@rubamsalepe
|
Duygulara teslim olmak zayıflığın dışa vurumudur. 🍁 Bir papatya mıydı kalbimin bu kadar hızlı atmasına sebep olan? Bir çiçek benden bir şeyleri koparıp götürebilir miydi ya da çiçeği verenin elleri mi beni böylesine savrulmuş hissetmişti?
Bana papatya gibi dimdik durmamı, boyun eğmeyip savaşmam gerektiğini söylüyordu hiçbir şey bilmeden. Andrea ben en büyük savaşı şu an kendimle veriyordum, seninle veriyordum ama haberin bile yoktu.
Ben en büyük yenilgimi 10 sene önce vermişken yine kaybedemezdim, sana yenilemezdim ben. Almam gereken bir intikam varken iki gündür tanıdığım bir adama yenilmemeliydim.
Belki de kendime haksızlık ediyordum. Bir ten çekiminin getirdiği heyecan, biraz da ilginin vermiş olduğu mutluluk bana böyle hissettiriyordu.
Ama ruhumun sızısını gören iki kişiden biri olduğu gerçeğinden kaçamıyordum işte. Ne diyebilirdim ki, neye dur diyebilirdim ben? Kimin kalbini attırmazdı ki böyle ince sözcükler?
Kendi öz annem babam bana yüz çevirmişken beni anlamazken, abim ailem dediğim Ayanlar bile beni görmezken Baha ve Andrea bir kere gözüme bakıp da anlamışlardı. Andrea iki gündür tanıdığı kadının içindeki yangını ve nasıl çırpındığını görmüştü ve papatya gibi o yangından çıkmamı söylüyordu bana.
"Neden öyle bakıyorsun? Yanlış bir şey söylediğimi sanmıyorum."
"Kimse beni görmezken sen nasıl görebildin?" İçtendi sözlerim, beni anlayabilmesi bana yalnız olmadığımı hatırlatmıştı. Yalan dünyamın içinde bile olsa bana el uzatmıştı. O eli kırıp atacak olmak ağırıma gitmemeliydi. Andrea etrafına bakınıp bana doğru yaklaştı. "Burası kalabalık, herkes seni görmüştür." Kendimi tutamayıp güldüğümde ifadesini bozmadan beni seyrediyordu. Kesinlikle saf biri değildi sadece Türkçede fazla kötüydü. Yine kara dumanları kendisi dağıtmıştı, beni güldürüp o çukurdan çıkarmayı başarmıştı. "Sen inanılmaz bir adamsın ya." Biraz daha güldüğümde benden açıklama bekliyordu. Deyimleri kolay öğrenebilecek miydi, yaşayıp görecektik. Elimi masadaki koluna uzatıp dikkatini sanki hiç bende değilmiş gibi çekmeye çalıştım. "Benim hissettiklerimi anlamandan bahsediyordum. Görebilmekten kastettiğim buydu." "Sizin dil çok zor, yemin ederim çok zor." En azından yemin etmeyi öğrenmişti. "Vallahi zor, ne diyebilirim ki?" Elimdeki papatyayı ona uzatırken diğer elimi yavaşça kolundan çekmiştim. "Papatya gibi güçlü ol Andrea." Masumca bir temenni sanıyordu, seni yıktığımda güçlü kalabilmeni umuyorum. O intikam yağmurunda güçlü bir şemsiyenin altında korunmanı istiyorum, en azından kalbin çok acımamalı. "Ben makyajımı tazeleyeyim." Elimi yüzümü yıkamaktı amacım, gülsek de kalp ritmim geri gelebilmiş değildi. Elini tabii ki anlamında uzatırken çantamı alıp masadan kalktım. Tam da şu an Adil abinin fırçasını yemem gerekiyordu, benim kendime gelmem gerekiyordu ama aklım bir papatyaya takılı kalmıştı işte. Lavabo aynasından kendime bakıyordum, güzel bir kadının yüzüne sahip olsam da kalbine sahip miydim? İyi ve kötü... Hangisiydim? Bir