@rubamsalepe
|
İçimi cayır cayır yakan neyin ateşi? 🍁
Kulağımı delip geçen fısıltılar vardı. Hangi ağızlardan çıktığını bilmedim bu fısıltılar ne dediklerimi anlamasam da benim canımı yakıyor ağlamama sebep oluyordu. Bir anda yolumu aydınlatan ışık söndü ve tam başımın üzerinde yanan bir ışık tüm bedenimi aydınlattı. Üzerimde eski püskü iki parça kıyafetten başkası yoktu. Soğuk zeminden bacaklarıma sarılan iki yılan beni yere çekerken direnemedim. "İmdat!" Kimse duymadı. "Neden bana yardım etmiyorsunuz?" diye sordum, kimse beni umursamadı. Ben debelendikçe o soğuk iki yılan vücudumu sarmaya başlamış benim hareketlerimi kısıtlamıştı. "İmdat!" Yaşımı bile silemedim çünkü o iki yılan benim elimi kolumu da bağlamıştı. Sırtımda gezinen başı en son boğazıma dolanmış beni nefes alamayacak kadar çok sıkmıştı. Buydum işte ben, iki yılan tarafından öldürülen bir kadındım. Kimsenin yardım etmediği bir kadın... Gözlerim kararıyor olsa da pınarlarımdan yardım çığlığı atar gibi yaşlar firar ediyordu. Son bir gayret çığlık attığımda bir ayakkabı belirdi başucumda. 🍁
Üzerime sardığım pikeyi kenara fırlatıp ayağa kalktığımda gözüme saat ilişti, hazırlanıp yemeğe inme ve işe yetişme sürem ucu ucuna yetişecekti. Kendimi banyoya atıp işlerimi hallettikten sonra dolabımın başına geçip kıyafet seçmek benim için en zor olanıydı. Bugün kabuslarım kadar karanlık bir siyahı tercih etmeyi düşünüp elimi o renge götürdüm. Dizimde biten arka yırtmaçlı bir etek ve biraz göğüs dekoltesi olan askılı bluz benim için güzel bir kombindi. Üzerime giydiğimde takılarım bunları güzel gösterecekti emindim. Makyaj masamın üzerindeki takıları kurcaladığımda elime geçen üç sıra inci kolye ve bir çınar yaprağının altından sallanan incisiyle mükemmel görünen küpe bu kombini güzelce tamamlayacaktı. Parmaklarıma geçirdiğim yüzükler ve bileğimdeki ince altın bileklikle kombinimi tamamladığımda geriye sadece sarı saçlarımı yapmak kalmıştı. Düzleştirdiğim saçlarımı arkaya tarayıp sabitlediğimde kahvaltı için hazır olmuştum. Dünden sonra biraz tedirgindim, Adil abi yaptığım işten memnun kalmamış bana kızmıştı ama ilk günden ihale teklifini ya da projelerini öğrenmem mümkün değildi ki. Projelerden çok teklifle ilgileniyordu, Andrea'nın yönetim kurulunda da olduğunu bildiğinden ondan bu bilgiyi alabileceğime inanıyordu. Onunla sadece konuşarak bu bilgileri elde edemeyeceğim belliydi. Andrea bana birçok şeyi tercüme ettirecekse bile gidip bir teklif evrağını çevirtecek hali yoktu. Bu noktada işleri başka yere taşımalıydım. Aramızdaki çekimi kullanıp önce onu kendinden geçirmeli sonra da konuşturmalıydım. Ne kadar işe yarayacağını deneyip görecektim, belki de hiçbir şey planladığım gibi gitmeyecekti. "Günaydın sevgili Ayanlar," diyerek samimi bir giriş yaptığımda her ikisinin gözü de benim üzerimdeydi. Kahvaltıya tam zamanında yetişmiş olmanın vermiş olduğu rahatlıkla yerime geçtim. "Bugün seni nasıl bir gün bekliyor merak ediyorum doğrusu." Ben de merak ediyordum, elle tutulur bir bilgi alamazsam fırçayı yerdim. Andrea bana bugün faydan olmalı, yoksa sana zararım saha büyük olacak. Tabağıma aldığım lokmayı yiyerek başladım kahvaltıya, karnımın doyması çok uzun sürmeyecekti. "Ben de merak ediyorum Büyük Ayan, Derin yetenekli biri daha önce kaç işi bizim için hallettiğini unutmamalıyız." Yasemin bugün iyi günündeydi sanırım, beni