Şehzadem, şükür ki hayattasınız. Ben bir vazife ile buraya geldim. En başından anlatmak isterim müsaadenizle." Bayezid eliyle devam et hareketi yaptıktan sonra paşa anlatmaya başladı. Bayezid de kulağıma eğilip onun Kemankeş Dilaver Paşa olduğunu söyledi. Demek ki mesele Sefer Bey'den değil, daha evvelden başlıyordu.

"Kasım Han ile yine tebdil kıyafet ahali arasına karışmıştık. O vakit kahvehanede bir serbaz bize öyle bir malumat verdi ki bir tertip kurmamız icap etti. Bilirsiniz, hırslı hangi âyan varsa Orhan Han'ın etrafında toplanmıştır. Serbazlar deseniz bir kısmı Kasım Han'a sadıkken bir kısmı da altın gördü mü hemen sadakati değişiverir. Kasım Han, Orhan Han'ın isyan edeceğini, kendisinin de avlakta hâl edileceğini öğrendi. Az evvel saydığım hususlar geldi aklına. Bir de ava az vakit kalmış, Orhan Han da muhtemeldir ki çoktan yola koyulmuştu. Bilirsiniz hünkârımız kan dökmeyi hiç sevmezdi. Kan dökülmesini yine istemedi, serbazlara da güvenip sırtını yaslayamadı, bundan sebep savaşmadı. Siz de Saruhan Sancakbeyi olarak veliahttınız şehzadem. Orhan Han ise devlet için her vakit tehlikeli olmuş, tehlikeli kişilerle de bir olmuştur." Gözlerini hafifçe kısıp tedirgince Cihangir'e baktı. "Paşam babam dahi olsa hain haindir. Anlatınız istirham ederim."

Elini göğsüne koyup 'Eyvallah' çeken paşa tekrar söze devam etti. "Dediğim gibi serbazlara güvenemedi. Orhan Han da pek güçlüydü. Onun gücünü dağıtmanın yolu vakit kazanmaktı lakin vakit yoktu. Tahttan indirilirken mukavemet etmedi ve itaat etti. Bizlere de bir sürü vazife verdi. Orhan Han'ın gücünü kırmak için onun tahta çıkmasına müsaade etti. Eğer tahta çıkarsa zulüm edeceğini tahmin ediyordu lakin ahali onun gerçek yüzünü görüp yüz çevirecekti, böylece gücü azalacaktı. Daha az can yanması için bazı canlar yanmak mecburiyetinde kaldı. Bize emrettiği şey de size lazım gelen ne varsa temin edip Orhan Han'ın âyan gücünü bastırmamız ve onu tahtından etmemizdir. Kardeş kanı dökülsün istemez bundan sebep öldürülmemesini ister. Yapmanız icap eden şey Orhan Han ile Şehzade Osman'ı hapsetmektir."

Demek ki gücünü kırmak için evvela güç vermişti Orhan Han'a. Kırk yıl düşünsem böylesi aklıma gelmezdi. Kasım Han gerçekten zekiydi, canı pahasına ne işler etmişti.

"Osman mı dediniz paşa? Babam ile midir?" Kemankeş'in başıyla tasdikinin ardından Şehzade Cihangir hüzne boğuldu. Osman anlaştıkları gibi etmemiş, babasının yanında yer almıştı, hata etmişti. Belki de her şey düzgün olacakken o mahvetmişti.

