Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. "Sarayına Hoş Geldin"

@rubamsalepe

Taht odasında, tam da tahtın karşısında duruyordum. Odanın sadeliğinin aksine taht oldukça şaşaalıydı. Oymalı ahşabın üstü değerli taşlarla süslüydü. Belli kısımları da altınla kaplıydı. Bu değerli taşlar, savaşlarda ele geçirilen ganimetlerden parçalardı. Erguvan geleneklerinden biri buydu. Ganimetten bir parça taht üzerine eklenirdi, bu bir güç göstergesiydi.

 

Bir anlığına gözlerimin önünde babam belirdi. Bu taht bir tek ona yakışmıştı, ondan sonra yerine geçecek kişi de kanından olmalıydı.

 

Tek emelim babamın yadigârına sahip çıkmak iken şimdi hiç bilmediğim diyarlara gelin gidecektim. Bilmediğim insanlarla sil baştan bir hayat kuracaktım. Pek tabii bunu kabullenememiştim yahut daha kendimi buna hazır hissetmiyordum. Aklımdan geçen iki şeyden biri tahta çıkmaktı, Erguvan tahtına.

 

Taht odasından ayrılıp kale kapısına doğru gittim. Yine her zamanki gibi büyük ve sade bir kapıydı. Bence kalenin güzelliğini sadece süslü taht sağlıyordu. Yine de kendine has bir zarafeti vardı.

 

Tüm eşyalarım hazır edilmişti. Gitme vakti gelmişti, ümitsizce etrafıma bakındım. Dua ederken de düzgün edilmesi gerekirmiş, bunu bir kez daha anladım. Hayırlısını istemeliydim, eğer öyle yapsaydım şuan kimse ile evlenmiş olmazdım. Yuvamı çok özleyecektim, buna eminim. Kalenin dimdik duvarlarına, yeşil bahçesine uzun uzun baktım. Bu arada Sefer Bey meydanda değildi. Evlenme niyetinde olduğu hatunu bir başkasına kaptırmıştı, bundan sebep vaziyete içerlemesi olağandı. Yüzümü görmek istememesini anlayabiliyordum. Belki de umurunda değildim, bilemiyorum.

 

"Her şey tamam mı?" Zarife başını müspet manada sallayınca arabamın yanında bulunan maiyetime baktım. Birkaç hizmetli ve askerle gidiyordum. Askerler beni götürdükten sonra geri geleceklerdi. Geriye bana bu topraklardan yadigâr bir avuç hizmetli ve Zarife kalıyordu.

 

Fazla oyalanmadan arabama bindim zira hünkârı yeterince bekletmiştim. Cama doğru dönüp Ladin Kalesi'ne baktım. Bu seni son görüşüm olmayacak zira benim yerim yurdum sensin.

 

Bir vakit at arabasıyla gittikten sonra Kafkasya'dan kocaman bir gemiyle ayrıldık.

 

Erguvan'dan ayrılmadan evvel kütüphaneye gidip Mirzaoğulları'nı gezen bir seyyahın kitabını almıştım. Araba ile yapılan yolculuklar bana hep sıkıcı gelirdi. Seyahatlerin en güzeli at üzerinde yapılanlardı. Vaktimi hoş hâle getirmek için Seyahatname'yi açıp okumaya başladım.

 

İçinde Mirzaoğulları hakkında pek çok malumat vardı. "Zarife, şehzadelerin de haremi olurmuş. Seni temin ederim ki bir sürü cariyesi vardır. Hatta nikahlı eşleri ve evlatları da vardır." İnşallah böyle olurdu, başkasına ait kalp bana yönelemezdi. Böylece dönüşüm daha kolay olurdu.

 

Başımı cama doğru çevirdim, hava kararmak üzereydi. Kitabı da daha fazla okuyamayacaktım zira kör olmam an meselesiydi. "Belki emellerinizi ona açarsanız geri dönmenize müsaade eder ve size yardımcı olur. Bu kadar kötü düşünmeyin." Belki de Zarife haklıydı lakin neyin ne olacağını Saruhan'a varmadan bilemeyecektik.

