Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. "Mücrim"

@rubamsalepe


Haremin girişini geçip sofa önüne kadar geldim. Köşeyi döneceğim vakit ise Afife Sultan ile karşılaştım. Başka bir şeyin olmasını isteseymişim olacakmış gerçekten. "İyi misiniz Mehpare Sultan?"

"Daha iyi olduğum hallerim hatırımdadır." dedim belli belirsiz bir tebessüm ile. Zira gülmeye mecalim kalmamıştı lakin vakti geldiğinde gülen ben olacaktım, bundan emindim.

Herkesin bizi duyabileceği bir mevkideydik lakin ben bunu pek umursamıyordum zira göze batabileceğim kadar batmıştım. Bundan daha kötü vaziyette olamazdım.

"Sizi bedbaht eden vaziyeti işittim lakin bu vaziyette dahliniz olduğunu düşünmem zira son lokmanızı paylaştığınız gebe bir hatuna neden bu kötülüğü etmek isteyesiniz?"

Sonunda benim sözlerime dahi ihtiyaç duymadan bana itimat eden biriyle karşılaşmıştım ve belki de o kişi benim neticeye ulaşmamı sağlayacak kişi olacaktı. Soğuk duvarların aksine sımsıcaktı onun yüreği. Dostumdu o benim ne kadar tuhaf gözükse de. Zevcimin aşkı olan bu kadın benim şu sarayda sığınabileceğim üç limandan biriydi. Diğer ikisi ise Şirin Sultan ve Zarife'ydi.

"Elimde beni suçlayan deliller var lakin malumatsızlığımdan ötürü bir neticeye varamadım. Esasen belli bir yere kadar geldim lakin bu sarayda yeni olduğumdan her şeyi bilmemekteyim. Sizden kendimi aklayabilmem için yardım istirham ederim." deyip elimdeki manasız kağıdı ona gösterdim.

"Mürekkep ve kağıdın muhteviyatı hakkında bir malumatım yoktu lakin az evvel kütüphanede mürekkebin lal mürekkebi olduğunu öğrendim." Kağıdı iyice tetkik etti. Yakından baktı ve kokladı.

"Kağıt sarayda kullandıklarımızdan başka değildir. Bunu her yerde bulabilirsiniz." deyip mürekkebi yaladı.

"Hakkınız var, lal mürekkebidir bu. Mirzaoğulları'nda iki kırmızı mürekkep vardır lakin bu mürekkep bir ay evvel bir ferman ile yasaklandı. Ortalık yerde zinhar bulunmaz. Anca gizliden yapılır, satılır." Bir mürekkep niçin yasaklanırdı ki? Peki ya bu mürekkebi saraya kim sokmuştu? Yahut bu mürekkepler nerde saklanıyordu?

"Madem bulunmaz, mürekkep nasıl saraya girdi? Yahut bu mürekkep bir ay evvelden kalmış olamaz mı?"

"Olamaz zira şehzademiz hepsini dairelere baskın verir gibi toplattı ve hazine odasına kapattı. Zannımca mürekkebi sizin getirdiğiniz düşünülsün istediler. Malum başka bir diyardan geldiniz." Cümlenin sonuna doğru sesi daha da kısık hal almıştı.

Afife Sultan'ın hakkı vardı zira rengin kırmızı olması, meseleyi daha da tuhaf kılmıştı. Siyah varken niçin tüm nazarları üstüne çeken bir renk kullanırdı ki insan? Kağıdı elinden aldım ve dikkatle seyre durdum. Bana hürriyetimi bu kağıt verecekti lakin nasıl?

"Hakkınız var sultanım. Allah razı olsun. O halde müsaadenizle ben gideyim." Sözlerime karşı başıyla selam verdi ve avluya doğru ilerledi. Benim ise yapmam icap eden tek bir husus kalmıştı.

Haremi yöneten kişi Şirin Sultan'dı. Ondan izinsiz saraydan dışarı adım atılmazdı. Bu mürekkep bir ay evvel yasaklanmıştı. Bir ay içinde saraya kim girdi kim çıktı bilmeliydim. Bu suretle şüphelileri de bilmiş olurdum.

Hızlı adımlarla valide dairesine gittim. Bugün de gitmediğim yer kalmamıştı. "Haber verin." dedim ve açılan kapıların ardından içeriye girdim.

