@rubamsalepe
|
İntikam sadece korkakların soğuk savaşıdır. 🍁 Karanlık... Hücrenin demirlerle çevrelenmiş küçük camından sızan hiçliğin ortasında boğuluyordum. Bu karanlıkta gözlerimin seçebildiği tek şey acılarımdı. Ben bağırdıkça sesim soğuk duvarlara çarpıyor bir hiçliğe doğru uzanıyordu. Ben çırpındıkça batmakta olan gemi daha da su alıyor bir dala tutunmak istedikçe dibe düşüyordum. Bedenimde eller kulaklarımda fısıltılar vardı. Bir anda karanlığın içinden parıldayan kötü gözler çıplak bedenimi seyrediyor dudakları hakkımda acımasız şeyler söylüyordu. Yutuyordum, başka çarem mi vardı? Onca sözü susturamamışken bir de üzerime atılan çamurları mı temizleyebilecektim? İhanetin en büyüğünü tatmıştım, peki ihanet edilen benken canına okunan neden yine ben olmuştum? Neden bedel ödeyen benim gençliğim, masumiyetim olmuştu? Uzaktaki gözler yakınlaştı, bedenimdeki yabancı his beni boğmaya başladı. Karanlığın içinde küçük hücrenin ortasında yüzlerce gözün ortasında nefes alma çabasındaydım. Aldığım şey nefes miydi yoksa acı mı? Bacağımdaki sinsi eli ittirdim üzerimden, bağırsam duyan yoktu, şikayet etsem dinleyen biri. Ruhumu öldürdüklerine mi yanmalıydım çaresizliğime mi? Sırtımdaki iki hançer bedenimdeki ağırlığı arttırıyordu. Onları söküp atmak istediğimde o yabancı eller buna engel oldu. Sırtımdaki sızı tüm bedenimi sardığında daha fazla dik duramadım. Soğuk zeminde parmaklarımı yerleştirip destek almaya çalışsam da gücüm buna yetmemiş beni kirli zeminle buluşturmuştu. "Durun, masumum ben," desem de yine beyhudeydi tüm çabam. Tükendiğimi hissediyordum, canımın değil ruhumun yanmasıyla tükeniyordum. Ben o hücrede ölmemiştim ama benim ruhum ölmüştü. 🍁 Yine aynı his... Ne zaman gözlerimi yumsam geçmişin acıları görünmez ellere bürünüp boğazımı sımsıkı sarıyor bana gecemi zehrediyordu. Kaç gecenin ortasında yanaklarım ıslanmış şekilde kalkmıştım bilmiyordum. Güneşin doğuşu benim de acılarımın sona erip nefes alışımı temsil ediyordu. Yine nefes nefese uyanmıştım güneşin yüzümü ekşitmeme neden olan ışıklarıyla. Komodinin üzerindeki üzerinde cam kapağı olan bardağı titreyen parmaklarımın arasına alıp dudaklarıma götürdüm. Daha iyiydim, en azından öyle gözükmek zorundaydım. Kalbim güm güm atarken boştaki elim tam da saten geceliğimin göğüs kısmındaydı. Nefesimi düzene sokup arkama yaslandım. Bir gün geçecek miydi kabuslarım? Ne zaman geçecekti, bir intikam tüm acılarımı sona erdirecek miydi? Yıllarımı bunu düşünerek yaşamıştım ama sonumu göremiyordum. O karanlık hücreyle benim de hayatım kararmıştı, ben oradan çıksam da o karanlık benden çıkmamıştı. Bardağı yerine geri koyup saate baktım, hazırlanıp aşağıya inmem gereken vakitteydik ve ben kendime çeki düzen vermeliydim. Tüm derdi tasamı geride bırakıp hiçbir şey olmamış gibi yapmaya alışıktım zaten. Banyoya gittiğimde karşımda uykusunu alamamış bir kadın duruyordu, gözlerimin altı biraz morarmış ve şişmişti. Makyajla kapatacağım için çok önemsemedim, yüzüme su çarpıp iyice ayıldım, kabusun etkisinden daha iyi çıkacaktım şimdi. Günlük bir makyaj yaptım yüzüme, pastel tonlardaki ruju sürdükten sonra kombin yapmadığım aklıma gelince dolabıma gittim. Aynı tonda bir elbise alıp üzerime tuttum, kalın askılı göğüs kısmından oturan dizin altına uzanan yırtmaçlı bir elbiseydi. Yatağımın üzerine atıp çalan kapıya çevirdim başımı. "Uyanmadın mı daha?" Acı çekmediğime göre uyanıktım, ne zaman gecikmiştim de soruyordu bana bu soruyu? "Hazırlanıyorum." Yasemin kapının ardından tüm endamıyla içeriye girdiğinde onu baştan aşağıya süzdüm. Siyah dar bir eteğin üzerine düğmeleri fazla açık olan bir gömlek giymişti. Göğüslerinin arasındaki kolye bana doğru parıldarken gözlerimi zar zor kırmızı saçlarına çevirdim. Böyle görünmek için saatlerini harcadığı belliydi, hiçbir zaman ondan önce kalkamıyordum. "Geç kalacaksın. Saçlarını