 

Evvela araba biraz yavaşladı, peşinden de durdu. Kapıdan biri seslendi. "Hünkârımız sizi çağırıyor sultanım" Sultanım mı? Şehzade zevcesi olsam dahi evladım olmadığından sultan unvanına sahip olmamalıydım lakin prensesliğimden ötürü belli ki bu defa ben sultan diye anılacaktım, bu hitaba alışmalıydım.

 

"Gelirim." dedim ve Zarife'ye döndüm. "Hakkın var, inşallah dediğin gibi olur." Hünkârı bekletmemek için ivedilikle arabadan indim. Biraz ilerleyip ellerini arkasından bağlamış sultanın huzur-u şahanelerine vardım. "Beni emretmişsiniz hünkârım."

 

Arkası dönük Sultan ağır ağır bana doğru döndü. "Denize iyi bakın, zira Saruhan'dan deniz gözükmez." Yanına doğru gidip Karadeniz'e derin derin baktım. Saruhan'da denizi kolayca göremeyecek olmam canımı sıkmıştı. Zira ben deniz ile büyümüştüm. Belki atıma atlar gidebildiğim kadar yol giderdim. Eninde sonunda karşıma deniz çıkardı, bunu bilirdim.

 

"Bu vakitten sonra yollarımız ayrılır. Ulak çoktan varmıştır. Sizin için hazırlıklar yapılmıştır." Biliyordum ki kendisinin Dersaadet'e gitmesi gerekirdi. Benim yolum ise Saruhan Sarayı'ydı. "Bilirim hünkârım. Allah yolunuzu açık etsin. Allah'a emanet olun." dedim. Sıcak bir gülümsemenin ardından çekilmem için bir el işareti yaptı. Selam verip yanından ayrıldım.

 

"Saruhan Sarayı'na gideriz. Kasım Han burada bizden ayrılacak." dedim ve arabaya bindim.

 

●●●
"Mahpare Hatun uyanın saraya vardık." sözleriyle gözlerimi araladım. Doğrulup oturur vaziyete geldim. "Kapısında değiliz değil mi? Yüzümü yıkayıp esvaplarımı düzeltmeme vakit var mıdır?" Başını müspet manada salladı ve kapıyı açtı. Hemen peşinden indim. Gece pek uyuyamamıştım lakin sabaha doğru uykuya dalmıştım. Göğe doğru bakıp güneşin konumunu gördüm. İkindi olmuştu. Sahiden epey uyumuşum.

 

Zarife yüklükteki ibriği alıp elime su döktü. Elimi, yüzümü bir güzel yıkadıktan sonra işlemeli havlu ile kurulandım.

 

"Esvaplarım nasıl? Saçım başım düzgün mü?" Saçtan kastım, başlığımın ön tarafından çıkan birkaç tutam saçtan ibaretti. Bir tutam saç dahi güzel gözükmeliydi. Zaten bir prenses her vakit güzel gözükmeliydi. Hele ki ilk defa gittiğim bir yer için bu pek mühimdi.

 

Zarife yüzüme biraz renklendirici sürdükten sonra hazır olmuştum. "Çok zarif gözükürsünüz. Artık gidebiliriz." Tekrar arabaya bindim. "Haberci yolladınız değil mi?" Sorumu başıyla tasdik edince araba hareket etti.

 

Beş dakikalık kısa bir yolculuğun ardından sarayın ana kapısından içeri girdik. Ladin Kale'sine göre bu kapı oldukça şaşaalıydı. Kapının hemen üstünde çift kat kemer vardı. Onun da hemen yan tarafında bir kitabe vardı, lakin yoldan hızlıca geçtiğimiz için okuyamadım. Kapıdan içeri girdiğimizde hemen sağıda cami vardı. Ondan pek ileride has ahırlar vardı lakin bu has ahırlar camiden oldukça uzaktı, zaten cami ile aynı hizada olmaması için dışarıya doğru bir çıkıntı verilmiş, oraya yerleştirilmişti. Kapının solunda kubbelerinden anladığım hamam ve mutfak vardı. Bu ikisinin arasında da mesafe varsı. Biraz ilerleyince karşımıza yüksek bir kule çıktı. Hemen yanında bir yol vardı lakin araba oraya girmedi ve durdu.

