Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. "Casuslar"

@rubamsalepe

Günler geceyi geceler ise gündüzü bulmuştu sarayın soğuk duvarları arasında. Günün çoğunu devlet meseleleriyle geçiren sultan iyice ölçüp tartmış şu casus meselesi için birkaç yol bulmuştu. Eğer ki bu ülkede huzur ve adalet istiyorsa onların ifşa olmaları gerekliydi.

Sabahın erken saatlerinde saraya bir isim gelmişti, bu haber ise hemen padişaha ulaşmış, o da hemen hazırlanıp misafirini karşılamaya gitmişti. Koskoca padişahın bile karşılayacağı birisi geliyordu. Orhan'ın bile saygı duyduğu ve işine son vermediği biriydi Topçu Musa Paşa. Kaptanıderyaydı. Gücünü bir başına elde etmiş, yıllarını deryalarda mücadeleye vermişti. Düşmana göz açtırmamış, daima devletine hizmet etmişti.

Arz odasında karşıladı paşayı Bayezid. Elini, eteğini öpmesine izin verip karşısına koydurduğu tabureye oturmasını istedi. Aslında padişah huzurunda oturulmazdı lakin Musa Paşa öyle değerli bir isimdi ki padişah karşısında oturmasına bile izin veriliyordu.

Paşa yürüdüğünde etrafına korku saçıyordu, insanlar ona zıt düşmek asla istemezdi. Kâsım Han dönemindeki bir serbaz isyanına gemi topları ile karşılık vermiş, hepsini denizden yok etmişti. Topçu denmesinin sebebi de buydu, suçluları böyle topa diziyordu.

"Hoş geldin paşam, gözümüz yollarda kaldı."

"Hoş buldum hünkarım. Cülusunuza yetişemedim affedin, denizlerdeki asayişsizliği emniyete almakla meşguldüm."

Bayezid gülümseyerek önemli değil anlamına gelen bir bakış attı adama. "Buraya gelmemin esas sebebi casuslarımdan haberler almamdır. Firmenler, Mehpare Sultan'ın veliahtlarını öldürmesinden sonra büyük bir karışıklığa sürüklenmiş kimin veliaht olacağını seçemez olmuşlar. Zannımca vasıflı bir prens bulmakta güçlük çekerler. Hanedan değişikliği bile yaşanabilir lakin eğer ki bu yaşanmadan meseleyi çözerlerse üzerimize gelebilirler. Leventlerimden tüccar kılığına girenlerden aldığım havadislere göre bu kadar soruna rağmen asker toplama ve silahlanma içerisindeler. Bu bizim için olabilir, bizzat iletmek ve gereken tedbirin alınmasını sağlamak istedim padişahım."

Bayezid bunu tahmin etmişti aslında. Firmenlerin rahat durması beklenemezdi, taht için büyük karışıklık çıkması Mirzaoğulları'na olan nefreti daha da körükleyecekti. Tedbir alacaktı Bayezid, edineceği kaynaklarla silah yapımına ağırlık verecek olası bir saldırıya karşı temkinli olacaktı.

"İstihbarat işinde senden mahirini görmedim paşam, sağ olasın. Ben gereken tedbiri alacağım, uzun yoldan geldin gidip dinlen. Divan toplantılarında seni yorgun görmek istemem." sözleriyle ayağı kalkıp selam verdi sonra da Arz Odası'ndan ayrıldı paşa.

Bir bu eksikti, casuslarla başı dertteyken Firmen tehdidiyle de karşı karşıyaydı. "Sansar ile Karaca'yı çağırın." Vazifelerini verme vakti gelmişti.

***
Bir handa Karaca ile Sansar yerlerini almış, paşaları takip ediyorlardı. Sansar değişik esvaplar giyip kendini iyice değiştirmişti. Karaca ise kendisi gibiydi, paşaların her zaman oturduğu masanın tam sağına oturmuş sırtını dönmüştü. Paşalar daha gelmemişti, Sansar işi daha sağlama almak istedi ve dışarıya çıktı. Birkaç dilenci çocuğa rastlayıp ellerine altın tutuşturdu, bu altın onların hayatını kurtaracaktı.