Bu mesele bugün çözülecekti ve ben aklanacaktım. İtibarımı geri kazanacaktım. O bebeğin canına kastedenleri de bulacaktım. Adaleti mutlak suretle temin etmeliydim, babam beni böyle yetiştirmişti. Bunu da bizzat ben temin edecektim.

Duvarlar yeşil rengi nakşedilmiş çiçeklerle doluydu. Çini burada yoktu lakin nakışlar öyle hoştu ki çinileri aratmıyordu. Burada uzun vakit durup etrafı gözlemek isterdim lakin kellem kolumun altında geziyordum.

"Hoş geldiniz." Aslında pek de hoş vaziyette gelmemiştim. Sözü hiç uzatmadan hemen lafa girmek istedim.

"Hoş buldum sultanım. Sizden malumat edinmek için geldim. Son bir ay içinde saraydan çıkan hatun oldu mu?" Biraz gözlerini kısıp düşündü.

"Yalnız benim kalfam çıktı. Başka da kimse izin istemedi. Zira kış aylarından yeni çıktık. Soğukta kim ne etsin dışarıda?"

Şayet kimse dışarı çıkmadıysa bu mürekkep saraydan alınmıştı. Buralı olmasam da kaideleri kitaplardan ve anlatılanlardan bir nebze öğrenmiştim. Bilirdim ki şehzadelerin büyük maiyetleri vardı. Aynı padişah gibi görevlileri vardı. Defterdarı, nişancısı mevcuttu. O vakit hazinedarı da vardı. Haremde hazine odasına sadece hazinedar girebilirdi. Kimdi bu hazinedar?

"Hakkıaliniz var. Zannımca neticeye varmama az kaldı. Şehzademizin hazinedarı kimdir?"

"Ferhat Ağa'dır." Ferhat Ağa'yı tanımıyordum. Şimdi de onu bulmam gerekiyordu. Bu hususu Gülizar Kalfa şıp diye hallederdi, zannettiğimden daha kolay olacaktı.

"Müsaadenizle, zannımca mevzuyu nihayete erdirme vakti geldi." Bana cevap vermesini beklemeden koşarak dairesinden çıktım. Cariyeler koğuşunu aşıp Gülizar Kalfa'nın bulunduğu aralığa geldim. "Kalfa, Ferhat Ağa kimdir, nerededir? Derhal malumat isterim."

Gülizar Kalfa, telaşlı vaziyetteki bana şaşkınca baktı. "Muhtemelen ağalar koğuşundadır. O bina da tam olarak haremden çıkıp iç avluya girdiğimizde sağda kalır lakin hareme açılan bir kapısı vardır. Ağalar avlusu diye bir yere açılır kapıları. Orası da hareme bağlanır. Mutfaktan gelen yiyecekleri ağalar avlusuna koyarlar. Biz de gider alıp geliriz." dedi. Bu kadar teferruata gerek yoktu sadece yerini öğrenmek istemiştim. Derhal oraya gitmeliydim.

"Beni ona götür." Sözlerimi ikiletmeden hemen iyice örtündü. Peşi sıra harem avlusuna doğru yürümeye başladı. Haremden de dışarı çıkıp iç avluya vardık. Etrafta pek kimse yoktu.

Gülizar Kalfa, ağalar koğuşunun kapısına kadar gitti ve seslendi. "Bakın hele ağalar, kimse yok mudur?" Kısa bir süre sonra kapıda bir ağa belirdi.

"Buyur Gülizar Kalfa, bir husus mu var?" Kalfa, hafif esen rüzgardan uçuşan örtüsünü eliyle tutup cevap verdi. "Ferhat Ağa nerededir? Hemen çağırın, sultanımız huzuruna bekler." Ağa hafifçe içeri yöneldi. Ardından bir şey aklına gelmiş olacak ki bize doğru geri döndü.

"Kütüphaneye girmişti en son. İsterseniz gidip huzurunuza getiriyim kendisini." Başımı iki yana salladım. Ben bizzat giderdim. Gülizar Kalfa vaziyetimi anlamış olacak ki ağayı geri yolladı ve yanıma geldi.

"O halde buyurun sultanım gidelim." Beni bu kadar kısa vakitte tanımıştı zannımca. Halbuki beni tanıyacağı kadar uzun vakit geçirmemiştik.

"Gidelim."