 

Perdenin ardından bakarken ileride bir kalabalık gördüm. Sedirin kenarına koyduğum ayna ile son bir defa kendime baktım. Artık inmeye hazırdım.

 

"Hadi, inelim Zarife." Evvela Zarife indi. Peşinden ben inecekken kapının önünde bir bey belirdi. Zannımca şehzadeydi, sureti ve esvaplarının ağabeyine benzerliğinden bunu çıkarmıştım. Bana uzattığı eli tutup aşağıya indim.

 

"Hoş geldiniz Mehpare Sultan." Bana gülümseyen yüze aynı şekilde gülümsedim ve "Hoş buldum." dedim.

 

"Zatıaliniz nasıllar? Yolculuğunuz nasıl geçti?"

 

"Afiyetteyim şehzadem lakin bir hayli yorgunum." dedim. Hissiyatımı anlamış olacak ki başıyla beni tasdik etti. Şehzade; benim beyaz tenim, yeşil gözüm, kızıl kahve saçlarımın aksine esmer tenli, kara saçlı, kara gözlüydü. Yaşı otuzlarındaydı. Geniş omuzları vardı ve uzun boyluydu. Sima olarak ağabeyine benziyordu lakin ten ve göz renklerinin birbirleriyle alakaları yoktu.

 

Elini belime doğru yerleştirip beni karşılamak için dizilen hatunların yanına götürdü. Hepsi çok güzel giyimliydi. Eğer bir prenses olarak doğmasaydım onları kıskanabilirdim lakin benim de onlardan aşağı kalır yanım yoktu, hatta bence ben daha iyiydim. "Hemşirem Şirin Sultan burada benimle kalır. Zira kendisi bana pek düşkündür." Başım ile verdiğim selamıma sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi. Yüzü kadar gülümsemesi de güzeldi. Şehzadenin kardeşi gerçekten de çok güzeldi.

 

Ardından onun hemen yanı başında olan renkli gözlü hatun başıyla selam verdi "Hoş geldiniz. Ben Şayeste Sultan. Şehzade Savcı'nın validesiyim."

 

Evvelden düşündüğüm gibi şehzadenin evladı vardı. Bunu teyit etmiş oldum. İnşallah bu vaziyet benim lehime olurdu. "Ben de Afife Sultan. Şehzade Murat ve İsmihan sultanın validesiyim. Hoş geldiniz sarayımıza." Gözleri sevgi dolu bakıyordu. Nedendir bilmem bir anda ona kanım kaynamıştı. Samimiyetine binaen ellerini tutup cevap verdim. "Hoş buldum."
Evlatlarının sayısı artıyordu. Zannımca daha da artacaktı.

 

"Dairenizi hazırlattım, dilerseniz gidip istirahat edin. Gülizar Kalfa, Mehpare Sultan'a dairesine kadar eşlik edin." sözlerine karşı selam verip kalfanın peşine düştüm. İçerisi de aynen sarayın dışı gibi pek güzeldi. Benim gördüğüm en şaşalı yerler kalelerdi. Ki onun da görünüşü değil de büyüklüğü şaşaalıydı. Daha evvel bir saray görmemiştim. Burada duvarlarda pek çok çiçek tasvir edilmişti. Her yer yeşil çinilerle süslüydü. Tavanda ise oymalar vardı. Oymaların kenarları altın varaklarla boyanmış, ortalarına ise çeşitli çiçekler nakşedilmişti.

 

Harem sadece hatunlara özgüydü. Erkeklerin girmesi zinhar yasaktı. Belli bir yere kadar sadece harem ağaları girebiliyordu. Erguvan'da böyle bir şey yoktu. Prenslerin birden fazla hatunu olduğu vakit onları başka odalara yerleştirirlerdi. Odaların olduğu yollardan erkekleri geçmesi yasak değildi lakin hiç hoş görülmezdi.

 

Gülizar Kalfa'nın anlattığına göre harem avlusundan içeri girip biraz ilerlediğimizde ilk kapı şehzadeye aitti. Hemen yanında hamamı ve Valide dairesi vardı. Yolun sonunda tam köşede ise büyük bir sofa mevcuttu. Birkaç adım sonrasında sağ tarafta ise kalfaların odalarının olduğunu öğrendim.