övüyor olması iyi hissettirse de tuhafıma gidiyordu. Onlar için çok iş halletmiştim sorgulamadan, bana ülkeye ve Ayanlara faydalı dedikleri her şeyi yapmıştım. En uç noktam bir mafya grubunu alaşağı etmemdi. Ayanların ayağına dolanan bu kriminal tiplerin liderini yatağında bitirmiştim. Onu iyice sarhoş edip yatağına soktuğum çıplak bir adamla olan uzanma görüntüsü bile adamlarının ona sırt dönmesine sebep olmuştu. Memleket bir beladan benim sayemde kurtulmuştu. Her şey Ayanlar için değildi sonuçta, ülkemizi de düşünüyorduk. En azından ben öyle düşünüyordum. "Bana güvenin, eğer ki başaramazsam o imza gününde 10 sene önceki defterleri açar ihaleden çekilmelerini sağlarım." Bu benim son çarem olacaktı çünkü bana inanmama ihtimalleri vardı, bu sebeple projeleri ve ihale için verecekleri teklifi öğrenip işi garanti altına almalıydım. Ayanların lehine olan her şey Andrea'nın yıkımından geçiyordu. Peki ya içimi kaplayan bu endişe hissi nedendi? Daha harekete geçmemişken nasıl pişman olabilirdi ki insan? Yüzümü böylesine güldüren bir adama nasıl ihanet edebilirdim? Saçmalıyorum, insan bir gün gördüğü bir adam için bunları söylemezdi. Kendime gelmeliydim, duygusuz Derin geri gelmeliydi. "İhale tam üç hafta sonra, neler yapabiliyorsun göreceğiz." Yaptığım işin bir tanımı olsaydı o da şirket casusluğu olurdu ama Andrea buna kalp düşmanlığı mı hainlik mi derdi bilemiyordum. Bana bir günde fazla yakınlık kurmuştu, sadece tensel bir çekim olamazdı bu, benden hoşlanmıştı. "Bana olan güvenini boşa çıkarmayacağım." Dudaklarımı temizleyip ayağa kalktığımda ondan müsaade istemiş hızlı adımlarla arabaya gitmiştim. İşe geç kalmak istemiyordum. Ayanlarla görüşme yapmak için kullandığım tuşlu telefondan Baha'yı arayıp telefonun hoparlörünü açtım. "Gü-nay-dın." "Günaydın sarı prenses." Her defasında farklı bir hitap tarzı buluyordu benim için. Her biri de fazlasıyla yaratıcıydı. Bu çocuğu çok seviyordum, cehennemimin ortasındaki cennetti. "Sarı prenses kapına geldi, in aşağı beraber gidelim." Tam kapısının önünde bekliyordum ve sanki benim dememle lacivert kapıyı çarpıp çıkmıştı dışarıya. Elindeki çantayla beraber arabama bindiğinde kollarımı boynuna sarıp yanaklarından öptüm. "Selam, iyi misin?" "Her zamanki gibi, ya sen?" Yalan söylemiştim ama çok profesyonel olduğum için bunu anlayamamıştı. Her zamanki gibi olsaydım içimde pişmanlığın zerresi olmazdı, ben daha işe başlamadan pişmanlık duygusu hissediyordum. Andrea hepsinden başkaydı benim için, bir çınar yaprağıydı belki de aramızdaki bağı güçlendiren. "Ben de iyiyim." "Belli belli, Afet miydi adı? Fazla güzel, turnayı gözünden mi vurdun yoksa görev mi?" Son kelimem onun yüzündeki parlak gülümsemeyi silip götürdü, Andrea için hissettiklerimi o da Afet için mi hissediyordu? "Onu bu işlere asla karıştırmadım, duygularımda samimiyim. Derin ben âşık oldum böyle nasıl anlatsam sana, ona zarar vereceğim diye aklım çıkıyor. Nasıl onu bu işlere dahil edebilirim ki?" En iyisini yapmıştı, kendimi intikam uğruna harcarken aşkı silip atmıştım tüm hayatımdan. Gözümün gördüğü iki şey vardı biri intikamım biri de onun uğurunda yaptığım görevler. Aşka sıra hiç gelmemişti, bu yaşıma gelmiştim ama kalbimin en içten duygularını Tümer gibi birinde harcamıştım. Bir başkasına kaldıysa da onu ben bastırmıştım. Sahi nasıl âşık olunuyordu? Nasıl koşulsuz sevip