@rubamsalepe
|
Zaman bazı hislerin bağını sonsuza kadar çözer. 🍁
Birkaç parça kıyafet almak için eve gelmiştim ama şimdi Adil abi, Yasemin ve Bahadır'ın fırçalarını dinliyordum. Bana bir şey olmamıştı, boşuna endişeleniyorlardı. "Tamam haklısınız," deyip birkaç sahte mahcup bakış attım onlara, inandırıcı olmadığım da yüzlerinden anlaşılıyordu. "Ama bakın küçük bir yara, ben gerçekten iyiyim." "Çok korktum be sarı kız." Yine bir lakap bulmuş ve sarmıştı bedenimi, Andrea'nın gözlerinde gördüğüm endişeden onda da vardı. Birilerinin beni önemsemesi güzel bir histi her ne kadar benim için yeni hisler olsa da. Canımın yanabilme ihtimalini düşünüp yavaşça sarılıyordu, kollarını benden ayırınca başımı ellerinin arasına alıp yüzüne çevirdi. "Sana bir şey olsaydı ne yapardım ben be, azıcık dikkatli olsana." "Abart Baha, abart." "Abartmıyor, haklı." Arkadan duyduğum tok sese çevirdim başımı. Yüzünde bir ifade yoktu ancak sözleri benim için yeterliydi. "Dikkat et kendine." "Abi gerçekten iyiyim." "Pis yalancı, serumlar bağlamışlar sana. Bir de heba etmişsin kendini." Son cümlesi bir pot kırmışçasına gittikçe sessizliğe gömülmüştü. Ne yaşasam ne hissetsem biliyorlardı zaten, fazlası için izinleri de varken onlardan çekinmiyordum en azından şimdilik. Sonuçta ortada bir şey yoktu, sadece önemsiyordum. "Andrea o şeyin düşeceğini fark etti, belimi öylesine sıkmış ki izi kaldı." İstemsizce gözüm belimi örten kumaşa gitti. Kolumun sızısının yanında Andrea'nın bilmediği bir sızım daha vardı. Belimi morarana kadar sıkmış iz bile bırakmıştı. Söyleyemedim, bakıp burukça gülümsemekten başka bir şey yapamadım. İlk defa taklitlerin ve yalan bir dünyanın arkasına sığınamıyordum, ilk defa kendimdim ben. Söz konusu o olunca artık sahte perdelerin ardına saklanmak zor oluyordu benim için. "Önemsiyor seni," diye fısıldadığında tek duyan bendim. "Hadi kıyafetlerini toplayalım, madem gideceksin geç kalma." Baha'nın teklifi ve Adil abinin başıyla verdiği onayla beraber basamakları yavaşça tırmandım, en azından bugün kendime yüklenmeyecektim. "Ya sen?" derken elim odamın kapısına uzanmıştı. İçeriye girdiğimde Baha da peşimden gelmiş, tanımadığım bir ifadeyle beni inceliyordu. "Ne ben?" "Sen de önemsiyor musun?" "Belli olmuyor mu?" "Senden duymak istedim." Dolabımı karıştırmaya başlayıp birkaç parça kıyafet, gecelik ve çamaşır ayarladım kendime. Cevabı birkaç dakikalığında ertelediğimden sağlam kolumu tutup nazikçe beni kendine çevirdi. "Derin, âş..." "Değilim," diyerek böldüm onu. "Âşık değilim, olmayacağım ama önemsiyorum. Bunu o gün de fark etmişsindir zaten." Deniz kıyısında rastlaşmamız ve bağırışlarımı duyması ona bazı şeyleri açıklıyordu ancak benden duyması gereken net bir şey vardı, ben ona âşık değildim. "Peki, göreve devam edecek misin?" Sence der gibi bir bakış attığımda kollarını birbirine bağlayıp beni dinlemeye koyuldu. "Odasını kurcalayacağım, bir şey çıkmazsa da ihaleyi kazanırlarsa imza günü her şeyi açıklayıp Karatay Holding'i bitiririm." "Kıyamıyorsun." "Yapamam, çok kısa zaman oldu ama kıyamam ki. Sen de tanıyorsun onu, nasıl biri olduğunu biliyorsun. Ben onun yatağına girip bunu ona yapamam." Kollarını birbirine bağlayıp dolabın kenarına