 

Tekrar köşeyi döndüğümde epey gidince hatunlar hamamının da ilerisinde kalan oda benim odamdı. Kalfalar odalarının hemen karşısında gözdeler dairesi ve Afife Sultan dairesi vardı lakin kapıları, kalfalar odalarına bakmıyordu. Afife Sultan dairesinin yanı başında cariyeler koğuşuna bitişik olan daire İsmihan Sultan'a aitti. Cariyeler koğuşunun kapısı sultanların dairelerine bakmıyor, cariyeler taşlığına bakıyordu. Taşlığın duvarlarını aşınca hamamın solunda Şayeste Sultan, Şehzade Savcı daireleri ve birkaç tane oda vardı.

 

Sonunda daireme vardığımda iki hatun kapıyı açıp beni içeri buyur ettiler. Dairem bayağı büyüktü. Duvardaki çiniler birçok tonda bezenmişti. Tavanda ise bu defa oyma yerine çiçek nakışları vardı.

 

"Bohçalarınız geldi sultanım. Müsaade ederseniz dolaplara ve yüklüğe yerleştireyim." diyen Gülizar Kalfa'yı yanıma çağırdım. "Zarife'ye odadan çıkmamasını işaret ederek diğer hatunları daireden gönderdim.

 

"Otur Gülizar Kalfa."

 

"Buyurun sultanım."
Merak ettiğim şeyler vardı, meraklandığımda da zinhar kendime mâni olamıyordum. "Harem ahalisini ve harem kaidelerini bilmek isterim. Şehzadenin benden başka nikahlı zevcesi var mıdır? Kaç evladı vardır? Şehzade nasıl biridir merak ederim."

 

Kalfa benden biraz çekinmişti zannımca lakin çekinmesine sebep yoktu. Gayet de neşeli biriyim. "Çekinme hele, söyle kalfa." Çenesinden tutup onu gözlerimle buluşturdum.

 

"Şehzademizin tek zevcesi sizsiniz. Üç evladı vardır. Dördüncüsü de anasının karnındadır." Demek tek nikahlı eşi bendim. Bu iyiydi. Zira ağırlığımı koyamamak kötü olurdu. Ezilmiş vaziyete düşmek istemezdim lakin diğer hatunları olması daha da iyiydi. Onlara olan sevgisinden bana yönelmeyecekti. Bu içimi rahatlatmıştı.

 

"Şehzade nasıl biridir?" En çok bunu merak ediyordum. "Sultanım şehzademiz cengaverdir, güçlüdür lakin biraz sert mizaçlıdır. Bir şeye sinirlendi mi saman alevi gibi parlar. Siz müsterih olun evlatlarının analarına ehemmiyet gösterir. Onları el üstünde tutar."

 

Demek sert mizaçlı öyle mi? İnşallah ona diyeceklerime de sertçe cevap vermez, şimdilik tek ümidim buydu. Ben bunları düşünürken Gülizar anlatmaya devam etti. "Şehzademiz odasına birini çağırtmadığı vakit Şirin Sultan, cariyelerden en güzellerini, en edeplilerini seçip şehzademize yollar." Bundan anlamıştım ki bu sarayın hareminin idare vazifesi Şirin Sultan'a verilmişti. "Şirin Sultan valide dairesinde kalır, haremi tetkik eder. Herkes kafasına göre şehzade odasına gidemez. Bu sebepten valide dairesi, şehzadeyi tetkik etsin diye onun yanındadır lakin şehzademizin validesi olmadığından bu vazife Şirin Sultan'dadır."

 

"Validesi yok mudur?"

 

"Öz validesi daha şehzademiz sancağa çıkmadan evvel vefat etmiş lakin hem şehzademize hem de Şirin Sultan'a, hünkârımızın validesi Esma Valide Sultan analık etmiştir. Öz anaları gibi sevip sayarlar valide sultanımızı."

 

Demek ki şehzade de benim gibi anasızdı lakin benden talihliydi. Ona sahip çıkan başka bir anası daha vardı. Benim kadar yalnız değildi.

