Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. "Ziyafet"

@rubamsalepe

"Bakın acele etmemize rağmen ne kadar ıslandık. Bir daha aklınıza olsun acele edeceğimiz vakit beni lafa tutmayın." Ona bu husus hakkında hiç cevap vermedim. Ardından "Ben daireme gidip kurulanayım." diyerek huzurundan ayrıldım. Bu hâlimle laf dalaşına girseydim hasta olurdum maazallah. Hızlı adımlarla ilerleyip taşlıktan hiçbir cariyenin bakışına karşılık dahi vermeden daireme ulaştım.

 

"Sultanım." deyip içeride bulunan Şirin Sultan'a başımla selam verdim. Bizi fark ettikten sonra vakit bulduğu an daireme gelmişti. Onu bu kadar çabuk beklemiyordum. "Benim bir mevzuyu sizinle hususi olarak konuşmam icap eder." dedi. Odadaki kızlara çıkın işareti yaptım ve onu sedire oturması için buyur ettim.

 

"Siz çekinmeyin bir yandan kurulanın. Hasta olmanızı istemem zira ağabeyim hatunlarına pek ehemmiyet gösterir."

 

Ağabeyinizin benimle inatlaşmak dışında yaptığı bir şey yok demek çok isterdim lakin çenemi tuttum. İlk önce başıma doladığım örtüyü ardından da başlığı çıkartıp bir kenara koydum. Sonra dolaptan bir havlu çıkarıp saçlarımı kurulamaya başladım.

 

"Sizi dinlerim sultanım."

 

"Mehpare Sultan size müteşekkirim. Beni müşkül bir vaziyetten kurtardınız." dedi küçük bir tebessüm ile. Ben de aynı şekilde tebessüm ettim. Onun kötülüğünü istemezdim. Bir prenses olduğum için onu anlayabiliyordum. Her şey o kadar da kolay olmuyordu.

 

"Sizi nasıl fark ettiğimi soracaksanız hemen söyleyeyim.” diyerek ona orada neler yaptığımı anlattım. “Yani sizin müşkül vaziyette kalmanıza gönlüm razı gelmedi. Bu sebeple de şehzadeyi oradan uzaklaştırdım."

 

"Siz bizi gördünüz mü?" Başımla onu tasdik ettim. "Bu vaziyet aramızda kalsa." Bu defa gülümsedim. “Aramızda sır kalacak endişe etmeyin lakin o bey kimdir, merak ederim.” Karşımdaki genç sultan heyecanlanmış, eli ayağı titriyordu. Belli ki bu münasebeti daha evvel kimseye izah etmemişti.

 

"Salih Giray."

 

"Giray mı?"

 

"Evet Alkan Hanı Resul Giray Han'ın kardeşidir. Hem de ağabeyimin sağ koludur." Şaşkınca ona baktım. "Bir Alkan hanzadesinin burada ne işi ola ki?"

 

"Tahtta gözü yoktur. Tek gayesi hayatta kalmak ve ağabeyime hizmet etmektir. Yeğenleri saltanatta birinci sıradadır. Bundan sebep tahtla alakası yoktur." dedi. Başımı iki yana salladım. "Ben anlayamadım hâlâ. Kendi arzusu ile mi burada?"

 

"Alkan Hanlığı da Erguvan gibi Mirzaoğulları'na bağlı değildir lakin her vakit sanki bağlı gibi davranır bilirsiniz. Topraklarımıza bir hanzade yollamak mecburiyetindelerdir zira Alkan Hanı düşmanla ittifak etme gibi bir gaflete düşecek olursa yerine geçirebilecek hanzade ve güç bizim elimizdedir." Bu defa anlamıştım. Başımla onu tasdik ettim. Erguvan da Mirzaoğulları’na bağlıydı lakin böyle bir mecburiyete tabi değildik.