yapmama izin ver." Aynanın karşısına geçip oturduğumda arkama geçti ve ona uzattığım düzleştiriciyle saçlarımı düzleştirmeye başladı. "Onu asla bekletmeyeceğimi biliyorsun Yasemin." Zifiri karanlık gözlerini aynada benimle buluşturduğunda ben de aynı ısrarla ona baktım. "Ne zaman ona saygısızlık ettim?" "Edemezsin zaten, seni o cehennemden çıkaran adama saygısızlık edecek kadar aptal bir kadın değilsin." Sarı saçlarımı okşarken sesinin en etkileyici tonuyla söylüyordu bunları. Onun öyle bir havası vardı ki kime konuşursa konuşsun sözlerine hapsoluyordu insan. Kadın erkek fark etmiyordu, sözleri de gözleri gibi insanlar üzerinde fazlasıyla etkiliydi. Beni bile dediklerine esir eden bir kadın onu avcunun içinde tutuyor olmalıydı ya da ben öyle sanıyordum. Büyük Ayan'a hizmet eden bu kadının hizmetinin sadece gündüzle sınırlı kalmadığına odasının önünden geçerken birkaç kere şahit olmuştum. Karanlık, ürkütücü ama bir o kadar etkileyici bir kadındı. "Ne giyeceksin? Dolabında elbise yoksa aldıralım hemen." İstediğim zaman istediğim her şeye sahip olabiliyorken dolabımın boş kalması imkansızdı zaten. "Her şeyim tamam." Aynaya doğru son bir bakış atıp kendimi süzdüm, hazırdım. Ayağa kalkıp yatağa attığım elbiseyi parmaklarımın arasına almadan önce geceliğimi çıkarttım. Utanma duygumu ağlaya ağlaya yok ettiklerinden çekinmiyordum kimseden. Görmemesi gerekenler zaten her şeyi görmüştü. Elbiseyi giyip ayağıma topuklularımı geçirdikten sonra ayna karşısında son bir işim kalmıştı. Elbiseme uyan iri bir küpe takıp parmaklarıma birkaç yüzük geçirdiğimde tamamlanmıştım, telefonumu alıp Yasemin'le beraber alt kata indik. Üzerinde bir tek kuş sütü eksik olan bir kahvaltı sofrası karşımızdaydı. "Günaydın abi," dedim Büyük Ayan'a, diğerleri gibi lakap kullanmak yerine samimiyetinden ötürü abi demeyi tercih ediyordum. En azından hiç tanımadığı bir kıza el açıp onu evine sofrasına alacak kadar eli açık bir adama diğerlerinden farklı davranmam lazımdı. "Günaydın Derin." Adil abi babam yaşında olmasına rağmen hâlâ yaşından çok daha genç gözüküyordu, altmışlarındaki bu adam baş köşeye kurulmuş bir eline çatalı diğerine bıçağı almış başlamak için bizi bekliyordu. "Son anda yetiştin, mazeretsiz kahvaltıya gelmemeyi veya geç kalmayı kabul etmediğimi biliyorsun." Fazla kuralcıydı, ülkenin para akışını elinde tutan bir Ayan olmasından da anlaşılıyordu aslında bu durumu. Saygı duyuyordum, onun evindeydim ve onun kurallarına uymak zorundaydım. "Kabus gördüm yine, toparlanmam bu defa zaman aldı." Elindeki çatalı yavaşça tabağına bırakıp bana çevirdi bakışlarını. "İlaçlarını ihmal etme." "Peki." Alsam ne oluyordu ki sanki? Gece olan bu defa gündüz oluyordu. Ya uykumda rahatsızdım ya da uyanıkken. Ben uyanıkken rahat olmayı tercih ediyordum ama bugünlük ikiletmeyecektim onu. Önümdeki yumurtadan yemeğe başladım, onca şey vardı nedense bugün canım yumurta istiyordu. Karnımı doyurup müsaade istediğimde çalışma odasına çağrıldım. Demek ki yeni bir görevim vardı, bir süredir boştaydım. Hayatıma biraz heyecan katardı. Makyajımı bozmadan dudaklarımı temizlediğimde telefonumu yandaki hizmetliye teslim edip peşinden gittim. Dinlenme ihtimalimize karşı alınan küçük bir tedbirdi sadece, kendi bile şahsi telefonunu o odaya sokmazdı. "Geç otur." Elini deri koltuğa doğru uzatırken o da masanın ardındaki sandalyeye yerleşti. "Bir süredir senden pek bir şey istemedim Derin, sana güzel haberlerim var." Benim yüzümü güldürecek iyi haber sadece intikam alabilmemdi, onun anlatacaklarıyla bunun bağlantısı neydi? Yıllarca bana intikam vaat edip zamanının daha gelmediğini söylemişlerdi ancak şimdi ya vakti geldiyse? Gerçekten yüzümün güleceği günler yakın mıydı? "Güzel şeyler mi? Merak ediyorum, bu benimle alakalı mı?" Gülümseyip arkasına yaslandığında yüzündeki ifade kendinden çok emin duruyordu. Sanırım bu defa sıra bana gelmişti. "Abi lütfen..." "Bu defa görev diğerlerinden farklı." Ağzından laf, bilgisayarından bir bilgi almak için birinin koynuna girmeyecektim demek ki. "İntikamının vakti geldi, ister yak ister yık sana sonsuz izin benden." Yerimden doğrulup gözlerine baktım, yalan söylemezdi bana ama emin olmak istiyordum. 