"Biz de hâl haberinin ardından hünkârımızın verdiği emirle dersaadetten ayrıldık. Diğer paşalar da bu emri aldılar lakin kendi başlarına oyun etmişler, hepsinin canlarına kıymış Orhan Han. Hâcegan'la beraber âyanların üzerine gidip onların bir kısmının size itaatini sağladık, makam mevkii verileceğini ve taşradan Dersaadet'e geleceklerini duydukları vakit itaat ettiler. Orhan Han'ın hâl edilmesinden sonra başımıza dert olacaklar bu âyanlar lakin şimdi böyle etmemiz icap ederdi. İşte biz bunlarla uğraştığımız vakitlerde Afşin Kale malumatını aldığımızda az askerle olmanız içimize sinmedi. Kasım Han bana tam yetki vermişti. Ben de gidip Erguvan'dan destek aldım. Buraya gelene kadar da yoldaki Firmen ve Asafoğlu ulaklarından malumat edinince gelip sizi kurtardık." Sadrazam Beşiri Yusuf Paşa bir solukta anlatıvermişti ve olduysa. Gerçekten büyük bir tertip yapmışlardı lakin neticesi ne olacaktı?

"Sağ olasınız Sefer Bey. Eğer ki ordunuz yetişmeyeydi bu tertip de işe yaramazdı. Kasım Han'ın oyunu bozulmadı. Orhan Han ve Firmen- Asafoğlu oyunlarını da başlarına geçirdik sayenizde."

"Vazifemiz Şehzade Hazretleri. Hem Mehpare Hatun'u da bu vaziyette bırakamazdık." Yine laf bana gelmişti. Her sözünde babamın katili olduğu geliyordu hatırıma. Ötesini kimse beklememeliydi benden.

"Mancınıkları nasıl getirdiniz, yavaşlatmadı mı sizi?" Beylerbeyi iyi ki sormuştu bunu, cevabı ben de merak ediyordum. "Paşam, tedbiren hududa yakın bölgelerde gizlediğimiz mancınıklardan birkaçı bunlar. Yakınlardaydı, Erguvan'dan getirmedik." Her şeyi öyle kusursuz tertip etmişlerdi ki ben her anlattıklarına hayranlık duyuyordum. Kasım Han'a gerçekten hayrandım. Herkes derdi ki çok nahif bir ruhu vardı, ben bunu bilmem lakin ne kadar zeki olduğunu iyi bilirim.

"Şehitlerimiz vardır, lalam da şehit olmuştur. Şehitlerimizi Saruhan'a göndermek icap eder. Firmenler'den ölenleri de göndermemiz gerekir. Bu Kostas meselesi yine başımızı ağrıtacak, iç meselelerimizde zaten bunca sıkıntı varken inşallah bir savaşla daha karşı karşıya kalmayız. Şimdi gelin, şehitlerimizi hazırlayalım. Çok geçmeden yola revan olmaları icap eder." deyip kapıyı gösterdi Şehzade.

Kostas meselesini ben başlarına sarmıştım. Vaktiyle kardeşini şimdi de kendisini gebertmiştim. Firmenler asla unutmazlardı, bilirdim ki bunun intikamını bizden en kötü şekilde alacaklardı lakin biz buna müsaade eder miydik? Zinhar etmezdik.

Bayezid'in isteğiyle paşalar dışarı çıkarken odada sadece ben ve Sefer Bey kalmıştık. Tam kapıdan çıkacakken "Bekle." sesiyle yerimde durdum. Neden bekleyecektim? Sefer Bey'e döndüm, yüzünde sebebini bilmediğim bir hüzün vardı.

"Kasım Han artık tahtta değil. Boşan Şehzade'den, kalemize dönüp nikahlanalım." Ne dediğini biliyor muydu acaba? Boşanmayı artık aklımın ucundan dahi geçirmezken ben, o bunu nasıl söyleyebilirdi? Babamın katili bana böyle nasıl emir verebilirdi?

"Sefer Bey, Erguvan'a dön. Senin yerin orası, benim yerim de gayrı Mirzaoğlu'dur." Başını iki yana salladı, yüzündeki o ifade de sürüyordu.

"Soyum Erguvan kanı ile sürsün istedim ben, nikahıma almak istedim seni. Bundan sebep bu yaşıma kadar nikahıma başka bir hatun almadım. Bir evlat sahibi de olmadım, dedim ki hem hanedandandır hem de amca kızıdır. Bunca yıl seni beklerken tam nikahımızın olacağı vakit kayıp gittin ellerimden bilmediğim diyarlara, keşke o vakit hançerini boğazıma dayayıp öldürseydin beni." dedi.

