@rubamsalepe
|
Nefes almak bir çınar yaprağı için mümkün müdür? 🍁 Andrea Bellini Bugün hayatıma benim ona yabancı olduğum bir yabancı girmişti. Sadece bana yabancı olduğunu kardeşimin odasına girdiğinde öğrenmiştim. Yıllar öncesinden arkadaş olduklarını söyleseler de yüz ifadeleri bu dostluğun bir yerde bittiğini gösteriyordu.
Sebebini henüz bilmesem de içgüdülerim bana Çınar Yaprağı'nın suçsuz olduğunu söylüyordu. Yine de kardeşime ve kocasına bunu yakıştıramamış, olayları geçiştirmiştim. Böylesine iyi bir tercümanı onlar yüzünden bırakacak değildim.
Onu odamda Tümer'le yüzleşmeye bırakmam ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama Derin'in her şeyle mücadele edebilecek bir kadın olduğunu gözlerinden anlamıştım. Ben onu tanımıyordum ama sanki yıllardır bizimleydi, yıllardır onunla vakit geçiriyormuş gibi hissediyordum.
Bakışlarındaki öz güven, çekici duruşu, dolgun dudaklarındaki tebessüm, sapsarı dalgalanmış saçları, denizin en güzel tonundaki mavileri, bir de arada bir gözüme takılan yırtmacı bana fazla tanıdık hissettiriyordu.
Onu daha önce hiç görmediğime yemin edebilirdim. Sırf bu histen dolayı onunla devam etmek istiyordum. Öyle bir şeydi ki bu, bana hiçbir kadın böyle hissettirmemişti.
Fazla güzeldi ve fazla cesurdu. Daha önce çalıştığım hiçbir kadın böyle cesur konuşmamıştı benimle, bakışlarında bile bir asalet vardı ve benim gözlerim o duruşa takılı kalıyordu. Güzelliğinin bile önüne geçmişti cesaretli sözleri. İşte o anda dedim ki Andrea bu kadınla çalışman gerekiyor, bu kadın hayatına iyi gelecek, çalışma hayatına.
Verdiğim metni çevirdiğinde işindeki maharetini de görmüş oldum. Biraz benimle alay etmişti onu anlamadığımda ama bunu sorun etmeyecektim. Midesinin sırtına yapıştığını deyim gibi düşünmek benim için her zamanki gibi zordu. Onu bu yüzden işe almıştım, bana gülen tek kişi o olmalıydı diğerleri değil.
"Yalnız yemekler nefis, aynı İtalya'daki gibi olmuş Sıla."
Ağzıma attığım makarnaları zevkle yerken kardeşimin yüzündeki gerginliği görebiliyordum. Bana neler yaşadığını anlatması için onu biraz sorgulamam lazımdı.
"Afiyet olsun, bence de çok lezzetli."
"Konuşacakların mı var benimle?"
Başını iki yana salladığında sadece yemek için burada olduğumu anladım. Bir gün geç yeseydik olmaz mıydı? Ben Çınar Yaprağı'na söz vermiştim ama onun da isteğiyle şimdi buradaydım.
"Sıla siz üniversiteden arkadaşsanız o nasıl tercüman oldu?" Yutkunup elindeki çatalı tabağına koyduğunda sözlerim yerine ulaşmış gibiydi. "Yani sen ve Tümer özel bir üniversitede işletme mezunusunuz, o nasıl tercüman oldu?"
Sözlerimi düşündü, olumlu ve olumsuz yönlerini düşündü ve en sonunda vereceği cevaba karar verdi. Çok düşünmüş olması beni şüphelendirse de Derin'i de sorgulayıp bazı şeyleri öğrenmeyi planlıyordum.
Varsayımlardan çok bilgiye sahip olduğunu düşünsem de onu üsteleyip sıkıştırmayacaktım.
"Peki."
Tabağımdaki makarnaları zevkle yerken bunun bir akşam yemeğinde şarap eşliğinde olmasını hayal ettim ancak karşımda kız kardeşim değil başka güzel bir kadın olmalıydı, saçları sarı ve elinde dövmesi olan bir kadın.
"Yemeğimi de bitirdiğime göre işime dönebilir miyim, patronum kızmasın."
