@rubamsalepe
|
Bölüm şarkısı: İyi okumalar °•°•° Onca vakittir bu ânı bekliyordu Şirin, ağabeyi ile kavuşacağı ânı. Nedenini bilmiyordu lakin Orhan, Şirin'in Kasım ile görüşmesine müsaade etmişti. Şirin ise soluğu hemen şimşirlikte almıştı. Kapının önünde her zamanki gibi bellerinde kılıç olan ağalar duruyordu. Daha evvel de gelmişti buraya güzel kız, ağabeyinin müsaadesi olduğunu söyleyip içeri girmeye çalışmıştı lakin buraya girebilecek kişilerin isimlerini padişah onlara bizzat söylüyordu. Şirin'in girmesi de zinhar yasaktı lakin bu defa iş başkaydı. Bu defa Orhan'ın da müsaadesiyle girebilecekti içeriye. Ağalar kızı gördüğü vakit kapıyı açıp onu içeri buyur ettiler. Kasım her zamanki gibi kitap okuyordu, içeriye yiyecek getirildiğini düşünüp başını kaldırmadı lakin Şirin, ağabeyinin omzuna dokununca yüzünü ona doğru döndü. "Ağabey." Dedi heyecanla karışmış bir hüzün ile. "Şirin'im." diyerek kolları arasına aldı kız kardeşini, iyice sarılıp kokusunu içine çekti. Evladı yoktu lakin Şirin'i kız kardeşi gibi değil de kendi evladı gibi severdi. "İyi misin, sen zayıflamışsın biraz, az mı yemek verirler?" Kasım, başını iki yana salladıktan sonra Şirin'i yanına oturttu. "Ben vaziyetimden memnunum, ibadetimle meşgulüm. Sen, sen iyi misin? Ben bir şey duydum." Şirin, derin bir iç geçirdi, gözleri dolmuştu lakin ağlamıyordu, yapamazdı, ağabeyini üzmeyi göze alamazdı. "Orhan ağabeyim beni Asafoğulları'nın ortanca şahzadesiyle nikahladı." Mutsuzluğu yüzünden okunuyordu genç kızın. "Salih Giray?" dedi Kasım. Merak ediyordu aralarında ne olduğunu. "Ağabey sen..." Başıyla onu tasdik etti "Ona nasıl baktığını görmez miyim sanırsın? Başından beri bilirdim, bundan sebep ikinizin de Saruhan'a gitmenize, rahat etmenize müsaade etmiştim. Vakti gelende nikahınızı kıydıracaktım." Şirin gerçekten ağlamamak için direniyordu, bunda muvaffak da oluyordu ki bir damla dahi akmamıştı dolu gözlerinden. "Ben onu çok severim ağabey. İşler yoluna konsun elimden gelenin fazlasını edeceğim Asafoğlu'nun beni boşaması için." Kasım, yüzene sıcak bir tebessüm yerleştirdi. Bu, sen yalnız değilsin demekti. Yüreği huzurla doldu Şirin'in. Esasen derdini anlatmak için burada değildi. Ağabeyinin bir isteği hatta bir emri var mıydı, onu merak ediyordu. "Ağabey, seni tekrar tahta geçireceğiz. Az kaldı, hele Bayezid ağabeyim bir kurtulsun, Alkanlar ile beraber tahtı sana iade edeceğiz." Kasım, bunun olmayacağını biliyordu, tahta artık o çıkamazdı, kendi de bunu istemiyordu zaten. Tahta Bayezid çıkmalıydı. Gereken tüm emirleri vermişti, sadece tek bir şeyi bekliyordu. Ondan sonra her şey tertip ettiği gibi olacaktı. Tertibin başlaması için Salih Giray'a evvelden hazırladığı bir pusula gidecek, sonra da olanlar olacaktı. Ellerini avuçlarının arasına aldı. "Tahta Bayezid geçecek, olması gereken tek bir mesele kaldı o da olsun, Salih Giray'a bir pusula gidecek. Sonrasında ağabeyin tahta çıkacak." Şirin belki buna sevinebilirdi lakin Kasım Han hayatta iken diğer ağabeyinin tahta geçmesini manasız buluyordu. Başını iki yana salladı. "Ne olursa olsun ne Bayezid'den ne hanedanından ne de sevdandan vazgeç. Hep onlara dört kolla sarıl. Bir daha ne zaman görürüm seni bilmem gül yüzlü hemşirem. Ben buradayım ve elimden hiçbir şey gelmez. Valideme ve Hoşyar Sultan'a sahip çıkasın. İyiler değil mi?" Zevcesi Hoşyar Sultan, kederinden yataklara düşmüş canıyla