Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. "Aşk Bahçesi"

@rubamsalepe

°•°•°
Sabah divanı başlamıştı. Şehzadenin tüm vazifelendirdiği kişiler divandaydı. Şehzade nişancısı, defterdarı, lalası, kâtipler ve birkaç vazifeli daha vardı. Bu defa meseleler eskisinden daha mühimdi.

 

"Şehzade Hazretleri, bilirsiniz ki havalar iyice soğudu. Bundan sebep toprak ekilip biçilmez, hem ahali açtır hem de soğuktan sebep has gelirleriniz düşmüştür."

 

Fakire fukaraya erzak dağıtmak gerekirdi lakin tüm ahalinin iaşesini halledebilecek kadar, hazinede kasımiyye mevcut değildi. Haslardan az gelen vergi meselesi de canını sıkmıştı. Havaların vakitsiz kötüleşmesi suretiyle üretim azalmış, vergi de düşmüştü. Sancak için bu büyük bir meseleydi. Belki de üretim azalmamış başka bir şey olmuştu. Acaba işini aksatanlar mı vardı?

 

"Bilirim lala, bilirim lakin tüm ahaliyi bu kadar az kasımiyye ile doyuramayız sen de bilirsin. Haslarımın birden bu kadar düşmesi pek iyi değil. Defterdar Selim Efendi'ye hükmümdür. Hasları toplayan voyvoda teftiş edile. Eğer ki bir açığını dahi bulursan hükmümdür küreğe konsun. Ahaliye yedireceğimiz rızkı başkalarına yedirmeyelim."

 

Bayezid'in buyruklarını birinci kâtip, divanda geçen meseleleri de ikinci kâtip neşrediyordu. Birinci kâtip, buyruğu yazdıktan sonra sonuna tarih atıyor ve daha sonra nişancıya verilmek üzere kenara koyuyordu. Nişancı ise hemen divandan sonra şehzade tuğrası çekiyor, ardından da buyruk alakalı kişiye gönderiliyordu.

 

Voyvodanın işini hep iyi yaptığını bilirdi lakin bu meselede biraz işkillenmişti. Eğer ki vergileri toplamada usulsüzlük ediyorsa cezası kürek olacaktı.

 

"Defterdarıma ve vakıf voyvodama hükmümdür. Şahsımın yollayacağı kasımiyye ve altınlar ile vakıfta ahaliye aş pişirilip erzak dağıtılsın." Zaten her ay yardım ediyordu lakin demek ki yetmemişti. Ahali aç uyurken kendi rahat edemezdi ki, güzel giysileri pahalı mücevherleri ne edecekti? Parmağına taktığı elmas işlemeli gümüş bir yüzük belki de kaç fakirin karnını doyuracaktı. Şehzade, hiçbir vakit ahalinin aç kalmasına müsaade etmezdi lakin şimdilerde havalar soğuktu, altın ve kasımiyye azdı. Bu defa cebinden ödese dahi bir dahakine herkesi doyurmaya yetmeyebilirdi. Kati bir netice lazımdı, biri iş çeviriyorsa aşikar olmalıydı.

 

"Başka bir husus var mıdır?"

 

"Kadı hazretlerine gitmeden size gelen bir dava vardır şehzadem." Bayezid, el hareketiyle söylemesini istedi. "Gayrimüslim ahali bu vakitler pek şikayetçidir. Subaşı Süleyman Bey ile çakışırlarmış."

 

Bir yandan voyvoda bir yandan da subaşıyla uğraşıyordu. Sancak vazifelileri ne ediyordu böyle, hiç biri işlerine iyi bakmaz mıydı? "Ne derlermiş?"

 

"Ahali korkusundan bir şey demez şehzadem lakin müsaade ederseniz tebdil vaziyette gidip olan biteni öğreneyim."

 

"Müslim yahut gayrimüslim ahali, ikisi de bize emanettir. Zinhar kötülüklerini istemem. Eğer ki müşkülleri var ise bu hususun üzerine gitmek icap eder. Vazife sizindir hanzadem. Malumat alır almaz bana arz edesiniz lakin öğleden sonra gidin."

 

"Emredersiniz."

 

●●●
Sabah, kuş cıvıltıları eşliğinde gözlerimi araladım. Yatak pek rahattı, bıraksalar tüm gün burada böyle uyuyabilirdim. Şehzade odada değildi. Benim de daha fazla burada kalmaya niyetim yoktu. Zira sarayı keşfetme emelindeydim.