 

Eline bir altın tutuşturup "Anladım Gülizar Kalfa. Şimdi çekilebilirsin." dedim. Öğrenmek istediklerimi öğrenmiştim. Gerisini de yaşayarak öğrenecektim.

 

Eşyalarımı daireme güzelce yerleştirilmesini sağladım. Gün çoktan gecenin siyahına kavuşmuştu. Yerleşmeyle meşgulken vakit su gibi geçmişti. Uzun yolun kirini pasını ise anca hamam aklardı. Az evvel dolaba konan hamam takımımı çıkarttım. "Zarife, hatunlara söyle hamamı hazır etsinler." dedim. Biraz sonra da dairemin pek yakınında olan hamama gittim.

 

Ben ve Zarife'den başka kimse olmaması iyiydi. Lakin anlamadığım hamam neden bana has değildi? Mirzaoğulları'nın kaideleri pek değişikti. Alışmam zaman alacaktı. Bir süre ağır ağır hamam keyfi yaptım. Sıcak su beyaz tenimi pembeleştirmişti. Buhar ise beni boğacak dereceye gelmişti. Buna da alışacaktım. Tamam, her şeye alışacağım. Bana has hamam yapacak halleri yoktu ya.

 

Gülizar Kalfa kapıdan içeri girip yanıma geldi "Sultanım hazırsanız şehzademiz sizi sofraya beklerler." Başımla onu tasdik ettikten sonra hamamdan çıktım. Bunca telaşın arasında yemek yemeği unutmuştum. Midemden gelen sesler bunu teyit ediyordu.

 

Daireme geçtiğimde yeşil bir elbise giydim ardından saçlarımı kurulayıp şekil verdim. Başıma bir başlık taktım lakin saçlarımın büyük kısmını dışarıda bırakan bir başlıktı bu. Yüzümü de renklendirip hazır olmuştum. Şehzade için süslenmiyordum. Bir prenses her zaman alımlı ve güzel olmalıydı.

 

"Sultanım müsaade var mıdır?" diyen Gülizar'a içeri girmesini söyledim. Elinde farklı kokularla dolu bir tepsi vardı. "İçlerinden en beğendiğinizi sürün."

 

"Lüzum yok Kalfa. Benim kullandığım hoş bir koku mevcut zaten." dedim sıcak bir gülümseme ile. Sesimin tonu pek yumuşaktı, onu sözlerimle kırmadığıma da emin oldum. Ardından en sevdiğim koku olan filbahriyi boynuma sürdüm.

 

Aynadan ona baktığımda onu biraz kızarmış gördüm. Utanacağı bir şey mi olmuştu? Ona doğru döndüm ve konuşması için el hareketi yaptım. Başını kaldırıp yüzüme baktı. "Sultanım size anlatacaklarım var."

 

●●●
Dairemden herkesi yolladıktan sonra aynada son defa kendime baktım. "Bu hatunlarda edep de kalmamış bana anlattığı şeylere bak. Benim diğer hatunlar gibi olmaya hiç niyetim yok. Başından beri burada olmak istemedim zaten. Mutlak suretle Erguvan'a geri döneceğim." dedim aynaya karşı. Divane gibi kendi kendime konuşuyordum. Belki de divane olup çıkmıştım, kim bilir?

 

Lakin bunları Zarife ve şehzade haricinde başkaları bilmemeliydi zira Kasım Han beni kurtarıp kardeşine nikahlamıştı. Ona karşı edepsizlik edemezdim. Şehzade Bayezid ise beni istemedikten sonra Sultan'ın buna karşı geleceğini de düşünmüyordum.

 

Ellerimi önümde birleştirip kapının önüne çıktım. "Gidebiliriz." Dümdüz gittiğim vakit sağ tarafımda taşlık belirdi. Hatunlar yerlerde minderlerin üzerinde oturuyordu. Beni fark ettiklerinde hemen kalkıp selam verdiler. Aynı zamanda fısıldaşıyorlardı. Tabi kendileri benim şehzadenin yatağına gireceğimi sanıyorlardı. Bu sebeple garipsemedim. Karnı burnunda bir hatun da oradaydı. O da ayağı kalkmıştı. Demek ki Gülizar Kalfa'nın dediği gebe hatun oydu.

