@rubamsalepe
|
Şehzade beni neden odasına çağırmıştı, acaba yine ne yapmıştım bilmeden? Eteklerimi toplayıp hızlı adımlarla kapısının önüne kadar gittim. "Zarife sen beni burada bekle. Ya da bekleme vazgeçtim. En iyisi daireme git orada bekle. Hatunlarla nöbetleşe uyuyun. Dairemi zinhar boş bırakmayın." Bu sarayda ne olacağı belli olmazdı, ondan sebep dairemin boş kalmasını istemiyordum.
Zarife'yi yolladım lakin içeri girmeye cesaret edemedim. Zira içimde bir huzursuzluk vardı. Hayır olsun. Sırtımı kapıya doğru döndüm ve bir anlığına daireme dönmeye karar verdim. Sonra tekrar önüme döndüm. Böyle olmayacaktı. Bana kalsa sabaha dek şu kapı önünde dikilecektim. Neydi beni bu kadar tedirgin eden?
"Haber verin." dedim ellerimi birleştirip. Kapının ardına kadar açılmasının ardından huzura çıktım ve selam verdim. Şehzade rahlesinde işleriyle meşguldü. Çok geçmeden başını kaldırıp bana baktı. "Sen." dedi ve ayağı kalktı. "Sofrada." deyip bana doğru yürümeye başladı. Lakin geri geri gitmeye niyetim yoktu. Bu benim acziyetimi gösterirdi.
"Neden gerdanlık mevzusunu açtın?" Sözlerini söylerken aramızda sadece iki adım kalmıştı. "Bu kadar yakın durmasanız mı? Lafa gireceğim lakin giremem." Ciddi vaziyetine kısa bir tebessüm kondurdu. "Giremez misin?"
Şehzademiz de her şeyi yanlış idrak etmekte pek mahirdi maşallah. "Aramızda iki adım var. Yakından bakarken ya sağ ya sol gözünüze bakmam lazım. Ayrıca ifadenize de bakmam lazım. Hangisine bakayım diye düşünene, çabalayana kadar söze girmeme fırsat gelmez. Biraz mesafeli olun ki yüzünüzü görebileyim."
Az önceki sualden buraya nasıl gelmiştik ben de bilmiyordum. Bir adım geri çekildi gülerek ve eliyle konuşmam için işaret yaptı. Neden sürekli soru soran oydu? Biraz da beni dinlese ne de güzel olurdu.
"Ne söylememi beklersiniz?"
"Hatun, üç günde bana üç yılda yaşayacağım kadar şey yaşattın. Hâlâ dur durak bilmezsin. Derim ki neden gerdanlık hediye ettiğimi söyleyip kendini hedef gösterdin?"
"Bu gerdanlığı bana siz gönderdiniz."
"Hatun bak, her şeyin bir yolu yordamı vardır. Onu sana yolladım zira bu taş bile senin itibarını kuvvetlendirmeye yeterdi. Haremde bunu çekemeyenler olabilir lakin şehzade kıymet verdiyse biz de saygı duymalıyız deyip susarlardı. Sen orada gösteriş yaparak gözleri hepten üstüne çektin. Sana saygı duyacakları yere şimdi kıskançlık duyacaklar."
Ne tuhaf bir mevzu bu. Neden böyle bir işe kalkmış ki? Şehzadeye bir mana veremedim zira vaziyeti bana açıklaması gerekirdi. "Peki neden bana saygı duyulmasını istediniz?" Şehzade bana çevirdiği oklarının birden kendine döndüğünü görünce kısa bir müddet şaşırdı.
"Zannımca ben sana sual ederdim."
Yanımdan ayrılıp kapının sağ yanında olan sedire oturdu. Müsaade istemeden ben de biraz ötesine oturdum. "Bu gözü pekliğin nereden gelir?" Suale sualle cevap verdi yine. Bu atışma zannımca sabaha kadar sürerdi. Zarife'ye bekleme demekle akıllılık etmişim.
"Kanımdandır şehzadem lakin ben cevabımı alamadım."