Ne işi vardı bu ağanın kütüphanede, acaba bu mevzulara bir dahli mi vardı? Eteklerimi toplayıp kütüphanenin basamaklarını hızlıca çıktım. Kapıyı da iki elimle ittirerek açtım.

Gülizar'ın baş işaretiyle anladım ki Ferhat Ağa tam karşımdaydı. Zannımca divan kayıt defterlerini kurcalıyordu. "Dur hele ağa!" dedim sesimin tonunu yükselterek. "Ne edersin o defterle?" diye ekledim. Defteri hemen rafa koyup düzeltti. "Tasnif işiyle alakadar olurdum." dedi.

"Eminim ki öyledir. Sen hazineden sorumlu değil misin? Kütüphane tasnif işini niçin sana versinler şehzademizin maiyetinde onca adam varken? Ağa, bana yalan söyleme artık. Hazine dairesinin anahtarı nerededir?" Bu defa az önceki soğuk kanlılığından eser yoktu. Birden telaşa kapılıp yere kapandı.

"Söylesene be adam. Yakayı ele verdin işte. Olan her şeyi bilirim, itiraf et!" Kısmen her şeyi biliyordum lakin bunu emredene, yapana daha ulaşamamıştım. "Affedin beni sultanım ölmek istemem. Yalvarırım affedin."

Bir dalaverenin içine düşmüştüm lakin bana bu oyunu kuranların basireti bağlanmıştı, bir yerlerde hata yapmışlardı. Hatalarını ayaklarına dolamak da benim boynumun borcuydu.

"Sen mi yaptın?" Başını hızlıca sağa sola salladı. Kekeleyerek "Hhhayır. Bbben yapmadım." Sabrım taşmak üzereydi lakin kendimi tuttum. Son ana kadar sükût halinde kalacaktım. Kalacaktım ki en sonunda neticeye varacaktım.

"Kim yaptı?" Başını sağa sola salladı. "Ben hazine odasının anahtarını Şayeste Sultan'ın kalfasına verdim." Şayeste Sultan'ın kalfası mı yapmıştı? Şayeste Sultan'dan şüphe etmiştim lakin yine de bana manasız gelmişti bu. "Neden verdin?" Ses etmeyince yandaki rafta olan makası elime aldım ve ona yaklaşıp makası boynuna dayadım.

Bu defa iyice telaşlandı. "Ben bilemezdim sultanım. Nereden bileyim böyle bir hadisenin içinde olacağını? Sadece hat yapacağını, bunun için de lal mürekkebinin lazım olduğunu söyledi. Benim de meşguliyetim vardı. Anahtarı ona verdim." Senin vazifenden gayrı ne meşguliyetin olabilir ki? Şehzade, emrindekileri hizaya sokmalıydı, böyle gidemezdi.

Demek kalfa hat yapmak için mürekkebi almıştı. Bu hatunun aklı zinhar çalışmıyormuş. Ben olaydım siyah mürekkep kullanırdım. İnsan neden kendini tehlikeye atar ki? "Daha sonra da seni tehdit etti. Buraya gelip neticeye varabileceğimi kestirdi ve eğer kayıt defterindeki yasak bölümünü yok etmezsen seni şikayet edeceğini söyledi, değil mi?"

Hafifçe başını kaldırdı. "Siz bunu nereden..." Sözünü yarıda kestim. "Sadece tahmin ettim, demek ki doğruymuş. Nasıl telaş ettiysen yanlış deftere dökmüşsün suyu. Yahut başka şekilde, bilemiyorum. O defteri gördüğüm vakit bir tuhaflık olduğunu anlamıştım. Hadi, düş önüme! Şehzademizin huzurunda da her şeyi bir bir anlatacaksın!" Başını yerden kaldırmadan biraz sendeleyip önüme geçti ve şehzadenin dairesinin önüne kadar gitti. "Haber verin."

Hatunlar içeriye girip destur istediler. En sonunda da beni içeri buyur ettiler. Kapı yavaşça aralanırken Ferhat Ağa'ya döndüm. "Bana bak. Eğer ki yalan yanlış kelam edersen seni kazığa oturturum." Bunu duyan hatunlar biraz ürktüler. Haklıydılar, onların yerinde ben olsam ben de ürkerdim lakin ben buna alışıktım. Erguvan kaidelerine göre devlete itaat etmeyenin sonu kazıktı.