 

"Anladım sultanım. Demek o bey bir hanzade. Hem de şehzadenin sağ kolu öyle mi? İzdivacınıza müsaade vermez mi? Neden çekinirsiniz?" Başını olumsuz manada salladı. "Salih Giray'a kendinden çok güvenir lakin çekinirim. Zira bu işte Bayezid ağabeyimden çok Kasım ağabeyim sorumludur. Salih Giray bir hanzadedir. Hünkârımız belki siyasi bir vaziyet ortaya çıkar diye izin vermeyebilir. Yahut beni bir paşayla nikahlamayı münasip görebilir. Daha vahimi başka sultanlarla dahi nikahlayabilir. Siz belki bilmezsiniz lakin hükümdar kızları onlara kimin ismi zikredilirse onlarla evlenme mecburiyetindelerdir." dedi kederle.

 

Ben de bir hükümdar kızıydım. Ben de zor vakitlerden geçmiştim. Yetmemiş, istemediğim bir izdivaçtan dönüp yine istemediğim bir izdivacı kabullenmek vaziyetinde kalmıştım. "Ben de bilirim. Ben de bir hükümdar kızıyım. Hünkârımız olmasa şuan Erguvan Bey'i ile istemeden bir izdivaç yapmak zorunda kalacaktım, bunun peşi sıra şehzademizle nikahlandım. Anlayacağınız ben sizin vaziyetinize vâkıfım. Aynılarını ben de yaşadım lakin şunu bilmenizi isterim ki ağabeylerinize bahsi açın, ben izdivacınız müspet manada neticelenir kanaatindeyim."

 

Başını iki yana salladı. "Cesaretim yoktur." Belli ki benim kadar güçlü değildi. Ben hiç olmazsa Sefer Bey ile izdivaç yapamayacağımı Sultan'a söylemiştim. Şimdi ise Şirin Sultan'ı yüreklendirmem gerekirdi. "Ben vakti geldiğinde sizin için elimden geleni yapacağım." deyip elimi elinin üzerine koydum.

 

"Sahiden mi?"

 

"Sahiden. Zannımca bir sultanın bir han ile evlenmesi daha münasiptir. Salih Giray yerine Resul Giray'la izdivacınızdan da çekinirsiniz."

 

"O hususta bir çekincem yoktur zira Resul Giray'ın zevcesi ablam Fahriye Sultan'dır."

 

"İyi o vakit. Ben sizin bu gönül meselenizin icabına usulüyle bakarım, şüpheniz olmasın. Münasip bir vakitte hallederim." Güzel bir gülümsemeyle elinin üzerindeki elimi tuttu.
Gerçekten de ne zordu sultan kızı olmak. İstediğimize ulaşabilmek bir yana dursun, isteğimizin olması bile münasip değildi. Bir prenses, ona emredileni yapar ve yaşardı. Bir paşaya, beye zevce olurdu. Onda da kendi sözü geçmezdi. Hiç de göründüğü gibi değildi sultan olmak. Bambaşkaydı. Yaşayan bilirdi ancak.

 

Şirin Sultan, rahlenin üzerindeki mahberi gördü ve bana döndü. "Demek o meşhur altın mahber bu. Hünkâr'ımız çok zevklidir. Muhtemelen kendi yapmıştır. El meziyetleri vardır"
"Sahi mi, o mu yapmış? Manevi değeri de var artık." Onca devlet meselesinden vakit ayırıp bunu benim için mi yapmıştı? Lakin bu pek mümkün değildi zira mektubumu alır almaz gelmişti. Bunu yapması için vaziyetimi daha evvelden biliyor olması gerekirdi.

 

"Bilir misiniz manasını?" Başımı olumsuz manada salladım. Tek bildiğim izdivaç teklifi için verildiğiydi. "Benim alın yazım olur musun manasına gelir." Bunu tahmin etmemiştim. Zira benim için sadece bir mürekkep kutusuydu. Hiçbir mana aramamıştım lakin artık biliyordum.

 

"Bilmezdiniz zannımca. Peki buradaki şiirin kime ait olduğunu bilir misiniz?" Tekrar başımı iki yana salladım. Zira Derûnî mahlasının kime ait olduğunu bilmiyordum. Sahi kim di bu Derûnî?