“Sen şehzade zevcesisin. Herkes sana hürmet etmek zaruriyetinde. Haremdeki yerini herkese göstermek istedim ve en mühimi bu sarayda olan her şey hünkârımızın kulağına gider. Ben onu hüsrana uğratamam zira bizi nikahlayarak vardır bir bildiği."
İzahı bana kâfi gelmişti. Haklıydı. Ben ise dediği gibi kıskançlığı ve tüm nazarları üzerime çekmiştim. Hatunlar benimle uğraşabilirdi lakin yapmam icap eden yegane şey Erguvan tahtına geçmekti. Haremdeki kıskançlıklar da kavgalar da böylece son bulurdu.
"Hakkı âliniz var lakin müsterih olun ben kendimi koruyabilirim. Esasen buna siz de yardımcı olabilirsiniz." Başıyla devam etmemi söyleyince devam ettim. "Erguvan'a..."
"Mehpare Sultan, bu mevzuyu konuştuk zannederdim."
O şehzade diye hep onun dediği olsun istiyordu. O şehzadeydi lakin ben prenses değilim sanki. Ben de bir prensesim. Neden benim sözüm geçmiyordu ki? Evvelden duyardım zevcelerinin sözünü dinleyen erkekler de vardı. "Siz konuşmuştunuz o vakit, şimdi yaptığınız gibi. Neden benim gözümden bakmazsınız?"
Gerildiğimde, sıkıldığımda ve sinirlendiğimde elim hep boynuma giderdi. Yine aynısını yaptım. O koca gerdanlığı umursamadan boynumu kaşımaya başladım. Tabi bunun pek idrakinde değildim. Her defasında sonradan idrak ederdim.
"Senin yerin artık burası. Bu vaziyeti zinhar hiç kimse değiştiremez. Ben ağabeyime karşı gelemem." deyip elimi boynumdan çekti. "Yara yapacaksınız. Kaşımayın bu kadar." Konuşması yine sizli bizli olmuştu. Haleti ruhiyesine göre hitap şekli de değişiyordu. Buna artık alışmıştım.
"Ömür boyu benimle uğraşmak zorunda kalacaksınız. Hem de gerçekten zevceniz olmadığım halde." Bu defa güldü. Ne demiştim yine acep? Ne demiştim de gülmüştü?
"Birde edepsizsin hatun. Fevkalade edepsizsin." Yine senli konuşmuştu. Artık bir karar vermeliydi ben sen miydim, siz miydim?
Ayrıca edepsiz değilim, sadece başka bir örftendim. Örfümüz, töremiz, insanımız dahi başkaydı. Benden hemen onlar gibi olmam beklenmemeliydi. Validem ne kadar Türk kökenli olsa da ben Erguvanlıydım. Kafkas milletlerinden, oranın örfüyle yetişen biriydim. "Kaderin işi belli olmaz. Bir bakmışsın şehzadem beni yollayacaksanız da yollamayın, sizsiz yapamam deyiverirsin."
Bir harem dolusu cariyesi vardı lakin yetinemiyordu. Hâlâ beni sinirlendirmek için çabalıyordu. Sevda isteseydim Erguvan'da beni alacak bey, komutan boldu.
"Onca hatununuz var. Ben de eksik kalayım. Sevda peşinde olaydım Erguvan'da beni isteyen onca bey, komutan vardı. Gönül işleri peşinde değilim, babamın tahtının peşindeyim.” deyip ekledim “Hem siz hatunlarınızı sevmez misiniz?"
"Evlatlarımın analarını severim, gözdelerim vardır onları da severim lakin aşk başkadır. Burası başka yerlere benzemez. Bana yollanan hatunlara gönlüm kayarsa el üstünde tutarım. Kimine de hiçbir şey hissetmez gönlüm lakin karşımdaki kişiye kötü görünüp neden acı vereyim ki iyi olmak varken?" Hiç olmazsa sevdiklerine değer veriyordu bunun idrakindeydim. Şunu da idrak etmiştim ki birden çok hatunu sevebilirken aşkı tek bir kişiye aitti, o aşkın sahibi de Afife Sultan'dı.