cebelleşiyordu. Esma Valide Sultan ise hop oturup hop kalkıyordu evladına, evlatlarına bir şey olacak diye. Vaziyet böyleydi lakin Şirin, ağabeyini böyle kapalı kapılar ardında iken tedirgin halde bırakmayacaktı. "İyiler ağabey, seni de en kısa vakitte görmeyi arzu ederler." Dediğinde kapı tıklatıldı. Bu sürenin dolduğu manasına geliyordu. Artık gitmeliydi. "Ben dediklerine harfiyen uyacağım." Diyerek sımsıkı sarıldı, ağabeyinin alnına kondurduğu buseden sonra ayağı kalktı ve bir kez daha baktı gözlerine. Yorgun gibiydi, onca şey yaşamış, nahif ruhuna ağır gelmişti bunlar lakin üzerinde bir rahatlama da vardı. Tahtta olmadığından mı yahut işleyeceğine emin olduğu tertibinden mi Bayezid'i tahta geçireceğinden mi bilinmez, o rahatlık gözlerindeki parıltıdan da belliydi. Şirin, kocaman bir gülümseme ile dev kapıları araladı ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Arada bir ardına dönüp bakıyordu zira kapı kapanmamıştı. Ağabeyinin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Birkaç ayak sesi duydu lakin biraz daha önüne dönmeden ilerlemeye devam etti. Sesler daha da yakınlaşınca başını çevirip karşıya baktı. İkinci vezir Bekir Paşa geliyordu, bir mesele mi vardı? Tam haremin içinde olmadığından aslında buradaki şimşirliğe girmesine müsaade vardı. Yol boyunca kenarlara cariyeler ve ağalar sıralanmış, nöbet tutuyorlardı. Demek ki Paşa gelecek diye açıktı kapı. Biraz daha ilerlediği vakit daha arkadan gelen gölgeleri gördü. Daha evvel görmüş müydü bu yüzleri, bilmiyordu. Ama kıyafetleri onların başka bir teşkilata ait olduğunu gösteriyordu, ellerindeki yay kirişiyle kimler gelebilirdi ki? Tabii ki cellatlar. Şirin birden neye uğradığına şaşırdı, derhal ardına dönüp ağabeyine baktı. Sanki öleceğini daha evvelden bilir gibi gülümsüyordu. Hâlâ gülümsüyordu. Buna izin veremezdi. "Hayır, ağabey." diye bağırıp ona doğru koşmaya çalıştı lakin cariyeler koluna girmiş, ağalar da önlerine birer set oluşturmuştu. Ne olduğunu görebiliyordu lakin hareket dahi edemiyordu. "Paşa, durun. Allah aşkına durun. Ağabey, ağabey. Bırakın beni, emrediyorum size." Gözlerinden de yaş eksik olmamıştı feryatlarının arasından lakin buna ne Paşa ne de sağır ve dilsiz cellatlar kulak asmıştı. Kardeş katli emri infaz edilecekti, bu emri söyleme ve şahit olma vazifesi de Bekir Paşa'ya düşmüştü. Cellatlar kapının eşiğini aştıktan sonra içeriye vardılar. Her şey gözlerinin önünde oluyordu lakin mâni bile olamıyordu genç kız. Bekir Paşa, ölüm fermanını okumaya başladı, içinde bilmediğimiz bir vaziyet de vardı. Bayezid yola çıkmış, Orhan da bunu Kasım'ı tahta çıkarmak için yapılan bir isyan olarak kabul etmiş, bundan sebeple idam fermanını vermişti. Demek ki Bayezid her şeyi biliyordu ve kurtulmuştu lakin onun gelişi Kasım'ın sonuydu. Kasım, güzelce abdest aldı ve yere doğru diz çöktü. Başı tam da Şirin'e doğru bakıyordu. Kıble de o taraftaydı, oraya dönük şekilde ruhunu teslim etmek istemişti. Biraz yüksek sesle "Üzülmeyesin Şirin'im, işte şimdi tamam olduk. Mesela halloldu." dedi. Meğer yanına gittiği vakit 'bir mesele var o hallolsun Salih Giray'a mektup gidecek' dediği mevzu buydu. Başından beri bunu tertip etmişti Kasım, kendi bu tertibin sonunda ölecek tahta da Bayezid geçecekti. İşte son eşik de buydu. Cellatlardan ikisi Kasım'ın kollarına girdi lakin Kasım'ın zaten direnmeye niyeti yoktu. Arkasına geçen cellat da