kendini adayabiliyordu insan? Çıkarsız amaçsız sevmek neydi ben hatırlamıyordum. Tüm masum duygularımı birinde yitirmiş üzerine de yaşadıklarımla yok etmiştim. Aşka tövbe edenlerden değildim ama benim aşka vaktim yoktu, hele ki ömrümü intikama adamışken. Canım çok yanmışken canımı yakanların canını yakmaktı niyetim. "Âşık ol Baha, bir kere de biz gülelim. Şu hayatta bir kere biz mutlu olalım." Sürücü koltuğuna iyice yaslanıp tek elimle direksiyonu kullanırken bu sözleri söylüyor olmak fazla havalı gözükmüş olacak ki Baha dudaklarını kıvırıp yanağımdan bir makas aldı. "Kardeşlerin en hasısın sen." "Öyleyimdir. En hası ve en güzeli." Arabayı kenara yanaştırdığımda iş yerine az mesafe kalmıştı. Baha buradan sonrasını yürüyerek devam edecekti, beraber görünürsek pek de hoş olmazdı. "Derin," dediğinde başımı ona çevirdim, ağzındaki baklayı çıkarmaya hazırlanıyordu. "Biz doğru mu yapıyoruz? Hiç sorgulamıyor olmamız ne kadar doğru?" Bana son zamanlarda sürekli sorduğu bu soruları duymaktan bıkmış olsam da onu kırmak istemediğimden düzgünce cevaplıyordum. "Adil abiye minnet borcundan çok daha fazlasını borçluyuz, bana hapiste sahip çıkmaya başladı seni de kötü adamların elinden kurtardı çabuk unutuyorsun." "Ben bunların hiç birini unutmadım canımın içi ama ya kötü bir şeyler yapıyorsak?" Adam mı öldürüyorduk, bir şey mi çalıyorduk? Ahlaksızlık denilebilirdi yaptığımıza ama dahası yoktu benim gözümde. "Kimsenin canını yakmadık." Psikolojiden bahsetmiyordum, psikolojisini yıktığım onlarca adam vardı. "Hepsini geçtim diyelim intikamını da çıkar aradan, sence sırf yabancı mühendis çalıştırıyorlar diye mi Karatay Holding'in ihaleyi almasını istemiyorlar?" Gözlerine dikkatlice baktığımda endişeyle karışık merakı seçebiliyordum, Baha ilk defa bu denli sorguluyordu. Onu bu sorgulamaya Afet mi itmişti merak ediyorum doğrusu. "Derin bu adamlar çıkarı için bizi kullanıyorlar, işine gelmeyenin de ipini çekiyorlar. Karatay Holding'in Ayanlarla bağı yok ve para akışı Ayanlardan çıkacak, bu yüzden onları bitirmek istiyorlar." Fazla komplo teorisi okumuş olmalıydı, bu kadar olduğunu düşünmüyordum. Evet bir ekonomik güçleri vardı bunun uğurunda da bizi kullanıyorlardı ama tek sebep kendi çıkarları değildi. En azından ben buna inanıyordum. İnanmak zorundaydım, bağlı olduğum tüm değerler onlarken aksini yapamazdım ki. "Abartıyorsun. Böyle düşünüyorsan ayrıl Bahacığım." "Ayrılamam, ayrılırsam peşimi bırakmazlar." "Seni öldürecek değiller ya, ne yapabilirler ki? Sırlarla beraber kenara çekileceksin." Sırlarla kenara çekilmek ne kadar mümkündü emin olamadım. Onca şeyi bilen kişileri öylece bırakırlar mıydı, sanmıyorum. Sözlerimin bunun aksini söylese de Baha bu konuda haklıydı. "Öldürmezler ama beter ederler." Başımı ellerinin arasına alıp gövdemin tamamen ona dönmesini sağladı. "Neyse Derin Hanım, bu konuşmaya virgül koymamız gerekiyor çünkü işimizin başına geçmemiz gerek." Yanaklarımı sıkıp aşağıya indiğinde beni soru işaretlerine mahkum bırakmıştı. Sorgulama Derin, sorgulama. Bazen cehalet mutluluk getirir. Gaza basıp holdingin önüne çektim aracımı. Kapıda rastladığım takım elbiseli adam inmemi bekliyor camın arkasından uzun uzun beni seyrediyordu. Bir takım elbise ancak bu kadar iyi taşınabilirdi. Ceketini eline almış yakasındaki birkaç düğmeyi açmıştı. Düne göre bugün çok daha sıcak olunca bu