10 sene bunun hayaliyle yaşamışken şimdi gerçek mi olacaktı? Parmaklarını masada ritim tutarken aklımdan sonsuz olasılık geçti, birisinde o kadını boğuyordum, birinde adamı baştan çıkartıyordum, bir diğerinde herkese rezil ediyordum. Sadece hayallerimde olması bile içimde yanan denize boşaltılmış bir kova su gibiydi. Masadaki ekranı bana çevirdiğinde karşımda yakışıklı bir adam duruyordu. Kıvırcık saçları alnına düşen, kirli sakallı, gülümsediği için yanağının yanında derin bir çukur oluşan yeşil gözlü adam. "Seninkilerin üvey abisi ve Karatay Holding'in en önemli mühendisi." Şimdi taşlar yerine oturuyordu. Geçenlerde yanımda konuştukları mevzuyla alakalıydı her şey. İntikamımla görevim iç içe girecek gibi hissediyordum, birinden biri ayağıma bağ olursa kesip atmak durumunda kalırdım. Karatay Holding'i çok iyi biliyordum, hayatımı batıran o rezil çiftin onların başında olduğunu araştırmalarımda da görmüştüm. Yakın arkadaşım Bahadır'ı içeriye soktuklarından beri bilgi akışlarından benim de haberim oluyordu, özel hayatları hakkında olanları da bizzat bana anlatıyordu. Onları yakacağım günü iple çekiyorken fırsat ayağıma gelmişti. "Akdeniz'de tarıma elverişsiz bölgelere yenilenebilir enerji projesi yapılacak ve bu proje çok yakında ihaleye çıkacak. Ayanlara bağlı şirketlerin en büyük rakibi Karatay Holding. Onlara bu büyük fırsatı kaptırmamalıyız Derin." Para akışı bizimkilerin elinden çıkmamalıydı, güçlenip büyümemiz için aklımıza koyduğumuz her ihaleyi almalıydık. En azından bu kadarını biliyordum ben. "İçlerinde yabancı mühendisler çalıştıran bir şirketin ülkeye ne faydası olabilir? Sırf bunun için bile ihaleyi bizimkiler kazanmalı. O güneş panellerini biz yapmalıyız." Ve bunun için yardımlarıma ihtiyaçları vardı. Rica eder gibi bakmıyordu çünkü ne derse kabul edeceğimi biliyordu. "Bu mühendisin," derken ekrandaki yeşil gözlü adamı gösteriyordu. "Çok başarılı biri olduğunu biliyoruz ve onun başarısız olması lazım. Burada sen devreye gireceksin." Meraklı gözlerimi ondan bir saniye bile ayırmıyor kulağıma çarpan her bir kelimeyi aklımın en derinine kadar işliyordum. "Ne yapabilirim Ayanlar için, bizim için?" "Sizin için bir görüşme ayarladım. Tercüman arıyormuş ve senden iyisini bulacağını sanmıyorum." O kadının babasının bir İtalyan'la evlendiğini biliyor olsam da bu adamı daha önce hiç görmemiştim, hakkında da pek bilgiye sahip değildim. "Bundan şüphen olmasın." "Projeler, ihale teklifleri, kimlerle ne konuşuyor her şeyi bilmek istiyorum ve bunu yaparken sana intikamını alabilmen için de fırsat yaratıyorum. Gidip onları yerin dibine sok. İhaleyi kazanacağımız zamana kadar hepsi sana yaptıklarının bedelini ödemeli. O şirketi sarsmamız lazım. İhale bilgilerine, projelere ulaşamasak bile senin intikamınla onları devre dışı bırakabiliriz. Anlıyorsun beni değil mi?" Onun tercümanı olup her bilgiyi Adil abiye getirecek, aynı zamanda o lanet insanlardan intikam alacaktım. Hem Ayanlar hem de ben kazanacaktım. "Anlıyorum. Ne zaman çıkayım?" Kaşlarını havaya kaldırıp masaya doğru eğildi, parmakları bu defa ahşap zeminde ritim tutmuyordu birbirine bağlıydı. "İleri gitmek zorunda kalabilirsin Derin, sadece konuşarak ya da bir şeyleri karıştırarak istediklerini alamayabilirsin." Erken konuşmuştum demek ki, kadınlığımı kullanmam gerekebilirdi, sorun olmadığını gözlerimden belli ediyordum. Arkasına rahatça yaslandığında bana güvendiğini açıkça göstermişti. O ne derse oydu, yapardım. "Saat 10'da, hemen çıkman gerek." Adresi söyledikten sonra ellerini bana uzattı, gülümseyerek kavradım kırışık elleri. "Sana güveniyorum, bunu senden başkası yapamaz. Bir taşta iki kuş." 10 sene beklememin meyvelerini toplayacaktım, çektiğim acıların her birinin hesabını soracaktım. Canımı acıtanların canını asla bağışlamayacaktım. Bu kadar mutlu olmaları yeterdi, şimdi sıra bendeydi ve ilk işim üvey abisinin hayatına dahil olmaktı. Andrea Bellini İtalya'da doğup büyüyen bir adamdı. Annesinin evliliği sebebiyle kendisini burada bulmuş ve çalışmaya başlamıştı. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla adı duyulmuş önemli bir mühendisti. Birçok alanda uzmanlığı vardı ama pek anlamadığım konular olduğundan çok üzerinde durmadım. Arabamı kullanırken kenarda duran hapımı ağzıma attım, en kısa zamanda yenisini yazdırmalıydım çünkü bitmek üzereydi. Omuzlarımın yüklendiklerini bu küçük haplarla taşımak durumunda kalıyordum. Aynada kendimle göz göze geldim, mavilerim yaptığım makyajı örtmüştü. Hâlâ güzel gözüküyordum şişmiş göz altlarıma rağmen. Kalbim hızlı atıyordu, uzun zamandır bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Dudaklarımdaki tebessüm bir çocuğa çikolata verildiğindeki kadar masum olmasa da ben de kendimce masumdum. Onca şeye rağmen gülmeyi hak etmiyor muydum? Arabayı park ettiğimde ardıma yaslanıp nefesimi düzene soktum, bu kadar mutlu gözükmek tuhaf olurdu. "Dokunma!" Hücrenin kapısına değen anahtar bile bu çığlığı atmama yetiyordu. "Gelme!" diye haykırdım. Kahkaha sesleri yükseliyordu karanlığın ötesinden. Kalbimin sıkıştığını, nefesimin kesildiğini hissettim. Elimi uzattığımda tutacağım hiçbir el yoktu, bunu bilmek bile beni öldürüyordu işte. "Seni kimse duyamaz!" "Def ol git!" Kahkaha sesleri arttıkça zifir siyahı kapının anahtarı zorlanıyordu, oyun mu oynuyordu benimle? Korkutmak mı istiyordu yoksa dalga mı geçiyordu? Camın tıklanmasıyla yerimden sıçradım ve ona doğru çevirdim başımı. "İyi misiniz hanımefendi?" Ruhumun düştüğü çukur yüzümden de anlaşılıyordu demek ki. Başımı hafifçe salladığımda çantamı alıp indim araçtan ve anahtarı halimi soran valeye teslim ettim. "Teşekkürler." Bu yüzden ilaç kullanmıyordum işte, bu defa gündüzlerim de gecelerimden farksız oluyordu. Elimi göğsüme koyup derin derin nefes aldım boştaki elimle dışarıdaki masalardan birine tutunarak. Gözlerimi yumduğumda aklımdaki tüm kötü kabuslardan arınmayı denedim. Olacak mıydı? Geçecek miydi her şey? Hemen ayağa kalkmam gerekmez miydi? Büyük Ayan beni böyle görse kızar kendime gelmem için sert bakışlarını üzerimden asla çekmezdi. "İyi misiniz?" Belime yerleşen elle titrediğimde başımı bozuk Türkçesi olan adama çevirdim. Meraklı yeşilleri bana bakıyorken iyi olup olmadığımı soruyordu bu tanıdık yüz. Uzattığı elini tutarak doğrulduğumda küçük tebessümüm ona iyi olduğumu ve teşekkür ettiğimi gösteriyordu. "İyiyim teşekkürler." Giydiği takım elbise üzerine tam oturuyordu, siyah ceketi Antalya'nın sıcak havasında üzerinde emanet gibi dururken çıkarıp atmak için içten içe öldüğünü anlayabiliyordum. "Size masanıza kadar eşlik edeyim ister misiniz?" Tam bir İtalyan aksanı vardı, melodik konuşma tarzına el hareketlerinin eklenmesine onun parmaklarıma hapsolması engel oluyordu. "Memnuniyet duyarım." Kapıdan geçtiğimizde rezervasyon numaramı söylediğim zaman tesadüfün mutluluğuyla bana döndü. "Guarda la coincidenza." "Tesadüfe bak," diye çevirdim sözlerini, bana gülümseyip masaya kadar kibarca eşlik etti adımlarıma. Masaya oturduğumda hâlâ elimi tutuyordu. Yerine geçtiğinde parmaklarımın üzerine bir öpücük kondurup geri çekildi. İtalyan adamlar hep böyle miydi? Daha önce bir İtalyan'la çalışma fırsatı bulamamıştım, pek bilgim yoktu ancak Akdeniz insanı her zaman sıcakkanlı olmaz mıydı? "Memnun oldum." Adımı bilmese bile gözlerini benden alamadığından gerçekten memnun olduğunu anlamıştım. "Foglie di sicomoro." Baş ve