"Senin, babamı öldürdüğün gibi mi Sefer Bey? Sana varır mıydım ben? Şimdi çekip hançerimi kessem gırtlağını yeridir lakin duruyor isem Kasım Han emrettiği içindir bilesin."

Yüzünde hüzün vardı lakin başı öne eğik değildi. Üzülüyor muydu babam için, bilmiyordum. Sefer Bey katı bir insandır bunu iyi bilirdim lakin şimdi hiç de öyle görünmüyordu. "Bunca vakit benden nefret edip sebebini dahi söylemedin bana. Hep düşünüp durdum nedenini lakin bulamamıştım. Ladin'den gittiğin vakit sürgüne yolladığım Karaca'yı saraya getirttim."

Karaca benim süt kardeşimdi. Anamın sütü yetmediği vakitler Karaca'nın anasından süt emmişim. Karaca vaktiyle bildiğini okuyup birkaç mevzuya karışınca sürgün yemişti lakin şimdi neden onun neden geri çağrıldığını idrak edememiştim.

"Karaca'yı çağırdım çünkü sürekli onunla mektuplaştığını bilirdim, neden gittiğinin sebebini o bilir diye düşündüm. Padişah emrine karşı gelmek olur diye karşına çıkamadım o gün. Sen gittikten bir gün sonra Karaca gelip huzuruma çıktı. En sonunda bana olan nefretinin sebebini öğrendim. Ben katil değilim Mehpare, amcamın canına ben kıymadım."

Gözlerimi açabildiğim kadar açtım ve şaşkınca ona baktım. Katil o değil miydi? Yalan söylüyordu, inanmıyordum ona. Kim inanırdı ki zaten küçüklüğünden beri inandığı gerçeğin yalan çıkmasına? "Babamın canına sen kıydın bilirim, bir de utanmadan inkar mı edersin? Koskoca Bey olmuşsun, o oturduğun tahttan utan bari, Sefer Bey, ata yadigarı tahttan utan!"

"Baban savaşta şehit düştü kimse canına kıymadı lakin sana bunu kimin söylediğini bilirim, sana bunu söyleyen fırsattan istifade edip Erguvan'ı yıkmak isteyen biriydi. Yınal Bey demiş sana bunları bilirim."

Evet Yınal Bey demişti, birer birer anlatmıştı olup biteni. Zarife'nin babasıydı o, babamın da en yakınlarındandı. Ona güvenmeyecektim de kime güvenecektim? Babamın ölümünden sonra kendimi hep intikam için yetiştirmiş, dövüşte bile usta hâle gelmiştim. Bu sürede de hiç kimseye nefretimden bahsetmemiştim, bir tek Zarife ve Karaca bilmişti içimde kopan rüzgarları. Sefer Bey beni kendine inandıramazdı, inanmazdım ona.

"Küçüktün hatırlayacağını zannetmem lakin ilk tahta çıktığım vakit Yınal Bey'in kışkırtmasıyla beyler beni, babanın ölmesine sebep olmakla suçlamışlardı. Arslan Bey'in ölümüne benim vesile olduğumu demişlerdi, o vakit kendimi ispat etmiştim. Ben babanı öldürmedim, delilim de vardır." deyip aralık kalan kapıdan dışarıya doğru seslendi. Yanına gelen askerinin kulağına bir şeyler fısıldadıktan bir müddet sonra içeriye birini buyur etti.

"Gazi Bey." Babamın sağ koluydu lakin onun ölümünden sonra Ladin dışında vazifeler almıştı. Bundan sebep pek göremezdik birbirimizi. Büyük cengaverdi Gazi Bey, adını da o cengaverliklerin nişanesi olarak almıştı lakin bir vakit sonra esas adı da söylenmez hâle gelmiş, Gazi Bey olarak kalmıştı. Sözünün eriydi, öyle ki ceza alacağını bile bile kendi hatalarını bile anlatırdı. Bundan sebep herkes onun sözlerine itibar ederdi. Ben de, pek görmesem dahi, güvenirdim ona.