yandan kaçıp gitmek istiyordum bir yandan da deyimleri anlayamayan bu adamla daha çok zaman geçirip onu tanımak istiyordum. Ellerimi ıslatıp enseme ve boynuma götürdüm, bu rahatlama hissi umarım ruhuma da sirayet ederdi. Ruhum sıklıkla daralsa da en azından gülebiliyordum, beni Baha dışında biri içten bir şekilde güldürebilmişti ilk defa. Af Andrea neden diğerleri gibi değilsin ki? Lavabonun kenarlarına elimi koymayacak kadar titiz bir kadındım ama başka şeylerde ne kadar pisleşebildiğimi çok iyi biliyordum. Makyajım gayet yerindeydi, onu hiç bozmadan sarı saçlarımdan fırlayan birkaç teli kulağımın arkasına sıkıştırdım. Sadece güzellik yetiyor muydu? Hani eskiler derdi ya bahtı güzel olsun diye benim bahtım kötüydü ama sonra da ben kötü olmuştum. Fazla oyalanmıştım, iç muhasebem uzun sürüyordu. Her ne kadar kendimle konuşup tartışsam da sonuca varamıyor kendimi düştüğüm kötü girdaptan bir türlü çıkaramıyordum. Çantamın askısını kolumdan çıkartıp elime aldığımda çıkışa doğru küçük adımlarla ilerledim. Bastığım her adımda topuk sesi kulağımı gıdıklıyordu. Masaların bulunduğu alana gelip yeniden etrafa göz gezdirdiğimde ummadığım bir yüzle karşılaşacağımı bilemezdim. Hele ki onu Andrea'nın masasında görebileceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Her kötülüğün bir karşılığı olurdu ve bazı kötülüklerin cezası bu dünyada verilirdi. Benim cezam da tam Andrea'nın karşısında oturuyordu, benim sandalyemin yanındaki boşlukta. Sert yutkunuşumla boğazımın acıması bir olmuştu, bedenimi duvarın ardına gizleyip yabancı misafir geldiğinde korkan bir çocuk gibi saklanmıştım. Ellerim mi titriyordu? Mavilerimi parmaklarıma değdirdiğimde üzeri yüzüklerle dolu ellerimin benim hükümlerimi çiğnediğini gördüm. Daha önce hayatlarını dağıttıklarımla ilk defa karşılaşıyor değildim ama kimse Andrea ile oturmamıştı, kimse bu olaya dahil olmamıştı. Titreyen ellerimi göğsüme götürdüğümde hızla atan kalbimi hissettim. Ben o masaya gidersem kaybedecektim. Sanırım korkuyordum, ben bu denli ilk defa korkuyordum. Elimdeki çantayı tutmak için güç bulamadığımda yere devrilmiş küçük bir ses çıkarmıştı. Neyse ki onlardan uzak oluşumuz sesin oraya kadar gitmesine mani olmuştu. Yere eğilip çantamı aldığımda bir adet ayakkabının görüşüme girmesi bir olmuştu, sonra iki el kadrajıma girmiş bakışlarımı yüzüne çevirmeme neden olmuştu. "Sen iyi olmalıydın, nasıl bu hale geldin?" Ellerim titriyordu, muhtemelen rengim de çekilmiş zaten beyaz olan tenim iyice buza dönmüştü. Gözlerimin tedirginlikle baktığından emindim. Yıllardır kendimi gizlemeyi çok iyi öğrendiğimi sanıyorken sakladığım ne varsa onun önünde aşikâr oluyordu. Parmaklarını omzuma atması ve yavaşça ovarken saçlarımın arasından geçmesi bana hiç de yardımcı olmuyordu, ona teslim olmak istemiyordum ama bu dokunuşlar beni epey zorluyordu. Çantamı alıp kalkmaya yeltendiğimde gözlerim onun üzerindeydi. Omuzlarından destek alıp kalktığımdaysa elleri bana destek olmakla meşguldü. Azalan