yabancı dayanamamıştı demek. Antalya sıcağına dayanamayan adam benim sıcaklığıma nasıl dayanacaktı? İri bedenine sarılsam beni rahatlıkla taşıyabilirdi. Siyah ceketi elinde olunca fazla özgür gelmişti bana, acaba spor tarzda nasıl görünüyordu? Yeşil giyince gözlerinin yeşilleri daha mı belirginleşiyordu? Peki ya ben bunları neden bu kadar merak ediyordum? Hayatlarını çaldıklarımın hangisini merak etmiştim ki şimdiye kadar? "Gözlerimi kamaştıran güneşin mi yoksa çınar yaprağının mı ışığı?" Cama eğilen adamın İtalyanca sözleri yüreğimi okşamıştı, samimi bir tebessümle ona bakarken beni kendimden geçirmişti bile. Arzu muydu bedenimi ele geçiren yoksa başka bir şey miydi? Bence gülümsediğinde yanağının kenarında oluşan çukur da aklımı karıştırıyor olabilirdi. "Bu süslü cümleleri her kadına kuruyor musun yoksa bana mı özel?" "Foglie di sicomoro," dediğinde mavilerime değdi sonsuz yeşilliğe boğulmuş gözleri. Çınar yaprağı diyordu, bana özeldi demek ki. Bana böyle seslendiğinde baharlar açıyordu sonra aklıma yapacaklarım geliyordu, tüm mutluluğunun üzerine yağmurlar yağıyordu. Birlikte çamura batmamak için onu o fırtınalı yağmurun ortasında bırakıp gidiyordum. Ardıma bile bakmadan gitmek benim için en kolayı olacakken içimi her defasında ele geçiren bu acımasız his de neyin nesiydi? İki günde neden bu hâle gelmiştim? Yaktın bizi Andrea. Arabadan inip anahtarı valeye teslim ettiğimde bana uzattığı eli kavrayıp yanına gittim. "Çok güzel olmuşsun." Sıcak dudaklarını elimin üzerine değdirdiğinde istemsizce titredim, havanın sıcaklığı da onun sıcaklığı da yakmıştı bedenimi. "Teşekkür ederim, sen de fena sayılmazsın." Çok yakışıklıydı, o varken başka kimseye gözlerim değmezdi. Dalgalı kumral saçlarından gözlerine, yanağındaki derin çukurdan boynundaki dövmelere kadar kusursuzdu. Peki ya sadece bedeni miydi bu kadar büyülü olan? İki gündür tanıdığım bir adamın ruhunu ne kadar bilebilirdim ki? Ama İtalyan aksanıyla konuştuğu Türkçesi beni benden alıyordu. Gözlerinin yeşili bana huzuru gösteriyordu, çınar yaprakları benim için her zaman turuncuydu ama Andrea benim için bir çınar yaprağı olacaksa yeşil olanıydı. Andrea bahardı ben sonbahar. O çiçek açarken ben yaprak dökendim, ikimiz de bir baharın esiriydik ama savrulup giden bu defa sonbahar değil ilkbahar olacaktı. İçimi kasıp kavuran yangının sebebi de buydu. "Çok naziksin Derin." İmayla dudaklarını kenara kıvırdığında bir anlığına yanağındaki boşluğa değdi gözlerim, çok geçmeden yeşillerine baktığımda göz göze gelmiştik. "Bugün yoğun bir tempoda çalışacağız ve yine dışarıda toplantım var." Arabamın peşinden onunki geldiğinde yan koltuğa geçtim. Kemerimi takmak yaptığım ilk işti çünkü dün bizi koruyan ülkece takmayı ihmal ettiğimiz o kemerdi. Ölmek ister miydim? Ölen biri için sorulmaması gereken bir soruydu bu. Ben zaten ölmüştüm, nefes almaya çalışıp intikamıma sarılmaktan başka neyim kalmıştı ki elimde? Ben tüm masumiyetimi yitirmiştim. "Fazla düşünüyorsun Çınar Yaprağı," dediğinde İtalyan aksanı beni gülümsetti. Bana böyle seslendiğinde içim titriyordu, sebebi arada esen yaz rüzgarı olabilirdi. "Anlamadım?" "Bu kadar duvarları yıktığın birine karşı bambaşka bir duvarın var." Bunu da İtalyanca söylemişti, böylece daha rahat ifade etmişti kendini. Demek istiyordu ki benimle alev alıyorsun ama hiçbir şey anlatmıyorsun. Benimle her şeyi