 

Şehzadenin odasının önüne kadar geldik. Bayağı büyük ve gösterişli bir kapıydı. Her adımımda bu saray beni daha çok şaşırtıyordu. Bu kadar iyi nasıl yapılmıştı ki? Aklım almıyordu esasen. Kapının güzelliğine bakarken aklımdan geçen şey burası bu kadar büyük iken kim bilir Dersaadet'deki saray ne kadar büyük olduğuydu. Kapıda duran hatunlar kapıyı önce tıklattılar. Hemen peşinden beni içeriye aldılar. İçerisi de çok güzeldi. Böylesini daha evvel görmemiştim. Tavandan başlayarak yerdeki döşeme taşlara kadar her şeyi gözlerimle süzdüm. Olağanüstüydü. Her bir çininin üzerindeki nakış farklıydı lakin bu kadar farklılıkların hepsi bir aradaydı. Zinhar kötü gözükmüyordu.

 

Bir anda nerede olduğumun farkına varıp hemen önüme döndüm. Yavaş adımlarla Şehzade'nin yanına kadar gittim ve yere çömüp eteklerini öptüm. Ardından ayağı kalkıp selam verdim, çekinmeden gözlerine baktım. "Şehzadem." Şehzadenin yüzü ifadesizdi. Acaba yanlış bir şey mi etmiştim? Kaidelere uymayan bir vaziyete mi düşmüştüm?

 

"Benim sizi kaldırmam gerekirdi."

 

Manasızca yüzüne baktım zira usul kaide bilmiyordum, bilmemek de suç değildi ya. Başımı hafifçe yan tarafa duran sofraya çevirdim. Günlerdir yemek yememiş gibiydim. Açlıktan ölmüştüm. Bu güzel sofra ile tez vakitte buluşmalıydım.

 

Bakışlarımın ona olmadığını anlayan Şehzade, eliyle sofrayı işaret edince hiç düşünmeden sofra başına geçip yemek yemeye başladım. "Yavaş olun sultanım. Yemekler bir yere kaçmaz." dedi. Gülizar Kalfa şehzadenin mizacının sert olduğunu demişti lakin bana gayet nazik davranıyordu. Hatta konuşması bile saygılıydı, bana siz diye hitap ediyordu. Belki de güçlü gözükmek için diğerlerine öyle davranıyordu. Bilemiyorum.

 

"Sabahtan beri bir şey yemedim. Hâliyle biraz acıkmışım." dedim gözümü tabağımdan ayırmadan. Evet sadece biraz acıktım. Çok az acıktım. "Siz şehzade zevcesisiniz. Kimse size yemek getirmedi mi?" Başımı iki yana salladım.

 

"Vaktimin büyük kısmını daireme yerleşmede ve hamamda harcadım. Bir şeyler yemek aklıma dahi gelmedi." Ettiğim kelamları işitince öksürmeye başladım zira lokmam boğazımda kalmıştı. Hamam nedir yahu? Edilecek kelam mıydı o?

 

Şehzade, inşallah fırsattan istifade değildir, yanıma gelip sırtımı sıvazladı. "İyi misiniz? Su için hemen." deyip suyu elime tutuşturdu. Suyu içtikten sonra biraz rahatladım. "Yarabbi şükür. Bir an öleceğim sandım. Tez vakitte sadaka vermeliyim."

 

"Alelacele yememeniz sıhhatiniz için daha iyi olacaktır." dedi ve yerine geçti. Haklıydı. Zira kıtlıktan çıkmış gibi yemek yiyordum. Bir prenses gibi değil de sanki günlerdir yemek yememiş alelade biri gibi yemiştim. "Haklısınız." Hemen peşinden sözlerime devam ettim. Konuyu bir yerden açmam gerekirdi.

 

"Erguvan'da saray yoktur. Ladin'de büyük bir kalemiz vardır. Orada yaşarız, oradan yönetiriz. İçi de aynı dışı gibi sarı taşlarla kaplıdır. Bu saraya hiç benzemez. Burayı görünce hayran kaldım."