boy farkımıza rağmen gözlerine bakmak için başımı yukarı kaldırmam gerekiyordu. Tedirgince bakışlarımı ondan gizleyemediğimde endişeyle kolumdan tutup ilerideki kapıdan içeriye sokmuştu. Masa ve sandalyelerin yığıldığı bir odaydı, duvarın üst kısmındaki küçük camdan içerisi hafifçe aydınlanıyordu. Andrea beni kapıyla arasına aldığında bir eli duvarda bir eli de yanağımın üzerindeydi. Her şey zaten mahvolacaktı, bir de böyle dokunup mahvediyordu beni. Belki de son dokunuşların bu yabancı. Hoş çok da bu kısa süreye ne kadar dokunuş sığdırabilmiştik ki? "Çınar Yaprağı, sen iyi değilsin." "Değilim," diyerek itiraf ettiğimde yanağımdaki eli hareketlenmiş gözlerimin bir anlığına yumulmasına sebep olmuştu. "Ne oldu?" Ne diyecektim ki, bir şekilde o masadaki adamdan kaçmam gerekiyordu yoksa Andrea onu kandırıp hisselerinin yarısını batırdığımı öğrenebilirdi. Andrea ile görüşmeye geldiğine göre demek ki toparlamıştı ve o süreçte yaşadıklarının intikamını beni görür görmez almak isterdi. "Bilmem," dediğimde başını hafifçe eğip bakışlarını derinleştirdi, yeşilleri mavilerime değiyorken parmak uçları da yanağımda geziniyordu. "Ne demek bilmem?" Yüzümü taradığında kendimi biraz olsun toparlamayı umuyordum, en azından ilk şoku atlatmıştım. Zoraki bir şekilde gülümseyip "İyiyim," dediğimde bu durumu kullanabilirdim. "Güzel gözlerin öyle demiyor ama." Türkçe bilmeyen ve deyimden anlamayan o adam işine gelince bazı kelimeleri bir Türk gibi kullanabiliyordu işte. Ya yalancıydı ya da dilin kadınları etkileyebilecek kısımlarına hakim olmuştu. "Ne diyor gözlerim?" "Bana ihtiyacın olduğunu..." Sadece iki dakika gözlerime bakıp bunu nasıl anlayabilirdi ki? İnsan hiç tanımadığı birini nasıl anlayabilirdi? İçimdeki yangını da görmüştü şimdi de korkumu görüyordu. Ben planlar yapmam gereken şu kısacık süre içinde sadece Andrea'nın yeşilin en güzel tonu gözlerini seyretmiş yanağıma değen parmak uçlarının etkisiyle düşünmeyi bile unutmuştum. "Sana ihtiyacım var," dediğimde dudaklarımdan çıkan sözcükler bir fısıltı halinde ona ulaşmıştı. Dudaklarımı istemsizce ıslattığımda gözleri oraya kaydı, baş parmağı yanağımda bir çizgi gibi ilerlerken alt dudağımda son bulup yavaşça bulunduğu yeri okşadı. Bir süre öylece bekledi, dudaklarımı seyrediyor ancak kendine hakim olması gerektiği telkinlerini veriyordu içten içe. Başı bana ne ara bu kadar yaklaşmıştı bilmiyorum ama nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Bendeki gizemi çözmeye çalışıyorsun biliyorum ama bunu öğrenmek için zaten çok fazla beklemeyeceksin Andrea. Dudaklarından çıkan sözler yerine sert yutkunuşumu işittiğimde bir süredir gözlerine bakan mavilerim dudaklarına döndü. Onu duymadığımı fark etmiş olması kalbimi biraz daha hızlandırırken tekrarlayacağı şeyleri bu defa duyabilmeyi umuyordum. "Söyle Derin, senin için..." Yutkunduğunda gözüm hareket eden âdemelmasına takıldı. Parmaklarını dudağımdan çektiğinde biraz uzaklaşıp birbirimize nefes alma imkanı vermiştik. "Ne