yaslandı. Yüzündeki gülüşü hiç beğenmemiştim, yine bir ima peşindeydi. "Sen Andrea'yla sevişmeyeceğini mi söylüyorsun şimdi?" Daha önceki birlikteliklerimin her birinin amacı vardı, silah kaçakçılığı yapan bir pislikten bile bu sayede bilgi almış, ülkeyi bir rezilden daha kurtarmıştım. Alkole direncini test ediyor sonra da alkolle şehveti birbirine harmanlayıp en savunmasız anlarından faydalanıyordum. Andrea bunu hak eden bir adam değildi. "Evet, öyle söylüyorum." "Bak deli kız, o yüksek gerilim hattı yan yana durduğunuzda bile gözüküyorken sizin sevişmemeniz imkansız. Yani kardeşin olarak her zaman bunlara karşı durduğumu biliyorsun ama aranızda bir şeyler olmayacağına asla inanmam. Farklı bakıyorsun Derin." Bunların farkındaydım, onu deli gibi arzuluyorken uzak durmak çok zor olacaktı. Ona duygusal bir şeyler hissedemezdim. Her şey bittiğinde beni terk edip nefret edecek bir adamla bir şeyler yaşayamazdım. "Yanında kalbim atıyor. Bir tek onunlayken nefes alabildiğimi hissediyorum ben." Beni anladığını gösteren bir bakış attı yüzüme. Kendinden mi biliyordu? Afet'e çok âşıktı ama benim hislerim sadece önemsemeden ibaretti. "Biliyorum, hayatına çok az kişi aldığını ve onlara çok bağlı olduğunu biliyorum." "Benim sizden başka kimsem yok Baha. Adil abi ve Yasemin var evet ama sen varsın benim her şeyimsin yemin ederim. Bir de o var, arzuyu tutkuyu bir kenara koyayım benim tenime değil ruhuma dokunuyor. Kaçtıkça onun girdabına kapıldığımı hissediyorum ve işin kötüsü ona vereceğim en az zarar bile onu çok sarsacak." "Yapma Derin, yapma o zaman. Siktir et aşağıdakileri. Ben arkanda duramadım ama o adam senin arkanda durur. Onun gücü vardır." "Görevi geçtim diyelim ya Sıla'yla Tümer? Bunlar beni hapse yolladılar. Ben o hapishanede dayak yedim, tacize uğradım Baha. Yetmedi iftiraları yüzünden adım çıktı ailem bana sırtını döndü. Şimdi bu kadar yaklaşmışken nasıl vazgeçebilirim?" Birkaç büyük adımda aramızdaki mesafeyi kapattı ve beni yeniden kollarının arasına aldı. "Geçecek, inan bana geçecek. O gün gelince susmak istesen de bağırıp çağırmak istesen de yanında olacağım canım benim." Bir abi şefkatiyle saçlarımı okşadığında boşta kalan kollarımı beline doladım. "Ağlarım ama." "Ağlamak yok, hem ağlarsan gözlerin şişer ve Andrea seni beğenmez." "Beni beğenmeyen ölsün be, şu güzelliğe bak. Hem ben ona istesem kendimi çok güzel beğendiririm." Bazen sabrını zorluyordum, kendini abim olduğuna inandırdığından ve ben de gerçekten öyle hissettiğimden bazı hareketlerime sinir oluyordu. Özellikle bedensel, tensel şeyler onu geriyordu. Hiçbir abi kız kardeşinin bir başkasıyla bu denli yakınlaşmasını istemezdi. "Sen yine de çok beğendirme, olur mu?" Ondan ayrılıp başımı salladıktan sonra yatağımın üzerine biriktirdiğim eşyalarımı bir çantaya yerleştirdim. Makyaj çantamı da içine koyduktan sonra tek eksiğim birkaç çeşit küpeydi. Eşyalarıma uygun birkaç tanesini de diğerlerinin yanına eklediğimde Andrea'yla birkaç gün geçirmeye hazırdım. 🍁
Elimde Andrea'nın anahtarı varken daha önce önünde bekleyip uzun uzun daldığım o kapıya bakıyordum. Bu anahtar bendeyken içeriye nasıl girdiğini de bana nasıl bu kadar çok güvenebildiğini de sorgulamayacaktım.