İtalyanca konuştuğumuz için rahat rahat derdimi de anlatabiliyordum, Türkçe benim için biraz zorlayıcıydı.
"İzin verilmiştir Sinyor Andrea Bellini, gidip çalışabilirsiniz."
Elini kapı yönüne uzattığında az önce peçeteyle temizlediğim dudaklarımı kondurup ayrıldım yanından.
Odamın kapısını çalarak girmem Derin'i şaşırtmış olacak ki tuhaf bir bakışla bana döndü. Kendi odam bile olsa içeride bir kadın varsa tıklayarak girmek gerekmez miydi?
"Yemişsin yemeğini, afiyet olsun."
"Teşekkürler." Gözlerim etrafı aradığında konuşmaya devam etti. "Tümer çok durmadı, işi varmış o yüzden çıktı."
Ayağa kalkacakken ellerimi ona uzatıp yardım ettim, topuklu ayakkabıları ona zorluk çıkartmamalıydı en azından ben varken.
"Bir toplantım olacak bunun için yer ayırtıldı. Oraya gideceğiz, biraz uzun sürebilir."
Yabancı meslektaşlarımla oturup paneller hakkında konuşmam gerekiyordu, bunu sessiz ve güvenli bir mekanda yapmaya karar vermiştik. Bir kahve içip belki de akşam yemeğine kadar orada kalacak görüşmeler yapacaktık.
"Anlaşıldı. O halde ben arabayı çıkartıp peşinden geleyim."
İki arabayla gidip fazla yakıt harcamaya gerek yoktu. Benim arabamla gidebilirdik ve onu görmek istememle bunun hiçbir alakası yoktu.
"Benim arabamla gideriz."
Mavileri benimle yeniden buluştuğunda dudaklarında gözlerimi ayıramadığım çapkın bir gülümseme belirdi. Bu kadın büyülü olmalıydı ya da ben delirmiştim.
Ellerini benimkinden çektiğinde hâlâ tutuyor olduğumu yeni fark ettim. Bir soğuk su içmenin vakti gelmişti de geçiyordu.
Dolaptan bir soğuk su alıp yarısına kadar içtiğimde bana baktı, sanırım o da istiyordu. Yenisini almak için eğildiğimde elimdeki şişeyi alıp içmeye başladı. Su mu içiyordu yoksa beni etkilemek miydi yaptığı anlayamamıştım. Bir anda büyülü bir dünyanın içinde bulmuştum kendimi ve o büyülü dünya çınar yapraklarıyla kaplıydı.
"Neden çınar yaprağı senin için özgürlük?"
Dudaklarını şişeden ayırıp yeniden bana döndüğünde yüzündeki tüm tutkulu ifade silindi, yerini bir acı aldı. Muhtemelen duygularını saklayabildiğini sanıyordu ama karşısındaki adam o kadar aptal biri değildi. Sıla'yla neden bu duruma geldiler ve neden içinde bastıramadığı bir geçmiş olduğunu bilmiyordum, hepsini öğrenme niyetinde olsam da ağzını açmayacaktı.
"Belki bir gün söylerim. Peki senin için neden aşk demek?"
Amore, çınar yaprağı ve amore...
Elini ince beline yerleştirip onu kapıya kadar götürmeye başladığımda cevabım netti.
"Belki bir gün öğrenirsin Çınar Yaprağı."
Yüzündeki tebessümle beraber kapıya getirilen arabaya kadar sessizce yürüdüğümüzde tüm gözler yine onun üzerindeydi. Herkesin içinde yıldız gibi parlarken o ışıltısı sadece benim değil başkalarının da dikkatini çekiyordu. Kendine olan bu bakışlardan rahatsız olmuyor aksine gurur duyuyor gibiydi.
Arabanın önüne geldiğimizde kapısını açıp narin ellerinden tutarak onu araca bindirmiştim. Şoför koltuğuna geçer geçmez arabayı çalıştırıp gideceğimiz yöne doğru hareket ettim.
"Yine herkes Çınar Yaprağı'nı seyrediyordu. Rahatsız olmuyor musun?"
Açık açık sormazsam meraktan ölebilirdim, o korkusuz bakışları bana bunları açık açık sorma cesareti veriyordu.
"Neden rahatsız olayım ki? Herkes güzel olduğumu biliyor."
