Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. "Gizli Kapaklı"

@rubamsalepe

 

Saatlerdir tavana bakıyordum. Yatak fazlasıyla rahattı ve onun yan odada olduğunu bilmek bana güç veriyordu. En azından kolum ve belimdeki acıyı bir nebze hafifletiyordu.

 

Uyumamış onun uyumasını beklemiştim. Elimde bir adet bilinmezliği açabilecek anahtar vardı. Yattığım yerde anahtarı havaya doğru kaldırıp gözlerimin hizasına getirdim.

 

Harekete geçme zamanım gelmişti, daha fazla uyanık kalamazdım. Kendimi de düşünmem gerekiyordu ancak elime belki de bir defa geçebilecek bu fırsatı da heba etmek istemiyordum.

 

Yerimden yavaşça doğruldum, onun uyumuş olmasını umuyordum. Salmış olduğum saçları başımın etrafında topladıktan sonra küçük adımlarla kapıya doğru gittim. Gıcırdamasından korksam da kapı sessizce açılmış bana yardımcı olmuştu.


Andrea'nın odasının kapısı aralıktı, önce onu kontrol etmem lazımdı. Parmak uçlarımda yürüyerek kapıya değmeden içeriye uzattım başımı.

Uyuyordu, bacağının altında bir adet minder vardı ve kımıldamadan, onu bıraktığım gibi uyuyordu hâlâ. Yorgunluğu benim bulunduğum yerden bile seçiliyordu, rengi solmuş yüzü de çökmüştü.

İçimin kıyılarına bir pişmanlık dalgası daha vurmadan geri çekildim. Rotam belliydi, bu defa istediğimi alacaktım. Onu mahvetmeden bir şeyler başaracaktım. Sırf ihale bilgisi alabilmek için onu ayartmayacaktım.

İstediklerimi yapabilmem için bu anahtarın önünde durduğum kapıyı açması gerekiyordu. E tabii bir de ses çıkarmaması.

Yavaşça deliğe soktuğum anahtar yerine otururken nabzım hızlanmış salgıladığım adrenalin artmıştı. Yakalanma korkum vardı, her ne kadar Andrea rahatsız olsa da yatalak değildi. Bir ses duyması hâlinde değnekleriyle odasından çıkabilirdi.

Ben anahtarı çevirirken bir çıt sesi geldi, evet anahtar bu kapıya aitti. Andrea onu yanında taşıyordu ve düşürmüştü. Bir kere daha çevirdiğimde ikinciye çıt etti. Her çıt sesinde kapıyı kontrol ediyor Andrea'yı görmemeyi umuyordum.

Bir çıt sesi daha geldikten sonra kapı açılmış geriye sadece içeriye girmek kalmıştı. Kendimi içeri atıp sırtımı kapıya yasladım sanki beni iteceklermiş gibi.

"Başlıyoruz," diye fısıldadım kendi kendime. Işığı yakıp etrafa bir göz attım. Düzenli bir çalışma odasıydı. Geniş bir masa, kitaplar ve dosyalarla dolu iki adet kitaplık ve bir deri tekli koltuk vardı.

Önce masasına bakınmaya başladım. Açık renkli ahşap masanın üzerinde deri kaplı defter, birkaç dosya ve kalemlik vardı.

İlk işim dosyalara bakmak oldu. Birçok tasarım barındıran projelerin olduğu bir dosyaydı, sanırım kendi çizimleriydi. Evde tutmasının sebebi de ona ait olmasıydı.

Ya şirkete ait bir şeyi burada saklamadıysa diye evham yapmak istemiyordum. Mutlaka bir şey bulacaktım.

Elimi siyah kapaklı deftere götürdüm. İçi odanın aksine karmakarışıktı. Belki de zihninin yansımasıydı. Onunla yakınlaşmaktan öteye pek gidememiştim ki, birkaç defa çalışmalarına şahit olmuş onda da hayran kalmıştım.