Büyük kapının girişinde bir misafir gibi değil evin sahibi gibi anahtarla durmak bana da sürpriz olmuştu. Kapının kulpunu tutup kilitleri açtığımda kapı sessizce açılmış o ferah ev bir kez daha gözlerimin önüne serilmişti.
Adil abinin evinde benim odam kendi istediğim gibi döşense de kalan yerler onun istediği gibiydi. Altın varakların bol olduğu, avangart ve gösterişli eşyalar vardı ama böyle şeylerde modernliği seven benim gözlerimi bile kamaştırmıştı. Çirkin değildi.
Bu ev ise çok ferahtı, bir küçük saraydan ziyade yuva gibi hissettiriyordu. Ev denilen yer tam da burasıydı. Alışmamam gereken, beni mutluluktan çok hüzne boğabilecek olan o eve ilk adımı attığımda kalbimin atışı hızlandı.
"Saçmalama," dedim kendi kendime. "Bu kadar heyecanlanacak ne var?" Sesimi kendim bile zor duyuyorken onun duymaması imkansızdı. Salonun ışığını benim için açık bıraktığını düşünüyordum. Bu saatte uyuyor olmalıydı.
Yani en azından içeriden sesler gelene kadar böyle olacağını sanıyordum. Televizyondan yükselen İtalyanca müzik sesi beni gülümsetmişti. Uyumuyordu, beni beklemişti.
"O gözlerin aşk demek."
İçeriye doğru bir adım attım.
"Bir sevsen beni her şey değişecek."
Görüş açıma girdiğinde duraksadım ve onu seyrettim. Elinde bir kadeh, içinde de meyve suyu vardı. Ayağını pufa doğru uzatmış, televizyondan açtığı şarkıyı tekrarlıyordu.
Toparlamış gözüküyordu, öleceğini sandığım adam beni beklerken şarkı söylüyordu.
"Yoksa aşktan mı korkuyorsun?"
Sözlerinde anlam aramamalıydım, tesadüf olmalıydı, benim için söylüyor olacak hali yoktu.
"Korkma ben yanındayım."
Korkuyorum Andrea, hiçbir şeyden korkmayan ben senin ruhunu öldürmekten korkuyorum.
"Aşka dokunsun tenlerimiz."
Ona doğru bir adım attığımda varlığımı fark etse de bana dönmedi.
"Seni özlüyorum, hayatımda hep varmış gibisin."
Bir adım daha attım, ahenkli sözleri ve güzel sesiyle beni yörüngesine almıştı bile.
"Vazgeçmek ölüm gibi."
Bu defa bana döndü ve kadehini bana doğru kaldırdı.
"Ben ölmek istemiyorum."
Kadehine uzanıp elime aldım ve bir yudum içip yanındaki boşluktaki yerimi aldım.
"Uyursun sanmıştım." Soluk yüzünde gezdirdim gözlerimi, sargılı bacağına bakıp yeniden döndüğümde ona kızacağımı anlamış gibi gözüküyordu. "Uyumalıydın ama beni beklemişsin. Şu hale bak gözlerinden uyku akıyor."
"Sen farklı mısın sanki?"
Gözlerime bakıyordu, deyimi anlayıp anlamadığını sorgulayamayacak haldeydim. Ben de yorgun hissediyordum ama şu hallerimi onun yanında geçirmek beni de çabuk iyileştirecekti.
"Senden iyiyim, en azından yürüyebiliyorum." İmayla bacağını işaret ettiğimde merakımı da gizleyemedim. "İyi misin? Canın acıyor mu?"
"Sana yalan söylemeyeceğim Çınar Yaprağı." Parmakları saçlarıma uzandığında güvenli alana girmişliğin huzuru kapladı bedenimi. "Canım acıyor ama önemli değil. Ağrı kesici aldığımdan beri daha iyiyim."
Sarı tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırıp gözlerime baktı. Onun bir şey olsaydı kendimi affetmezdim. Ertuğrul'un işi mi bir kaza mı bilemediğim o aletin altına beni korumak için girmişti.
"Bakma öyle lütfen, canım acıyor evet ama iyiyim bak. Yaşıyorum Derin."
Yanağıma yasladığı eline dayadım yüzümü. Dudaklarım eline temas edince gülümsedi, bir öpücük bırakıp yeşillerine geri döndüm.