yapabilirim söyle." "Gerçekten bana yardım edebilir misin?" "Ne diyordunuz siz imkansız zaman alır." Tüm ortamı İtalyan aksanıyla ısıtmıştı yine sanki hiç yakmamış gibi. Dudaklarım istemsizce kenara kıvrılırken elimi küpelerime götürdüm. Gözleri parmaklarımı takip edip küpelerimle buluştuğunda gülümsemesini genişletti. "İnci ve çınar yaprağı, güzel." Ben miydim güzel olan yoksa incili çınar yapraklı küpem miydi? Kelime oyunlarını başarabilen bir yabancıyla karşı karşıyaydım. Sanırım gerçekten işine geldiği gibi davranıyordu. "Şimdi söyle bana Çınar Yaprağı, senin için ne yapabilirim?" "Masaya oturan adam iş adamı Ertuğrul Meydan ile daha önce bir sorunumuz oldu," dediğimde gözleri dikkatle beni izliyordu. Peki ya neden öl desem ölecek gibi bakıyordu bana? Öl desem ölür müydün Andrea, iki günlük bir kadın için bunu yapar mıydın sahiden? "Bir zamanlar onunla da çalışmıştım ama işler istediğimiz gibi gitmedi. Hisselerinin yarısını kaybetti ve bu durumun benimle alakalı olduğunu düşündü. Hâlâ da öyle düşünüyor, tüm suç bana kaldı yani." Pür dikkat beni dinleyen adamın yeşillerinde şüphe olmasa da merak gizliydi. Bu merakın sebebini anlayabiliyordum, bir tercüman nasıl hisseleri kaybettirebilirdi ki? Sormaya yeltendiğinde elimi göğsüne koyup onu durdurdum. İstemsizce yaptığım bu hareketim karşısında gözleri parmaklarıma ilişmiş göğüs kafesi az öncekinden daha fazla inip kalkmaya başlamıştı. Hızlı kalp ritmini avuçlarımın arasında hissederken sadece benim bu durumda olmadığımı kanıtlamıştı. "Çeviri hatası yaptığımı düşündü, bir günah keçisi aranıyordu ve beni seçmişlerdi. Beni Ertuğrul'un önüne yem olarak attılar." "Sustun mu Derin haksızlığa karşı?" "Ben suçlandığımda direnmenin hiçbir işe yaramadığını çok iyi öğrendim Andrea." Bu sözleri söylerken sesimin titrememesi için çok uğraşmıştım aynı yıllar önceki o çaresiz mücadelem gibi. "Bırakın beni, suçsuzum ben!" "Derdini sorguda anlatırsın." Bağırıp çağırsam da hiçbir sonuç bulamamıştım, her şey benim aleyhimeyken ben yalan söylemiyorum ben yapmadım diye bağırıp çağırsam ne fark ederdi ki? Önümde bir dosya vardı, dosyanın içinde de bana sürülmüş kara bir leke. Mahkeme bile o kadar kısa sürede hüküm vermişti ki hayatım bir anda bileklerimdeki kelepçe ve demir parmaklıklardan ibaret olmuştu. Ben çok söylemiştim ama doğruları kimse duymamıştı. Sonrasında doğruları haykıran bu kadının doğruları yalanlarla yer değiştirmiş hayatı sahte bir illüzyona dönmüştü. Herkes benim mükemmel bir hayatın içinde olduğumu düşünürken ben her gece kabuslarla uyanıyordum. "Gözlerin," dediğinde bir iki damlanın yanağımı ıslatması hesabımda olmayan bir şeydi. Ben silmeden o parmaklarını elmacık kemiklerime dayamış usul usul birkaç damlayı silmişti. Nedendi ki bu küçük firar? Geçmişe daldığımda bu kadar kötü olmamayı öğrenmemiş miydim? Sadece onun yanında beni dinlemeyen birkaç damla akıp gitmişti. "Şşş." Ellerini yanaklarımdan ayırmadan konuşmaya devam etti. "Açıklayalım