Bayezid'in eşlerini ne kadar sevdiğini de artık bilirim lakin beni de sevmesini istemezdim. Beni de sevmedikleri kısma koymasını temenni ettim zira o isteseydi elde ederdi. Ben onun haremiydim. O ise tevazu gösterip bana dokunmamıştı lakin bu, dokunmayacağı anlamına gelmezdi. Beni şimdi dahi yollamıyorsa bana dokunduğu vakit zinhar dönmeme müsaade etmezdi.
Aklımda dönen kelamlarla içim ürktü. Zinhar benim bu taraklarda bezim yoktu. Vaziyeti toparlamak için boğazımı temizledim. "Ben de sualinizi cevapsız bırakmayayım o vakit. Size teşekkür etmemin sebebi Şayeste Sultan'ın kolyeyi çıkartmamı emretmesiydi lakin bana emredemeyeceğini söyledim. Siz gelince sükûnete büründük." dedim.
"Şayeste'nin kıskançlığı tuttu yine desene lakin müsterih ol ben onunla konuşur gönlünü alırım." Bilmez miyim şehzadem. Alırsınız gönlünü tabii, muhakkak alırsınız. Şayeste Sultan'ın da işine gelir.
Ellerimi ipek şalımın ve başlığımın altından dalgalanan saçlarımın arasına sokup enseme doğru toparladım. Burası sıcaktı. "O vakit ben artık çekileyim zira geç oldu." Bayezid başını iki yana salladı. Gitmemeli miydim? "Sizi huzurumdan kovduğumu düşünebilirler. Burada kalın sabah erkenden gidersiniz." Bir anda Şayeste Sultan'ın beni tüm haremin ortasında küçük düşürdüğünü gözümün önüne getirdim. Şehzade haklıydı, zinhar huzurdan ayrılamazdım.
Ayağa kalkıp yatağa doğru ilerledim sırma işlemeli yorganın üstüne oturdum. İlk önce küpelerimi ardından da başlığımla örtümü çıkardım. Daha sonra kolyemi çıkarmak için elimi boynuma götürdüm. Geçen günün aksine bu defa muvaffak oldum, kolyeyi çıkarabilmiştim. Kaftanımı da çıkarıp kenara koymamın ardından kendimi yumuşak yatağa bıraktım.
°•°•°
Birkaç vesika geçmişti eline, esasen sabah yapılacak divanda bahsi geçebilirdi lakin Bayezid, haremde olduğundan bir arzuhalle mevzu arz edilmişti belli ki. Masasındaki arzuhali nazikçe açtı ve rahlesine koydu. Alt ve üst kenarlarına da iki küçük ağırlık yerleştirip okumaya başladı.
Bir önceki divanda bahsi geçen subaşı meselesi neşredilmişti. Salih Giray, meseleyi tetkik edip bir arzuhal ile bildirmişti. Bayezid, büyük bir merakla okumaya devam etti. Subaşı, gayrimüslim ahaliyi tahakküm altında bırakıyor, kadıya gidecekleri vakit de onlara mâni oluyordu. Koskoca Saruhan'da bir mahalle kadar azlardı lakin az olmaları hakları olmadığı manasına gelmezdi. Kiliseleri eski olduğundan harap vaziyetteydi. Vaziyeti arz etmek istediklerinde ise Subaşı, karşılarında durup onlara mâni oluyordu.
Okuduklarına sinirlenen Bayezid, bir kağıt çıkarıp diviti uzun parmaklarının arasına aldı. Gayrimüslim ahalinin de ibadet hakkı vardı. Bu sefil subaşı bilmez miydi bunu? Diviti mürekkebe daldırdı ardından yazmaya başladı.