"Yaşıyorsun, buna yakından şahit oldum." O söylediğimi anlamadı ama ben nefesini dudaklarımda hissetmesinden bahsediyordum.
"Sen iyi misin? Kolun?"
Yanağımdaki elini belime indirdiğinde küçük bir inleme çıktı dudaklarımdan, kendime engel olamamıştım. Eli nasıl yine aynı yeri bulabilmişti o da ayrı bir soruydu.
"Beline bir şey mi oldu?"
Başımı iki yana salladım ama bana inanmadı. Yakınında oturuyordum ama kaçmama fırsat vermeden bir eliyle sağlam kolumu tuttu diğeriyle de eteğimin içine sıkıştırdığım bluzu yerinden çıkarmaya başladı.
"Olmadı, iyiyim ben."
"Eminim öylesindir. Rahat dur bak hasta adamı uğraştırıyorsun."
Bluzumu biraz yukarıya kaldırınca bir şey göremedi. Eteğimin kenarından tutup yavaşça indirmeye başladı. Çok geçmeden belimdeki mor izle karşılaştı. Kaşları çatılmış halde bana döndü.
"Bu ne zaman oldu?" Başını iki yana salladı, parmak uçlarını belli belirsiz değdirdiğinde ürperdim. Hemen geri çekilip beyaz tenime yerleştirdi parmaklarını. "Bunu ben mi yaptım?"
Öyle düşünmemeliydi, beni korumak için sıkıca tutmuş belki de ölümden döndürmüştü ama şimdi kendini günah keçisi ilan etmek üzereydi. Buna izin veremezdim.
"Hayır," dedim. "Beni korurken istemen oldu. Bunun için kendini suçlayamazsın."
"Canını yakmışım Derin, ben sana zarar vermişim."
"Daha büyük zararlar gördüm ve hepsi geçti. Birkaç güne o da geçer."
İkna olamıyordu, kendine küfür ettiğinden emindim. Dudakları sessizce kımıldayıp gözlerini yumdu. Sesli bir nefes alıp gözlerime döndüğünde yeniden dümenin başına geçmişti.
"Özür dilerim, sana zarar vermek istemezdim. Bir kadına asla zarar vermem, hatta genelde insanlara zarar vermeyi sevmem."
Morluğa yaklaşsa da parmakları hâlâ belimin beyaz kısmındaydı, bulunduğu yeri sanki orasıymış gibi okşadı. Çabuk iyileşmeliydi çünkü onu tutkuyla öpesim geliyordu, şu an hiç de sırası değildi ki.
"Önemli değil, isteyerek yapmadın. Beni korumak istemiştin sadece ve hayatımı kurtardın."
"Canını acıtmadan kurtarmanın bir yolunu bulmalıydım. Kahretsin, kolun zaten bu halde, nasıl kontrol edemedim kendimi?"
Kendi kendine konuşuyor gözlerini yaralarımdan ayıramıyordu. Asıl yaranın bedenimde olduğunu görmeyecek kadar da kör değildi. Bir şeylerin berbat gittiğini biliyor söylemem için gözümün içine bakıyordu da ben susuyordum.
Anlatmamın zamanı adım adım geliyordu, herkese anlatmadan önce oturup ona anlatmam gereken bazı şeyler vardı. Bana yük olup şimdiki Derin olmamı sağlayan şeyler.
"Tek hasta sen kalmadın işte, bana fazla naz yapma diye bu haldeyim. Bir buçuk yaralıyız biz."
"Biz," diye tekrarladı beni. Bu defa odağı gözlerimdeydi. Kolumdaki eli yavaşça orada gezerken hayran olduğum yeşillerine bir türlü odaklanamamıştım. "Bir buçuk yaralı mı?"
"Evet, sen tam ben yarım yaralı. İkimizi toplayınca bir buçuk ediyor."
"Sevdim bunu ama Derin, sen yaralanma olur mu?"
"Denerim."
Biz fark etmeden arkada sözsüz ağır bir müzik akıyordu, onun değişmesiyle yüksek tempolu İtalyanca bir şarkı çalmaya başladı.
Bildiğim bir şarkıydı, bildiğim dillerin kültürlerini araştırmayı ve özellikle müziklerini dinlemeyi severdim. Kendime ayırdığım nadir anlarda yaptığım güzel aktivitelerdendi.