"Mehpare Hatun, zatıâliniz nasıllar?" Başımı iyiyim manasında salladıktan sonra ben de onun ahvalini sordum. Cevabından sonra da merak ettiğim kısma gelmiştik. Acaba ne anlatacaktı, şahit o muydu?

"Bunu soracağınızı tahmin ettiğinden Sefer Bey, buraya benim de gelmemi münasip gördü. Size yanlış bildiğiniz bazı meselelerin esasını aşikar etmeye geldim. Yınal Bey esasen Asafoğlu casusuydu. Yıllarca içimizdeydi lakin babanızın vefatı sonrasında kendini bir şekilde aşikar etti sonra da sürgün yedi."

Neler diyordu böyle, inandığım her şey bir anda yerle yeksan olmuştu. Yınal Bey neden beni bir yalana inandırmıştı? Neden yapmıştı bunu?

"Maksadını geç öğrendik. Bilirsiniz Erguvan, Asafoğulları için Karadeniz'e çıkış noktasıdır. Bu pek mühimdir onlar için ve dahi bizim için de öyledir. En son babanızın şehit olduğu savaş da bundan sebep olmuştu. Erguvan'dan Karadeniz'e çıkış aradı Asafoğulları. Savaşta babanız şehit oldu lakin biz galip geldik. İşte Yınal Bey de biz galip geldiğimizden bir oyun etti. Arslan Bey'in ölümüne neden olanın Sefer Bey olduğunu söyleyip sahte deliller öne sürdü lakin biz Sefer Bey'in masumiyetini bilirdik, ispatladık. Öğrendik ki Yınal Bey'in amacı Sefer Bey'i tahtından edip, tahtı da ülkeyi de Asafoğulları'na vermekti. Vârisi olmayan bir taht ne kadar ayakta kalabilirdi ki? Bu boşluktan yararlanıp emellerini başaracaklardı lakin biz onların oyunlarını bozduk. Hakikat budur Mehpare Hatun, babanız şehittir, Sefer Bey de masumdur."

Gözlerimden benden habersizce akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim ve Gazi Bey'in gözlerinin içine baktım. Biliyordum doğruyu söylediğini, istesem Kuran'a bile el basardı bunun için. Yınal Bey sırf kendi başaramadığı şeyi ben başarayım diye beni doldurmuş, yalanlar söylemişti. Biraz daha düşününce iyice idrak etmiştim. Ben iki hanedan mensubuydum eğer ki düşlediğim gibi Erguvan tahtına geçseydim Asafoğulları tahtta hak iddia edebilirdi. Yınal Bey uzun vadede tertip yapmıştı, eğer ki Kasım Han olmasaydı ben de bu tertibin bir parçası olup oyuna gelecektim.

Peki ya Zarife'ye ne diyecektim ben? Biliyordum onun da her şeyden habersiz olduğunu. Babasının hainliğini söylesem bunu nasıl kaldıracaktı? Nasıl olacaktı bu? Diyemezdim ki ona hiçbir şeyi.

Yıllarca bir yalanla kalbimi de zihnimi de meşgul etmiş, içimde her zerreyi intikamla, nefretle doldurmuştum lakin şimdi bir yandan öğrendiklerimle üzgünken bir yandan da madem hakikat bu, o vakit meydana çıkması da en iyisidir dedim.

"Gazi Bey. Gözlerimi açtınız, nefretle körelen yüreğime merhem oldunuz, Allah razı olsun." Başıyla selam verip dışarı çıktıktan sonra odada yine Sefer Bey ile yalnızdık. "Ben küçüklüğümden beri bir yalana inanmışım, meğer sen suçsuzmuşsun Sefer Bey. Hiçbir vakit kılıcımı elimden bırakmadım bir gün de o kılıçla tahta çıkmayı düşledim hep lakin yalanmış. Gayrı taht sizindir, hiçbir hak iddia etmem."