parmaklarına doladığı yay kirişini boğazına geçirdi. "Gitme ağabey, hayır! Bırak, bırak kolumu hadsiz! Hünkar kızıyım ben, sözümü nasıl dinlemezsiniz? Ağabey, ağabey! Bırakın! Ağabey!!" Bir kez daha gülümsedi. "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh." Şehadet getirmesinin ardından boğazına dolanan kiriş sıkılmaya başladı. "Ağabey. Hayır, durun. Ağabey!" Diye feryat eden Şirin'i duyan yoktu. Ona tebessümle bakan ağabeyinin yüzü kızarmaya başlamış gittikçe nefessiz kalmıştı. Ellerini boynuna istemsizce götürmeye çalışsa bile onu tutan cellatlar buna mâni oldular. Derin derin nefes almaya çalıştı lakin bunda da muvaffak olamayınca yüzü kırmızıdan mora çaldı, gözlerini yumup hareket eden ellerini serbest bıraktı. Ruhunu teslim etmişti. Kasım Han'ın cansız bedeni yere yığılıvermişti. Şirin gözlerinden akan yaşı durduramazken aklından geçenleri de durduramıyordu. Onun yanına gitmek istiyordu ama ağabeyi gittiyse Murat'ın da canı tehlikedeydi. Cellatlar şimdi de ona gidebilirdi. Acıyla yerde kımıldamadan duran donakalmış Şirin'in kollarını daha rahat bıraktıkları vakit bir şekilde ellerinden kurtuluverdi genç kız. Ağlaya ağlaya hareme doğru koşmaya başladı. "Murat, Murat kaç. Murat hemen kaç." diye haykırdı. Onu bulup yetişene kadar sesi çoktan ulaşırdı, bundan sebep bağırıyordu. "Murat, cellatlar peşinde kaç hemen." Haremin içini didik didik ederken bir yandan da göz yaşlarını tutamıyordu. Cellatlar hareme giremezdi lakin hadım olanların içeriye girmesine müsaade vardı. İçlerinden mutlaka hadım olanlar vardı, haremdeki katletmeler için vazifelilerdi. İşte tam da bunlar hareme girebilirlerdi ki girmişlerdi de. Şirin'in peşinden gelen sağır ve dilsiz cellatlar küçük şehzadeyi arıyorlardı. Onların iyice yaklaştığını gören Şirin, kenarda duran çiçekliği alıp cellatlara doğru fırlattı. Onlara mâni olmalıydı. Eli, yerden sıçrayan parçalar yüzünden yara almıştı lakin umurunda bile değildi. Yaklaşan cellatların üzerine bir çiçeklik daha fırlattı lakin bu iri yarı adamlara en ufak zarar dahi vermedi. Şirin'in peşinden gelen cariyeler onu tutunca cellatlar yoluna devam ettiler. Murat, sesleri duyar duymaz eline tahta kılıcını da alıp haremin çatısına fırlamıştı, orada onu bulamayacaklarını düşünmüştü. Çatının kapısına da kenarda duran tahta parçasını sıkıştırıp açılmasına kısa süreli de olsa mâni olacağını hesapladı. Ardından kubbelerin arasından hızlı adımlarla hatta koşarak en uç noktalara kadar geldi. Burasını biliyordu, sarayın dışına kaçabileceği bir yer vardı burada. Salih Giray, eğer ki başına şu an yaşadığı gibi bir durum gelirse diye evvelden Murat'a yapması icap eden şeyi iyice belletmişti. Haremin çatısına çıkıp en uca kadar gelmek, buradan da atlayıp saray dışına kaçmak... Lakin Salih Giray, saray dışına çıkma izni olmadığı için dışarıda ne edeceğini anlatmamıştı bu küçük şehzadeye. Murat, aklına hemen bunları getirip sarayın o kısmına varmış çatıdan aşağı atlayıp sarayın dışına doğru ilerlemişti. Atlaması gereken üç, dört arşınlık bir duvar vardı, bunu da aşınca saray dışında olacaktı. Ardına bir kez bile bakmadan hızla kendini aşağıya attı ve koşmaya devam etti lakin hızına dur durak getiremeyen küçük şehzade birine çarpınca durmak mecburiyetinde kaldı. ●●● "Murat'ım nerede kalfa, yok mudur hiçbir yerde? Burada olsa bir dert olmasa ayrı bir dert. Bir havadis olursa bana mutlaka haber et." sözlerinden sonra köşkte Efruz ile yalnız kalmıştı Şirin. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü avuçlarındaki cam ve mermer parçalarını çıkarmaya çalışırken. Hekim istememişti, yaralarını yine kendi sarmaya gayret ediyordu. Efruz biraz yaklaşıp genç kızın ellerini avucu arasına aldı. Şirin'in ona karşı duracak gücü de kalmamıştı. Elindeki küçük parçaları kıskaç ile çıkarmaya başladı, o çıkardıkça Şirin daha çok ağlıyordu. "Canın mı yandı?" "Gözümün önünde aldılar canını. Mâni olamadım, elimden hiçbir şey gelmedi. Öldü o..." Efruz da vaziyete üzülmüştü, daha doğrusu Şirin'in bu hâline üzülmüştü, gerisi o kadar da mühim değildi zira bu devlet ne kadar zora düşerse Asafoğulları için o kadar iyi bir fırsattı. Şirin derin bir nefes çekti ciğerlerine, göz yaşlarını da sağlam olan eliyle sildi. Eli sarıldıktan sonra Efruz'dan uzaklaştı. "Ben biraz nefes almak isterim. Has bahçeye çıkayım." deyip yanından ayrıldı. Simsiyah kaftanının kemer arasına gizlediği yay kirişiyle ağabeyini aramaya başladı. Bir süre sonra da arz odasında olduğunu öğrenip yanına vardı. Arz odası gibi devlet için mühim olan bir mekanda yere koyduğu minder üzerine oturmuş testiden bardağına doldurduğu günah suyunu içiyordu Orhan. Ata divanına yakışmayan şeylerdi bunlar, devlet için bu kadar mühim bir odada şarap içme hadsizliğini ancak o gösterebilirdi. Ne kadar kalpsiz görse de herkes onu, Orhan'ın tek derdi tahttı. Eğer ki taht yolunda önüne çıkmasalardı hiç kimsenin canına kıymayacaktı. O vakit Alemşah da Kasım da hayatta olurdu. Bayezid'e de bunları yapmazdı. Bunlara rağmen canı yanıyordu Orhan'ın. Gözyaşlarıyla karışan şarabı yudumlarken yüreğinde sadece acı vardı. Neden bu haldelerdi ki? Neden başından beri taht ona kalmamıştı ki? Ellerine baktı, tertemiz gözükse de kardeş kanı vardı artık o ellerde. Seviyordu kardeşlerini, herkes aksini düşünse de hepsini sevmişti. Sadece hür bir hatundan doğduğundan kendisini diğer kardeşlerinden daha hak sahibi görüyor, tahtın ise kendisine kalması gerektiğini düşünüyordu. Sonunda da almıştı o tahtı ama yine bir cana kıymak zorunda kalmıştı. Ne olurdu sanki başından beri sadık olsalardı ona? Bu günah onun değildi, bu günah yüzyıllardır süren örfündü. İçi içini yerken yarı sarhoş halde başını kapıya doğru çevirdi. Şirin buradaydı, ses etmedi. Şirin ne yapsa yeriydi, onu elinde ne varsa almıştı Orhan. Yüzündeki tebessümü bile alıp kedere sürüklemişti. Genç kız Orhan'ın yakınına oturdu, elini uzatsa ona dokunabilirdi. "Neden yaptın? Bayezid ağabeyimi ölüme yolladın, Kasım ağabeyimi öldürdün, Murat'ım nerde Allah bilir. Sen benden ne istiyorsun ağabey, ne ettim ben sana da bana bunları reva gördün? Sevdiğim adam dururken hain emellerle beni Asafoğulları'na gelin ettin. Ne istersin benden?" Orhan'ın gözünden akan yaşlar biraz daha arttı. O arttıkça testiden doldurduğu mey de artmaya başladı, cevap bile vermedi. İyice sarhoş oldu. "Kaçamazsın böyle. Müsaade etmem. Cezanı çekeceksin." dediğini işitmedi bile. Şirin, kemerine sıkıştırdığı yay kirişini çıkartıp ayağı kalktı ve Orhan'ın arkasına geçti. Yaralı avuçlarına rağmen canı acısa bile kirişi avuçlarına doladı ve Orhan'ın boynuna doğru yaklaştırdı. Herkes gittiyse o da gitmeliydi, hak etmişti bunu çoktan. En başında Alemşah'ı öldürdüğünde cezası kesilmeliydi, o vakit kesilseydi şimdi bunlar yaşanmazdı. İyice kendinden geçen sultanın boynuna