"Bana eşlik etmek ister misin?"
Şu halde dans edemezdik bu yüzden beni şarkı söylemeye davet ettiğini hemen anladım ama bilmediği bir şey vardı. Güzel yemek yapabilsem de güzel şarkı söyleyemiyordum.
"Yok sen söyle ben dinlerim."
"Neden ki, sesini duymak istiyorum ben."
"Sesim pek güzel değildir," dediğimde ona karşı çok büyük bir yalan söylemişim gibi baktı yüzüme. İhtimal bile veremedi, buna bu kadar şaşırmasına anlam veremedim. Aklından kim bilir neler geçiyordu?
"Her şeyi bu kadar güzel olan bir kadının sesi de öyledir diye düşünmüştüm, demek ki senin de bir kusurun varmış."
Gözlerindeki hayranlığı gizlemekte güçlük çekiyordu ve ben de ona duvarlar örmekte zorlanıyordum. Çok öpülesi bakıyordu mesela, tutuyordum kendimi.
"Ben insanım Andrea, benim de kusurlarım çok. Buna bu kadar şaşırtmazsın."
"Kusurların bile ne güzeldir senin," derken kontrol edemedi kendini. Onca şey yaşarken utanmayan adam utanıp başını çevirince kocaman gülümsememe sebep oldu.
"Sana öyle geliyor."
"Bana güzel geliyorsun," diyerek bir kere daha laf attı bana. Bu defa bile isteye yapmıştı. Bir kere yaptım yine yaparım gibi düşünüyor olabilirdi. Aslında bacaklarımda ellerini gezdiren ve beni öpen adam içim fazla temkinli adımlardı bunlar.
"Öyle mi geliyorum?" Başını sallayıp cevap vermedi, elini değneklerine uzatıp ondan destek alarak ayağa kalktı. Bu kadar hızlı hareket etmesi mi yoksa benden isteyebileceği herhangi bir şeyi kendisinin yapması mı saçmalıktı, seçemiyordum doğrusu.
"Dur, düşeceksin."
"Düşersem tutarsın."
Uykusuzluktan ve yorgunluktan ölen adam benimle böyle eğlenecek gücü nereden buluyordu? Koltuktan destek alıp ayağa kalktığımda onun gittiği yere doğru yürümeye başladım. Bir de düşerse mahvolurdu, göze alamıyordum hiçbir şeyi.
"Bana fazla güveniyorsun, yere çakılırsan görürsün."
"Beni neden yere çaksınlar, Çınar Yaprağı?"
Benimle dalga geçiyordu, bir gün bunu ispatlayacaktım. Kesinlikle deyimlere hakimdi ama işine geldiği gibi davranıyordu.
"Ben sana bir çakacağım."
Mırıldanmamı umursamadan buz dolabına doğru gitti ve kapağı zorlukla açıp içinden bir buz torbası çıkartıp bana döndü. Yaptığına inanamamış gibi gözlerimi iyice açtığımda bana tezgaha oturmamı işaret etti. Daha fazla yürüyemeyecekti anlaşılan. Sözünü dinleyip tam da o kısma oturdum.
Yapacağı şeyi anladığımda bluzumun eteklerini toplayıp sütyenimin altına sıkıştırdım. Gecikmiş bir müdahaleyi kendi yapmak istemişti. Kendi yaptığı izleri bedenimden silmek istiyordu, bilmiyordu ki her hareketi benim bedenime olmasa da ruhuma adım adım işliyordu.
Ona fırsat vermeden eteğimi biraz aşağı çektirdim ve moraran kısmı açıkta bıraktım. Buz torbasını yavaşça belime yerleştirdiğinde dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Acıyordu ama buna sebep olduğunu düşünmemeliydi.
Dengesini kaybetmemek için oradaki tabureye oturdu. Şimdi daha iyiydi. "Bana bırak," diye elimi buz torbasına uzattığımda bana izin vermedi.
Sızlandığımda yeşillerini gözlerime sabitledi. Her bir mimiğimi izliyor ve bunlar yüzünden kendine pay biçiyordu. Gözlerime özür diler gibi bakıyordu. Bana hiç zarar vermemiş olan bir avuç insandan biriyken böyle düşünüyordu işte.