 

"Derûnî, Bayezid ağabeyimin mahlasıdır." O güzel kelamlar Bayezid'e mi aitti? Demek şairdi. Belki bir gün bana kendi okurdu şiirlerini. Zira pek beğenmiştim, esasen o sözleri duyan kim olursa kendinden geçerdi.

 

"Mirzaoğulları'nda ondan iyi şiir yazanı yoktur." Bu vaziyet beni gülümsetmişti. Kaleminden daha nelerin çıktığını merak etmiştim. Belki de yazdığı bir divanı vardır.

 

"Akşama haremde bir eğlence tertip etmeyi düşünürüm. Zira nikahınız alelacele oldu. Bir eğlence tertip edemedik."

 

"Deftere külfet olmasın. İlle de bir şey yapalım derseniz Saruhan'daki fukaraları doyurun." dedim. Zira eğlence demek masraf demekti. Biz her vakit güzelce yiyebilirdik lakin bilirdim ki gecelerce aç acına uyuyanlar vardı.

 

"Merak etmeyin. Aşevlerine fazladan erzak yollattım. Saruhan'da bir kişi dahi aç uyumayacak bu gece. Zaten Saruhan'da kimseyi aç bırakmaz ağabeyim, icap ederse kendi yemez yedirir ahaliye. Siz hazırlanın, akşama sofada eğlencemiz var. Hem belki eğlenceden sonra ağabeyimin yanına gidersiniz. Merak etmeyin ben Gülizar Kalfa'yla konuşurum. Zinhar odasına kimseyi almaz."

 

Ne utanç verici lakırdıydı bu böyle. Şirin Sultan iyiydi hoştu lakin ben şehzadeden kaçtıkça o beni yamacına sokuyordu. Hani şehzadenin yanına gitmek o kadar kolay değildi? Her fırsatta neden beni onun yanına yollamaya çalışıyordu? Bu saraydakileri anlayabilmiş değildim. "Siz çekindiniz biraz zannımca. O vakit ben artık müsaadenizi isteyeyim. Zira anca hazır edilir yiyecekler. Bu arada en çok ne yemeyi seversiniz?"

 

Belki burada da vardır bilmiyordum lakin mısır ekmeğinin kokusu iki gündür burnumda tütüyordu. Yemek olarak sormuştu lakin benim tek cevabım ekmek olacaktı. "Mısır ekmeği olsun. Yanında ne olursa benim için kâfidir." deyip gülümsedim. Cevabını alır almaz Şirin Sultan dairemden ayrıldı.

 

Üzerimdeki ıslak kıyafetleri değiştirmem icap ederdi. Hasta olabilirdim. Ve bana Zarife'den başka bakabilecek kimse yoktu. Kimseyi doğru düzgün tanımıyordum. Üstüne üstlük hastalanıp da Şehzade'den de fırça yemek istemiyordum.

 

Ziyafette turuncu elbiseyi üzerime geçirdim, arka tarafından bir güzel sıktım. Elbisemin gümüş düğmeleri kemer kısmının hemen üzerinden başlayıp boynuma kadar geliyordu. Zarife, kırmızı kaftanımı giymeme yardımcı oldu. Üzerinde sırma işlemeler vardı. Vücudumu bütünüyle kaplıyordu. Gümüş, elmas işlemeli kemerimi de taktıktan sonra başıma incili başlığımı geçirdim. Yine kırmızı renk bir ipek örtüyü üzerine geçirdim. Tam bir Erguvan kızı olmuştum lakin bilirdim ki burası gibi giyinmemi isteyeceklerdi. Esvaplarımla son vakitlerimin tadını çıkarmak istiyordum.

 

Birkaç saat kitap okumakla meşgul oldum. Zira yapacağım başka bir şey yoktu. Devlet idaresi hususunda bir kitaptı. İleride devlete hükmetme işi bana düşecekti, Erguvan'ı bilgisizce idare edemezdim. İvedilikle bu işlerle alakadar olmam gerekirdi.