işaret parmağım arasındaki çukurun başladığı yerdeki çınar yaprağına bakıp söylemişti. "Evet çınar yaprağı." Onu anladığımı gösteriyordum, iyi bir tercüman olduğumu bilmeliydi. "Bir anlamı var mı?" Yeşilleri benimkilerle yeniden buluştuğunda az önce hiçbir şey olmamış gibi ona cevap veriyordum. "Benim için özgürlük demek." Üstelemedi, hoşuna gitmiş olacak ki dudaklarındaki tebessümle yanağının kenarındaki çukur beni destekliyordu. "Az önce..." "Sadece biraz yorgunluk, merak edilecek bir şey yok Sinyor Andrea." Türk Dil Kurumu sözlüğüne giren yabancı kelimelerden biriydi sinyor, bay anlamında kullanılıyordu. Bense ona özel kullanmak istemiştim, bey desem de anlayacağını biliyordum. "Peki o halde, Andrea Bellini." Elini uzattığında bir kere daha kavradım yabancı ellerini. "Derin Aras." Adımı duyduğunda yüzünde oluşan tebessümünü bozmadan garsona işaret etti ve siparişimizi verdi. Birer kahve önümüze konduğunda gözleri hâlâ beni süzüyor bundan da geri durmuyordu. Hayatını mahvedeceğimi bilseydi de böyle yapar mıydı acaba? "Türkçe biliyor olsam da yetersizliğim anlaşılıyordur." Yüzünden belli olduğu gibi konuşma ve jest mimikleriyle ben yabancıyım diye bağırıyordu. "Bazı konularda yetersiz kalıyor ve derdimi anlatamıyorum. Özellikle deyimlerinizi anlamadığım için zorlanıyorum." Ne yani, kafa patlatmak dediğimde başına bomba koyup patlattığımızı mı hayal ediyordu? Gülmemek için kahvemi dudaklarıma götürdüğümde gözleri yine beni takip ediyor tepkilerimi ölçüyordu. İtalyanlar için jest ve mimiklerin fazlasıyla önemli olduğunu aklımdan çıkarmamam gerekiyordu. "Fransız ve Almanlarla görüşmelerimi anadilimde yapmak istiyorum. Hem onları çevirmek hem de Türkleri anlayabilmek için bir tercümana ihtiyacım var." Bu dediklerinin hepsini fazlasıyla verecektim ona, istemediklerini bile verecek kendi istediklerimi de söke söke alacaktım. Masum olabilirdi ama ailesi canımı bu kadar yakmışken onu kullanmaktan başka şansım yoktu. Zaten Adil abinin sözlerini çiğneyip ona karşı duracağıma ölmeyi tercih ederdim. "Sizi anlıyorum Sinyor Andrea." Başını iki yana salladığında "Andrea," diye düzelttim kendimi. Resmiyetten hoşlanmıyordu demek ki. "Dediklerinizi yapabilecek bilgiye sahip olduğumu düşünüyorum. Bu görüşmeyi ayarlayan isimler bana referans olan önemli isimleri size aktarmıştır." "O yüzden şartları konuşmadan sana görevini anlattım." Şartlar ne olursa olsun kabulümdü ama bunu bilmesine gerek yoktu. Önüme bir kağıt parçası koyduğunda gözüm boynundaki yazıya takılmıştı. Çok küçük olduğundan okuyamıyordum ancak beyaz teninin üzerinde çok güzel duruyordu. Zor da olsa başımı önümdeki kağıda çevirdiğimde şartlara göz attım. Ücret ve sosyal haklar önemli değildi. Altımda son model bir araba varken bu maaşı ihtiyacı olanlara bağışlayabilirdim. Yeterince param vardı, kartımın yıllardır boş olduğunu hiç görmemiştim. "Mesai saatleri içinde yanımda olup benimle her yere gelmeni istiyorum, bazen ekstra işler çıkabilir ve çalışma saatlerin uzayabilir." İtalyanca söylediği sözleri çok daha öz güvenliydi. Asıl melodi bu dilde saklıydı, gözünü kapatıp onun konuşmasını dinleyen biri asla bıkmazdı en azından ses tonu bana bunu hissettiriyordu. Anlaşmayı imzalayıp ona baktığımda ellerim kulağımdaki süslü küpelerdeydi. Öz güvenimin onu etkilediğini anlamamak için aptal olmak gerekiyordu. Bir süre sadece yüzüme baktı boğazımı temizlediğimde masadaki anlaşmanın bir örneğini evrak çantasının içine koydu. "Hayırlı olsun o zaman," dediğinde bazı kalıplara âşina olması beni gülümsetmişti. "Hayırlı olsun." Bu kadar hızlı kabul edip beni işe alma sebebinin sadece çekici bir kadın olduğumdan dolayı olmadığını biliyordum. Adil abi öyle bir hazırlık yapmıştı ki beni tercih etmemek gibi bir şansı kalmamıştı. Güvenmesi biraz zaman alacak olsa da benden şüphe etmiyor olması benim için yeterliydi. Nerede