yay kirişini geçirdi ve sıkmak için kendini hazır hâle getirdi. Yapabilecek miydi, bilmiyordu. Bildiği tek şey yapması gerektiğiydi. Kapının sert açılma sesiyle ürküp oraya döndü. Efruz gelmişti ve şaşkınca kendisine bakıyordu. Koşarak yanına geldi, yay kirişini ellerinden alıp kemerine sıkıştırdı. Sessizce "Ne edersin sen Şirin, aklını mı yitirdin?" deyip kenara çekti onu. Lakin konuşması pek de iyi olmayacaktı, avuçlarıyla kızın hüzünden çatlamış dudaklarını kapadı. Susmalıydı, şimdi konuşamazdı. Orhan her şeyi hatırlayabilirdi. Kulağına eğilip sessizce "Köşke gittiğimiz vakit konuşalım, sakın ha tek bir kelime dahi edeyim deme yoksa ne yaptığın aşikar olur." Parmağıyla kapıyı işaret edince Şirin onu ikiletmeden arz odasından ayrıldı. Bir yandan ağlıyor bir yandan da düşünüyordu, ne gelirdi artık elinden bilmiyordu. Köşkün kapısına geldiği vakit etrafa bakındı kimsecikler yoktu. Açık havada konuşmak ona daha iyi gelebilirdi. Ellerini tutup sardığı bezi açtı. Yaralar daha beter olmuştu yay kirişi için uygulanan güç yüzünden. "Sen ne edersin böyle kendine? Divane mi oldun, gücün yeter miydi ağabeyini boğmaya?" Gözlerinden bir damla daha yaş akıtıp ümitsizce gülümsedi. "Divane etti beni, hak ettiğini vermek istedim, sen de buna mâni oldun Asafoğlu." "Ağabeyinin ayık olmadığı halde bile seni yenebileceğini düşünemedin mi? Lakin ben seni düşünmek zorundayım Şirin, zulmetme kendine. Bu günler de geçecek feraha ulaşacaksın." Şirin, böyle sözleri duyacağını düşünmemişti. Efruz, ona omuz vermişti lakin o da teselliyi Asafoğlu'ndan istemiyordu. Ellerini geri çekti ve etrafa bakındı, Salih Giray onlara doğru geliyordu. İşte şimdi canı bir kez daha acımıştı. Hep yanında olması gereken kişi Efruz değil Salih Giray olmalıydı. Acımasına rağmen avuçlarını kapatıp ona doğru döndü. "Sultanım." deyip selam verdi. Küçük bir baş selamını da Efruz'a verdi. "Hayrola hanzadem?" dedi kızarmış gözleriyle. Daha evvel küçük bir pusula ile baş sağlığı dilemiş, ona kurumamış mürekkebiyle bile bir nebze teselli olmaya çalışmıştı lakin Şirin'in yüreği teselli bulacak gibi değildi. Şimdi neden gelmişti ki, merak ediyordu. "Bu gece sakın köşkünüzden dışarı çıkmayın, yarın bambaşka bir Dersaadet'e uyanacağız. Her ne sebeple olursa olsun zinhar dışarıya çıkmayın." "Ama neden?" diye sordu Efruz zira o, Şirin'in bildiği hakikati bilmiyordu. Kasım Han'ın tertibinden habersizdi. "Sebebini sormayın istirham ederim. İçeriye girin ve zinhar dışarıya çıkmayın. Benim alakadar olmam gereken meseleler var, müsaadenizle." deyip yanlarından ayrıldı. Şirin'in o bedbaht vaziyetine üzülmüştü, zaten yüreği yanıyordu onun da sevdiceği gibi. Ondan ayrı günleri azap gibi geçerken gün geçtikçe vaziyet daha da zorlaşıyordu. Hava kararmaya başlamıştı, genç Hanzade de kendini kütüphaneye atmıştı. Birkaç kişi vardı sadece burada, onlar da hava karardığı için yavaş yavaş gidiyorlardı. Kütüphane'nin en arka tarafına gidip rafları karıştırdı ve bir cebir kitabının tam orta sayfasını açtı. İçi oyulmuş bir kağıt duruyordu o sayılarla süslü satırların üzerinde. Kimseye fark ettirmeden kağıdı aldı ve kitabı bırakıp başka raflara yöneldi. Bu defa Mirzaoğulları'nı anlatan bir tarih kitabını avuçlarına aldı. Bu defa ilk sayfasını açıp fark ettirmeden oyulmuş kağıdı üzerine koydu ve oyuklardan okuduğu harfleri bir bütün hâline getirip okudu. Alkan askerleri bir ticaret