Şımarık bir kız çocuğu hallerine bürünüp saçlarıyla oynamaya başladığında dudaklarımdan bastıramadığım bir kahkaha fırladı.
"Sen cidden o kadar güzel olduğunu mu düşünüyorsun?"
Tuzak soruydu, çok güzeldi ve bunu inkar edersem bir ömür boyu hapis cezası alacak kadar büyük bir kabahat işlemiş olurdum.
"Değil miyim Andrea?"
Elini parmaklarıma götürüp yırtmacından firar eden pürüzsüz bacaklarına yerleştirdiğinde sertçe yutkundum. Beni yoldan çıkarabilirdi. Gözlerim bir anlığına elimin altındaki sıcaklığa değdiğinde direksiyona hakim olamayıp aracı kontrol edemedim. Elimi teninden çekip direksiyonu tuttuğumda kaza yapmamak için toparlamaya çalıştım. Emniyet kemerlerimiz bizim yaralanmamıza engel olurken karşıdan gelen tırlara çarpmamak için dualar ettim. Son çare gözüme ilişen tarlaya doğru aracımı sürdüğümde yolun kenarındaki bariyeri aşıp sebze tarlasında bulunan su çukuruna tekerlek saplanınca zar zor durdum.
Nefes nefese kaldığımda gözlerim bir anda yanımdaki kadını buldu, iyi miydi, korkmuş muydu? Yüzünde sadece heyecan vardı, ölümden korkmuyor muydu? Ben korkmuştum ikimize de bir şeyler olur diye ama o yine cesur davranmıştı. Sebze bahçesinin ekili olmayan kısmını ezmiştim, aracı çıkarmak için çekici gerekiyordu. Bir süre buradaydık sanırım.
"İyi misin Derin?"
"İyiyim, sen iyi misin?"
Değildim ama o iyiyim deyince aksini söylemeyi kendime yediremedim.
"İyi." Çekiciyi arayıp telefonu ona uzattığımda Türkçe yardım isteyip benden çok daha iyi ifade etti yerimizi.
"Güzel miymişim değil miymişim?" Dalga geçiyordu benimle, bunu söylerken de keyfi çok yerindeydi.
"Kaza yapıyorduk Derin, bana kaza yaptırıyordun." Kemerimi çıkartıp ona döndüğümde o da aynısını yaptı. "Araba kullanan birine bu yapılır mı?"
"Etkilendin mi yani?" Aksini mi düşünüyordu? Yıllardır hayatına hiçbir kadın girmemiş adamı yarım günde yolundan çıkartıp kaza yaptırmıştı.
Derin Aras
Parmakları bacağımı buldu aynı az önce benim yaptığım gibi. Eğer ben bunu yapmış olmasaydım cesaret edemezdi. Dizimden başlayıp yukarı doğru çıkarken içim kıpır kıpır oluyor gözlerim kapanmak istiyordu. Böyle olmamalıydı, bu anı defalarca yaşamış hiçbir şey hissetmeyip taklitlerle insanları kandırmıştım. Şimdiyse bir dokunuş bana zevk aldırmamalıydı, bunda yanlış bir şeyler vardı. Baldırıma kadar gelen eli bacağımı hafifçe sıktığında onu bu hale getirenin ben olduğumu anladım. Yoldan çıkarmıştım onu ve yaptıklarının cesaretini benden bulmuştu.
Parmaklarının daha ilerisini bulmasını istiyor olmam görevime ihanet ediyormuş gibi hissettirdi. Elinin üzerine benimkini koyup biraz daha yukarı çıkardığımda sesli sesli nefes alıp vermeye başladım.
"Derin, sence de biraz..."
Fazla hızlı gidiyorduk, ihale teklifini öğrenebilmem için seni sarhoş etmem gerekiyordu, şimdi hiç yeri değil biliyorum ama kendime engel olamıyorum.
"Biraz ne?" Başını bana doğru yaklaştığında boştaki elim omzunu sıkıca kavradı.
"Biraz..." Dudaklarıma baktığında beni öpmekten öteye gitmek istediğini çok belli ediyordu. İşin kötüsü bir anlık gafletle ben de istiyordum. "Araçtan inelim mi? Gelirler şimdi."