bitecekti bu oyun açıkçası ben de merak ediyordum. İstediğimi aldığımda gelip yüzüme tüküreceğinden emindim ama duygulardan çok daha önemli şeyler vardı. Birileri bedel ödemek zorundaydı, zamanında ben ödemişken sıra şimdi ondaydı. Özür dilerim Andrea, sırları gün yüzüne çıkarıp işlerini bozacağım belki de kalbinin sınırlarını zorlayıp seni mahvedeceğim için. Şimdiden senden özür diliyorum. "Sabah 9'da kahvaltıya oturuyor bitiminde de işe gidiyorum. Genelde saate uymaya özen gösteririm." Kolundaki pahalı saatine istemsizce baktığında bunu anlamıştım zaten. "Gün içerisinde bazı görüşmelerim oluyor ve tercümana ihtiyaç duyuyorum. Bunun haricinde günlük konuşmaları da rahat anlayabilmek istiyorum." "Bir gün hepimizi çok iyi anlayacaksın Andrea." Bunu anlamadığı için kaşlarını bana çatarken gülümsedim. "Kendini bana bırak, ben varken her şeyi anlayabilirsin." İtalyanca konuştuğumda gülümsememe dudaklarını kenara kıvırarak karşılık verdi. Flörtöz şekilde söylememiştim ama sanırım beni o şekilde anlamıştı, alnına düşen kıvırcık saçlarını karıştırdığında başı biraz yana dönmüştü. Boynunun diğer yanında benimkine benzer bir çınar yaprağı vardı, bu da bende tebessüm oluşturdu. "Foglie di sicomoro," dedim aynı onun dediği gibi. "Çınar yaprağı?" Gözlerimi diktiğim boynuna parmaklarını yerleştirdiğinde benim değil onun dövmesinden bahsettiğimi anladı. "Amore." Benimkine baktı. "Seninki özgürlük benimki de aşk demek." Benim esaret dediğim şeye aşk diyordu ama anladığım kadarıyla aşk onun için özgürlük demekti. Duyguların esiri olacağıma intikamın esiri olmayı tercih ederdim. "Bunları konuşacağımız çok zamanımız olacağını düşünüyorum. İstersen işe başlayalım." İtalyanca sözlerini elleriyle desteklediğinde ayağa kalkıp beni yönlendirmesine izin verdim. Hemen yan binanın Karatay Holding olduğundan haberim olmadığını düşünüyordu ancak ben bu adresi ezbere biliyordum. Yüzleşmek için heyecanlıydım, onların korkularını seyretmek için can atıyordum. Arabaları almamıza gerek olmadığını söyleyerek beni kapıya kadar götürdüğünde yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Hayata karşı böyle miydi? Hep gülümsemesi için ne sebebi olabilirdi ki? Gülmeyi unuttuğum geçmişin içinde can çekiştiğim çok zamanım oluyordu. Güvenlikten geçtiğimizde topuk seslerim çevredeki gözlerin üzerime toplanmasını sağlıyordu. Bu öz güvenle yere daha sağlam basıyor daha havalı gözüküyordum. Andrea çevredeki gözlerin farkına vardığında yüzündeki tebessümü bastırmaya çalıştı. Asansöre bindiğimiz zaman yalnız kalmıştık. Mavilerime değen yeşillerine dudakları eşlik etti. "Farkındasın değil mi?" Herkesin beni seyretmesinden bahsediyordu. Anlamazlığa vurup kaşlarımı havaya kaldırdığımda kötü bir oyuncu olduğumun farkına varmıştı. Yanılıyordu, ben istediğim her şeyi çok iyi gizlerdim. "Neyin?" "Herkes Çınar Yaprağı'nı seyrediyor." Herkes beni seyrediyordu yani çınar yaprağı ben oluyordum burada sanırım. Sevmiştim lakabımı. "Aa neredeymiş çınar yaprağı, gördüğümü sanmıyorum." Ellerim küpelerime giderken durdurdum kendimi ve kollarımı birbirine bağladım. "Boynundakinden mi bahsediyorsun?" "Evet Derin, boynumdakinden bahsediyorum." İntikam alıp görevlerimi yaparken sanırım biraz da eğlenecektim çünkü bu adamın enerjisi benimkinin birkaç katıydı. Tebessümü yüzünden eksik olmayan bir adamın yanında ona eşlik etmeden duramıyordu insan. Kapı açıldığında koridor geçmişe açılan bir yol oldu benim için. Yıllarımı bunun hayaliyle geçirirken şimdi yüzleşecek olmam her ne kadar gerilmesi korkması gereken kişiler onlar olsa da ister istemez beni geriyordu. Bundan sonra kabusları gören tek kişi ben olmayacaktım, onlara kabusun en büyüğünü yaşatacaktım. Yürüdüğümde çıkan topuk sesi onların canını yakacaktı, savrulan saçlarım onların boynuna dolanacak, taktığım küpelerin iğneleri onların derilerine saplanacaktı. "Burası