 

Kapının tıklanmasının ardından "Girin." komutu verdim. İçeriye iki tane hatun girdi. Zannımca beni giydirmek için buradalardı. Benim hizmetçilerim de bu işi pek tabii yapabilirdi. "Sultanım sofrayı kurmamızı arzu eder misiniz?"

 

Mevzu yemekti. Yemek olan yerde asla hayır diyemezdim lakin burada yemeyecektim. "Kahvaltımı dairemde edeceğim. Çekilebilirsiniz." Elbisemi üzerime geçirdim. Saçlarımı ellerimle taradım. Malum bir beyin odasında tarak bulmak imkansızdı. Önce başlığımı sonra da takılarımı takmamın ardından odamın yolunu tuttum. Peşi sıra karnımı bir güzel doyurdum. O kadar hızlı yemiştim ki aynı dünkü gibi boğulacağımı sandım bir an. Bu yeme işine bir çeki düzen vermem lazımdı.

 

"Melek Hatun, bahçeyi gezmek isterim. Güzel elbiselerimi ve mücevherlerimi getir. Evvela güzelce hazırlanmalıyım. Zira saraydaki ilk günüm sayılır bugün. Adam akıllı gezmeyi hatırıma koydum bugün."

 

Melek gülümsedi ve başını salladı. Biraz sonra birkaç tane elbiseyi kırmızı büyük bir minder üzerinde getirdi. "Sırma işlemeli beyaz elbise olsun." dedim. Bir an gelinliğime benzediğini düşündüm lakin alakası yoktu. Bu bambaşka bir elbiseydi. Zarife de beğenmişti bunu ve minderden alıp üzerine tuttu. "Güzel bir de başlık seçin."

 

Ben de takılarım arasından ise altın rengi bir başlık seçtim. Bu defa saçlarım saha da açıkta kalacaktı lakin bunu Erguvan'da da pek önemsemezdik, bundan sebep pek dert etmedim. Küpelerimi de takmamın ardından artık hazırdım. Eteklerimi toparlayarak kalktım ve odadan çıktım.

 

Taşlıkta oturan pek hatun yoktu. Muhtemelen harem tedrisatından geçmeye gitmişlerdi. Umursamadan yolu takip edip bahçeye çıktım. Ben zaten tedrisatlı doğmuştum, benim böyle bir şeye ihtiyacım yoktu. "Geceniz nasıldı? Umduğunuz gibi geçti mi?" Başımı iki yana salladım. "Çok kızdı, dediklerime külliyen karşıdır. Erguvan'ı da tahtı da unut dedi. Tek tesellim bana dokunmaması." dedim tek solukta.

 

Yürürken etrafta bulunan rengarenk güllere takıldı gözlerim. Çok fazlalardı ve o kadar güzellerdi ki birbirleriyle yarışıyorlardı. Dalında güzeldi çiçekler, koparmaya kıyamadım ve yavaşça yapraklarını okşadım. Huzurun rengi olsa çiçek rengi, huzurun şekli olsa o da çiçekler olurdu.

 

Gül bahçelerinin yanından geçerken ileride çardakta oturan şehzade ve Afife Sultan'ı gördüm. El ele, diz dize oturmuş hasbihal ediyorlardı. Rahatsız etmek istemedim, onlar beni fark etmeden aksi yöne doğru ilerledim.

 

°•°•°
"Ruhu Revanım, Afife'm. Ağabeyimin emri üzerine oldu bilirsin. Nikah mevzusu bilgim dahilinde değildi. İşin esasını bileydim ve bu bana bırakılaydı nikahlanmak istemezdim."
Şehzade evlatlarının validesine bu açıklamayı yapmayı lüzumlu görmüştü lakin Afife zaten vaziyetten dolayı ona dargın değildi. O kadar yüce gönüllü, iyi kalpliydi. Aslında bir yandan da bunu yapmak zorundaydı zira bu sarayda nefretle ayakta kalmak da mümkün değildi.

 

"Mahzun olmayın şehzadem." deyip elini tuttu. "Siyasi vaziyetlerden ötürü izdivaç yapmanız yahut haremde istediğinizle olmanız zaten olması gerekendir. Siz veliaht şehzadesiniz. Evlatlarınız olacak ki vakti geldiğinde saltanatınız kuvvetlensin." Onun için sevdiği adamı, evlatlarının babasını paylaşmak çok zordu. Lakin karamsarlığa düşmeyecekti. Zira bilirdi, gönlünün bir kısmı ebediyen ona ait kalacaktı.