"Eğer ki dediklerimi yaparsanız bir tane daha altınınız olur." deyip çocuklara yapması gerekeni anlattı. Hana alıp kimseye görünmeden çocukları boş fıçıların içine gizledi ve ardından boş masaların yakınlarına yerleştirdi. İşte şimdi olmuştu, eğer ki paşalar tenha bir köşeye kaçacak olursalar çocuklar onları dinleyebilirlerdi. Ve bir altın daha kazanmak için yapmayacakları hiçbir şey yoktu.

İki paşa içeri girdi ve tam Karaca'nın arkasındaki masaya oturdu. "Paşam yine geldik buraya, siz padişaha daha yakınsınız arz etseniz?"

"Olmaz Hilmi Paşa, ben nasıl derim bunu koskoca padişaha? Kellemden mi olayım istersin?"

Karaca bir yandan kahvesini yudumlarken bir yandan da onları dinliyordu. Ne yalan söylemesini istedi ki hünkâra bunu söylemekten korkar olmuştu Kara İbrahim Paşa? Anlamaya çalışıyordu genç adam. Sakallarını kaşıyıp dinlemeye devam etti.

"Babamın hiç mi hatırı yok sizde paşam, mevkiinize ne kadar faydalı olmuş ne çabuk hatırınızdan çıkmış?"

"Yahu adam ben nasıl söyleyeyim cariyenize talipli var diye? Padişahın haremi o bilmez misin el uzatılmaz? Valide Sultan münasip görürse anca hünkar gözdesi olmamış cariyeler evlendirilir makam sahipleriyle."

Karaca'nın duymak istediği bu değildi, acaba söz oyunu mu ediyorlar diye düşündü lakin adam gerçekten sevdalanmışa benziyordu. "Valide Sultanımızla konuşun o vakit o da sever sizi. Bilirim gözde olmadı o, saray dışında tesadüf ettik sevdalandım, bileydim hiç sever miydim? Yüreğime söz geçiremem artık ne edeyim paşam? Gönlüm düştü diye söküp atayım mı?"

Hilmi Paşa, haremde yaşayan bir cariyeye gönlünü kaptırmış hünkara hatun olmadan nikahına almak istemişti. Harem kaidelerindendi cariyelerin paşalar veyahut yetkili kimselerle evlendirilmeleri. Lakin buna padişah yahut valide sultan karar verirdi. Hilmi Paşa da kendini tutamamış bunun için bir dostu olan üst mevkiideki paşadan yardım istemişti. Karaca gerçekten de yanlış yerde nöbetteydi.

Sansar'ın durumu da ondan pek farklı değildi. Etrafına baktı kimsecikler oturmamıştı, az evvel gelen ve duvar dibine oturan Cemil Paşa ve serbaz ortalarından bir ağa hariçti buna. Oradaki fıçıda bir çocuk vardı ve ona güvenmekten başka çaresi yoktu adamın. Sabırsızlıkla beklemeye koyuldu üçüncü kahvesini yudumlarken.

Karaca ne kadar eğleniyorsa Sansar da o kadar gergindi. Çünkü olanları gören bir tek o vardı. Bir süre bekledikten sonra herkes dağıldı, Sansar da fıçıdaki çocuğu çıkartıp elindeki altını gösteri. "Anlat ve al."

***

Mehpare'nin midesi kazınmış kimseye bir şey demeden harem mutfağına gitmişti. Kendi kendine bir şeyler hazırlanmak istemişti canı, belki de biraz fazla yapıp hünkârına da götürebilirdi, özlemişti onu birkaç haftadır bu saraydaydı lakin sık sık göremiyordu.

Mutfağa girdiğinde yalnız olmadığını anladı. Ellerinin arasında koca bir baklava dilimi olan Ceylan Hatun, hemen kendini masanın altına gizlemişti sanki görünmeyecek gibi. "Lakin gördüm seni."

Ceylan öksürerek ayağı kalktı, tedirgindi. Yediği o heyecanla boğazına takılmıştı. "Ben s... sult..." Sözünü tamamlayamamıştı, kenarda duran tastan büyük bir yudum aldı sonra derin bir nefes aldı. "Ölüyordum zannımca."