ona, anlatalım." "Olmaz. Öyle bir inanmış ki bu hatanın benden kaynaklandığına ne seni ne de beni dinler. Beni gördüğü anda da ortalığı karıştırır." "Ne yapacağız, bu görüşmeyi yapmam gerekiyor Derin, bir mühendis olarak değil Karatay Holding yönetim kurulu üyesi ve hissedarı olarak orada olacağım." Mühendis olarak çalışıyor olsa da kardeşinin bağlantısıyla yönetim kuruluna girmişti ve kendisine hisse satın almıştı. Cümleyi çok zor kurmuştu, birkaç kelimeyi yutup birkaçını da başka kelimelerle karıştırmıştı ama onu anlamıştım ve yüzüme yine bir tebessüm yerleştirmiştim. "Yanına gidelim ama benim hakkımda konuşmasına izin verme yoksa ben onun iftiralarıyla bu görüşmeye devam edemem." İşte bu son sözüm onun için vurucu noktaydı, Ertuğrul ne derse desin Andrea onun beyninin yıkandığını düşünecek sözlerine itibar etmeyecekti zaten konuşmasına izin verme demiştim, bunlar ona ulaşmayacaktı bile. "Anlaştık, seni böyle görmek istemiyorum. İyi olacaksın, ben senin yanındayım." Verdiğim deyim eğitiminin başarılı olduğu bu cümle dudaklarımın kenara kıvrılmasına sebep olmuştu. Yarı yalan yarı doğru sözlerimle Andrea'yla girmek üzere olduğum o girdaptan çıkmıştım. Yelkenli su almak üzereydi ama ben bir anda rotayı değiştirip onu kayalarla dolu sulardan kurtarmış, Andrea'yı kendime inandırmıştım. Ellerini omuzlarıma koyduğunda uzun süredir göğsünde olan elimi çekmeyi yeni akıl etmiştim, bana uzanan kollarına tutunup yeşillerine döndüm. "Gidelim ve kazanalım bu savaşı olur mu Çınar Yaprağı?" Yüzündeki ifade beni öylesine teselli ediyordu ki ona güvenmeden edemiyordum işte. İşin kötüsü o da bana güveniyordu, en çok güvenmemesi gereken kendine yalanlar söyleyen kadına. Omzumdaki elini bileğime indirdiğine kapıdan önden çıkmış beni de arkasından sürüklemişti. Baş parmağı istemsizce dövmeme değerken gözlerimi bu görüntüden alamıyordum Amore demişti, özgürlük demiştim. İkimizin teninin birleştirdiği o noktada bir çınar yaprağı vardı işte. Eli kolumdan ayrıldığında masada bekleyen adama döndü gözlerim, adım adım ona yürürken gerginliğim tüm bedenimi ele geçirmişti. Her an bir aksilik olabilirdi, patlayabilirdim. Her şey ortaya çıkabilirdi ve buna engel olamayacak haldeydim. "Kusura bakmayın Ertuğrul Bey," diyerek karşısına oturduğunda bana da birazdan parlayacak olan adamın yanına oturmak kalmıştı. Adam gözlerini bana çevirirken kalbimin atışı hızlanmış, tahminen rengim de atmıştı. Yüzümde bunlar haricinde bir ifade belirtmeden sabit durmaya çalışıyordum. "Derin Aras," diye el uzattığımda adımı duyması güler yüzünün solmasına sebep olmuştu. Başını bana çevirip beni baştan aşağıya süzdüğünde kendimi rahatsız hissetmiştim. Ne düşünüyordu? Hisselerinin yarısını onunla geçirdiğim bir gece sonrasında kaybettikten sonra ne düşünebilirdi ki? Bilgisayarından ulaştığım usulsüzlükleri hisselerinin yarısını kaybetmesine neden olmuştu ancak bunu Andrea'ya söyleyemezdim. Onun gözlerinin içine baka baka bu herifle bir gece geçirdiğimi söyleyemezdim. "Sen?" Sesi