Evvela subaşının cezası gerekirdi lakin onu divan da halledebilirdi. İlk yazdığı şey ise mahallenin yanı başında olan, daha büyüğü yapıldığı için taşınan eski aşevi binasının Gayrimüslim ahali için tesis edilmesini emretmek oldu. Böylelikle Gayrimüslim ahalinin gönlü olacaktı. Gayet temiz, tadilata ihtiyacı olmayan bir yapıydı. Bu sebeple zaten zorda olan hazineye de yük binmemiş olacaktı.
Buyruğun üzerine mum eritip yüzüğündeki tuğrasını vurdu ve buyruğunu sarıp bir haznenin içine koydu, zevcesi uyanmasın diye sessizce kapıya yöneldi. Kapıdaki ağaya buyruğu verip vazifelendirdiği kişilere götürmesini emretti.
Epey geç olmuştu, bu kadar çalışma kâfiydi. Yarınki divanda subaşıya lüzum eden ceza verilecekti. Şimdi ise uyuma vaktiydi. Üzerine geçirdiği kaftanı kenara astıktan sonra kendini yumuşak döşeğinde uykuya bıraktı.
●●●
Tüm geceyi neredeyse hiç gözümü kırpmadan geçirmiştim zira en son biri yanımda uyuduğu vakit altı yaşındaydım. Bu vaziyet benim için alışılmamış bir şeydi. Şehzade, bembeyaz esvabıyla yüzükoyun şekilde yatıyordu, nefes alışverişleri çok sessizdi. Göğsü hareket etmese rabbim esirgesin öldüğünü dahi düşünebilirdim.
"Kusura bakmayın zira artık uyumam lazım." dedim. Sadece kendimin duyacağı bu sözleri şehzade de işitmişti. Gözlerimiz birden buluşuverdi. Yataktan doğruldu ve kısık gözleriyle yüzüme baktı. "Nereye hatun?" Uyku sersemi hâli de pek civan gözüküyordu lakin sözleri bunun aksini edecekti biliyordum. Ona bakmayı kesip hemen önüme döndüm ve "Daireme." deyiverdim. Uyuyor olması gerekirdi, beni duymaması gerekirdi. Ondan sebep uyuyamadığımı hissetmiş miydi? "Ben çekilebilirsiniz dediğimi hatırlamam zira bu kadar erken çekilmeniz hoşnut olmaz." dedi. Haremde adım çıkacaksa çıksın artık, bu beni alakadar etmiyordu ki. "Şehzadem müsaadeniz olursa ben daireme döneyim." "Müsaadem yok. Yatın ve uyuyun." İç sesim onun mevcudiyeti sebebiyle uyuyamadığımı söylerken ben tabii ki bunu ona diyemedim zira erkeklik gururunu kırmak hele ki şehzadenin gururunu kırmak istemedim. "Şehzadem sessizce dönerim daireme kimsenin ruhu duymaz." Bu dediğime kendim de pek inanmamıştım. Dairem buranın yanı başında değildi. Oraya gidene kadar bir sürü daire mevcuttu. Başını olumsuz manada salladı. "Neden gideceksiniz, yoksa benden sebep huzursuz mu oldunuz?" Evet sizden huzursuz oldum. Aynı yastığa baş koyduk, beklemiyordum ki ben bunu. Yaşadığım hiçbir şeyi beklemiyordum zaten. Bizim geleceğimizin mevcudiyeti yok. "Estağfurullah şehzadem olur mu öyle şey?" Şehzade başını cama doğru çevirdi. Hava daha aydınlanmamıştı. Daha çok erkendi. Daha namaz vakti bile gelmemişti. "Namaz vaktine değin uyuyun. Sabah da kahvaltı eder öyle gidersiniz." Uyurum tabi hem de ne uyumak bir bilseniz. Yatağın içine girmeden üstüne oturdum ve sırtımı yatak başlığına yasladım. "Uykunuz yok zannımca. Peki o vakit hayırlı geceler." deyip başını yastığa koydu. Evet şehzadem, zinhar uykum yok lakin denemem gerekir. Şehzade'nin