Mehpare buna gülmüştü, sanki çocuktu da elinden alan olacaktı. Yiyebilirdi istediği kadar, neden bu kadar celallenmişti anlayamamıştı. "Yavaş yavaş ye hatun, baklavanın zevkine varacakken telef olma, inan ki baklavadan ahirete göçen ilk cariye olarak neşreder müverrihler seni."

Gülerek gidip erzaklara baktı neler yapabilirim diye. Meyve ve tatlı dışında pek bir şey yoktu. Asıl erzaklar Matbahı Amire'den geliyordu buraya demek ki. Oraya mı gitmeliydi? Biraz üşendi ve elindeki elmadan bir ısırık alıp kenara bıraktı. Bir tasa birkaç meyve koyup onu götürmeye karar vermişti ama Bayezid birden karşısında belirdi.

"Ceylan Hatun?"
Sözüyle kız elindeki baklavayı arkasına götürdü. Yine tedirgindi. "Hatunlardan haber işittim mutfağa geldiğini, ben sana burayı yasak etmedim mi?"

Mehpare şaşırmıştı, neden yasaklanırdı ki mutfak? Hele ki işini gücünü bırakıp bu vakitte buraya gelecek kadar ne olmuş olabilirdi ki? "Ettiniz."
Kıza yaklaşıp arkasındaki elini öne doğru çekti, böylece baklava tutan şerbetli eli meydana çıkmıştı. "Yine günlerce baygın mı kalmak istersin, bilmez misin şeker ve tatlı seni hasta eder?"

"Bilirim, bilirim de tutamadım kendimi. Bağışlayın." Bir daha olmaması gerektiğini söyleyip küçük bir tebessümle hatunu dairesine yolladı ve zevcesiyle baş başa kaldı. "Ya görür müsün hatun, beni sadece devletle uğraşır sanırsınız, ben herkesle uğraşırım."

Mehpare de imalı bir bakış atıp başını salladı. "Onu anladım zaten devletlüm, hatunlara ilgin hele... Hep onlarla uğraşırsın." Mehpare de kıskanıyordu lakin hiçbir zaman dile getirmemişti. En başta Afife'yi kıskanıyordu, yerinde olmak isterdi ama onun hayatına çok geç girmişti. Aşk kapılarını açamayacak kadar geçti bu, Afife çoktan yer etmişti baş köşede ve böylelikle aşk kapıları herkese kapanmıştı. Bu cariyeleri de görünce canı sıkılmıyor değildi lakin Afife için zinhar yapamayacağı o sitemi cariyeler için yapabilirdi, Bayezid buna celallenmezdi. Mesele Ceylan Hatun'un şahsıyla alakalı da değildi neticede Mehpare geldiğinde o çoktan gözde bir cariyeydi.

"Sen." diyerek hatunun üzerine yürüdü. "Kıskandın mı beni?" Mehpade de onun üzerine yürüyüp belindeki ata yadigarı hançeri çekerek boynuna dayadı. "Ne kıskanması, ne haddime?" Birçok düşmanın yapmak istediğini hatunu yapabiliyordu işte kolayca. "Başta bu hançeri yasak etmeliydim." deyip güldü, elinin birini kızın bacağına doğru götürdü. Hafifçe eteğini kıvırıp küçük dokunuşlarla tenine uzandı.

İkisi de bundan etkilenmiş olsa da Mehpare hançeri hâlâ indirmemişti. Bayezid de hatunun bacağına bağlı olan bir diğer hançeri çekip hızlıca kızın boğazına dayadı. "Boğazımda hançerin olsa da ben kazandım hatun, bacağındaki hançere sahip çıkamadın sen."

Mehpare'nin aklı karışmış başını da boğazına dayanan hançerine çevirmişti. "Ama bu hile." Bayezid gülmeye başladı. "Aklımla oynadınız bu hile."

"Padişaha hileci mi dedin sen?" deyip iki hançeri de yere savurdu. "Söyle bakalım bir daha." Kadınla ile arasındaki mesafeyi kapadı.