öfkelenmenin eşiğinde duruyordu, bense sadece kenardan bizi izleyen yabancının bir şeyler yapmasını bekliyordum. "Senin ne işin var burada?" Beklediğim gibi sesi de yükselmişti, suskunluğumu sürdürürken Ertuğrul konuşmaya devam ediyordu. "Ne yüzle geldin? Onca şey yapmışken nasıl karşıma çıkabilirsin? Bir de elini uzatıyorsun!" Elimi iteklediğinde boşluğa düşen parmaklarım diğer elimin bileğini bulmuştu. "İş için buradayım." "Biliyorum ben senin işini!" "Ertuğrul Bey, Derin benim tercümanım. Onunla böyle konuşmaya devam ederseniz görüşmelerimizi bitirmemiz gerekecek." Kullandığı basit Türkçe'yi bile öylesine tesirli kullanıyordu ki elleri ve mimikleri asla konuşmasını yalnız bırakmıyorken onu dinleyen birinin etkilenmemesi mümkün değildi. "Bay Andrea ama..." Andrea bir anda sağ elini havaya kaldırdığında Ertuğrul'un sözleri ağzına tıkılmıştı. Bir ona bir bana bakmış sonunda sinirini bir şekilde kontrol etmeyi denemişti. "Ama yok, Derin varsa varım yoksa yokum." Benim için önemli bir iş görüşmesini mi yakacaktı yoksa blöf mü yapıyordu? Bu çok da önemli değildi aslında beni ne kadar önemsediğini görmüştüm. "Derin geç yerine, bir görüşme yapıp geleceğim ve başlayacağız." Yanımdan gitmesini istemiyordum çünkü o gittiğinde ben bu adamla yüzleşmek zorunda kalacaktım ve yüzleşmek kurban ben olmadıktan sonra berbat bir şeydi. Karşımdaki adam da yaptığı usulsüzlüklere rağmen haklıydı, yapmamam gereken bir şey yapmıştım. Andrea'nın uzaklaşması Ertuğrul'un bana dönmeden dudak oynatmamaya çalışarak konuşmasıyla sonuçlanmıştı çünkü bizi masanın öbür yanından görebileceği bir yerde konuşuyordu. "Onu da mı öyle kandırdın?" Cevap vermediğimde bu defa elleri de işin içine dahil olmuştu, tepki bile vermedim. Hissizleşeli uzun zaman olmuştu. "Söylesene onu da böyle mi kandırdın, bunlarla mı?" Yırtmacımdan faydalanıp eteğimin arasına giren eli bacaklarıma değmiş sonra da yukarı çıkmıştı. Daha fazla ilerlememesi için elini tuttuğumda yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyordum. "İşi almak istiyorsan sus," diye fısıldadım. Parmakları hâlâ bacaklarımdan öteye gitmeye çabalarken tuttuğum elini bedenimden ayırınca rahat bir nefes alabilmiştim. "Seviştin mi onunla da?" Cevap vermediğimde kısa bir bakış atıp yeniden öne döndü. "Kime neyi soruyorsam, orospu seni." Masadaki çatalı o an boynuna batırmamamın tek sebebi Andrea'nın olmasıydı, ben katil değildim ama sözleri beni bir daha çıkmamak üzere hapse sokacak cinstendi. "Seni gebertirim, eğer biraz daha konuşursan kalan hisselerini de kaybedersin." Başımı hafifçe ona doğru çevirdiğimde gözlerindeki tedirginliği yakalamıştım bile. "Ve Ertuğrul bana bulaşmasan iyi edersin, hiçbir şeyden korkusu olmayan kadınlardan korkmalısın." Korkuyordum ama bunu bilmesine gerek yoktu, Andrea'nın tepkisinden çok korkuyordum. Bana orospu demesi ağırıma gitmişti, görev için etiği bir kenara bırakıyor olmam bu hakareti duyacağım anlamına gelmezdi. Görev için sadece insanların yatağına