 

"Destur var mıdır sultanım?" Tanıdık olmayan sesi içeri buyur ettim. "Gel."
"Sultanım beni şehzademiz gönderdi." dedi sade kıyafetli bir hatun. Orta yaşlardaydı. Dün onu Şehzade'nin kapısında duran ağaların yanında görmüştüm. Sonrasında idrak ettim. Şehzade'nin dairesine hizmet eden kalfalardan biriydi bu hatun lakin hayrolsun neden Şehzade bana kalfasını yollamıştı ki? "Evet." Elindeki kutuyu bana uzattı. "Akşamki ziyafette bu gerdanlığı takmanızı söylememi istedi." dedi. Kutuyu elinden alıp çekilmesini söyledim.

 

Kutunun içinden yakut ve elmaslarla süslü gümüş bir gerdanlık çıktı. Çok güzel görünüyordu lakin gümüş düğmelerimden sebep takmam mümkün olmayacaktı. Zarife, hızlıca ilk üç düğmeyi söktü. Zaten düğmeler olmasa da elbisenin o kısmı dikiliydi. Sorun teşkil edebilecek bir vaziyet yoktu. Kolyeleri takmada pek mahir olamadığım için bu iş de yine nedimeme kalmıştı.

 

Şehzade bu gerdanlığı bana neden yollamıştı? Akşam ziyafet için takmalık pek çok takım vardı. Hatta her gün bambaşka takılar da takabilirdim. Ben doğduğumdan beri her şeye sahiptim zaten. Aynanın karşısında kendime son bir kez daha baktım ve kokumu süründüm. "Sultanım vakit geldi, gidebiliriz." Başımla onu tasdik ettim ve dairemden ayrıldım.

 

Valide dairesinin yanı başında bulunan pek büyük bir sofa vardı. İçeride çok büyük sofralar kurulmuştu. Hatunlar da yavaş yavaş toplanmışlardı. Baş köşede Şirin Sultan oturuyordu. Yanında genç bir kız vardı. Onu daha evvel görmemiştim. O kızın yanına da Afife Sultan oturmuştu. Şirin Sultan'ın diğer yanına ise Şayeste Sultan bulunuyordu. Ondan biraz alt seviyede ise gebe olan hatun oturuyordu.

 

Sofaya geldiğimde tüm cariyeler ayağı kalkıp selam verdiler. Ben de sofa sonunda bulunan Şirin Sultan'ın yanına gidip selam verdim. Diğer sultanlara da baş selamı verdikten sonra Şirin Sultan "Hoş geldiniz Mehpare Sultan buyurun şöyle geçin." diyerek Afife Sultan'ın yanındaki yeri gösterdi. Gülümseyerek yerime geçtim.

 

Sofrada bir tek kuş sütü eksikti. Yemeklere hücum etmemek için kendimi zor tutuyordum. Benim en hassas noktam yemekti. Yemekler her vakit çok güzel gözüküyorlardı. "Nihal Hatun, Şehzade ağabeyimin gözdesidir. Gebedir."

 

"Mesut oldum." deyip gülümsedim. Daha evvel görmüştüm onu. Taşlık kapıları açıkken ben daireme gittiğim vakit beni her gördüğünde gebe haliyle kalkıp selam veriyordu. Demek ki saygılıydı, her defasında onu içimden takdir etmiştim.

 

"Peki buradaki güzel hatun kimdir?" dedim merakıma mağlup düşüp. Kahverengi gözleri ve kızıl saçlarıyla herkesi efsunluyordu. Çok güzeldi. "Kızım İsmihan Sultan." dedi Afife Sultan. Demek ki şehzadenin kızıydı. Çok güzeldi. Maşallah dedim nazarlar değmesin. Güzelliğini validesinden, asaletini ise babasından aldığı aşikardı.