sözlerinin ardından gözlerimi kapayıp uyumaya çabaladım. Sabah namazını kıldıktan sonra uykuya dalmayı başarabilmişim. Ondan yaklaşık bir bir saat sonra gözlerimi araladığımda hava aydınlanmış, güneş ışığı odayı doldurmuştu. Kuş sesleri kulağımda çınlıyordu. Şehzade ise geçen bir saatte sanki hiç kıpırdamamış gibi uyuyordu. Benim ise biraz boynum ağrımıştı oturarak uyumaktan. Yan tarafta duran gerdanlığı elime aldım. Demek sadece şehzade analarının sahip olabileceği bir gerdanlıktı bu. Erguvan'ı düşledim. Yakut, orada hükümdarlık alametiydi. Babamın baş parmağına takılı kocaman yakut bir yüzük vardı. O yüzüğe sadece tahttaki kişi sahip olabilirdi. Küçücük bir kız çocuğuyken babamın kucağına oturup parmağındaki yüzüğüyle oynardım. Bu kolye taşları o günlerimi hatırıma getirmişti. Annem ve babam varken her şey tamamdı şakin şimdi her şey eksikti. Belki Erguvan'a dönerken şehzadeden bu kolyeyi götürmek için müsaade isterdim. Tahta geçtiğim vakit hükümdarlık alameti olarak bunu takardım. Düşüncelerimden kapının tıklatılması ile sıyrıldım. Sabahın bu vakti daha şehzade bile uyanmamışken kim gelmişti? Ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim lakin şehzade önüme geçti. "Benim açmam münasip, siz geri durun." dedi. Sözünü dinleyip kapıdan uzaklaştım. Bayezid kapıyı açıp gelen kişiye sual etti. "Hayrola bu saatte bir husus mu var?" Gelen bir kalfaydı zannımca. Sesi titrek ve ürkmüş geliyordu. Ne olmuştu? "Şehzadem Şayeste Sultan ve Nihal Hatun'u odalarında baygın halde bulduk. Bilmeyi arzu edersiniz diye düşündük." Şehzade ardına bile bakmadan hızlıca yürümeye başladı. Allah'ım korusun ne olmuştu ki ikisine birden? Telaşla Bayezid'in peşine takıldım. Usulen ilk olarak Şayeste Sultan'ın yanına gitti, zira ilk hatunu oydu. Telaşla dairesine girdiğinde ben de peşinden gittim. Şayeste Sultan gözlerini kapamış, zinhar kıpırdamıyordu. Şehzade Savcı da başındaydı. "Nesi var hekim kadın?" "Şehzadem, zehirlenmiş lakin durumu iyi çok şükür." Zehirlenmiş miydi? Kim yapmıştı bunu ona? Nasıl olmuştu? "Bu ne cüret! Bir şehzade hatununa bunu yapmaya kim cüret eder? Kalfa gel buraya." Öfkesi yüzünden belliydi. Bunu yapanı bulduğu an onu büyük bir azap bekliyordu. Şehzade haklıydı buna kim cüret edebilirdi ki? "Emredin şehzadem." dedi Gülizar Kalfa. "Bu daireye kimler girdi çıktı, Şayeste Sultan ne yedi derhal bilmek isterim. Sadece yarım saatin var bilesin." Tekrar önüne döndü ve baygın yatan hatununun elini tuttu. "Nasıl zehirlenmiş?" Hekim kadın başını öne eğdi. "Bunu bilebilmek için vaziyeti baştan sona tetkik ettirmeniz gerekir. Maalesef nasıl yaptı kim yaptı bilmem mümkün değildir lakin belirtileri mevcut, başına geldiğimde ayıktı. Nefes almakta zorluk çekerdi, kalp atışı da düzensizdi. Cildi kızarmış, göz bebekleri büyümüştü. Sorduğum suallere manasız sözcüklerle cevap verdi. Zihni bulanmıştı. Bu belirtiler zehrin güzel avrat otundan geldiğini gösterir zira evvelki yıllarda böyle bir hatunu