"Olur," dedim nefesimi düzene sokmaya çalışarak. Bacağımdaki elini oraya çıktığı yoldan okşaya okşaya indirirken bacaklarımın arasının sızladığını hissediyordum. Bu yabancı beni yakıp bitirirdi, ona dokunan ben olmalıydım bana dokunan o olduğunda aklım karışmış olmalıydı.
"Okulu neden bıraktın Derin?" Çok ani olmuştu bu, demek ki içine bir şüphe kırıntısı düşmüştü ve ben o kırıntının peşine düşmek durumundaydım. "Sıla mı söyledi?" "Sıla söyledi." "Bunu daha müsait bir anda konuşsak..." Olayı çevirmeye çalıştığımı fark etmiş yüzüne de yemezler dermiş gibi bir ifade takınmıştı. Saf bir adam değildi, sorgulayacaktı demek ki. Meraklı olması daha sonra işime yarayacak olsa da ondan önce proje ve fiyat teklifi bilgisi almam gerekiyordu. Bundan önce o ikisinin yaptıklarını anlatamazdım, her şeyin bir sırası vardı. "Sana bir şey mi yaptılar?" "Yanlış anlıyorsun Derin, sadece bir anlık bir hevesti. Ben seni seviyorum." Bedenime sardığı ellerinden kurtulmaya çalıştıkça daha da üsteliyor beni aldatmadığına ikna etmeye çalışıyordu. Yatağımda bastığım her şeyim dediğim iki insan beni bugün yerle bir etmişti. Nefes alamıyordum, yaşlarımı parmak uçlarımla silerken Sıla'nın kızarmış çıplak bedeni tam karşımda duruyordu, yüzündeki ifadeyle ilk defa karşılaşıyordum. Rahatlamış bir hali vardı, sanki uzun zamandır bu anı kolluyordu. "Def olun, Allah belanızı versin. Bunu bana nasıl yaptınız ya? İnsan sevdiğini aldatır mı hiç? İnsan en yakın arkadaşını aldatır mı?" Bacaklarım beni taşıyamaz hâle geldiğinde Tümer'in kollarından kurtulmuş yere kapaklanmıştım. Bu kadarı fazlaydı, bu kadarını kimse yaşamamalıydı. İhanetin en büyüğüne uğramıştım ve bu benim boynuma sarılmış bir urgan gibiydi. Beni bir taburenin üzerine çıkartıp sallandırmışlardı ve ben çırpınarak son nefesimi veriyordum şimdi. "Bak seninle devam etmek istiyorum ama onu da bırakamam anla beni." Yanıma çöküp saçmalamaya devam etti. "Hem istersen sen de..." Yüzüne sert bir tokat indirdiğimde soğumadı içim. Sıla'nın Tümer'i başımdan alıp çekiştirerek odaya götürmesiyle yüzsüzlüklerinden midem bulandı. Kapıyı kapatıp sevgilim sandığım kişiyle kaldıkları yerden devam etmesi... Kaldıramadım, kendimi sokaklara vurdum ben bunu sindiremedim. "Derin, Derin iyi misin? Bak gözlerime." Boşluktaki gözlerimi ona çevirdiğimde ondan bir hayli aşağıda olduğumu fark ettim, ne ara yere düştüm ne ara kendimden geçtim bilmiyorum ama bugün iki kere bunu yaşamış olmam tesadüf olmamalıydı. Onlarla yüzleşince tetiklenmiş olmalıydım. "Tansiyon, tansiyonum düştü sanırım," dediğimde hiç inanıyormuş gibi baktı gözlerime, sana bir şey mi yaptılar sorusundan sonra bunu yaşamış olmam iyi olmamıştı. İnanmıyordu ama üstelemeyecekti. "Öyle olsun. Bugünlük eve geçip dinlen yarın devam ederiz." Yardımıyla kalkıp arabanın koltuğuna oturdum. Ne konuşacaklarını duymam gerekiyordu, beni göndermemeliydi. Hele ki benim yüzümdense asla yapmamalıydı bunu. "Yok ben iyiyim, hem tercümana ihtiyacın var." "Senin de dinlenmeye ihtiyacın var Çınar Yaprağı," diyerek elimdeki dövmeyi okşayıp bana döndü. "Bu yüzden eve gidiyorsun, patronun emrediyor." Israr etmeli miydim? Edersem kabul edecek miydi? Gözlerinin içine baktım bir süre, pes edip beni