 

"Validem müsaade eder misiniz?" Annesinin “Tabii.” cevabından sonra bana seslendi “Mehpare Sultan, biraz yaklaşır mısınız?” dedi bana bakmadan. Sözlerine anlam veremesem de dediğini yaptım. Afife Sultan kızının ellerini tutup yüzümle buluşturdu. "Yüz hatlarınız çok güzel. Siz de pek güzel olmalısınız." dedi.

 

İsmihan Sultan göremiyor muydu? Şehzade ve Afife Sultan bu kadar sağlıklı görünürken çocuklarından biri âmâ mı olmuştu? Çok şaşırmıştım ve kızcağızın hâline üzülmüştüm. "Emin olun siz daha güzelsiniz sultanım." dedim eline dokunup. Sonra tebessüm edip Afife Sultan'a baktım.

 

"Yakut gerdanlığı Erguvan'dan getirdiniz zannımca." Şayeste Sultan'ın sözleriyle elim boynuma gitti. Şehzade, onu takmam için yollamıştı. Tüm gözler üzerimdeydi. "Şehzademiz yolladı." bu defa herkesin gözleri şaşkınca bakıyordu. Şayeste Sultan da bayağı bozulmuştu, bu kadar şaşıracak ne vardı ki? Hiçbirine daha evvel hediye vermemiş miydi? "Hanedanda sadece şehzade analarının takabileceği bir taşı size mi hediye etti yani?"

 

Bu taşı sadece şehzade anaları mı takıyordu? Mirzaoğulları’nın kaidelerine yetişemiyordum. Sürekli bir kaide ile karşı karşıya kalıyordum.

 

Ben şehzadenin sadece nikahlı eşiydim. Diğerleri gibi köle değildim, hürdüm lakin onlar benden daha sağlam mertebedelerdi, şehzadeleri vardı. "Ben bilmiyordum."

 

"Şimdi öğrendiniz işte çıkartın hemen." diye çıkıştı. Hadsiz ve burnu Kaf Dağı'nın ardında gibi konuşuyordu. Yahut tamamen öyleydi lakin ben o Kaf Dağı'nı yıkmasını da bilirdim elbet.

 

"Siz bana emir veremezsiniz Şayeste Sultan. Ben bir prensesim." Bunun üzerine güldü. "Burada prensesliğiniz geçmez."

 

"O vakit Şehzade Bayezid'in nikahlı zevcesiyim. Bu sebeple bana emir veremezsiniz lakin ille de bir şey demek isterseniz, kolyeyi bana bu akşam takmam için yollayan şehzadeye deyin, içinizde tutmayın."

 

Tam bana cevap verecekken Şirin Sultan "Ağabey." lafıyla sofa girişine doğru döndüm. Herkes birden ayağı kalktı ve selam verdi, ben de aynısını yapmıştım. Şehzade, Şirin ve İsmihan Sultanların yanına oturdu, o yerine geçtikten sonra hepimiz tekrar yerimize geçtik.

 

"Nihal Hatun, iyi misiniz?"
Nihal Hatun az evvel otururken biraz sarsılmıştı. Şehzade'nin gözünden kaçmamış hemen vaziyetini sormuştu. "İyiyim şehzadem. Biraz sancım vardı lakin şimdi iyiyim."

 

"Dikkat edin kendinize ve evladımıza." deyip gülümsedi. İki gündür şu sarayda Şehzade hakkında en iyi öğrendiğim şey hatunlarına ve evlatlarına pek ehemmiyet gösterdiğiydi. Herkes bunu bana söylemişti lakin ben gözlerimle de bunu teyit edebiliyordum.

 

"İsmihan'ım sen nasılsın?"

 

"İyiyim babacığım, sağlığınıza duacıyım. Siz nasılsınız bugün?"

 

"Bugün bahçede birazcık ıslandım, hafifçe öksürürüm lakin validen ballı zencefil yolladı. O iyi geldi." deyip önce Afife Sultan'a bakıp gülümsedi ardından bana vukuat işlemişim gibi baktı. Lakin ben suçsuzdum. Ben mi dedim bekleyin benimle burada ıslanın diye? Kabahat külliyen ondaydı. Ben ıslanmaya alışıktım ve bunu pek severdim.