İtalyanca birçok şey yazıyordu defterde ama benim gözüme takılan bir çınar yaprağı çizimiydi. Parmaklarımı çizimin üzerinde gezdirirken elimdeki dövmeye takıldı gözlerim. Onunla belki de tek bağımdı, birbirimizden habersiz aynı dövmeyi yaptırmış ikimiz de ona bir anlam yüklemiştik.

Amore demişti, aşk adını verdiği özgürlüğüm demekti. Neden böyle söylediğini hâlâ merak ediyordum, bir kadını mı anlatıyordu ona? Bilmek istiyordum ve bunun cevabını yakında alacaktım.

Sayfaları çevirdikçe gözüme çarpan bir şey olmamıştı, gözüme tek çarpan bu ajandamsı deftere çizilen çınar yaprağının yakın zamana ait hatta benimle tanıştığı günlere ait bir sayfanın üzerinde olmasıydı ama farklı bir anlam yüklemedim.

Defteri yerine koyup çekmeceye yöneldim. Orada da işe yarar bir şey yoktu. Kitaplığa çarptı gözlerim. Dosyalardan önce onlara bakmak istemiştim.

Türkçe ve İtalyanca kitaplar vardı. Bir tanesini çekip çıkardım ve sayfalarını kurcaladım. Sevgili yalancı patronum Türkçe bir kitabı altını çizip not alabilecek kadar okuyabiliyordu. Her geçen gün bu konuda beni kandırdığını düşünüyordum.

İtalyanca kitap ise Türkçe'den daha çok yazı barındırıyordu. Gülerek kapadım kapaklarını. Yerlerine yerleştirdikten sonra diğer kitaplığa döndüm.

Koca bir yalancıydı, bal gibi de Türkçe'yi biliyordu. Belli ki iş dünyasında yardımıma ihtiyaç duyabiliyordu ama söz konusu ben olunca yalancıydı. Deyimleri bilmemesi mümkün değildi.

Dosyalar bir kitaplıkta sıralıydı. Üzerlerinde belli tarih ve yazılar vardı. Birkaç tanesine rast gele göz atınca hiçbir şey göremedim.

Görmeyi umduğum bir sayıydı, bu bedeli öğrenirsem herkes rahatlayacaktı ama Andrea onu benden öyle bir gizlemişti ki tüm odayı altüst etsem de o ihale teklifinin yazılı olduğu kağıdı bulamadım.

Belki de yazmamış sadece konuşmuşlardı, son anda da taslağın üzerine miktar girip teslim edeceklerdi. Böyle olursa tüm işlerim mahvolurdu. Yapacaklarımı son güne bırakmak zorunda kalacaktım ve Büyük Ayan bu odadan bilgisiz çıktığımı öğrendiğinde neden başka yollara sapmadığımı soracaktı bana.

Ne diyecektim? İçimde kıpırdanan bir şeylerin olduğunu mu? Âşık olmama izin verdiğiniz ama âşık olmadığım o adamla yatamayacağımı mı söyleyecektim?

Böylesine arzu doluyken, ona karşı içimde beklenmedik rüzgarlar eserken nasıl inandıracaktım kendimi?

Hasta olmasını ne kadar kullanabilirdim ki? Bir süre sonra içkisini içip sarhoş olacak hale gelecekti ama ben bir şey yapmayacaktım.

"Siktir," dedim dosyaları aldığım yere bırakarak. Kolum zorlanmıştı ve bedenim uykusuzluğa daha fazla katlanamıyordu. Masaya tutunup destek aldığımda başım biraz dönüyordu. Kendimi fazla zorlamıştım.

Dosyalarda aradığımı bulamıyordum, daha fazla kendimi zorlamamın anlamı yoktu.

"Sikeyim böyle işi, başaramadım," diye mırıldandım kendi kendime. Durum hiç hoşuma gitmese de devam etmek zorundaydım, bu odada düşüp bayılırsam kendimi asla açıklayamazdım.