de götürmesini istiyordum. "Hayır dedim." Ellerimi havaya kaldırıp teslim oldum. Ayanlar ilk girişimimden hiç memnun kalmayacaklardı, özellikle Adil abi kızacaktı. Yasemin ne der düşünemiyorum bile. Çekicinin gelmesiyle araçtan inip biraz ileride beklemeye başladım. Arabanın ön tamponu biraz hasar almış Andrea'ya masraf çıkartmıştı. Belki de aracı değiştirirdi, zenginler öyle yapmıyor muydu? Son 5 yıldır zengindim ve arabam her sene bir şey olmadan değiştiriliyordu. "Neden bilmiyorum ama bana farklı hissettiriyorsun. Bilmediğim bir şeyler olduğunu düşünüyorum ama sanırım bunu üstelemenin hiç zamanı değil." Çekicinin arkasına yanaşan taksiyi görünce bana orayı işaret etti. Belimdeki eliyle yürümek güvende hissettirirken aklımda olan tek şey işlerin yanlış gidiyor olmasıydı. "Bilmediğin bir şey yok." Profesyonel bir yalancı olsam da artık onu bu konuda ikna edebilmem mümkün değildi. "Sei un bugiardo." Yalancı olduğumu söylüyordu ve bunda sonuna kadar haklıydı. Yüzündeki tebessümü biraz daha gevşememi sağlarken taksiye ulaşmıştık bile. O kırık Türkçesiyle gidip çekiciye bir şeyler anlatıp bana geri döndü. Arka koltukta tam yanımda oturmuş gözlerini konuşmamı beklermiş gibi bana çevirmişti. "Ne yaşadığını bilmiyorum ama," dediğinde yeniden ellerimden tutmuş dövmeme dokunup parmaklarını üzerinde gezdirmeye başlamıştı. "Sen bence çok güçlü bir kadınsın. Zaten şu topukluların üzerinde dimdik durup herkesin içinde salınabiliyorsan bana aksini göstersen bile inanmam." İtalyanca kurduğu cümleler yüzüme tebessümü geri getirdi, masum değildim ama bu adamın masumiyetini çalacaktım. Daha önce kötü ve karanlık adamlara bunu yaptığımda ekstra bir rahatlık gelirken herhangi birine yaptığımda da rahatsızlık duymuyordum. Andrea kötü bir adam değildi ama ilk defa kırgın hissediyordum. Bu hissi onu gördüğüm andan beri içimden bir türlü atamadım. "Bana fazla güveniyorsun Andrea, sonuçta ben bir yabancıyım senin için." "Ben de senin için yabancıyım, Çınar Yaprağı." Her anlamda yabancıydı ama işleri ilerleteceğimize çekimimizden emin olmuştuk ikimiz de. "Fazla hızlandık." Şoföre bakarak söylesem de kendisinden bahsettiğimi anlamıştı. "Bazen hız iyidir." Rolleri değiştirmiştik ve aynı şoför gibi hızlı gidiyorduk. "Beyefendi biraz yavaş lütfen." Önüme döndüğümde bu defa ciddiydim. "Tarlaya dalacağız yine o olacak. Acelemiz yok en azından ahirete gitmek için." Şoför kulağındaki kulaklıkla yola tam gaz devam ederken sıkı sıkı tutundum, emniyet kemerimi takmak için geç kalmıştım. Çeksem de sarsılmaktan takamıyordum. "Yavaşlasana be adam! Duymuyor musun?" Andrea'yla birbirimize tutunup ölmemeye çalışırken adamın umurunda bile değildik. Kaç dakika sürdü bilmiyorum, 15 dakika sürmesi gereken yolu göz açıp kapayana kadar bitirdi ve durdu. İkimiz de nefes nefese kalmış ardımıza yaslanmıştık. Adam bizi öldürmeye mi çalışıyordu? "Sen delirdin mi adam? Ölüyorduk!" Andrea'nın tepkisine sessiz kaldığında adam daha çok sinirlendi ve bana döndü. "Yola bu adamla devam etme." Canımdan endişe etmişti, kaza yaparken korkmayan ben bundan korkmuştum garip bir şekilde. O sırada öndeki adamla gözlerimiz dikiz aynasında buluştu. Adil abinin şoförü Ahmet'i görünce şaşırmamam