 

Yan tarafta duran hatunlar kanun çalmaya başladılar, peşinden saz ile eşlik ettiler. Musiki biraz hareketlenince birkaç tane hatun raks etmeye başladı. Bu hatunlar şimdi benim için mi raks ediyorlardı yoksa Şehzade için mi, bunu merak ediyordum. Afife Sultan'ın kulağına eğildim.

 

"Bu hatunlar kime raks ederler?" Afife Sultan tebessüm etti. Tebessüm edilecek bir şey mi demiştim? "Eğlence var diye dans ederler lakin şehzademiz içlerinden bir hatunu beğenebilir. Bu sebeple güzel raks edip kendilerini göstermeye çalışırlar zira hatunların şehzadeyle karşılaşması pek mümkün değildir." dedi. Bunu diyen kişi Şehzade'nin evlatlarının anası, sevdiği kadınıydı. Buna nasıl göz yumabiliyordu. Sofrada diğer hatunlar da vardı. Onlara ve kendisine ayıp değil miydi? Esasen bana da ayıp oluyordu. Sonuçta zevcimin önünde raks ediyorlardı. Ladin Kalesi'nde böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Böyle şeyler ulu orta olamazdı.

 

"Şehzadem." dedim tebessüm ederek. "Gerdanlığı bu gece takmam için yollamışsınız. Bunun için minnettarım. Pek güzel bir hediye." Şayeste Sultan'ı biraz sinir etmekten zarar gelmezdi. Zira haddini bilmeliydi. Ben bir prensestim ve ne kadar kabullenmekte güçlük çeksem de şehzadenin nikahlı zevcesiydim.

 

Gülümseyeceğini düşündüğüm şehzade yüzünü düşürdü. Ne demiştim ki şimdi? Bu insanlar bana her an kendimi sorgulatıyorlardı. Üç günde en çok dediğim kelime 'Neden?' olmuştu.

 

Şehzade cevap bile vermeden raks eden kızları izlemeye devam etti. Ben de vaziyeti umursamayıp önümdeki yiyeceklere gömüldüm. Mısır ekmeğini alıp ağzıma attım. Ardından pilav yiyip yanında da ıspanak yedim. Midem çorbaya dönmüş olsa da umursamadım. Can boğazdan gelirdi değil mi?

 

"O kadar iştahla yediniz ki ben de aşerdim sultanım." dedi ve masada kalan son dilim mısır ekmeğine baktı Nihal Hatun. Sahi hepsini ben mi yemiştim. Cariyelerin masalarında da ekmek kalmamıştı. Bitmişti zannımca. Ekmeği alıp Nihal Hatun'a uzattım. "Buyurun, afiyet olsun." deyip gülümsedim.

 

Şayeste Sultan'ın öldürücü bakışlarını hissetmeye devam ederken başka şeylerle ilgilendim. Başka şeylerden kastım çatlayana kadar yemek. Saat bir hayli geç olunca Şehzade herkesin dairelerine çekilmesini emretti. Yerinden kalkmadan kızını alnından öptü.

 

Şayeste Sultan "Şehzadem ben o halde gel..." derken Şehzade ayağı kalkıp yanıma geldi. "Odama gel." dedi. Şayeste Sultan'ın sözü kesilmişti. Bundan mühimi onu değil, beni odasına çağırmıştı. Ardına bakmadan yanımızdan ayrıldı.

 

Şirin Sultan'da biraz sancısı olan Nihal Hatun'a destek verip ona dairesine kadar eşlik etti. "Sen gelir gelmez bizim yerimizi mi almaya çalışırsın? Bu gece benim sıramdı." dedi gözlerinden ateş çıkararak. Benim emelim tahttı, hatunun dediği ise şehzadenin yatağıydı. Ben bu emelde olsam zaten emin ol şimdiye sana fırsat kalmazdı. Neyse ki en mühim olanı Erguvan tahtıydı. "Benim gözüm kimsenin yerinde değil lakin sizinki pek öyle değil zannımca."