 

Gülümsedi. "Öyledir. Pek güzeldir buralar. Siz birde Dersaadet'deki taht sarayını görün. Sizi temin ederim öylesi cihanda yoktur. Erguvan prensesi olduğunuzu işittim. Buralara gelmek sizin için zor olmuş olmalı." Hafif bir buruklukla ona baktım. Yüreğimin yarısı orada kalmıştı benim.

 

"Bizde bir söz vardır Alıştığın şey zor bırakılır. Karadeniz'in kokusu burnumda tüter." deyip edeceğim kelamlara açık kapı bırakmıştım.

 

"Hünkârımız bizi nikahlamamış olaydı nikahlanmayı düşünmezdim lakin hünkârımızın iradesi ne ise o olur." Demek ki o da beni istemiyordu. Belki de gönlünde biri vardı. Onca hatun içinden gönlü muhakkak birine kaymıştır.

 

"Nikahlanmış olmanızdan siz de benim gibi hoşnut değilsiniz zannımca. O halde beni geri yollayın. Bir vakit sonra beni istemediğinizi bildirip boşar ve Erguvan'a yollarsınız." Bunu bu kadar çabuk söyleyebileceğimi düşünmemiştim. Şimdi ise vereceği tepkiden çekiniyordum.

 

"O nasıl kelam hatun?" diye celallendi birden. "Hünkârın buyruğu hiçe sayılır mı? Erguvan'a varıp ne edeceksin? Zaten Sefer Bey'den kaçmak için gelmedin mi buraya?" Gülizar Kalfa'ya şimdi hak vermiştim zira şehzadenin siniri saman alevi gibiydi. Birden parlıyordu. Demek ki Sefer Bey mevzusu da kulağına gelmişti. Olan bitenden haberdardı.

 

"Şehzadem ben..." derken eliyle beni susturdu. "Bu kadarı kâfi. Yatıp uyuyun. Bu kelamları da başkasının yanında zinhar etmeyin, hünkâr ağabeyimin kulağına gitmesin. Eğer ki işitirse gücenir." Sofradan kalkıp üzeri vesikalarla dolu rahleye geçti. Beni dinlememişti bile lakin benim açıklamam ona kâfi gelecekti biliyordum. Ellerimi odadaki çeşmede yıkayıp sedire oturdum.

 

"Hatunlar." diye seslendi şehzade. Hatunlar başını bir kez dahi kaldırmadan girdiler.
"Sofrayı kaldırın."

 

"Emredersiniz şehzadem." Sofra kaldırıldıktan sonra da yüzüme dahi bakmamıştı. Kendini çalışmaya vermişti. Belgeler okuyup bir şeyler yazdı.

 

Yanlış bir şey mi demiştim? Bir harem dolusu cariyesi vardı lakin ben onu istemediğimi beyan edince mi kötü olmuştum? O da beni istemiyordu, kendisi söyledi. Ben bir cariye değildim, hür bir hatundum. Evleneceğim kişiyi seçmeye hakkım vardı. Hoş, onu da seçememiştim. Belki de hanedan mensubu hatunların kaderi buydu. Kiminle yaşayacağını da kiminle evleneceğini de kiminle öleceğini de seçemiyorsun.

 

Aslında benim vaziyetim böyle olmayaydı şehzade gibi biriyle gözüm kapalı izdivacı kabul ederdim. Hissetmiştim, o iyi biriydi. Allah var, çok yakışıklıydı lakin benim emellerime mâni oluyordu. Bu şartlarda ikimiz için de birçok şey zordu.

 

Gece iyice çöktüğünde uyku tüm bedenimi sarmaya başlamıştı. Bu vaziyete daha fazla dayanamadım ve yatağa doğru geçtim. İlk önce başlığımı ardından küpelerimi çıkarıp yanda bulunan rafa koydum. Kolyemi de çıkarmaya çalıştım lakin muvaffak olamadım. Kancası mı bozulmuştu, elim mi varmadı bilemedim.

 

"Zarife, gel hele şu kolyeyi aç. Sıkışmış zannımca." dedim. Sonradan kendi odamda olmadığımın farkına vardım. Arkama dönecekken ensemde bir el hissettim.