Zira artık biliyordum ki ben Erguvan tahtına geçersem Erguvan, Asafoğulları'nın eline geçecekti, bu da Mirzaoğulları'yla savaş demekti. Buna razı gelemezdim, bu taht Sefer Bey ve ileride doğacak evlatlarına aitti.

"Ben seni suçladım ömrüm boyunca, bağışlayasın beni." Başını iki yana salladı. "Zinhar Mehpare Hatun, zinhar öyle düşünme. Başkasının suçundan sebep af dileme. Şimdi idrak ettin ya gerçekleri o bana yeter. Benden nefret ettiğini bile bile bekledim ben seni, şimdiden sonra ne edersen de başım gözüm üstünedir. Gel dönelim kalemize bundan sonraki her vaktini cennete çevireyim."

Daha az evvel nefretle baktığım, ömrüm boyunca babamın katili olduğuna inandığım adam şimdi her suçlamadan beraat etmişti, beni geri döndürmek ve benimle nikahlanmak istiyordu. Bilmiyordu ki ben Ladin Kalesi'nden çıktığım andan itibaren yerim yurdum Bayezid'in yanı olmuştu. Ölüme dahi giderdim onunla ki gitmiştim de. Burası ikimizde de mezar olacaktı kurtulmasaydık. Ben o kömür gözler olmadan yapamazdım artık.

"Benim yerim Şehzade Bayezid'in yanıdır Sefer Bey. Bir hatunla nikahlanıp hanedanımızı büyütesin, evlatların da devletimizi ileri götürecek yiğitler olsun. Beklemeyesin beni, benim yolum artık şehzademin yoludur."

Sefer Bey esasen bu cevabı bekliyordu lakin tek bir ihtimal dahi olsa denemek istemişti. O da artık yoluna bakacaktı ve mümkün olduğu kadar Bayezid'e yardım edecekti, benim için yapacaktı bunu, hiçbir şey demese de o bakışlarından idrak etmiştim bunu.

Başımla selam verip kendimi odadan dışarı attım. Avluda birçok asker vardı lakin aradığım kişi orada değildi. Cihangir'i gördüğüm vakit hemen yanına gittim. "Şehzadem amcanız nerede?"

"İçeridedir, paşalarla görüşür." Küçük bir baş selamının ardından Bayezid'in yanına gittim ve paşalardan da bizi bir süreliğine yalnız bırakmalarını istedim. Şimdi ise bu kalın duvarların arasındaki karanlık odada bir başımızaydık.

Başımdaki miğferi bir kenara atıp kollarımı bedenine sardım. O kadar ihtiyacım vardı ki buna, o kadar ağır gelmişti ki bana yaşadıklarım. Neredeyse onu kaybedecek olmam, şehitlerimiz olması ve öğrendiğim hakikatler sırtıma bir yük gibi binmişti. Her şeyi yapabilecek, savaşabilen, güçlü bir hatundum lakin ben de insandım.

Hafifçe inleyince hemen geri çekildim. Yaralanmış mıydı? Neresinden yaralanmıştı? Elimle hemen yoklayıp yarasını buldum. Omzundan büyük olmayan bir yara almıştı, inlemesinden de anlaşılıyordu ki canı acıyordu. "İyi misin?" Yüzüne küçük bir tebessüm yerleştirdi ve omzuna gelmeyecek şekilde beni kollarının arasına aldı. "İyi olacağım."

Neden bilmem, yaşlar süzülmeye başladı yine gözlerimden. Niye tutamıyordum ben bunları yerinde? Güçlüydüm ben lakin şimdi göz yaşlarımla bir yiğidin kollarına teslim olmuştum.