"İyi gelecek." Dudaklarını yine aralar gibi oldu sonra sustu. Ona bakıp susuyordum, bu anı bir yerde yaşamış gibiydim. Sahi ben buraya daha önce de oturmuştum değil mi?
Vivere per dispetto
Belimin de kolumun da acısını kısa süreliğine unutmuş o güne gitmiştim. Peki ya daha öncesinde ne olmuştu? Andrea'nın bu ilk değildi dediği yoksa...
Yakasından tutup onu kendime çektiğimde dudaklarımı dudaklarına dayamış gözlerimi yummuştum.
O anı hatırlamak için zorladım kendimi.
Dudaklarını hissedebilmek içimde bir kıpırtıya neden olmuş kollarım istemsizce boynuna dolanmıştı. Alt ve üst dudaklarında dolanırken onun tadını çıkartmaya çalıştım, onu öpmek çok güzeldi, istemsizce belime kayan elleri, kokusu çok güzeldi.
Sanırım ben Andrea'yı öpmüştüm. Galiba öpmüştüm. Haberim olmadan, ilk öpücüğümüz olduğunu bilmeden öpmüştüm onu ve karşılık alamamıştım. Sarhoşum diye benden faydalanmak istememiş kendini dizginleyip bana karşı durmayı başarabilmişti.
"Ne oldu, bir şey mi hatırladın yoksa?"
Ensemden yukarı doğru yükselen ve beni ele geçiren bir sıcaklık baş gösterdi. Göğsümün böyle inip kalkması hiç normal değildi, nabız sesimi duymam da çok saçmaydı
"Andrea."
"Hım," diyerek yorgun gözlerini dudaklarıma çevirdi. Uyuması lazımdı, dinlenmemiz lazımdı.
"Sen kibardın," dedim ona yaklaşarak. Bacağına değmemeye çalışıyordum. Hareketlenmemle buz torbasını da benimle hareket ettirdi. Baktı ki hareket alanı yetersiz kalıyor torbayı tezgaha koyup belimi kavradı. İnmem için yardım ederken yaralarıma denk gelmemesine dikkat etti.
Aslında kendim inmiştim, onun parmakları sadece belimde yer almıştı. Güç kullanacak hali pek yoktu.
"Bense senden izin almadan seni öpmüşüm, işe bak."
Hatırladığımı gördüğü an dudakları mutlulukla iki yana kıvrıldı, yanağındaki çukur belirdi insafsızca.
"Ama Andrea, ben seni öpmek için izin alamam ki."
Almamı isteyen de yok gibiydi, kıvrılan dudakları eski halini aldığında ona doğru yaklaşmış yandaki tabureyi bir anda altıma çekmiştim. Şimdi yorgun gözlerinde saklanan o ateşi görüyordum yeniden. Tam öpmelikti, ben de öyle yapacaktım.
"Gülsene bana," dememle bir anda bocaladı ama sonra sözümü dinledi. Dudaklarını yeniden kenara kıvırdığında beklentisi onu öpmem yönündeydi. Bilmiyordu, başından beri benim rotam yanağındaki çukurdu.
Başkaları yanağından çenesine doğu ulaşan bu güzel çukura gamze diyorlardı ama ben içine gömülmek istediğim için çukur diyordum. Dudaklarının bitiminden birkaç parmak sonra başlıyor neredeyse çenesine kadar iniyordu. Sadece bir tane vardı ve biraz büyük ve tek olması onu özel kılıyordu.
Başımı ona yaklaştırdığında gözlerini yumdu, beni bekliyordu. Dudaklarına yanağımı sürterek o eşsiz çukura ulaştım. Dudaklarımı hâlâ belirgin olan çukurun üzerine bastırdığımda benden destek almak ister gibi tutmuştu beni. Sağlam kolumu boynuna dolayıp en büyük desteği de ben almıştım.
Tenini koklayarak usul usul öptüm onu, ben öptükçe o gülümsedi, o gülümsedikçe ben öptüm. Sanki uzun zamandır bunun ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordum, susamışım da suya kavuşmuş gibiydim.
"Sen beni öldüreceksin bu gidişte."