 

"Ne iyi yürekli bir hatunsun. Hiç mi kıskanmazsın?" Afife hafifçe gülümsedi.

 

"Kıskanmaz olur muyum hiç? Kıskanırım elbet lakin içimde tutarım. Zira bilirim bana ne kadar ehemmiyet gösterdiğinizi. Bunun tükenmeyeceğini de iyi bilirim. Bu sebeple susarım. Sizin yüce gönlünüzde herkese yer vardır. Sizi güçlendirecek, sizi sevecek herkesi ben de kabul etmeliyim." Bu sözlerin ardından şehzade, etrafta kimsenin olmadığını düşünerek Afife'nin dudağının kenarına bir öpücük kondurdu ve gözlerinin içine baktı.

 

"Arz eyle gönül ab-ı ahmer-i dîdâra,
Maşukun yegane temennisi nar-ı aşkta kül olmaktır.

 

Mübtela-yi aşk eyler gönül böyle cânâna,
Maşukun yegane temennisi nar-ı aşkta kül olmaktır.

 

Meftûn olmuş o ahu gözlere Derûnî,
Maşukun yegane temennisi nar-ı aşkta kül olmaktır."

 

Evvelden yazdığı sözleri sıralayıvermişti şehzade. Şiir işinde ataları gibi pek mahirdi. "Bana mı yazdınız bu şiiri?" dedi Afife mest olmuş vaziyette. Hangi hatunun kalbine dokunmazdı ki bu sözler? "Yok, Murat'a yazdım." dedi ve güldü.

 

"Evladımı kıskanayım o vakit." Bu defa Afife'yi alnından öptü. "Benim kalemimden çıkan kelamlar bana değil gönlüme aittir. Bu gönlü de dile getiren sizin aşkınızdır sultanım."

 

Sadetleri sürerken şehzade köşeden onlara bakan Mehpare'yi fark etti lakin hiç renk vermedi.

 

●●●
"Bahçe ne kadar da büyükmüş." dedim gülerek. "Erguvan'da bu kadarını görmemiştik." Başımla Zarife'yi tasdik ettim. Bu kadar büyük değildi. Bu kadar çok çiçek de yoktu. Ne yalan söyleyeyim her şeyiyle güzeldi burası, hatta güzel ötesiydi. İleride burası benim için cehenneme döner mi bilmem lakin şimdi bir cennetin içinde gibiyim. Birkaç adım daha attıktan sonra yan taraftaki çalılıklardan bir ses işittim.

 

"Zarife, nedir bu ses?"


"Bilmem ki Sultan'ım."

"Ne vakit bir şey sorsam bilmezsin zaten sen." deyip başımı iki yana salladım. Nedime diye ta en başında vasıflı birini almalıydım. Ne var ki iş işten geçmişti. Beni onun kadar tanıyabilecek biri mevcut değildi. Sesi geldiği tarafa doğru sessizce ilerlemeye başladım. Zira biri varsa beni fark etmemeliydi. Zarife'nin olduğu yerde kalması için kenara çekip elimi burnuma doğru götürdüm. "Şşş." Bu defa kendim ilerledim. Burası sarayın harem bahçesinin bittiği kısımdı. Bu çalılıkların ardında saraydaki ağalar, yöneticiler ve tüm görevliler vardı. Esasen sarayın avlusuna bahçeden açılan kısımdı lakin buradan öteye zinhar beyler geçemezdi. Bu malumatı Gülizar Kalfa'dan edinmiştim.

 

Şimdi ise mevzu bahis olan husus çalıların ardında kimin olduğuydu. Başımı hafifçe oraya uzattım. Şirin Sultan karşımdaydı. Yanındaki bey ile ne işi vardı ki? Hemen art niyet aramak istemedim lakin bu fikrimden o bey Şirin Sultan'ın elini tutunca vazgeçtim. Aralarında bir münasebet olduğu aşikardı lakin bu bey kimdi? Sesleri de hiç gelmiyordu. Duyabilseydim iyiydi lakin uzaktı. Allah'ım, inşallah şu merakımdan başıma bir iş gelmez.

 

Doğru olanın oradan uzaklaşmak olduğuna karar verdim ve Zarife'nin yanına geri döndüm. "Ne gördünüz?"