"Neyi?" Mehpare iyice musikînin makamlarında gezer hâle gelmişti. Bayezid ise gülmekten kendini alıkoyamamıştı. "Alayım mı kelleni?" deyip biraz daha hatuna yaklaştı. "Deneyin bakalım." diyerek hançere daha da yaklaştı kadın. Aralarındaki bu yakınlaşma sürerken vazifelilerden haber gelmişti. Sansar ve Karaca dönmüştü. Tam da zamanında dönmüştü (!)

Arz odasına geçen Bayezid hemen onları içeri buyur etti ve söz hakkı verdi. "Cemil Paşa ile ortalardan bir ağa hana geldi padişahım, uygunsuz meseleler hakkında evvelden hiç görmediğim bir adam ile konuştular."

Cümleyi Karaca tamamladı. "Yarın ava gidecektiniz, o sırada ormana evvelden yerleşen okçular nefte batırılmış oklar ile saldıracaklar size. Üstüne üstlük yerlere de neft döküp sönmesini imkansız hâle getireceklermiş. Bu pusuya bile bile girerseniz kurtulmanız imkansız olacak."

Zekice kurulmuş bir tertipti lakin aptallık edip bunu Bayezid'e yapmayı düşünmüşlerdi. Bayezid de bunu bir şekilde öğrenmiş, tertiplerini başlarına geçirecekti. "Cemil Paşa her vakit o ağayla gezer, yarın da sarayda beni uğurlarken yanımda olacaklar. O vakit uğurlasınlar bakalım, neler olacak görelim."

***
Hava kararmış, gecenin sessizliğine cırcır böcekleri de eklenmişti. Yıldızların apaçık görüldüğü gökyüzü parıldıyordu. Gülümsedi adam, bir işi daha başından def etmek üzereydi. Ama biri bitince daha niceleri gelecekti, bunu taşımak zorundaydı her vakit.

Sırtını Orhan'ın örülü duvarına yasladı. "Söylesene ağabey, casuslardan haberin var mıydı? Haremlerimize, divanlarımıza kadar girip devletimizi Asafoğulları'na bağlamak istediklerini biliyor muydun?"

"Eğer ki bilseydim şu an hepsi ölü olurdu Bayezid, bilmezmişsin gibi konuşma beni." Haklıydı, eğer bilseydi kellelerini alır Dersaadet'in kapılarına astırırdı hepsini. "Doğru, bak gaddarlığın o konuda çok işe yarıyor. Afşin Kale olayını saymazsak devlet bütünlüğüne bağlı birisin sen."

"Buraya kafamı şişirmek için mi geldin, beni kınamak için mi yoksa?" Bayezid başını iki yana sallayıp buruk bir gülümseme ekledi yüzüne. "Biraz kardeş desteğine ihtiyacım vardı, bedbaht günlerdeyim."

"O zaman sana bir ağabey tavsiyesi, yatağına aldığın hatunlara bile güvenme. Vaktiyle bir Firmen kralı varmış. Çok güçlü ve asla yenilmezmiş. Güçlü bir hanedana mensup zevcesi varmış lakin hatun konusunda doyumsuzmuş benim gibi. En son koynuna aldığı bir hatun tarafından boğazına saplanan bir toka ile öldürülmüş." Toka meselesi hatırına Mehpare'nin Afşin Kale'deki mücadelesini getirmişti. Ayrıca ağabeyi dediklerinde haklıydı, savunmasız gibi gözüken bir hatun tam da ölüm için biçilmiş kaftandı.

"Hatunları her vakit sevmişimdir bilirsin lakin aldığım her cariyenin geçmişini iyice sorgulattım, hepsini garptan seçtim ki Asafoğlu'na ve Firmen'e casusluk etme ihtimali dahi olmasın. O yüzden kardeşim, canını koru."

Bu tahttan indirilmiş ve geri gelmek için savaşmaya hevesli birinin değil gerçekten bir ağabeyin kardeşine olan içten sözleriydi. Çünkü Orhan, oradan çıkıp çıkamayacağını bilmiyordu. Kardeşi tahta geçtiyse onun ölümü kaidelere göre olmalıydı, casuslar tarafından değil. Hiç olmazsa Alemşah'a olanın olmasını istemiyordu, yüreği ikinci bir kederi kaldıramazdı hatta Kâsım ile üçüncü...