gerekirdi aslında. "Cadde sonunda ineceğim zaten, merak etme devam edebilirim." "Derin endişeleniyorum." "Sadece şurası, çok sürmez endişelenme." Bunun üzerine laf söylemedi ve araçtan inip giden sarı taksiyi izlemeye koyuldu. "Sen kafayı mı yedin Ahmet? Ölüyorduk." "Hayatınıza biraz renk kattık Derin Hanım," derken yüzünde her zamanki soğukluk vardı. Hayatım çok sakinmiş gibi bir de renk mi katmak istemişti? Ben kendimi ruh hastası sanırken bu benden de manyak çıktı. "Eve sür Ahmet, mümkünse yavaş sür." Nefesimi zar zor düzene sokabildim, insan insana böyle muamele etmezdi. Zaten gerilmiştim vereceğim hesaplar için bir de bu adam beni germişti. Kısa günün kârı olan şeyler de vardı, hepsini Adil abiye sıraladığımda belki onu tatmin edebilirdim. Kısa araba yolculuğumdan sonra topraklı ayakkabılarımla büyük evimizin kapısından girdiğimde içerideki koltukta Yasemin'le beraber oturuyor kapıya bakıyorlardı. Yasemin sabahki çekiciliğinde gözükürken Büyük Ayan sabahki kadar babacan durmuyordu, sanırım erken dönmem onu sinirlendirmişti. "Derin, hoş geldin." Tebessümle cevap verip çantamı masaya koydum. Yanlarına yürürken ayaklarım geri geri gidiyor hafif bir sıcaklamayla sınanıyordum. "Otur şöyle." Yasemin kömür karası gözlerini üzerimden çekmezken Adil abi de ondan farksızdı. Elini Yasemin'in bacağından çekip diğer eliyle birleştirdiğinde konuşmaya hazır hale gelmişti. "Neden erken döndün? Mesai saatinin yarısı doldu Derin neden buradasın?" Ahmet'i nasıl ne zaman peşime taktığını, nereden haber aldığını bilmiyordum. Sorularına verecek cevabım olsa da bunlar onu tatmin edecek miydi? Umarım ederdi yoksa korkmam gerekiyordu. "Abi biz iyi anlaştık, aramızda bir çekim de oldu. Yani benden çok etkilendi o kısmını çözdüm." Ee sonra ne oldu bakışlarına karşı gardımı indirmek durumunda kaldım. "Çeviri yaptım ama çok işe yarar bir bilgi yok, panellerin güneş ışınlarını alış açısı ve yönünden bahsediyordu bunu bizim uzmanlarımız da yapabilir." "Sadede gel, Büyük Ayan seni mi bekleyecek?" "Öğleden sonra toplantıya gidiyorduk dışarıda. Küçük bir kaza yaptık o da bugünlük eve dönmemi istedi." İkisi de bir şeyim var mı yok mu diye beni incelerken yüreklerine su serpen yine ben oldum. "Bir şeyim yok." "O neden eve gitmedi de sen gittin?" "Geçmiş gözümün önüne gelince..." Önündeki sehpaya vurduğu sert yumruktan dolayı cümleme devam edemedim. "Bu işi yapamayacak mısın sen Derin? Senden bilgi istiyoruz ve vaktimiz az. Adamı etkileyebilmişken günün kalanını nasıl onunla geçirmezsin?" Haklıydı, intikamımı düşünmekten ve cilveleşmekten öteye gidememiştik. Ne dese yeriydi. "Abi ben özür dilerim, elimden geleni yapıyorum." Ayağa kalktığında kolunu tutan Yasemin oldu, asla şiddet uyguladığına şahit olmamıştım ama bazı durumlarda insanların üzerine yürüme huyu vardı işte. "Ben seni hangi boktan çıkardım biliyorsun değil mi? Seni o cehennemden biz kurtardık Derin! İlle yaşadıklarını yüzüne mi vurmamız gerekiyor? Ekmeğini yediğin kapıya ihanet edersen Ayanlar bunu unutmaz." Sabah benimle konuşan o adamla bu adam arasında dağlar kadar fark vardı. Yasemin'se sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor Adil abinin omuzlarını ovuşturuyordu. "Derin bize ihanet