gemisiyle Dersaadet'e geldiler. Tebdil vaziyette ayrı yerlerde beklemekteler. Yatsı ezanından sonra buluşma noktasına gelecekler. Salih Giray artık hazırdı. Bu malumat birçok şeyi değiştirecek, yeni bir nizam ortaya koyacaktı. Kasım Han'ın da intikamı alınacaktı. Tek yapması gereken geceyi beklemekti. Avuçlarındaki kitabı yerine koyup köşküne döndü. ●●● Bayezid ve paşalar, askerlerle beraber yola çıkmışlardı. Bayezid, yaptıklarının doğru olup olmadığından şüpheliydi. Ya Dersaadet'e yürüdükleri anlaşılırsa? O vakit Kasım, canından olurdu. Elini havaya kaldırıp durmalarını sağladı ve atından indi. O, atından indiği vakit diğerleri de aynını yaptı. Paşalar ve Bayezid'in adamları, Şehzadenin etrafında toplandılar. "İlerlemeyelim duralım paşalar." Herkes şaşırmıştı lakin Kemankeş ile Hâcegan pek şaşırmışa benzemiyordu. "Neden amca, fikrinizi ne değiştirdi?" Mehpare de bu sorunun cevabını bekliyordu aslında lakin Cihangir daha evvel sormuştu. "Saraya yürüdüğümüzün haberi dersaadete giderse Orhan Han ya ağabeyime bir iş ederse? Hem evladım da rehindir." Hâcegan birkaç adım yaklaştı ve söze girdi. "Hünkârımız pek ileri görüşlüymüş. Her şeyin böyle olacağını bilirdi. Bizim size söylemediğimiz son bir şey kaldı. Siz tahtı ağabeyiniz için almaya değil kendiniz için almaya gidersiniz. Kasım Han, tahtı size bıraktı." "Sen ne dersin Hâcegan?" "Hâcegan doğru söyler şehzadem. Siz harekete geçtiğiniz vakit kendisinin canına kıyılabileceğini hesap etti. Allah korusun, hiç birimiz istemeyiz bunu lakin eğer ki böyle bir şey vuku bulursa sizin için taht evvelden hazır edilecek, Salih Giray'a emir verildi. Küçük şehzademizi de o koruyacaktı." Bayezid duyduklarına şaşırıp kalmıştı. Bunca savaşın içine ağabeyi tahta geçsin diye girmişti, kendi için değil. Lakin şimdi duydukları, her şeyi yerle yeksan etmişti. "Ve siz bunları bilip beni durdurmadınız öyle mi? Bir anlık celalle yola koyulduk, biriniz dahi ses etmediniz mi?" Evvela mahcup şekilde başlarını öne eğdiler daha sonra Kemankeş Dilaver söze girdi. "Padişahımızın son emriydi, boyun eğmek zorundaydık. Son âna kadar söylemememizi istedi." Bayezid kaşlarını çattı lakin dolan gözlerini serbest bırakmadı. Ağabeyi şuan ölmüş olabilirdi, o ise hiçbir şey yapamıyordu. Elleri titreyerek işaret parmağını havaya kaldırıp salladı. "Eğer ki bu emri ağabeyim size vermiş olmayaydı o vakit adaletimden payınıza düşeni alırdınız. Söyleyin şimdi, ne edeceğiz?" "Bizim haber beklemekten başka çaremiz yok." "Ağabeyimin ölüm haberini mi bekleyeceğim Paşa?" "Eğer ki o ölmeden gidebileceğimiz bir yol varsa onun haberi de gelecektir. Lakin devlet için kendini feda edeceğini söylerdi hep, biz zor da olsa kabullendik, siz de kabullenin." Bir güvercin yanlarında taşıdıkları kafesin üzerine kondu, haber gelmişti. Sansar güvercinin ayağına bağlı pusulayı alıp Şehzade'ye teslim etti, o da okumaya başladı. "Kasım Han boğduruldu, taht için harekete geçtik. Boğaza kadar gelin, orada sizi askerler karşılayacaklar." Dersaadette de aynı Bayezid'in durakladığı yerde olduğu gibi hava zifiri karanlıktı ve ölüm sessizliği vardı. Sebebi bilinmez havada bir yıldız dahi yoktu. Ruhu karartan bir geceydi bu gece. Belki de yeni bir devrin başlangıcı olacaktı bu gece. Bilmiyordu, sadece hayırlı olanı istiyordu hanzâde. Acı haberi, Orhan'ın onca tedbir almasına rağmen gizli saklı şekilde, Bayezid'e yollamıştı. Kendisi