 

"Görmezlikten gelmem gereken bir münasebete şahit oldum zannımca, hadi gidelim buradan." Tekrar geldiğim yönün zıt tarafına giderken şehzade birden karşımda belirdi.

 

"Şehzadem." deyip selam verdim. "Harem bahçesidir burası lakin burayı korumakla görevli ağalarla karşılaşabilirsiniz. Başınızda örtü yokken gezmeyin." dedi ciddi bir vaziyette. Söylediklerini umursamamıştım zira Erguvan'da namahrem biri olsa dahi örtünme mevzusuna pek ehemmiyet göstermezdik.

 

"Erguvan'da pek kullanmayız. Burada da lüzum hissetmedim. Sadece başlık taktım bundan sebep." Başını iki yana salladı. "Erguvan'da değilsiniz. Artık bunun idrakine varın. Bahçede böyle gezmeniz zinhar münasip değildir." Erguvan'da olmadığımı bir kez daha hatırlattığı için ona müteşekkir olmalıydım. Her fırsatta yüzüme vuruyordu. Ben de biliyorum, Erguvan'da olmadığımızı.

 

Afife Sultan ile konuşmaları pek nazik iken benimle bu kadar sert konuşması canımı sıkmıştı. O hatundu lakin Mehpare hatun değildi sanki. İşi inada bindirdim "Evvelden beri böyleyim, aksini etmek istemem." dedim.
"Hatunnn." Koca cihanda bir şehzadeye kafa tutup onu delirten tek hatun bendim zannımca.

 

Çalılıklardan bir ses gelince Şehzade o yöne döndü. "Bir ses işittim duydun mu?" dedi. "Yok şehzadem size öyle gelmiştir." Sözlerime kulak asmadı. "Biri mi var orada?" diyerek çalılığa doğru ilerledi. Şirin Sultan'ın zor bir vaziyete düşmesini istemezdim.

 

"Şehzadem az evvel oraya doğru giden bir kedi gördüm, bir ses mevcutsa ondandır herhalde." Yalan değildi az evvel orada bir kedi vardı. Birkaç adım daha attı. Kolundan tutup onu yola doğru çektim. "Ne kadar inatçısınız. Dinleseniz ya beni."

 

"Ben mi inatçıyım? Sen zinhar inatçı değilsin, ben inatçıyım!" Hakkı vardı lakin dikkatini dağıtmam lazımdı. "Bir miktar inatçı olabilirim. Buyurun yürüyelim." diyerek yolu gösterdim. "Evlatlarımı izlemeye giderim. Bugün talim edeceklerdi."

 

Şehzadenin çocuklarını görmemiştim. Esasen merak ediyordum. Ben de onları görüp tanımak istedim. "Eğer izniniz olursa sizinle gelmek, evlatlarınızla da tanış olmak isterim."

 

"Kalfan örtünü getirirse neden olmasın."

 

"Kalfam değil nedimemdir."

 

"Her neyse. Ben diyeceğimi dedim." İnat yarışında galip gelen şehzadeye bakıp somurttum. "Zarife örtümü getiriver. Sen de örtün." Şehzade ise başını yana çevirip gülmeye başladı. "Geldin lafıma." Dediğine cevap dahi vermedim. Geldim lakin sor neden geldim? Şirin Sultan'a yardımcı olabilmek için geldim.

 

Birkaç dakika sonra Zarife örtümü getirdi. Ve başımın etrafına sardı. "Oldu mu?"

 

"Âlâ, şimdi gidebiliriz." deyip yürümeye başladı. Ben de peşinden gittim. Bahçe o kadar büyüktü ki kendim arasam bu yeri bulamazdım. Karşıda biri çocuk biri delikanlı iki erkek duruyordu. Muhtemelen küçük şehzadelerdi.

 

"Şehzadelerim Savcı ve Murat." diye onları bana tanıttı. Şehzadelere başımla selam verdim. "Sizleri tanıdığıma mesut oldum."

 

Benim yaptığım gibi selam verip babalarının yanına geldiler. "Bizde mesut olduk sultanım. Hoş geldiniz." dedi büyük şehzade. Hemen peşine ekledi. "Babacığım sizinle talim etmek isterim."

 

"Edelim arslanım, davran kılıcına." demesinin ardından ileride bulunan minderlerin üzerine oturdum. Küçük şehzade de benimle geldi. "Ağabeyim çok iyi dövüşür. Ben büyüyünce ağabeyim olacağım." deyip heyecanla yüzüme baktı.