Küçük adımlarla kapıya yanaştığımda ilk işim ışığı söndürmekti, ikincisiyse kapıyı dinlemek oldu. Hiç ses gelmiyordu, birkaç dakika bunun kontrolünü yaptıktan sonra emin olduğum şey Andrea'nın burada olmadığıydı.

Sonunda odadan çıkıp kapıyı aynı şekilde kilitleyebilmiş ve kapıdan uzaklaşabilmiştim.

Anahtarı Andrea'nın odasına koyup dinlenmeye çekilecektim. Yorgunluktan topallamaya başladım, şu halde ona nasıl faydam olurdu ki?

Beni yanına almasının sebebi ona bakmam değil benimle vakit geçirmek istemesiydi bence çünkü ona hizmet etmeme izin vermiyor aksine benim için bir şeyler yapıyordu.

Özel ve kibar bir adamdı. Zekiydi ve biraz da yalancıydı. Deyim bilmediğini söyleyip beni kandıran bir yalancı.

Sessizce odasına girmeye çalıştım ancak kapıdan bir ambargo yediğimde bir ses çıktı şiddetlice. Anahtarı hemen masanın üzerine koyduğumda gözleri hâlâ kapalıydı. Geri çıkmaya yeltendiğimdeyse uyanmış bir Andrea karşımdaydı.

"Derin?"

"İyi misin diye bakmaya geldim." Ona yalan söylemek her geçen gün zoruma gidiyordu ama kısa zaman sonra buna bir son verecektim.

"Biraz ağrım var ama iyiyim. Sen iyi görünmüyorsun ama."

"Yorgunum," dediğimde omuzlarım benimle beraber çöktü, yatağının kenarına oturduğumda gözlerini yarım yamalak aralayabilen yabancı beni anlamaya çalışıyordu. "Çok yoruldum."

Bedenen de ruhen de yorgundum ve o bunun farkındaydı. Elini yanındaki boşluğa koyup iki kere vurdu yavaşça.

"Gel," diye komut verdi hemen onu dinleyeceğimi düşünür gibi. "Yorgunsan uyumalısın, Çınar Yaprağı."

İçinde biraz bile fesatlık yoktu, uyku sersemi benim iyi olmamı istemiş ve kendince çözümler üretmişti. Bu deliliği yapabileceğimi mi sanıyordu? Onu yaralayabilirdim.

"İtiraz etmeyi düşünme bile, yorgunsan yat ve uyu," dedi İtalyanca. El kol hareketlerini kullanmadığında fazla sade gözüküyordu. Uyku sersemi yaptığı tek işaret yatağın boş tarafını göstermekti.

O deliliği yaptım, itiraz etmeyip yanındaki boş alana attım kendimi. Sırtım yatağın soğuk çarşafıyla buluştuğunda ürperip yana döndüm. Kıvırcık saçları alnına düşmüş yabancının yorgun yeşilleri bir umut beni seyrediyordu.

"Geçecek," dediğini duydum uykuya dalmadan hemen önce. Parmaklarının uçları yüzüme savrulan saçlarıma değip onu arkaya doğru attırdı.

"Uyandığımızda bugünü yaşamamış olacağız." Sesi çok yatıştırıcıydı. Ona inanmak istediğim için aksine hiç çabalamadım. "Ama o öpücüğü unutmayalım, o yaşandı aynı öncekiler gibi."

Dudaklarımı kenara kıvırıp yumdum gözlerimi. İlaçlarımı içmediğimden gece kabusu görebilirdim ve o yine buna şahit olmak zorunda kalabilirdi. İstemiyordum ama gitmeye ne niyetim ne de gücüm vardı.

"Teşekkür ederim," dedim başımı yastığa iyice yerleştirirken. "Hep yanımda olmaya çalıştığın için teşekkür ederim Andrea."

Gerisiyse benim için huzurlu bir uykudan ibaretti.

🍁

 

Uzun zamandır böylesine rahat bir uyku çekmemiştim. Yaralanmalar ve yaşadığım korkuların üzerine de böyle kesintisiz bir uyku doğrusu benim için imkansız gibiydi ama çok iyi hissediyordum. Sanki hayatım boyunca böyle deliksiz uyumayı beklemiştim.