de çok üzülmüştü lakin şimdi üzülmenin ne yeriydi ne de zamanı. Giydiği enderunlu kıyafetinin kuşağına yay kirişi sıkıştırıp kaftanının içine urgan gizledi. Hançeri de beline sıkıştırdıktan sonra köşkünden gizlice ayrıldı. Tebdil vaziyette olması daha iyiydi çünkü hâlâ gözetlendiğini biliyordu. Yerine kendi kıyafetlerini giydirdiği bir ağa bırakmış göz önünde görünüp duruyordu. Karanlıktan yüzü hiç seçilmiyordu, bundan sebep gidip Orhan'a olağanüstü bir şey olduğundan bahsetmiyorlardı. Köşkün bahçesinden iyice uzaklaşıp gözden kaybolduğunda yüksek bir yere geçti, aşağıya doğru bir ıslıklı ok fırlattı. Bu harekatın başladığına işaretti. Herkes yerine geçecekti. Evvela Kasım ve Bayezid taraftarı ağa ve hatunlar gece nöbetini devraldılar. En zor kısmı da şimdi gelmişti, saraya Alkan askerlerini sokup kan dökmeden işi halletmek. Sadece padişahın ve en yakın adamlarının kullanabildiği tebdil yolu vardı lakin orası da korunaklıydı. Oradan içeriye girmeyi deneyeceklerdi. Aslında saray çaşnigirini ayarlayıp bu nöbet tutan askerlerin yiyeceklerine bir gece boyunca onları uyutacak bir ilaç dökmesini istemiş, gereken ilaçları da bizzat kendi teslim etmişti. Lakin yine de güvenemiyordu. Biri dahi yemek yemediyse vaziyet tehlikeye girerdi. Salih Giray derhal kendini tebdil yoluna attı. Buraya gelene kadar duvarlar üzerinden atlamış, birkaç kez de ağalara yakalanma tehlikesi geçirmişti lakin gözünü öyle bir karartmıştı ki zincire vurulmuş olsa kurtulup yine bildiğini okurdu. Tebdil yolundaki nöbetçiler gerçekten de uyumuştu lakin bir asker için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Yarı baygındı lakin sarhoş gibi bir o yana bir bu yana sallanarak yolu tırmanıyor, askerlere olanları vazifelilere haber etmek istiyordu. Salih Giray elleriyle dur işareti yaptı. Eğer durmazsa onu bayıltana kadar dövmek zorunda kalırdı, bu da sessizliğin bozulması manasına geliyordu. Asker onun dur ikazına uymayınca Hanzâde, şiddetli bir kötek indirip adamı yere serdi. Adam korktuğunun aksine hemen bayılmıştı. Çıkan tek ses tokadın sesiydi. Askerin belindeki urganla adamın ellerini bir güzel bağladı sonra da kenardaki demire bağladı. Hızla kapıya doğru yöneldi, evvela kapıyı sessizce açtı. Sonra da askerlerin hepsini içeriye aldı. Yerde baygın, kendinden geçmiş askerleri birbirlerinden uzakta bağlayıp hanzâdenin ardından saray yokuna koyuldular. Salih Giray'ı bir heyecan sarmıştı lakin askerlere bunu belli etmiyordu. Sarayın tebdil yolu girişindeki askerler de baygındı. Onları aşıp içeriye girdiler. Bu yol hareme çıkıyordu lakin hemen yanda bir yol daha vardı ki evvela enderuna çıkıyordu, oradan da arz odasına gidilebilirdi. Hareme girilmesi zinhar yasaktı, bunu çiğneyemezlerdi. Yandaki patikadan girip enderun avlusuna vardılar. Lakin avluda beklenmeyen askerler vardı, nereden çıkmıştı ki bunlar? Her an aşikâr olabilirlerdi. Bunun olmaması lazımdı. Genç adam mecbur dikkati başka yere çekecekti. Tam o sırada da arz odasına girmeleri lazımdı. Eğer ki zamanda herhangi bir aksilik olursa tüm tertip boşa giderdi. Eliyle bir işaret geldiğinde iki asker askerlerin olduğu tarafa yöneldiler. Evvela hanzâdenin olmadığı tarafa yöneldiler. Sonra da oradan aksi yöne doğru gidip ses çıkardılar. Askerler de o tarafa doğru gitmeye başlayınca Alkan askerleri ve hanzâde, arz odasına yöneldiler. Lakin Mirzaoğlu askerlerinden biri onları çoktan