"Acıyacak, yaraya bakalım bir. İntihap olmasın." Ellerimde kan vardı, vakit olmamıştı temizlemeye. Kenarda duran ibrikten elime su döktüm lakin ikisini bir yıkayamadığımdan Bayezid imdadıma yetişti ve elime su döktü. Ellerimi iyice temizledikten sonra elinden tutup onu sekiye oturttum. Evvela zırhını gevşetip çıkardım, sonra da üzerindeki gömleği koluna doğru sıyırdım.

Ben farkında değildim lakin ağlamaya devam ediyordum, bunu göz yaşlarımı silen parmaklardan anlamıştım, Şehzade'min parmaklarından. "Ne diye ağlarsın?"

"Canım yanar." Sözlerimle telaşlanıp bende bir yara var mı diye bakındı. "Yaralandın mı?" başımı iki yana salladım. Parmaklarını kaşımın üzerindeki ağrıyan yere götürdü ve hafifçe okşadı. "Güzel yüzünü ne hâle getirmişler, miğferden fark etmemişiz." deyip ekledi "Neden canın yanar?"

"Şehitlerimiz vardır. Sen yaralısın. Bir de Sefer Bey'in babamı öldürmediğini, yıllarca olmayan bir hakikate inandığımı öğrendim. Hepsi üst üste binince canım acıdı." deyip yarasını temizledim sonra da etrafını temiz bir kumaşla sardım. Dediklerime şaşırmıştı lakin şimdi yeri olmadığı için meseleyi açmıyordu bilirdim. Daha sonra Sefer Bey meselesini mutlaka dile getirecekti.

Temiz kumaş parçalarından birini eline alıp ibrikteki sıcak suyla ıslattı sonra da alnımdaki yaraya götürdü. Hafif de olsa canım acıyordu, yarayı temizledikten sonra başka bir bezle de muhtemelen kan lekeleriyle dolu yüzümü temizledi.

Kıpkırmızı gözlerimle gözlerinin içine baktım. "Ya ölseydin?" dedim.
"Ya ölseydin?" dedi gözlerini kısıp, "Lalam gitti, ya sen de gitseydin?" Gözünden bir damla yaş aktı, peşinden bir damla daha süzüldü esmer teninden. "Benim en büyük imtihanım sevdiklerimi kaybetmek." Lalası için doyasıya ağlayamamıştı, şimdi içini döküyordu. Benim için de endişe etmişti. Koskoca Şehzade Bayezid de ağlıyordu, bu dünya çok garipti.

Ellerini avuçlarımın içine aldım. Gerçekten de imtihanların en büyüğünü yaşıyordu. Kendi canı, benim canım, evladının canı, maiyeti, akıl hocaları ve askerlerinin canı ile imtihan ediliyordu. Kolay değildi. "Dik dur Bayezid, dik dur ki galip olalım. Gidip ordunun başına geç, Dersaadet'e yürüyelim, Kasım Han'ı ait olduğu yere geri getirelim."

Onun da başından beri niyeti buydu, vakti gelmişti. "Sadece bir gece, bir gece daha burada kalacağız. İyi bir tertip yapmamız gerek. Bu defa Orhan ağabeyim elimden kurtulamayacak."

♟️

Kuşatma içinde kuşatma, savaş içi savaş gördük. Bunu yazarken beynim çürümüştü nasıl kurgularım diye, umarım size geçmiştir ve açık bir yer bırakmamışımdır.

SEFER BEY'İN MASUMİYETİ SİZLERİ ŞAŞIRTTI MI?

Bayezid ile Mehpare'nin birbirlerinin yaralarını sarmaları çok özel değil mi?

Lala Ömer Efendi... Hoşça kal...

Sınavıma çok az kaldı, bitsin aktif bir dönüş yapacağım. Onca zaman beni sabırla beklediğiniz için teşekkür ederim. O zaman bir sonraki 15'inde görüşürüz ve bu son uzun ayrılığımız olsun.

Yorum ve Vote'yi unutmayalım. Öpüldünüğğzzz. ❤🥰😘

Loading...
0%