etmez ki, insan kendisini kurtaranlara ihanet etmez. Değil mi Derin?" "Öyle, kızma bana ben size ihanet etmem, edemem. Her şeyi size borçluyken hele..." Benliğimden bile geçmişken ihanet edemezdim ki. "Eğer hâlâ ayaktaysam sizin sayenizde ve ben bunun farkındayım. O hapishanede karşıma çıkmasaydınız ben kolay kolay devam edemezdim." Hapishanede bir Ayan'la tanışmam hayatımı değiştirmişti. Ailem bile benden vazgeçmişken onlar elimden tutmuştu. O kirli elleri üzerimden çekenler bana öl dese ölmem gerekirdi. "Odana git ve düşün Derin, planlarını iyice yap. İhale projeleri tamamlanmak üzere. Ya bana projeyi getir ya da teklifi. İkisi de olmazsa son kozumuzu oynayacağız." Başımı sallayıp ayağa kalktığımda ikisi de yerine geçip arkasına yaslandı. Sinirinden faydalanmak isteyen Yasemin biraz fazla yakın duruyordu ve burayı hemen boşaltmam gerektiğinin mesajını veriyordu bana. Çantam ve telefonumu alıp salondan çıkarken hizmetlilere seslendim. "Bir saat izinlisiniz, evin dışında olun ve çağrılmadan içeriye asla girmeyin." Odama çıkarken kulaklarımı tıkamadığıma pişman olmuştum, sonuçta abi dediğim insanın özel hayatına bu denli şahit olmak pek de hoş değildi. Topraklı ayakkabılarımı bir kenara fırlattığımda bileğimi saran kemerin izini ovuşturdum. Biraz canım yanmış olsa da onlardan vazgeçemezdim. Çıplak ayaklarla yatağıma doğru yürürken üzerimdeki elbiseyi de bir kenara fırlattım. Her bir parça bana yük oluyormuş gibi hissettiriyordu. İç çamaşırlarımın üzerine hiçbir şey geçirmeden kendimi yatağıma attığımda gözlerim tavana dikilmiş bugün yaşadıklarımı tartıyordum. Bir Çınar Yaprağı ve yabancı olarak bu kadar iyi anlaşıp yakınlaşmamız iyiydi ancak ihalenin çok yakında olması işleri hızlandırmam gerektiğini gösteriyordu. Peki ya her şeyi öğrendiğinde ne olacaktı? Ben neden pişman olacakmışım gibi hissediyordum? İçimdeki sıkıntı ne zaman gidecek bilmiyorum ama sanki Andrea... Bana emredileni yaparken kimseye acımamış Derin Aras yine kimseye acımayacak, bu uğurda bedenini bile kullandıysan Andrea'ya iltimas göstermeyeceksin. Elimi havaya kaldırıp çınar yaprağı dövmeme baktım. Özgürlüğün en güzel haliydi, kendi evim olsa bahçesine bir çok çınar ağacı dikerdim çünkü o benim için hayat devam ediyor demekti. Hapishane avlusunda gökyüzüne bakarken kuşlar dışında gördüğüm tek şey epey uzakta olan tarihi dev çınar ağacının üzerindeki yapraklardı. Çınar yaprağı umut demekti, yaşam demekti özgürlük demekti. Belki de aşk demekti.
🍁
Herkese selammm, yeni bölümle karşınızdayım. Neler neler yaşadık neler. Tarlaya mı uçmadık dönüşte uçarak mı gitmedik neler nelerr
Öncelikle Derin'in Adrea'nın elini bacağına koyması sonra da tam tersini Andrea'nın yapması... Yandık bittik
Bu bölümde Tümer ve Sıla'nın Derin'e ne yaptığının ilk aşamasını gördük ve bunlar daha hiçbir şey. Daha beterleri var amaaaa sonraki bölümlerde göreceğiz.
Yasemin ve Adil çok meşguller sessizlik lütfen dkdjfj
Ve Derin, travmalı kekim sana çok üzülüyorum ama sen neden Andrea'mı üzmeye çalışıyorsun?
Çınar yaprağının hikayesi... Peki ya Andrea'nınki ne olabilir?
Bölümü beğenmeyi unutmayalımm, yeni bölümde görüşmek üzere hoşça kalın❤️
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe
|
0% |