 

Lafımın üstüne üzerime doğru yürüdü lakin Afife Sultan araya girdi. "Şayeste Sultan siz de bilirsiniz ki şehzademiz kimseyi kimsenin yerine koymaz, âdildir."

 

"O zaman benim sıramı neden ona verdi?" Şuan küçük bir çocuk gibi şikayet ediyordu. "Bu sorunun muhatabı biz miyiz?" dedim. Sesli bir nefes verip sinirden titreye titreye yanımızdan ayrıldı.

 

Elime kılıç alıp hakkım olan tahtın peşinde koşmalıydım ben lakin burada içine düştüğüm vaziyet, bu hatunla uğraşmaktı. Ben bu değildim, harem oyunları ile uğraşmak istemiyordum.

 

"Cariyelerin yanında bu pek hoş olmadı zannımca." Yanıma yaklaşıp "Burada konuşmasaydık daha iyiydi evet lakin yapacak bir şey yok." dedi Afife Sultan. Ardından başkalarının duymayacağı şekilde devam etti.

 

"Şayeste Sultan, Şehzademize fazla düşkündür. Bir de en büyük şehzadeyi o doğurdu, evladına bir şey edeceğiz diye hep böyle davranır lakin şehzademiz, hırçın yanını bilmesine rağmen sever onu. Evladının anasıdır sonuçta." Afife Sultan ne olursa olsun şehzadenin hatunlarına saygı duyuyordu. Sabah ki şahit olduğum konuşmadan da şimdiki konuşmadan da bunu idrak etmiştim.

 

"Anladım. Desenize benimle uğraşacak."

 

"Aman dikkat edin zira çok zekidir. Onun kadar zekisini daha önce tanımadım." dedi lakin bilmiyordu. Benim zekam herkese yeter hatta artardı bile. Gülümsedim.

 

"Eğer benimle uğraşırsa pişman olur."

 

"Eğer herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa çekinmeyin söyleyin. Elimden ne gelirse yardımcı olurum." dedi ve gülümsedi.

 

Artık gitmem lazımdı zira şehzade gideli epey olmuştu. Yanına gitmeliydim. "Müsaadenizle ben artık gideyim. Malum." deyip şehzadenin odasına giden yolu başımla işaret ettim. Ardından küçük bir selam verip yanından ayrıldım.


♟️

Evvett bir bölüm daha sonuna geldik.

 

ŞİRİN SULTAN İLE SALİH GİRAY İLİŞKİSİNİ NASIL BULDUNUZ? SİZCE BU İLİŞKİ YÜRÜR MÜ?

 

Sizce Şehzade o kolyeyi neden yolladı?

 

ŞAYESTE NASIL BİRİ SİZCE? (YAZAR İÇİN ŞEYTANIN KIZ KARDEŞİ KDKFKGK)

 

AFİFE SULTAN SİZCE NASIL BİRİ? İYİ Mİ, KÖTÜ MÜ, İKİLİ Mİ OYNUYOR?

 

İsmihan Sultan'a üzülenleri görebilir miyim ya?
-✋🏻Ben

 

BAYEZİD NEDEN MEHPARE'Yİ ODASINA ÇAĞIRDI?

 

bu arada Şayeste Sultan konuşurken onu yarıda kesip bunu yapması çok kapak hareket değil mi?

 

SON OLARAK ŞUNU DÖYLEMELİYİM Kİ ENTRİKA MESELESİ BİR İKİ BÖLÜM SONRA BAŞLIYOR. BİR SONRAKİ BÖLÜMÜN SONUNDA OLACAK. O zamana kadar sabretmenizi istiyorum canımlar♥️🥰

 

Hayde canlarım öpüldünüzzz🥰

 

Loading...
0%