yaşayabilirsin ama asla ağzını açmazsın diyordu. "Sen bana susuyorsun Derin, iki gündür tanıdığın bir adama her şeyini anlatacak değilsin tabii ki ama anlatman gerekenlerde de susuyorsun." Ona aşk hayatımı ya da geçmişimi anlatmamaktan bahsetmiyordu, ortak bir bağımız vardı ve Sıla'yla Tümer konusundan bahsediyordu. Öğrensen yüzlerine bakar mıydın Andrea? Bu kozu biraz daha saklamak zorundayım, söylersem ihale gününe kadar affedebilirsin onları. Ben affetmedim. Keşke seni bu işlere alet etmememin bir yolu olsaydı. Keşke başarabilsem, çekip gidebilsem. O içimdeki yangını bir şekilde söndürebilsem. "Duvarlarım olduğunu sen söyledin, belki o duvarları yıktıkça istediklerini öğrenebilirsin." Yüzüne bakıyordum, dudaklarımı ıslattığımda onunkilere kapanmam gerektiğini hissediyordum ama yeri değildi. Bir kere daha uçmayı kaldıramazdık. "Bana öyle bakarsan uçacağız yine." Zaten uçmamış mıydık? Yani uçmamış mıydın? Dudaklarımdan kopan küçük kahkahaya engel olamadım, o da gülmeye başladığında az önceki konuyu bir süreliğine kapatmıştık. Dudakları çok güzeldi, dolgun ve çekiciydi. Zaten bir bütün olarak mükemmel biriydi bu yabancı. Sadece fotoğraflarda görseydim bu yorumu yapardım ama iki günde ne kadar tanımam mümkün bilmiyorum ama iyi bir adamdı. Merhametli miydi peki? Yaptıklarını öğrendikten sonra Sıla'ya merhamet eder miydi? Ya bana, ona merhamet eden bana bunu bahşedemez miydi yoksa beni karanlığa mı mahkum ederdi.? Elimi alnıma vurduğumda iç sesimi susturdum ancak bu defa Andrea'nın dikkatini yeniden üzerime çektim. Arabayı sağa çektikten sonra bana dönüp koluma dokundu. Parmaklarının tenime değiyor oluşu bir anlığına gözlerimi yumup yutkunmama neden olmuştu. Parmaklarının tersiyle olan ikinci temasına sesli bir nefes verip yeşillerine değdirdim gözlerimi. "Yani böyle de uçuluyormuş görmüş olduk." Gözlerim birden irice açılmış bir anlığına hafifçe vurmuştum eline. Andrea kahkahalarla parmaklarını tutarken bana da gülmek düştü. "Sen böyle beni etkileyebileceğini mi sanıyorsun?" Beni etkileyemezdi, etkilememeliydi, etkilenmemeliydim. "Derin, ah Derin. Daha önce neden karşılaşmadık ki sanki?" 10 sene öncesini mi kastediyordu? Vallahi Andreacığım o sırada senin enişte beni aldatıyordu pek iyi değildim, emin ol şahit olsan sen de iyi olmazdın. "Eski Derin'i tanımanı tercih ederdim." Masum Derin'i tanımalıydın, canı yanıp can yakan kadını değil. Ben masum değilim be Andrea. "Yine soru işaretleri Çınar Yaprağı, beklerim sorun değil." Saçlarımı kulağımın ardına yerleştirip arabadan aşağıya indi. Onu öpmek istiyordum deli gibi, ben böyle hissedemezdim. Başımı iki yana sallayıp aşağıya indiğimde birkaç adım ötede beni bekliyordu. Ben, Sıla ve Tümer'e ceza verecekken kendimi mi cezalandırıyordum? Bu hikayede en çok yanan ben olmamalıydım. Gözlerim dolmamalıydı, ben kimse için ağlamazdım ki böyle. Yutkunup bana uzattığı eli kavradığımda eşsiz gülümsemesine takılı kaldı mavilerim. Göğsüme elimi yerleştirdiğinde ona asılmış gözlerime baktı. "İyi misin Çınar Yaprağı?" Kan kaybettiğimi hissediyordum, ilk defa böylesine bir bataklıktaydım. O bataklığın adı Andrea Bellini'ydi ve beni tutup içine çekiyordu usul usul. Direnemiyordum, en iyi yaptığım şey kendimi kontrol etmekken ben başaramıyordum işte. Beni nasıl bir dünyaya hapsettin sen be adam? "Yanında kötü olmak mümkün mü?" Gülümseyerek