Harem üzerinde iktidarımı güçlendirmeye şimdiden başlamıştım. Kendimi akladıktan sonra saf Mehpare olmayacağım. Esasen hiçbir zaman saf değildim lakin lüzumsuz iyilik de göremeyecekti kimse benden. Hatta ayakta kalmak için sonuna kadar savaşacaktım. Anladım ki bu sarayda mevkii sahibi olmak değil, hayatta ve ayakta kalmak mühimdi ve en mühimi bunlarla bizzat savaşmak gerekiyordu.

Şehzade Bayezid, bir bana bir de ağaya baktı. Vaziyetimize mana verememişti. Ona birkaç adım yaklaşıp. Elbiseme sakladığım pusulayı eline verdim ve edindiğim malumatları anlatmaya başladım.

"Bu pusulada kırmızı renkli bir mürekkep kullanılmış. Bildiğim kadarıyla Mirzaoğulları iki çeşit kırmızı mürekkep kullanır. Birini hâlen kullanırsınız lakin lal mürekkebi yasaklıdır. Şayet koklayıp mürekkebi tadarsanız, bu mürekkebin lal mürekkebi olduğunu anlarsınız."

Şehzade elindeki pusulayı burnuna yaklaştırdı ve yeni hazırlanmış bir yahninin mis kokusunu içine derin derin çeken bir insan gibi mürekkebi de öyle derinden kokladı. "Hakkınız var lakin bu mürekkep hiçbir yerde yoktur." Başımla onu tasdik ettim. "Yoktur evet. Dışarıdan saraya gizlice getirilmiş olabilir lakin yasak geldiğinden bu yana haremden saray dışına çıkan tek kişi Şirin Sultan'ın kalfasıymış. Geriye tek bir ihtimal kalır, o da zaten sarayda mevcut olan mürekkebi kullanmak."

Durmaksızın anlatmak insanın dilini damağına yapıştırırdı. Parmağımla izin isteyip yanda duran bir bardak suyu tek hamlede içiverdim. Derin bir nefes alıp devam ettim. "Hazinedarınız Ferhat Ağa, hazine dairesinin anahtarını bir vakitliğine Şayeste Sultan'ın kalfasına vermiş. Hatun hat yapacağını söyleyip ağayı kandırmış. Yasaklı mürekkep ondadır. Zira ona sual edersek aradığımız tüm cevapları alırız."

Şehzade işittiklerine çok sinirlendi. "Doğru mudur Ferhat Ağa?"

"Doğrudur şehzadem." Ağa'ya doğru hızlıca gidip şiddetli bir kötek indirdi. "Biz güvenip hazinedar yapalım ağamız gidip sözümüzü çiğnesin. Emanete hıyanet etsin. Derhal hazine odasının anahtarını ver!"

Bayezid'in sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki bir an Dersaadet'ten dahi işitildiğini hissettim. Tüm harem ayağı kalkmıştı. Şehzade hiç durmadan hazine odasına vardı. Burasının duvarları da diğer odalardan farksızdı lakin tasnif edilmiş şekilde kasımiyyeler, altınlar, daha nice değerli eşyalar bu odadaydı. Bir köşeye de irili küçüklü mürekkep mahberleri yığılmıştı.

Şehzade etrafı iyice kolaçan etti ve sayım da yaptıktan sonda eksik birkaç mahber olduğunu fark etti. Hazine dairesinin kapısında bekleyen Gülizar Kalfa'ya "Derhal gidip bu hatunu huzuruma getir Gülizar Kalfa. Ağalar siz de bu cibilliyetsiz herifi zindana atın." dedi. Sesi vakit geçtikçe daha gür çıkıyordu.

"Durun!" dedim bir anda. Şehzade ne olduğunu anlamaya çalışır vaziyette yüzüme baktı. "Gülizar sen git. Ağalar siz de bu adamı burada bırakıp kapıda bekleyin." Şehzade de beni tasdik edince kapıyı üzerimize kapadılar. Etraf hafif karanlıktı, içerisi pek ışık almıyordu. Başlığımı çıkarıp örtümün altından, daha evvel saçlarıma iliştirdiğim ucu sivri tokayı ağaya doğru fırlattım. Şehzade bana mana veremezken Ferhat Ağa korkup hemen attığım tokanın aksi yönüne çekildi.

Hafif bir tebessüm ettim. "Ağalar!" diye seslendim. Hemen huzura çıktılar. "Alın şu adamı buradan." Şehzade de başıyla işaret verince Ferhat Ağa'yı yanlarına alıp bizi içi de duvarları gibi ışıl ışıl olan odada baş başa bıraktılar.