iyi etmiştim. Oradan tecrübe ettim, kömür iyi gelecektir dert etmeyiniz." Şehzade derin bir oh çekip rahatladı. Şayeste Sultan'ın başını okşadı ve şehzadesine döndü. "Valideni yalnız bırakma evladım. Yine gelirim ben." deyip daireden ayrıldı. Ben de genç şehzadeye şifa temenni ettiğimi söyleyip Bayezid'in peşinden gittim. Vaziyeti aklım havsalam almamıştı. Kim yapmıştı bunu, neden yapmıştı bilmiyordum. Gece hiç uyuyamamıştım. Keşke o vakitlerde harem içinde turlasaydım. Belki bu kötü vaziyete şahit olur ve mâni olabilirdim. Şehzade, Nihal Hatun'un odasına vardığında hekim kadın hemen eğilip selam verdi. Az evvel Şayeste Sultan'dan ötürü rahatlamışken şimdi yine keder ve öfke içindeydi zira onun da zehirlenmiş olabileceğinden şüphe ediyordu. Ben de öyle düşünmüştüm. Hiç kıpırdamadan öylece yatıyordu. "Nesi var? Derhal izahat bekliyorum, evladım nasıl?" Hekim kadın başını eğdi ve titrek sesiyle "Güçlü bir zehre maruz kalmış şehzadem lakin ne olduğunu tespit edemedim. Evvela zehri görmem gerekir." Derin bir nefes verip kelamına devam etti. "Şehzadem evladınızın nabzını duyamadım. Bebeği kaybettik, Nihal Hatun'un da nabzı çok az gelir. Zehri bulsam belki şifa bulabilirim lakin ümitsiz gözükür. Her şeye hazırlıklı olun." dedi. Kapıdan beliren Şirin Sultan, sendeleyip duvara tutunan ağabeyini tuttu ve sarıldı. Ben ise kapı ağzında olanları şaşkınlıkla izledim. Şehzade'nin hatunlarını zehirlemişlerdi. Kim ne isterdi onlardan? Nihal Hatun'un evladının kime ne zararı vardı? Günahsız yavrucağa yazık değil miydi? Ben nereye düşmüştüm böyle? Erguvan'da... Erguvan'da hatun öldürülmez hükümdar öldürülürdü. Farkı yoktu. Belki de bir hanedana mensup her şahıs bu tehlikedeydi. Belki de bir gün hepimizin canına kastedeceklerdi. "Şirin, evladıma ve hatunlarıma bunu yapanı bul. Bul ki doğmamış evladımın kanı yerde kalmasın. Bul ki hanedana uzanan eli kırabilelim." Şirin Sultan, ağabeyinin sırtını sıvazladı ve tahkikat yapmak için odasına dönmesini istedi. Şehzade en başta direttiyse de kız kardeşinin sözlerinin tesirinde kaldı, dediğini yapacaktı lakin evvela Nihal Hatun'un yamacına gitti. Yanağını yavaşça okşayıp alnını öptü. "Takat getir hatun, takat getir." Öfkeli vaziyetini tekrar takınan Bayezid, odasına doğru gitti. Ben de peşinden gittim zira ne yapacağımı bilmiyordum. Bayezid, odasındaki kırmızı üzerine sırma işlemeli kumaşlı sedire oturdu ve yumruğunu sıkıp etrafa öfke saçmaya başladı. Bir tüfeğe sıkıştırılmış barut gibiydi. Her an patlayabilirdi, ben onu bu vaziyette hiç görmemiştim lakin sükût edip aklî düşünmesi elzemdi. Zira öfkeyle akıl işi yürümezdi. "Şehzadem, başınız sağ olsun. Allah Şayeste Sultan ile Nihal Hatun'a şifa versin. " dedim ve sedirin diğer ucuna oturdum zira siniri beni bile yıkacak gibiydi. "Amin." Sinirden titrerken zihnime düşen bir fikir ile ayağı kalkıp ona masada duran suyu getirdim. "Biraz için zira aklı selim düşünmeniz gerek." Önce gözlerime baktı ardından bardağa uzandı