elimdeki dövmeyi okşadığında ona tebessümle karşılık verdim. İnanıyordur bana umarım, inanmıyorsa büyük bir oyuncuydu, inanıyorsa da büyük hayal kırıklığına uğrayacaktı. Elimi parmaklarının arasından kurtarıp içeri girdiğimde gözüm mekanı taramıştı, istemsizce yaptığım bir şey olsa da çoğu zaman işime de yarıyordu açıkçası. Onca kişinin hayatını mahvetmişken onlardan biriyle karşılaşmak istemezdim. Andrea'nın eşliğinde masalardan cam kenarı olana geçtiğimizde uçsuz bucaksız denizi görebiliyorduk. Beni bir tek bu şehrin denizi anlıyordu, huzuru o sulara bakarak sağlıyordum, hatta bazen ayaklarımı sokmak bile iyi hissettiriyordu. Camın dibindeki ahşap masanın açık tonu denizin mavisiyle güzel bir uyum sağlamış kenardaki beyaz papatyalar da gülümsememe sebep olmuştu, çok güzellerdi. "Çınar yapraklarından sonra papatyalar öyle mi?" "Öyle, çok masumlar." En çok da papatyaların masumiyetini seviyordum, güller gibi cesur değillerdi, sakinliği çağrıştırıyordu bana. Acımasız karanlık dünyamda papatyalar içimde kalmış tek masum şeydi belki de. Andrea'nın bakışları aklından bin bir şey geçiren yüzümü inceliyordu, sanki tüm sıkıntılarımı anlıyordu. Anlayıp bana destek olabilmesini isterdim. İlk defa geçmişimle yüzleşiyordum ve altından kolay kalkabileceğimi düşündüğüm şeyler benim için hiç de kolay olmuyordu. Travmalarım tetikleniyor gece olduğu gibi gündüz de beni rahat bırakmıyorlardı. Bir döngü içinde kısılıp kalmıştım, bu döngüyü kırmanın yolu her şeyin bitmesi olacaktı. Her şey bittiğinde benden geriye ne kalacaktı merak ediyordum. Duygularını böylesine gizleyen kadının bakışlarından bile sıkıntıda olduğunu anlaması ve beni mutlu edebilmek için çabalaması hoşuma gitse de hiç iyi değildi. Zaaflarımı bilmemeliydi. İlk defa kendimle böylesine savaşıyordum, ilk defa neden diye sorguluyor can acıtacağım için canımı acıtıyordum. Ya kafayı yemiştim ya da... Papatyalardan birini parmaklarının arasına alıp bana doğru uzattığında dudaklarını araladı. "Papatyaların hikayesini bilir misin?" İtalyanca konuştuğunda papatyaya bakan gözlerim yeşil gözlerine döndü. "Neymiş?" "Papatyalar baharın gelişini haber verir bize, kışın acımasızlığına rağmen pes etmez, o soğuk toprağı üzerinden atıp çıkarlar çünkü neden biliyor musun, ne olursa olsun o yerden çıkmak zorunda olduklarını bilirler." Gözlerimi kırpmadan anlattıklarını dinliyordum, papatyanın hikayesini bile güzel anlatıyordu. "Sen sonbahar gibisin, sürekli düşünüyorsun ve bu bir derdin olduğunu gösterir, senin çınar yaprakların dökülmüş Derin." Beni daha iyi tanımlayamazdı, ben yaprak döken bir çınar ağacıydım, ben sonbahardım ve yüreğim kıştan ibaretti. "Ama papatya gibi toprağın altından çıkma vaktin geldi bence. Ne yaşadın bilmiyorum ama soğuk toprağı kırıp geçmen gerekiyor gibi hissediyorum." Gözlerim dolmamalıydı, beni anlamış olması içimden bir şeyleri kopup götürmüştü. Parmaklarının arasındaki papatyayı kokladıktan sonra kulağımın arkasına götürdü, yeşilleri önce masum çiçeğe sonra da bana değdi. "Ben seni papatya gibi görmek istiyorum Derin."
🍁
Papatya, çınar yaprağı, yaralı bir Derin ve bunu fark eden Andrea...
Derin'in durmayan iç sesleri peki...
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı tam olarak buraya bırakabilirsiniz.
Bölümü beğenmeyi de unutmayalımmm❤️
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe
|
0% |