"Eyvallah ağabey, bu dediklerini hatırımdan çıkarmayacağım. Eyvallah."

Yorulmuştu bugün, artık gitme vaktiydi. Has odayı geride bırakıp harem dairelerine doğru ilerledi ve kendini Mehpare'nin dairesine attı. "Çok yorgunum hatun, güzel sesinle söyleyeceğin musiki eşliğinde uyumak isterim, müsaaden var mıdır?"

***

Havanın aydınlanmasıyla tüm saray seferber olmuş av için bir at arabası hazırlanmıştı, Şirin'in de geleceği düşünüldüğündendi bu araba. Uzun vakittir kendinde değildi Şirin, onu görüp kederlenen ağabeyi yapacağı ava onu da davet etmişti, kardeşinin avlanmayı ve ormanda dolanmayı ne kadar sevdiğini iyi biliyordu. Arabada da yanından ayrılmamaya karar vermişti. Casusların tertibini öğrenene kadar her şey böyle olacaktı lakin işler değişmişti. Şimdi arabaya Şirin binmeyecek, onun yerine başkaları binecekti.

Paşalar da ekseriyetle avlara katılır, padişaha eşlik ederlerdi. Şimdi ise bu avdaki avcı olmayı tertiplemiş, Bayezid'i de av gibi öne sürmüşlerdi. Cemil Paşa tüm ciddiyetiyle arabanın yanında duruyordu, ağa da yanı başındaydı. Sonunda emeline ulaşacağına inanıyordu, vazife emri yakın vakitte gelmişti. O vakte kadar ölüm emri vermemişti lakin meseleler öyle yerlere varmıştı ki Asafoğulları artık Bayezid'in kati suretle ölmesini istiyordu. Hatta sadece onun değil, Efruz ve Mehpare'nin de ölmesini istiyordu.

"Ben ava gitmekten vazgeçtim." diyerek paşaların yanına geldi Bayezid. Ellerini arkasına kavuşturmuş, yeşil kaftanı ile herkesi yine büyülemişti. Esvaplarının ava münasip olmadığı her türlü belliydi. "Hiç böyle yapmazdınız bir mesele mi oldu?" dedi Salih Giray. Esasen meseleyi bilse de bilmiyormuş gibi yapıp paşaları akıllarında sorular bırakmak istemişti.

"Kendimi pek iyi hissetmem, benim yerime paşalarımdan Cemil Paşa gitsin isterim, bu avda bana eşlik edecek paşa oydu. Benim yüzümden avdan mahrum kalmasın." Elleriyle arabayı ve atları gösteri. "Binin paşa, bensiz gidin."

"Olur mu öyle hiç hünkârım, sizsiz hiç tadı tuzu olur mu avın. Bir dahakine eşlik edeyim size ben." Bayezid gülümsedi, ve adama doğru yaklaştı. Başını diğer paşalara çevirdi. "Ava gitmenizi emretsem bana emrimi ikiletecek cesarette paşa var mıdır aranızda?"

"Hâşâ hünkârım, size karşı gelmek haddimize mi?" dedi içlerinden biri. Gülümseyip tekrar Cemil Paşa'ya döndü ve kılıcını çekip adamın boynuna dayadı.

"Neden gitmek istemezsin?" Bu yapılanların manasını pek bilen yoktu, içlerindeki casuslarla daha yüzleşmemişlerdi. "Yoksa neftli oklardan mı korkarsın pusu yolunda?"

İşte bu sözler adamın birdenbire titremesine ve gözlerini kaçırmasına sebep oldu. Bu da dediklerinin gerçek olduğunun kanıtıydı. Bayezid üsteledikçe geriliyor ve terliyordu. "Şu paşa ile yanındaki ağayı derdest edip zindana atın. Asafoğlu casusudur." deyip kılıcını indirdi, kınına soktu. Arkasına döneceği sırada Cemil Paşa anlık bir hareketle hançeriyle padişaha doğru hamle yaptı. Hançer derisine temas etmeden sadece kaftanı yırtmış ve Bayezid'in sert elleriyle buluşmuştu. Hançeri tutan kolu kavrayan adam paşayı itekleyerek arabaya yasladı ve hançeri tam gırtlağına sapladı.