yönetim katı, kız kardeşim ve eşi buradalar. Üst düzey mühendisler de burada. Benim odam ileride." "Hoş geldiniz Andrea Bey." Yandaki sekreterin sesiyle ona döndüm. Siyah kıvırcık saçlı genç kadın mavi gözlerini bana çevirmiş kim olduğumu anlamaya çalışmıştı sormadan. "Hoş buldum Afet." Bakışlarına cevap verme gereği hissetmiş olacak ki "Tercümanım," diyerek beni tanıttı kendisine. Bir baş selamı verdikten sonra ilerlemeye devam ettik. Kimin nerede kaldığını ne iş yaptığını söylemesi tuhafıma gitmedi, bana hemen güvenmiş olamazdı ama önemli bir şeyi söyleyecek kadar da aptal değildi. Hızlı değildi en azından bakışları gibi. "Onlara senden bahsetmiştim istersen şimdi tanıştırayım." Tanıştırmak mı? Onları benim kadar iyi tanıyan var mı sanıyorsun Andrea? Sor bakalım yüzleşmeye hazırlar mıymış? "Olur." Kapıyı tıklatıp önden girdiğinde geçmem gereken tek bir eşik kalmıştı. Göz kontağı kuracağım ilk kişi hangisi olacaktı bilmiyorum ama yüzlerindeki korku dolu ifadeyi kayıt altına almak isterdim. Her ne kadar her an aklımın en derinlerine bile kazınacak olsa da bir fotoğraf karesi beni çok daha mutlu ederdi. "Sizlere bahsettiğim tercüman." Adımı bahsetmediğini anlamıştım çünkü güzel bir şekilde beni içeri davet etmişlerdi. Yüzümü hâlâ görmemişlerdi çünkü başım Andrea'ya dönüktü. "Derin Aras." Yüzümü görmelerine izin verdiğimde ikisi birden karşımdaydı. Hiç değişmemişti ikisi de, ben onca çile çekerken birbirlerini tatmin edip evcilik mi oynamışlardı? Sıla'nın solan yüzünü gördüğümde tebessüm ettim. Tümer onu tuttuğunda karısının gözlerinin dolu olduğunu fark ettim. Varlığım her ikisinin yüzüne de birer tokat gibi inmişti ve ben korktuğumun aksine çok mutlu ve rahat hissediyordum. "Aa Sıla? Canım benim uzun zaman olmuş." Eski dostların düşman olduğu gerçeği tam da karşımda duruyordu. Andrea onun neden bu hale geldiğini anlayamazken bir de bizim birbirimizi tanımamız şokunu yaşamıştı. "Sıla iyi misin sen?" Üvey kardeş olsalar da çok sıkı bağları olduğunu biliyordum, bu işime yarayacak bir bilgiydi. Zaten ilk adımda onu devirmekle bir sıfır öne geçmiştim. "Birden onu görünce heyecanlandım, iyiyim." Korktuğu için bozuntuya vermedi beni, oyunun içinde oyun oynayacaktık ve eğlenen taraf ben olacaktım. Varım. "Siz tanışıyor musunuz?" "Üniversiteden arkadaşım ikisi de." Gülümseyerek Andrea'nın yanından geçerken hiç bozuntuya vermeden Sıla'ya kollarımı sardım. "Merhaba eski dostum." Fısıltılarım titremesine neden olduğuna göre yüzü de farksızdı, Andrea'nın anlaması da önemli değildi. Benim değil onların saklayacak suçları vardı. O kısmını kendi düşünmeliydi. Sıla'dan ayrılıp Tümer'e geçtiğimde bu defa kollarım o tanıdık adama sarılmıştı. Kokusu bile aynıydı ama karakteri o en başta tanıdığım adamdan çok başkaydı. "Sana da merhaba sevgilim," dediğimde bu fısıltımı duyan sadece o ikisi olmuştu. Keyifle geri çekilirken "Eski," diye eklemeyi de ihmal etmedim. "Demek eski dostsunuz, bu güzel bir tesadüf. Yabancı gibi hissetmeyeceksin." Ve sen de bana güveneceksin yabancı. Ayağımı topa değdirmeden bir gol daha atmıştım. "Ama anlamadığım sizin renginiz neden soldu böyle?" En melodik İtalyan aksanıyla bu soruyu sorduğunda Sıla yüzüne güzel bir maske takıp onu ikna etmeye koyuldu, her zaman yaptığı gibi, hiç değişmemişti. "Birden kan şekerim düştü o yüzden olmalı. Oturup su içsem geçer Andrea." Saf bir adam gibi gözükmese de kardeşinin yalan söyleyebileceği ihtimalini aklından geçirmeyen Andrea tebessümle ona inanmayı tercih etmişti. Son inanışları olacaktı. Sıla Tümer'in yardımıyla deri koltuğa geçerken Andrea'nın da telefonu çalmış bizden birkaç dakikalığına müsaade istemişti. Şimdi bu odada onlarla baş başaydım, bana yaşattıklarını ödetmek için tam karşılarında duruyordum tüm öz güvenimle. "Senin ne işin var burada?" Sorusu Tümer'den geldi. İşimi yapmaya gelmiştim