 

Gözlerimi araladığımda bir yabancının kollarının arasındaydım. Saçları dağılmış, dün yorgun bıraktığım yüzüne renk gelmişti. Onu böylesine yakından görebiliyor olmam içimi titretiyordu.

 

Ne ara koluna yaslamıştım başımı bilmiyorum ama Andrea bir elini başımın altından sokmuş diğerini de karnıma yerleştirmişti. Bana dokunabiliyorsa benim de ona dokunmaya hakkım vardı bence.

 

Parmak uçlarımı saçlarının arasına geçirmeden edemedim, saatlerce oynayabilirdim, öylesine güzel ve kıvırcıktı ki beni büyülüyordu.

 

"Ellerin," diye mırıldandığında yaptığım işe devam ettim. "Ellerin bana iyi geliyor, Çınar Yaprağı." Son sözüyle beraber parmaklarım amore dediği özgürlüğe değdi. Bu anlık hareketimle huylanmış olacak ki başı ve omzu elime doğru yumuldu.

 

"Senin de sözlerin bana iyi geliyor, onu ne yapacağız?"

 

Tercümanlığını yaptığım patronumun yatağında onun bana iyi geldiğini söylüyordum. Kulağa biraz absürt geliyordu ama tam olarak bunu yaşıyorduk şu an.

 

Yeşil sonsuzluklarını araladı, beni gördüğüne emin olduğunda da kocaman gülümsedi. Yanındaki varlığımı sevmişti, aynı benim gibi.

 

"İyi geliyorsa hep söyleyebilirim."

 

Karnımdaki eli yanağıma uzandı ve değdiği yeri yavaşça okşadı. Görevimi çok yanlış icra ediyordum. Adamın koynunda görev mi kalmıştı zaten?

 

"Söyle, isterim."

 

"Kahvaltı için bir şeyler söyleyeyim," deyip hareketlendiğinde elimi göğsüne bastırdım yavaşça.

 

"Şöyle kalsak olmaz mı Andrea? Hemen yemeğe mi ineceğiz? Hem ben bize bir şeyler hazırlayabilirim."

 

Gözlerime bakıp dudaklarını araladı, sonra durdu. Biraz ne diyeceğini tarttı aklında, bunu yaparken dudaklarıma birkaç bakış atmayı da ihmal etmemişti.

 

"Sen de rahatsızsın, dinlenmen gerek, arar sipariş veririm. Hem..." Tek kaşımı yukarı kaldırıp devam etmesini bekledim. "Hem biraz daha böyle durursak şu halimle bile kendimi tutamayabilirim, Derin."

 

Sesi adım kadar derinden gelmişti, sözleri içimde bir şeylerin kıpırdanmasına neden oldu ve dahası da vardı, tek bir sözüyle beni sırılsıklam edebilir miydi bilmem ama bana öyle bakarsa eriyip gidebilirdim.

 

Dudaklarımdan ayrılan gözleri saten geceliğimde gezerken hata yaptığımı fark ettim. Yılların alışkanlığından onun için vazgeçemezdim ki, dün gece de o halime rağmen geçirivermiştim üzerime.

 

Sertçe yutkunup yerimde kıpırdandığımda göğsündeki elimi fark etmeden sıkmıştım. Çok yanlış sulardaydım, ondan uzak durmam gerekiyordu ama her seferinde daha ileriye giderken buluyordum kendimi.

 

"Böyle yaparsan nasıl bırakacağım ki seni?"

 

Elini göğsündeki elime götürürken koluma temas etmeyi ihmal etmedi. Yaramın açıkta kalan kısımlarına değen parmakları içimi ürpertti. Birkaç saniyeliğine gözlerimi yumduğumda nefes almaya çabalıyordum.

 

"Hastasın, Andrea," diyebildim zar zor. Bacağını düşünmesi lazımdı, bu gidişte onu daha beter hale getirecekti çünkü üstüme çıkmak istediğinden emindim.