Kimse ne olduğunun idrakinde değildi, en son ava gideceklerdi ve mesele buraya kadar uzamıştı. Üzerine sıçrayan kanı aldırmadan tekrar serbazlarına döndü sultan, "Ağayı sorgulayın" deyip kanlı parmaklarını yerdeki cansız bedene doğru uzattı. "Bu adamın da iç organlarını çıkartıp içine saman doldurun eşeğe bağlayıp sokak sokak gezdirin, teşhir edin ki millete ibreti alem olsun."

Böylece casuslardan biri meydana çıkmıştı. Şimdi omuzlarındaki yük bir nebze hafiflemişti adamın. Ardına bir defa daha bakıp has odasına geri döndü. Bunların hepsine uzak bir köşede çağrılmasını bekleyen Şirin de şahit olmuştu. Ava gideceğini düşünürken gördükleri onu pek fena vaziyete sokmuş, ruhu daralmıştı. Bir ağabeyini daha gözleri önünde kaybedeceğini sanmıştı. Dayanamazdı bu defa, ikinciye olamazdı bu. Gördüklerine rağmen ağabeyinin yanına gitmedi, daha doğrusu önceliği ona vermedi. Hızlı adımlarla köşküne döndü.

"Ağabeyim buldu birini." dedi kapıyı açar açmaz yüksek sesle. "Ağabeyimi öldürmeye çalıştı, gözü karartmışlar bunlar. Hakikaten başka bir bilgin yok mu? Ağabeyimi korumak isterim Asafoğlu."

"Tüm bildiklerimi söyledim Şirin. Demek biri ifşa oldu. Çok şükür" diyerek derin bir nefes verdi. "Sadece ağabeyin için mi endişe ettin?" diyerek ona doğru birkaç adım attı. "Beni de öldürebilirlerdi benim için hiç endişe etmedin mi?" Esasen aklına Efruz gelmemişti hiç ama onun da ölmesini istemezdi. Eğer isteseydi kapısında bu kadar serbaz nöbet tutmazdı lakin aklına gelmiyordu işte, ne yaparsa yapsın bu adam kızın aklına gelmiyordu.

"Ben çok düşündüm Şirin, beni sevmemeni anlayabilirim lakin bu kadar nefreti anlayamam. Benden evvel bir sevdiğin mi vardı?" Bu soruyu beklemiyordu genç sultan. İstemsizce gözlerini kaçırdı. "Sevdiğin vardı." dedi gözleri dolarak. Canı hakkında endişe etmeyi bırakmış sevda derdine düşmüştü. Zaten sevdada yenilmişti, onu öldürseler de pek bir şey değişmeyecekti artık. Ölmüştü çoktan.

"Kim peki, yanı başımızda mı? Uzakta olsa bu kadar acı çekmezsin. Yakınımızda olmalı." Gerçekten kendinin önüne geçen bu adamı bilmek istiyordu, bu hayatı kendisine reva gören adamı bilmek istiyordu. Şirin başını istemsizce cama doğru çevirip dışarıya baktı, Söğütlü Köşk tam da karşıdaydı. "O değil mi? Benden bu kadar ayrı kalmanın sebebi o. Nasıl anlayamadım ki şimdiye kadar?"

"Madem öğrendin münasip olanı yap artık, geç de olsa yap." dedi Şirin mesafeyi biraz daha kapayarak. "Kendine de bana da zulmetme artık, eğer ki boşarsan beni senin için ağabeyimle konuşur sana uygun vazife verdiririm. Ömür boyu rahat edersin ülkemde."

"Anlamadın değil mi hâlâ? Ben sensiz yapamam artık, beni sevsen de sevmesen de sensiz olmam mümkün değil. O adam ile asla olamazsın, anca ölümüm Şirin, anca ölümüm..."

Şirin belindeki hançeri çekip adamın üzerine yürüdü, buna rağmen adam hiç kıpırdamadı. "Beni öldüremezsin sen, sen kimseye kıyamazsın. Eğer beni öldürmek isteseydin ağabeyinle konuşup kapımın önüne bunca askeri yığmazdın."