bir de gelip hesap mı soruyorlardı? "Özledim demeni beklerdim sevgilim." Sıla'ya bakıp düzelttim. "Eski sevgilim, evlendiğiniz gerçeği var ortada." "Uzatma Derin neden buradasın? Ne işler çeviriyorsun sen?" diye üzerime yürüdüğünde karısının sesi çıkmıyordu bile. Varlığım onu nasıl korkuttuysa dili tutulmuştu. "Üzerime yürüdüğünde senden korkacağımı sanıyorsan," diyerek bir adım da ben ona attım. Gözlerimden çıkan kıvılcımlar odadaki herkesi yakmaya yeterdi. "Yanılıyorsun!" Koluma geçirdiği parmaklarıyla beni kapıya doğru sürüklerken yüzündeki korku ifadesinden zevk almamam imkansızdı. "Şimdi nasıl geldiysen öyle gidiyorsun bir daha da gelmiyorsun. Def ol!" "Neden Tümer?" Kolunu kurtarıp az önceki yerime geri döndüm. Yanaklarımın yandığını sinirden ateş basmaya başladığını anlayabiliyordum. Demiştim ya, o kıvılcım hepimizi yakıyordu işte. "Neden istemiyorsun ki beni? Para kazanmak için çalışmamdan doğal ne olabilir?" Sıla kendinde ayaklanma gücü bulduğunda benim karşıma geçmiş kocasından destek alıyordu ancak hâlâ ağzını bıçak açmamıştı. "Yoksa saklamanız gereken bir şey mi var? Birinin hayatını mahvetmiş de köşeye sıkışmış gibi duruyorsunuz." Sesimizin dışarı çıkmadığına emin olmamın sebebi Andrea'nın içeriye dalmamış olmasıydı. Seslerini yükseltmekten çekinmiyorlarsa demek ki iyi bir yalıtıma sahipti odaları. "Saçmalama çık git şuradan!" "Neden bu kadar korktunuz? Bir tercüman size ne yapabilir ki? Sevgilim ve dostum deyip hapse yolladığınız bir kadın değilse neden korkasınız ki zaten." İnsan iftira atıp hapse yolladığı bir kadından korkmalı mıydı, abartıyorlardı (!) Tümer'in sert yutkunuşunu buradan duymuştum, korku iliklerine kadar işlemişti. Ben gelmeden önce bulundukları öz güven zirvesinden aşağı itmiştim onları ve el ele yokuş aşağı yuvarlanıyorlardı. "Ne söyleyeceksin ki? Elinde kanıt mı var senin?" "Bunu asla bilemezsin Sıla." Yanağına götürdüğüm parmaklarını hızla ittirdi. "Ama abin en yakın arkadaşının sevgilisiyle yattığını öğrense durumu çok da anlayışla karşılamaz bence." Diğerine çevirdim başımı. "Değil mi eski sevgilim? Beni nasıl sırtımdan hançerlediğini öğrenebilir. Neyse ki ben para kazanmak için buradayım ve gerginliğe hiç tahammülüm yok." Samimi bir gülümsemeyle kendimi tekli koltuğa bıraktığımda kımıldayamadılar bile. Söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki, ben sadece bir kısmıyla yetinmiştim. Fazlasını çekmek zorundalardı. Ben o karanlık hücrede korkudan titrerken onlar mutlulukla hayatlarını sürdürmüşler benim mutsuzluğum üzerine bir de yuva kurmuşlardı. Taş üstünde taş kalmayacaktı ve bunun sinyalini çok iyi almışlardı. Geriye yaslandığımda Andrea'nın geldiğini görüp onları uyardım. Sahte maskelerle yerlerine oturduklarında içeri giren adam her şeyden habersizce gelip yanıma oturdu. "Birbirinizi tanıyor olmanıza çok sevindim," dedi İtalyanca. "Çünkü beraber uzun zaman geçireceğiz." "Evet," diyerek düz saçlarımı arkaya doğru attım. Tüm gözler benim üzerimdeyken benim gözlerim sadece kıvırcık saçlı yabancıdaydı. "Beraber çok uzun zaman geçireceğiz ve ben elimden ne geliyorsa yapacağım." Ve ben o intikamı alacağım. 🍁
Yepyeni bir kurguyla karşınızdayım canlarım. Benim yazmaya başladığım tarih 17 Nisan 2024, siz de okumaya başladığınız tarihi yazabilirsiniz. Kurguyu nasıl buldunuz? Bir intikam hikayesi ve sonsuz sadakat eseri olan bir görevin buluşmasını okuyoruz. Peki ya aşk bunun neresinde? Karakterler hakkında ilk izlenimlerinizi buraya bırakabilirsiniz. ANDREA BELLİNİ Spagetti çocuğum💛 DERİN ARAS Dertli çınar yaprağım🖤 Bölümü beğenmeyi unutmayın, bir sonraki bölümde görüşmek üzere. 🍁Arrivederci🍁 🍁 Alıntılar ve paylaşımlar için beni şu hesaplardan takip edip destek olabilirsiniz, beraber büyüyüp daha fazla kişiye ulaşabiliriz.
İnstagram
rubamsalepe Whatsapp kanalım ise İnstagram sabitimde mevcut🥰 🍁
|
0% |