ve besmele çekip suyu üç yudumda bitirdi. "O yılanı bulduğum an cezasını kendi ellerimle vereceğim." Hüznü ve öfkesi birbirine karışan şehzadeyi sakinleştiremeden yerime oturdum. Sükut hayra mı alametti? İlk defa bu nakışlı duvarlar oymalı tavanlar üstüme üstüme geliyordu. Yarım saattir hiç yerimizden kıpırdamamış, sesimizi dahi çıkarmamıştık. Bunu yapana dair kanıt bekliyorduk, hatunların iyi olduğu haberini de bekliyorduk. Uyandığından beri yüzünü dahi yıkamaya fırsatı olmamıştı şehzadenin. Esasen zihnine düştüğünden bile şüpheliyim. İbrik ile tası alıp yanına getirdim. "Müsaade edin ibrikten su dökeyim, elinizi yüzünüzü yıkayın." O, bunu yaptıktan sonra ben de kendi elimi yüzümü yıkayacaktım. Zira uykusuzluktan harap olmak üzereydim. Bunu belli etmemem gerekirdi. İbriği yere koydum ve şehzadeye baktım. O da ellerini uzatınca suyu yavaşça döktüm, sanki bir ferahlık verecekmiş gibi suyu yüzüne vurdu lakin ferahlamadığı hususunda emindim. Bu vaziyette zaten ferahlaması mümkün değildi. Şehzadenin kurulanması için havluyu da verdim. O kurulanırken ben de evvela ellerimi sonra da yüzümü yıkadım. Suyun verdiği o berraklık hissi, şehzadenin aksine bana iyi gelmişti. Zira uykusuzdum. İbrik ve tası yerine koyduğum vakit kapı çaldı. İçerideki ölüm havası birden dağılmıştı. İkimiz de merak içindeydik. Ahval neydi? Şehzade gelen kişiyi buyur etti. Gülizar Kalfa her vakit olduğundan daha çok tedirgin halde huzura çıktı. Başını eğip konuşmaya başladı. "Tetkik ettim şehzadem. Şayeste Sultan'ın dairesinin yanında en son görülen kişi Zarife Hatun'muş. Zira Sultan'ımızın kalfası su getirmeye gittiğinde onu dairesinin çevresinde görmüş." Kelamları hançer gibi beni yaralarken bir yandan da meseleyi idrak etmeye çalıştım. Suçlanan kişi Zarife miydi? Zarife, benim nedimem Zarife. Zarife'nin bunu yapması için hiçbir sebep yoktu ki. "Sen ne dediğini bilir misin Kalfa? Onu mu suçlarsın? Zarife Hatun yapmaz öyle şey zira ona bunu yapmaya iten bir sebep yoktur." Şehzade eliyle dur işareti yapmasının ardından Gülizar Kalfa'ya devam etmesi komutunu verdi. "Şirin Sultan haber yollamamı istediler zira kendisi şu an bizzat tahkikatın başındadır. Mehpare Sultan'ın dairesi ararlar." Öldüresiye bakışlarıyla bana baktı. Ne olduğuna mana veremeyen ben ise ona şaşkın gözlerle bakıyordum. "Şehzadem bu vaziyette bir iş var. Gördüğünü gibi değil." dedim. Zarife'ye laf gelirse bana laf gelmiş olurdu. Benim bunu yaptırmak için bir sebebim yoktu ki zira şehzadeyle gerçekten karı koca dahi olmamıştık. Esasen aramızda sevdaya dair hiçbir emare yoktu. Benim yegane emelim Erguvan tahtıydı. Bundan ötürü vaziyeti benim icra etmiş olmam katiyen mümkün değildi. Şehzade, kalfanın çekilmesini emrettikten sonra bana doğru yürüdü. "Bunu senin yapmadığını söyle. Yapmadın değil mi? Konuşsana!" Konuşmama izin vermeden konuşmamı istiyordu. Öfkesi aklına mühür vurmuştu. O mühür de doğru düzgün düşünmesine müsaade etmiyordu. "Şehzadem tabii ki ben