Haklıydı, öldüremezdi onu. Kimseyi öldüremezdi. Yüzünü ekşitip hançeri kenara fırlattı. "Onunla olamayacaksam seninle de olmayacağım. Bir defa oldu bir kez daha bana elini sürmene müsaade etmeyeceğim." Adam bunu zaten iyi biliyordu. İkisi de bir hasrete hapsolmuştu. Şirin sevdasına, Efruz hatununa...

***

"Hayrola arslanım, tüm aileyi neden buraya topladın?" Esma Valide Sultan, hünkar sofasındaki tahtın hemen ucundaki mindere çökmüş oğluna bakıyordu. Hatunları, oğulları, kızı, bacısı, yeğeni de minderlerdeydi. Mesele ciddi olmalıydı ki herkesin böyle toplanması bunu anlatıyordu.

"Hayır olur inşallah validem. Evvelki gün casus aşikar etmiştik bilirsiniz, buna karşılık bir iş etmişler. Şehzade Cihangir'in öldürüleceğini ahali ve serbazlar arasında yaymışlar. Bu hiç iyi olmadı, ayak divanı isteyip ağabeyimi, Cihangir'i ve en kötüsü de Osman'ı görmek isteyebilirler. O vakit her şey daha zor olur. Osman hâlâ kayıp."

Cihangir buna içerlemiş, babası yüzünden başına hâlâ bir şeyler gelmesi hoşuna gitmemişti. Hem de o casuslara oyuncak olmak ağırına gitmişti. "İstedikleri devletimizi karıştırmak Sultan amcam. Yine başınıza dert açtık, affınıza sığınırım."

"Herkes keşke seni gibi olsa Cihangir'im, o vakit sırtımız yere gelmezdi. Osman'dan haberimiz yoktur, yakın vakitte ne olur bilemem. Kullarım ayak divanı istemeden öyle bir şey yapmam gerekir ki herkesi susturabileyim."

Cihangir bu defa yolun sonuna geldiğini hissediyordu. Babası ve kardeşi onun da sonunu getirecekti, bunu düşünüp dururdu evvelden hep. Şimdi de karşı karşıya kalacaktı. "Ölümüm devlet için olacaksa ben razıyım amca. Size gücenmem zinhar, kadim kanunlarımızın emridir bu. Boynum kıldan ince."

Savcı, yanında oturan Cihangir'in sırtını sıvazladı ve onun yanında olduğunu gösterdi. Destekçisiydi amcaoğlunun, ama ölmesi gibi bir ihtimal onun da canını çok acıtmıştı. "Baba iyi düşünseydiniz, Cihangir devletimiz için faydalıdır. Ölümden başka bir çaresi yok mudur?"

"Evladım ben size ölüm mü dedim? Nereden çıktı ölüm? Ben düğün derim siz ölüm dersiniz." Düğün ile ölüm ince bir çizgi miydi yoksa? Bunu kimse beklememişti, herkes şaşkına dönmüştü. Ölüm beklerken düğün hükmü mü çıkmıştı? Cihangir de şaşkınca bakmıştı amcasına. Bir evlilik onu nasıl kurtarabilirdi ki? Hem şehzadelerin evlenmesi pek hoş karşılanmazdı, uzun vakit sonra nikahlanan tek şehzade Bayezid olmuştu. Kendisi de mi yapacaktı bunu?

"Ne geçer aklınızdan? Hepimiz ölüm sandık, düğün dediniz. Elbet biz de istemeyiz ölmesini lakin düğün nasıl çözebilir ki meseleyi?"

"Çözer Afife'm çözer, koskoca cihan padişahı eğer ki bir şehzadeyi damadı yaparsa kimse ayaklanmaya cüret edemez." Gökyüzü aydınlıktı ama bu odadaki herkese şimşekler çakmış gibiydi. Başta evlenmesi istenilen iki genç, sonra da diğerleri şaşkına dönmüştü. "Devletimiz için evlenmeniz lazım güzel kızım." diyerek İsmihan'a döndü adam. "Eğer hayır dersen, derseniz zora gireriz ama yine de savaşırım ben sizin için. Lakin sormak isterim yine de. Devletimizin istikbali için nikahlanmaya gönlünüz var mıdır?"