"Kapının üst köşesini hedeflemiştim. Eğer isteyeydim alnının ortasında saplamıştım bu tokayı." deyip tokamı aldım ve yanına geri döndüm. Bu defa az evvel Ferhat Ağa'nın olduğu yeri hedefleyip vurdum. Tam da isabet etmişti. "Eğer bir gün birini öldürmek zorunda kalırsam bunu zehirle yapmam. Zaten muvaffak da olamam, beceremem böyle oyunları ben. Lakin dövüş işinde pek mahirim, eğer ki bir gün birini öldürecek olursam yahut bunun mecburiyetinde kalırsam, kendimi gizlemeden yaparım bunu. Ve zinhar hedefim şaşmaz."

Ne kadar çaresiz vaziyetinden dolayı beni suçladıysa da, sonra bana inandıysa da en başta benden şüphe etmesi gücüme gitmişti. Ben suçsuz birini öldüremezdim ki. Birini öldürmek çok istesem hançerimle yapardım bunu. Gizlenip, suçu da birilerine de atmazdım.

"Evladımı yitirdim. Hatunlarımın ikisi zehirlendi, birinin akıbeti belli değil. Bunların mesuliyetini de size yükledim, affedin beni. Ben daha haremimi idare edemem, vakti saati gelince devleti nasıl yönetirim? Böyle padişah olur mu hiç?"

İçindeki keder gözlerine de zuhur etmişti. Yüreği daralmış, hüzne boğulmuştu. Bugün ölü doğan evladını kucağına alıp gözyaşı dökmüştü. Bir erkek doğmuştu, belki de hayata gözlerini yummasaydı taht için mühim bir namzet olabilirdi. Bunların hepsi bir yana bu bebek validesinin karnında ölmüş, babasının kucağında da toprağa gömülmüştü. Daha gözlerini açmadan yummuştu. Bebeği toprağa verir vermez de sabahtan ertelediği divanı toplamış, duyduğum kadarıyla bir subaşı ile voyvodaya ceza vermişti. Tüm dertlerini bir kenara koyup yine sancağını düşünmüştü. O, cihanda belki de eşsiz biriydi, onun gibi bir tane daha yoktu.

Şehzadenin sözlerine karşı başımı iki yana salladım ve kolundan tutup onu hazine odasından çıkardım, dairesine doğru yürürken de onun kabahati olmadığına ikna etmeye çalıştım. "Zinhar öyle düşünmeyin, herkes gaflete düşer. Mühim olan gafletten uyanıp doğruyu bulmaktır. Siz bunu yaptınız." dedim. Bence sonuna kadar haklıydım. Ona destek olmak babında sırtını hafifçe sıvazladım.

"Şehzademmm!" Hayırdır inşallah. Biriniz de bir iyi havadis verin. O ses neydi öyle feryat gibi? "Söyle kalfa." Nefes nefese kalan Gülizar Kalfa başını öne eğdi. "Şayeste Sultan'ın kalfası canına kıymış. Yanında birde pusula bırakmış."

Gözlerim işittiğim kelamlar karşısında fal taşı gibi açıldı. Kanlı harem olmalıydı buranın adı, zira ben buraya başka münasip isim bulamıyordum. Kalfanın uzattığı pusulayı alıp çatık kaşlarla okudu Şehzade.

"Evladımın katili, hatunlarımın düştüğü vaziyetin müsebbibi belli oldu. Bu hatun etmiş. Kaçacak yeri olmadığını anlayınca da işkence görmekten korkup canına kıymış."

Bu çok manasızdı. Şayeste Sultan'ın kalfası neden kendi hanımını öldürmek istemişti ki?

♟️

AH CANLARIM BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK. KORONA GECELERİNDE BÖLÜM YAZMAK GÜZELDİR DEYİP SADEDE GELİYORUM😄

Mehpare kendini akladı canlarım ama sizce suçlu kim?

Kazık olayı nasıldı ya😄😄 yapar mı yapar bu deli kız.

AFİFE HAKKINDA HÂLÂ ŞÜPHELERİNİZ VAR MI?

Zehrin sorumlusu Şayeste Sultan'ın kalfasıymış. Ne düşünüyorsunuz, neler dönüyor?

Görüşmek üzereeğğğ♥️

Loading...
0%