 

"Hastayım, Çınar Yaprağı ama tutkuluyum da."

 

Bunu anlamamak için kör olmak lazımdı zaten. O bakışların masum olduğuna inanmak mümkün değildi. Gözlerinin yeşil tonları koyulaşıyorken yeni bir Andrea ile tanışıyordum, beni gerçek anlamda arzulayan bir Andrea'yla.

 

Onunla olmam için aramızdaki engellerin birer birer kalkması lazımdı, en önemlisi de sırların açılmasıydı. Ona değer veriyorken de âşık gibi davranamazdım, sadece tutkuyla onunla birlikte olamazdım.

 

"Yemek," diyerek doğruldum. "Arayıp sipariş et istersen. Acıktım ben de." Kaçışım yüzündeki tebessümü arttırdı ve yanağıma dokundu usul usul.

 

"Ben de acıktım." Sadece karnı acıkmamıştı, bunu anlamıştım. Parmakları yanağımdan çeneme doğru indiğinde beni yavaşça kendisine doğru çekti. "Çok açım."

 

Dağılmış kıvırcıklarına tutunup ona doğru eğildiğimde mesafeyi hâlâ sıfıra indirmemiştim, hâlâ direniyordum kendimce.

 

"Hm, öyle mi?"

 

"Öyle."

 

"Arayacak mısın artık?" Kaşlarını havaya kaldırdı şaşkınca, onu öpmemi bekliyordu, bunu söylememi değil.

 

Beni sıkıca tutuyordu ve mesafemizi bozmadan eline telefonu aldı. "Si, come di solito." Her zamankinden istiyordu, demek ki sürekli bir şeyler söylüyordu. Yemek yapmada kötü olduğunu söylemişti ama en azından kahvaltı hazırladığını düşünmüştüm.

 

"Aradım."

 

"Gördüm. Müsaade edersen üzerimi değiştireyim."

 

Hiç niyeti yoktu ama bana karşı gelmedi, parmaklarını sarı saçlarıma değdirdi belli belirsiz. "Peki," deyip ellerini çekti üzerimden. Bakışlarında bir değişiklik olmamıştı, hâlâ karanlıktı. Evet desem sabaha farklı bir şekilde devam edebilirdik.

 

Nihayet bedenimi ondan ayırıp ayağa kalktım. "Gideyim ben," dediğimde isteksizce "Git," dedi bana. En az istediği şeydi gitmem. Bu kadar arzunun bir karşılığı olmalıydı.

 

Misafir odasına gidip bir elbise çıkardım çantamdan, içinde onun gömleği de vardı. Geri dönüş biletimdi aslında bu.

 

Elimdeki eşyalarla odasına gittiğimde başını yastığa yaslamış tavana bakıyordu, sanırım onu biraz zorlamıştım ama fazlasının olacağını o da bilemezdi.

 

"Gömleğin," dedim ona doğru ilerlerken. "Bende kalmıştı, getireyim dedim." İyi yapmışsın der gibi başını ağır ağır salladı. Gömleği yatağın kenarına bırakıp elimdeki iki elbiseyi gösterdim ona.

 

"Hangisi? Hangisini giyeyim sence?"

 

Biri çiçekli mavi mini bir elbiseydi, diğeriyse göğüs kısmı oturan toz pembe korseli bir elbiseydi ama altları yine uçuş uçuştu.

 

"Derin, şu halde gerçekten bunları giyecek misin ya?"

 

"Neden, çıplak mı kalayım?"

 

"Neden olmasın," diye İtalyanca mırıldandı, duymadığımı sandı. Halbuki ben onu çok iyi duyuyordum.

 

"Üzerimde hangisi güzel durur sence?"

 

"Koluna ve aklıma zarar vermeyecek bir şeyler giymeni tercih ederim. Tüm kıyafetlerin böyle mi senin?"

 

Ağır ağır başımı sallarken odağım mavi elbisemdeydi. "Şu daha iyi sanki, koluma da zarar gelmez hem."