yapmadım. Ne ben ne de Zarife'nin bu mevzuda dahli vardır. Zira bunu yapmak için de sebebimiz yoktur." Üzerime doğru iki adım daha geldi. "Şayesteyle atıştın herkesin önünde. Dün geceden sonra husumet oldu aranızda. Pek tabii ondan intikam almak isteyebilirsin. Harem'de ne oyunlar gördük." "Siz dairenize çağırdınız beni. Bütün gece buradaydım. Şayeste Sultan'ı öldürecek ne vaktim ne de sebebim olmuştur. Nihal Hatun ile ekmeği pay etmişim ben. Şimdi söyleyin bana ben mi onların canına kastederim? Ben burada sizin hatunlarınızla dalaş edecek yahut siz tahta geçtikten sonra saltanat kavgası edecek hatun değilim. Zira bilirsiniz başından beri emelim Erguvan tahtıdır." Üç beş günde kimden bu kadar nefret edip böyle bir kalleşliğe girişebilirdim ki? Şehzade Bayezid'in öfkeyle bakan gözleri biraz sükuta büründü. Ardından elini omzuma doğru yerleştirdi. "Hakkın var. Bir an öfkeyle ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi şaşırdım. Ne senin ne de nedimenin dahli olması mümkün değil. O halde kimdir bunu yapan?" Elinden tutup onu sedire kadar götürdüm. Sözlerimle bir nebze dahi olsa onu rahatlatmak istiyordum. "Onlar kim bilmem lakin eninde sonunda adalet tecelli edecek, bunu iyi bilirim. Evladınızın kanı yerde kalmayacak." Bayezid, başını iki elinin arasına aldı ve kollarını dizine koydu. O kadar güçlü bir adamın nasıl çaresiz kalabileceğine ilk defa gözlerimle şahit oluyordum. Eliyle göz yaşını sildi ve bu defa dik durdu. Benim de gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Vaziyet kötüydü hem ondan gözlerim dolmuştu, hem de ağlayan birini görünce de böyle olurdum. Belki de zaaflarımdan biri buydu. Odanın büyük, oymalı kapısından bu defa acı bir kapı tıkırtısı işitildi. Her tıkırtı gibi değildi bu, sesi acıydı. Ve daha da acı verecek bu tıkırtının ardından kapıdan içeriye Şirin Sultan girdi. Yanımıza doğru gelirken yüzü bembeyaz olmuştu, solgundu. Mutsuz ve tedirgindi de. Bayezid bir ümitle ayağı fırladı. Ben de ayağı kalkıp ve selam verdim. Elinde bir şişe ve pusula vardı. Birden ikisini de havaya doğru kaldırdı ve sözlerine başka yollara sapmadan doğrudan girdi. "Bu şişe Mehpare Sultan'ın dairesinden çıktı. Bir pusulanın içine sarılı halde bulduk. Pusulada kırmızı mürekkeple nergis soğanından yapılan bir tarif yazılı." Derin bir nefes verdi ve ellerini önünde birleştirdi. "Maalesef tahkikat neticesinde tüm oklar Zarife Hatun'u yani Mehpare Sultan'ı gösterir." ♟️ Aman amannn ne yaptı bu yazar😄 Şimdi nasıl kurtulacak bu kız bu suçlardan🤦🏻♀ SUÇLU GERÇEKTEN ZARİFE Mİ? Sizce Şayeste Sultan'ı ve Nihal Hatun'u zehirleyen kim? ŞEHZADENİN AİLESİNE VERDİĞİ DEĞER, AİLESİNE DÜŞKÜNLÜĞÜ HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? HATUNLARINI SEVİYOR EVET AMA TEK AŞKI VAR ONU DA DİYELİM. Bebeğe üzüldünüz mü ya? Nihal hatunun da ne olacağı belli değil. Açıkçası ben üzüldüm. YORUM VE VOTELERİ UNUTMAYALIM ÇÜNKÜ ONLAR MOTİVASYON KAYNAĞIM😍🙈 Sizi çok seviyorum öpüldünüzzz 🥰😘 |
0% |