Burada aslında kimseye laf düşmezdi, padişah isterse öyle olurdu. Kâsım da aynısını yapmıştı, sormamıştı kimseye emretmişti, herkes de emre uymuştu. Ama Bayezid böyle yapmak istemedi. Devletin karşılaşacağı büyük bir meselenin akla gelen tek çözümü izdivaçtı lakin bunu çocuklarına sormak istemişti. Onların rızasını almak istemişti.

Esasen İsmihan'ı Cihangir'den daha iyi birine emanet edemezlerdi. Cihangir iyi niyetli, kalbi güzel bir gençti. İsmihan'ın gözleri görmese bile ona güneşi bile gösterebilecek bir adamdı. Eğer ki bu izdivaç olursa her iki taraf için de iyi olacaktı. Böyle düşünen sadece Bayezid değildi, Afife de böyle düşünüyordu. Kızının istikbali her şeyden mühimdi onun için.

"Eğer ki İsmihan Sultan kabul ederlerse benim için bu onurdur hünkârım."

"Benim de rızam vardır babam. Siz nasıl münasip gördüyseniz öyle olsun."

"O vakit Allah tamamına erdirsin, hayırlı olsun."

Sadece rızaları yoktu ki, o koca çınar ağacındaki sohbetlerini ikisi de unutamamıştı hiç. Gönülleri birbirilerine ta o vakit Saruhan Sarayı'nda düşmüştü, onca vakit sessiz kalıp yüreklerine gömmüşlerdi bunu ama şimdi duydukları onca vakittir beklemenin mükafatı gibiydi. Belki bu sarayda birbirini sevenlerin kavuşması zordu ama zoru başaran o nadir kişilerden olacaklardı.

Herkes bu izdivaçtan memnun iken Şayeste yüzünü asmış olanları izliyordu. Bu izdivaç onun ve oğlu için tehditti aslında. Oğlu taht vârisi olsa da Cihangir'in de taht hakkı vardı, üstüne üstlük bir de hanım sultan ile evlenecekti. Bu Savcı'nın felaketi olabilirdi. İçi sıkılmıştı, bir şeyler yapmalıydı.

"Şayeste yüzünden anlarım ben seni, endişe etmeyesin, Savcı'yı destekleyenler ayaklanır da devlet bir de o yönden karışır diye düşünürsün bilirim. Savcı'yı Saruhan Sancakbeyi tayin ettim, hayırlara vesile olsun." İşte bu her şeyi değiştirirdi. Kimsenin ülkeyi karıştırmasına yarayacak bir mesele kalmamıştı. Savcı tahtın veliahtı tayin edilmiş, ülkenin bir sonraki hükümdarı olacaktı. Murat artık iyileşse bile onun yolunda büyük bir engel olamayacaktı. Artık taht önünde engeli kalmamıştı. Bir gün o taht mutlaka oğluna kalacaktı.

♟️

Bir bölümün daha sonuna geldik.

CASUSLARIN ORTAYA ÇIKMASI, İÇİNE SAMAN DOLDURUP İBRETİ ALEM OLMASI İÇİN GEZDİRİLMESİ MÜKEMMEL DEĞİL MİYDİ YA?

MAHPARE İLE BAYEZİD'İN ROMANTİKLİK ANLAYIŞINA NE DİYORSUNUZ PEKİ? HANÇER FANTEZİLERİ VAR DKFKGGK

Ben Efruz'a üzülüyorum ya tam âşık kek ama üzgünüm şahzadem, ben hanzademi daha çok seviyorum. Siz Şirin ve Efruz hikayesi için ne düşünüyorsunuz?

Peki ya İsmihan ile Cihangir'in evliliği sizi şaşırttı mı? Ben çok seviyorum o ikiliyi.

Savcı da sancağa çıkıyor, sarayın dengeleri değişti bizi neler bekliyor acaba? Hadi yine iyisin Şayeste, valide sultan adayı oldun ndnfjf

Beğeni vermeyi unutmayın hayde öteki bölüm görüşürüzzz😘

Loading...
0%