 

"Zarife Hatun yok lakin ben varım." deyip sessizce ekledi. Zannımca sadece kendinin duyacağını düşünmüştü lakin ben de işitmiştim. "Zevciniz." Durumun garip hissine kapılmıştım, en son bir beyle bu kadar yakın münasebetim kılıç taliminde olmuştu. Yok ya o daha evveldi. En son bir haydudu pataklamıştım.

 

"Şehzadem ben..."

 

"Konuşun demedim. Sadece uyurken size zarar vermesin diye yardım ederim o kadar." Biraz uğraşmasının ardından kolyeyi açmayı başardı ve boynumdan söküp masanın üstüne koydu. Tam gidecekken kolundan tuttum.

 

"Rica ederim dinleyin beni." arkasını dönüp gidecekken kolundan bir kez daha çekiştirip onu yatağa oturttum. Kuvvetli biriydi bilirdim lakin ben bunu yaparken hiç mukavemet göstermemişti.

 

"Size has bir vaziyet değil. Babamın katiliyle izdivaç etmek istemedim. Hünkârımızdan yardım istedim. O da sağ olsun yardımını eksik etmedi lakin beni sizinle nikahladı. Koskoca padişaha mâni olamazdım."

 

Çatık kaşlarla beni dinleyen şehzadeye anlatmaya devam ettim. "Aslında emelim Sefer Bey'i tahtından edip yerine geçmekti. Buraya gelmiş olmam da bu emele mâni oldu. Bu suretle beni geri yollamanızı istedim. Başka bir niyetim yoktu." Koskoca şehzadenin onuruyla oynamaya niyetim yoktu. Onu çekilemez kılamazdım, böyle her şeyi bilmesi en iyisiydi.

 

Sözlerimden sonra Çatık kaşları birden düzeldi, gülmeye başladı. "Tahta mı çıkmak istersin?" Başımı müspet manada salladım. "Hatundan hükümdar olur mu hiç?" Yine aynı mevzuydu. Ağabeyi de böyle düşünüp gülmüştü lakin bizde kadın her şeyi yapabilirdi, bilmiyorlardı.

 

"Bizde hatunlar her şeyi yapabilir. Savaşa da giderler, tahta da çıkarlar." dedim dik durarak. Kendi askerlerinden daha iyi dövüştüğümü bilse herhalde aklını yitirirdi.

 

Ben hükümdar olacaktım, o taht benim hakkımdı. "Bizde hatunlar beylerinin sözlerini dinlerler. Evlatlarına bakarlar. Sen artık buradasın. Alışsan iyi olur. Erguvan'ı da tahtı da unut." Sözlerine cevap vermedim zira yine beni anlamayacaktı. Benim yaşadıklarımı yaşamamıştı, zinhar anlayamazdı. Benim burada olmam başlı başına bir hataydı.

 

"Lakin müsterih olasın hatun. Haremde odama gelmek için can atan onlarca cariye varken beni istemeyen birini koynuma almam." dedi ve yataktan kalktı. Bu iyi bir havadisti zira bana dokunacak diye bir an korkmuştum. Buna hazır değildim. "Hadi uyu sen." diyerek rahlesine doğru ilerledi ve çalışmasına geri döndü. Bende içimde beyaz gecelik olduğunu bildiğimden elbisemi çıkardım ve kenara koydum. Ardından yatağa girip kendimi uykunun ellerine bıraktım.


♟️

Evvet canlarımmm. İkinci bölümün de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bölüm hakkında yorumlarınız nelerdir?

 

MEHPARE ŞEHZADE İLE İYİ ANLAŞABİLECEK Mİ?

 

Şayeste, Afife ve Şirin Sultanlar nasıl kişiler sizce?

 

Mehpare'nin boğulması hakkında ne düşündünüz😂 hayvan gibi şi yapıyonuz ya dkdmf

 

ŞEHZADE'NİN MEHPARE'YE KIZMASI NORMAL Mİ SİZCE?

 

Kolye sahnesinde heyecanlananları görelim bakalım😂

 

Sizce sabah neler olacak?

 

Yeni bölüme kadar görüşmek üzere yorum ve voteyi unutmayalım. Seviyorum sizlerriii🥰😍😘

 

Loading...
0%