 

"Eşofman, şort, tişört gibi şeyler yok mu?" Başımı iki yana salladım. "Yok," dedim ona dönerek. "5 yıldır böyle giyiniyorum. Hastaysam bile kalitemden ödün veremem."

 

"Maviyi giy." Parmağı daha usturuplu olan elbiseme dönünce gülümsedim. Ona sırtımı dönüp üzerimdeki geceliği sıyırdım bedenimden.

 

İçten içe küfrettiğini duymak beni gülümsetti, üstümde hiçbir şey yoktu, çıplak sırtım ve altımdaki iç çamaşırımla karşısındaydım.

 

"Güzel tercih," dedim ağır ağır giyinirken. "Tam yazlık elbise. Hem kolumu da acıtmaz." Sesinin çıkmaması daha da gülümsetti beni. Eteğimi kalçamdan aşağı çekiştirirken belimdeki elle irkildim. Ne ara sessizce gelip sarmıştı beni?

 

"Sen adamı hasta hasta ayaklandırırsın." Başını boynuma eğerken gülümsedim. "Sen adamı ayaklandırır sonra yıkar geçersin."

 

"Türkçe'yi sökmüşüz bakıyorum."

 

"Sen adama bildiği dilleri de unutturursun Derin, benim sınırlarımı zorlama." Kulağıma yaklaşıp söylediği sözleri içimi kıpırdattı. "O sınırları zorladığın her an daha da yaklaşıyorsun."

 

"Neye? Neye yaklaşıyorum?" Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu, birden çıkıp gidecek gibiydi. Bu yakın temas beni yakmıştı.

 

Soruma cevap vermedi ama elini belimden bir çizgi halinde aşağıya indirdi. Bana tutunup ayakta dururken ağırlığını vermiyor bir de beni yoldan çıkarmaya çalışıyordu. Parmakları karnımın altına doğru inmeye başlayınca sertçe yutkunup gözlerimi kapadım.

 

Durdu. Daha da aşağıya inmesini bekledim ancak kıpırdamadı. Bileğinden tutup parmaklarını sızlayan noktama götürmek istesem de katı kaskatı duran elini hareket bile ettiremedim.

 

"Oynama benimle, Çınar Yaprağı."

 

Başımı ona doğru çevirdiğimde dudakları benimkilerle aynı hizadaydı. Onları benimkine doğru yaklaştırdı ama değdirmedi. Değmesini çok istiyordum ama bir türlü yapmıyordu.

 

"Bir şey yapıyorsan sonuçlarına katlanmalısın."

 

Karnımdaki elini çeneme yerleştirip başımı öne çevirdi. Ölmek üzereydim, böyle bir nabzın başka açıklaması olamazdı ki.

 

"Şimdi kahvaltıya inelim."

 

Beni sırılsıklam ettikten sonra söylediği son söz bu oldu, elinde değnekle zar zor yürüyorken öylece arkasında kaldım. Kendime gelmeye çalışıyordum.

 

Bu defa gerçekten kaşınmıştım ve bana bunun bedelini fena ödetmişti. Şimdi tüm gün kendimi onun kucağında hayal edecektim.

 

🍁

 

Ay siz ne yapıyorsunuz çocuklarım, birbirlerini kışkırtıyorlar ölüyorum.

 

İkili sahneleri seviyor musunuz?

 

Nerede patlayacaklar ben de merak ediyorum doğrusu, Derin de bazı şeyleri taşıyamamaya başladı (vicdanı gibi) İstediği bilgileri alamayınca yöntem değiştirdi, peki Ayanlar ne yapacak?

 

O itiraf geldiğinde Andrea ne tepki verecek?

 

🍁Arrivederci🍁

 

🍁
Alıntılar ve paylaşımlar için beni şu hesaplardan takip edip destek olabilirsiniz, beraber büyüyüp daha fazla kişiye ulaşabiliriz.

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe
🍁

 

Loading...
0%