fark etmişti. Şimdi ise dikkat tamamen hanzâdenin üzerindeydi. "Böyle olamayacak bize doğru gelirler. Üç kişi benimle gelsin siz de çekin kılıçlarınızı lakin kimseye zarar vermeyin. Onları bayıltır mısınız, ellerini kolunu mu bağlarsınız bilmem. Oyalayın onları ve kan dökmeyin, bir de sakın ha ölmeyin." "Emredersiniz hanzâdem." sözüyle üç askeriyle avludan ayrıldı. Hızlı adımlarla arz odasına gitti. Kapıdaki nöbetçiler daha evvelden ayarladığı kişilerdi. Rahatlıkla içeri girmişti zira kapıda bekleyen diğer adamların hepsi baygındı. Kapı aralandı, o büyüleyici altın işlemeli tahtın önünde elinde şarap içtiği bardağıyla yarı baygın halde olan Orhan duruyordu. "Orhan Han." Dediği vakit baygın gözlerini karşısındaki adama çevirdi Sultan. "Destursuz huzura çıkılır mı?" dedi ağzını yaya yaya. Salih Giray başını iki yana salladı. "Kaldırın yerden ağzını da iyice kapayın. Gidene kadar sesi çıkmasın." "Hadsiz, ne dersin sen?" derken yine uzata uzata konuşuyordu. Dedikleri de pek anlaşılmıyordu. Askerler koluna girdiği vakit kurtulmaya çalıştı. Esasen çok güçlüydü lakin şarap onu sersemletmişti, mukavemet gösteremiyordu. Yanlarındaki diğer adam da Orhan'ın ağzını bağladıktan sonra onu, sarayda enderunun bir köşesinde olan daha evvelden ayarladıkları odaya götürdüler. Orhan'ı buraya koyup, onun sersemliğinden yararlanıp içeriye kilitlediler. Sonra da kapısına tuğla örmeye başladılar. İçeride bol bol yiyecek, su ve ihtiyacını giderebileceği bir tuvalet vardı. Bundan sebep dışarıya çıkmasını gerektirecek yahut dışarıdan içeriye sokulması gereken hiçbir şey yoktu. Olmuştu, Orhan Han tahttan indirilip hapsedilmişti. Şehzade Bayezid gelene kadar tehlike devam edecekti, o sürede direnmeleri lazımdı. Bu gece eğer ki tertiplendiği gibi giderse, yarın yepyeni bir dünya doğacaktı. ♟️ Evvet canlarım, bir bölümün daha sonuna geldik. Sorularınıza cevap veriyorum bölünler sık gelecek dedim ama KPSS iptal edildi ve ertelendi. Biraz daha sabretmeniz lazım ama siz bir sene dayandınız biraz daha dayanırsınız bence😂 O değil de bölüm stoğunu öyle bir yapmışım ki öyle bir düzenle atmışım ki tam yetiyor mikemmel😂💃🏻 Bu Kasım'ın boğdurulması ve Murat'ın çatıdan atlaması olayı 3. Selim ve 2. Mahmut uyarlamasıdır arkadaşlar. Gerçekten de 2. Mahmut çocukken cellatlar onu kovalıyor çatıya çıkıp oradan kaçıyor. Kalfalardan biri de cellatların üzerine kor atıyor yakalayamasın diye. Cevri Kalfa adı, elleri kolları hep yanıyor. 2. Mahmut hep ona çok değer vermiş ve el üstünde tutmuştur. Çatı okayı kısım beni etkilediği için uyarlamak istedim. Bu bilgiyle ne yapıyorsanız yapın kskfkf Kasım'ın öldürülmesi beni mahfetti ya. Belki de yaşamayı en çok onun güzel kalbi hak ediyordu. ♥️🥀 Kasım Han'ın zekasını nasıl buldunuz? Bence plan işini iyi yapıyor, sadece kendini hiç düşünmüyor. Devleti onun her şeyi. EFRUZ'UN ŞİRİN'E OLAN İLGİSİNE NE DEMELİ? SİZCE MURAT KİME RASTLADI, BAŞINA BİR TEHLİKE GELİR Mİ? Salih Giray'ın bu bölümde yaptıklarını nasıl buldunuz? Düz biri değil aklı çalışan tertip yapabilen biriymiş onu anladık. BİR SONRAKİ BÖLÜMDE HERKES BİR ARAYA GELECEK BAKALIM NELER OLACAK, BAYEZİD TAHTA ÇIKABİLECEK Mİ YOKSA ORHAN KURTULACAK MI? Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım kocaman öpüyorum, yeni bölüm 15 Eylül'de sizlerle olacak (sınavımdan birkaç gün önce olduğundan aklımdan çıkarsa çok da şey etmeyin kdkdkfk) ❤❤❤😘😘😘 |
0% |