"Yine," dediğimde birkaç saniyeliğine dudaklarımı geri çekmek durumunda kalmıştım. Gözlerimi ona çevirsem de birkaç saniyede yerime geri dönecektim. "Mecaz kullandın. Türkçe'yi benden iyi kullanıyorsun." Başımı iki yana salladım. Niyetim onu öldürmek değildi, o her zaman yaşayan olmalıydı. Gerekirse onun yerine ölebilirdim.
"Bunu mu söyleyeceksin sadece?" dediğinde yeniden çukura dönmeme izin vermedi. Beni öpme arzusuyla yanan dudaklarıyla işgal etti dudaklarımı. İzinsizce çıktığı bu yolculukta ona eşlik ettim.
Onunla dudaklarımın üçüncü kavuşmasıydı ve her defasında bizim için daha da anlamlı hale geliyordu. Yaralı kolumu da zorlayıp kaldırdığımda parmaklarım yanağını sardı. Baş parmağım yüzünde geziyor, her bir noktasını hissedebilmek istiyordu.
Şehvetli, tutkulu bir öpücükten çok nahifti. Yorgunluğumuz yüzünden bu kadarını yapabiliyorduk. Durmamız gerektiğini bilsem de onun rüzgarında savrulmak hoşuma gidiyordu.
Çok uzun sürmedi, dudaklarımı onunkinden ayrılıp bedenimi biraz geriye çektim. "Dinlenmemiz gerekiyor, Yabancı."
İstemiyordum, ondan ayrılmak şu an istediğim son şey bile olamazdı. Andrea da benim gibi düşünse de geceyi mutlu bitirecek taraf o olacak gibiydi. Onu öpmüştüm, üçüncüye öpüşmüştük. İlkimizi hatırlamıştım. Keyfi rujuma bulanmış yanağından da anlaşılıyordu.
"Biliyorum," deyip bana elini uzattı. Beraber yavaşça ayağa kalktık, iki yaralı bir tam olmaya çabalıyorduk. "Gözlerinin altı göçmüş."
"Senin de yüzün kızarmış." Parmaklarımı rujumun bulaştığı yerlerde gezdirdiğimde küçük bir kahkaha koptu dudaklarından. Yüzümün kızarık olmasının sebebi bizzat dudaklarıydı.
"Sanki bugün başımızdan aşağıya hiçbir şey düşmemiş gibi." Durumumuz tam olarak da öyleydi, flörtleşen bir çift gibiydik ve göründüğümüzün aksine çok da sağlam duruyorduk. En azından birbirimizi öperken öyleydik.
"Hep kötü olanları ardımızda bırakalım olur mu?"
Bilmiyordu ki ben tam da kötülüğün içinde yaşıyordum, hayatımın tek anlamı buydu benim. Diyemedim, onunla beraber merdivenlere doğru yöneldim.
"Bakarız," deyip başımı bir anlığına televizyon ünitesine çevirdim. "Şunu kapatayım."
Kumandaya uzanıp kapama düğmesine baktığımda merdivene doğru birkaç adım daha atmıştı. Yanına gideceğim zaman gözüme bir metal parçası takıldı. Anahtardı, cebindeki anahtarı otururken koltuğa düşürmüş olmalıydı.
"Olur, çok yorgunum."
"Onu biliyorum," deyip görüş açısından çıktım. Fark etmemiş olmasını umuyordum, bu anahtar benim için fırsat demekti. Artık sona ulaşmak istiyordum.
Kumandayı bırakırken ona fark ettirmeden anahtarı avuçlarımın arasına sıkıştırdım. Gözleri benden ayrıldığı anda da cebime yerleştirdim.
Sona birkaç adımım kalmıştı.
🍁
Benim bebeklerim birbirini çok önemsiyor görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok🥹
Sizce Andrea Türkçe deyimleri anlıyor mu anlamıyor mu?
Derin onu öptüğünü hatırladı ve bir kez daha öpüştüler. Birazcık azıcık kendilerini tutamıyor olabilirler.
O kapı sizce açılacak mı? Derin o odadan ne gibi bilgiler bulacak?
Hepsi için takipte kalın canlarım, beni de takip edip kitabı arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın olur mu, beraber büyüyelim🥰
#MevzuBirazDerin etiketini kullanarak sosyal medyada düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz🖤
Beğenip yorum bırakmayı da unutmayalım🥰
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe
|
0% |