 

"Cengaverliği duruşundan belli zaten şehzadem. Eminim siz de hem ağabeyiniz hem de babanız gibi büyük adam olacaksınız." Şehzade Murat en fazla altı yaşındaydı. Şehzade Savcı ise henüz on yedi on sekizlerindeydi. Babalarına çektikleri duruşlarından belliydi. Pek cengaver gözüküyorlardı.

 

"Hadi yiğidim savur kılıcını." diye oğluna komut verdi Şehzade Bayezid. Savcı hızlı bir hamle yapıp kılıcını babasının kılıcına dayadı. Ardından bir adım geri çekildi ve kılıcını başının etrafından geçirip aşağı doğru bakan kılıca vurdu. Bayezid ise kılıcını çevirip sırtını oğlunun sırtına yaslandı. Koluyla arkasında bulunan şehzadenin sağ kolunu sabitledi. Kılıcı diğer eline almadan evvel ayağıyla bacağını çektirip onu yere düşürdü. Ardından kılıcını boynuna dayadı. "Taktiklerin güzel lakin hamlenin nereden geleceğini kestiremezsin. Bunun için çalışman lazım. Kılıcın ve vücudun bir bütün olmalı. Onu bir parçan gibi hisset. Ardından sana gelen hamleleri görmeden hissetmelisin. Bunu yaptığın vakit tam bir kılıç ehli olacaksın lakin mahzun olma buna az vakit kalmış." deyip kılıcını yere sapladı. Savcı'nın kolundan tutup onu yerden kaldırdı.

 

"Bende isterim baba. Benimle de talim edin." Sözlerin ardından gök gürlemesiyle şiddetli bir yağmur başladı. Şehzade "Arslanım bir dahaki sefere. Bak yağmur başladı şimdi validenin yanına dön." dediğinde somurttu ve bana baktı.

 

"Babanız haklı şehzadem dairenize dönmelisiniz zira biraz daha burada kalırsanız içeriye giremeyeceksiniz." Şehzade Murat ve Savcı yanlarında duran cariyeler ile hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı.

 

"Sizde gidin şehzadem yoksa gidemeyeceksiniz." diyerek tekrarladım.
"Siz gelmez misiniz?" Başımı iki yana salladım.

 

"Biraz burada ıslanmak isterim. Erguvan'ı anımsattı bana bu yağmur."

 

"Olmaz öyle şey. Şehzade zevcesini iki günde hasta etti dedirtemem ben." dedi. Deseler ne olacaktı ki? El âlemin ne diyeceğini pek umursuyordu. El âlem yahut harem ne derse desin umurumda değildi ki benim.

 

"Şehzadem bunu kim diyecek? Zaten saray ahalisi sizin maiyetiniz ve hareminiz. Bırakın kim ne derse desin."

 

"Olmaz dedim hadi." deyip bana başıyla sarayı gösterdi. En az benim kadar inatçıydı. Bunu iyice idrak etmiştim. Zarife'ye gel işareti yaptıktan sonra Şehzade'nin peşinden saraya girdim.

 


EVVET CANLARIM BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİKK. BEN BUNU KARANTİNA GÜNLERİMDEN YAZIYORUM. UMARIM YAYIMLADIĞIM ZAMANA KADAR O GÜNLER GEÇMİŞTE KALIR VE MUTLU GÜNLERE ULAŞMIŞ OLURUZ.

 

Has bahçe değil aşk bahçesi desek daha doğru olmaz mı? Her tenhada bir âşık var. Şirin Sultan gerçekten sevgilisi ile mi buluşmuş yoksa bu durum sadece bir yanlış anlaşılma mı?

 

MEHPARE'NİN KOSKOCA VELİAHT ŞEHZADE İLE İNATLAŞMASINA NE DEMELİ?

 

"ÖRTECEKSİN, GİDECEKSİN" DİYEN ŞEHZADEYE MEHPARE ŞİMDİLERDE BOYUN EĞİYOR AMA DAHA SONRA DURAMAYABİLİR DEMEDİ DEMEYİN.

 

Küçük şehzadeler hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

AFİFE BAYEZİD İLİŞKİSİ HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

 

Hadi bakalım canlarım bir sonraki bölüme dek hoşça kalınnn....

 

Loading...
0%