girmiyordum ki ben, birçok yöntemim vardı ama onun üzerinde uyguladığım buydu. "Nerede kalmıştık," diyerek dönen Andrea tam da karşıma oturmuş gözlerini yanımdaki adama çevirmişti. Bir sorun olup olmadığını yokluyor gibiydi. "Karatay Holding yönetim kurulu üyesi olarak burada bulunuyorum. Ortak projelerde çalışma niyetiyle onları temsilen buradayım." Sözlerini İtalyanca söylediğinde Türkçeye çevirmiş bir an dahi olsun yanımdakine bakmamıştım. "Meydan Holding olarak Karatay Holding'le çalışmak bizim için çok önemli Bay Andrea, hem kendi şirketlerimizin kalkınması hem de sizin için gerekli olan ham maddenin daha ucuza temin edilebilmesi bu ortaklığın sonucuna bağlı. Proje bazında ham madde ihtiyacınız holdingimiz bünyesindeki madenlerden çıkartılacak işlenmesi de sizin tarafınızdan yapılacak." Yeni bir projeden bahsediyorlardı ve bunun güneş panelleriyle bağlantısı olduğunu sanmıyordum. Klasik işlerinden biriydi sadece. Ertuğrul'un uzun anlatımı Andrea için anlaşılması güç olduğundan İtalyancaya çevirmiştim. Andrea elindeki dosyayı masaya koyduğunda bunların sözleşme olmadığı buradan bile belliydi. Çizimler kapağın iç kısmından gözüküyordu, dosyayı dürüp arkasını çevirdiğinde ellerini birbirine kenetlemiş yeniden ona odaklanmıştı. "Bu proje için çok uzun zamandır çalışıyorum, tarım sektörüne ve ülkeye fayda sağlayacağına inanıyorum." İtalyan bir adam Türkiye'ye faydalı olacağını düşündüğü bir proje hazırlamıştı, Pierre Loti'nin İtalyan versiyonu olacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Acaba Türkler hakkında neler düşünüyordu? Tüm merakımın cevabını almak için bir ara onu sıkıştıracaktım. "Projeyi ve tarım aracımızı kardeşlerim size göstermişler. Son konuşmayı ve imza işini bana bıraktılar." Sözlerini çevirdikten sonra dosyayı açıp proje ve tasarımını gösterdi. Birçok tarım aletinin yaptığı işi tek bir alette birleştiren bu tasarım tarım sektöründe çalışanlar için bir kurtarıcı parça elbisen farksızdı. Birçok tarım aletine verecekleri onca paranın bir kısmıyla tek bir alet alabilirlerdi. Öyle bir anlatıyordu ki çevirirken ona dalmamak çok zordu. Andrea'nın Türkçe konuşmaları basit diye midir bilmem onu daha saf görmüştüm şimdiye kadar. Duygusal ve deyimlerle başı belada şaşkın biriydi benim gözümde. Şimdiyse kendinden emin bir zeka küpüyle karşı karşıyaydım. Projenin her bir detayı kendisine aitti ve buna yıllardır emek veriyordu. Bu kadar işlevsel aleti tasarlayan bir mühendis nasıl saf biri olabilirdi ki? Konuşma tarzı beni yanıltmıştı, iki günde bir insanı tanıyacağımı sanmam da benim aptallığımdı. Önümüze uzanan resimlere bakıyordum, sök çıkar yapılabilen çok amaçlı tarım aletinin adı Çınar-1994'tü. İşini de aşkla yapamazsın be adam. Çınar derken boynuna kazılı amoreyi kastettiğinden emindim. Parmaklarımı Çınar-1994 yazısının üzerinde gezdirdim usulca. Uzun zaman sonra gözlerimiz buluştuğunda dudaklarındaki tebessüm doğru anladığımın sembolüydü sanki. Bana evet bu amore diyordu. "Projeyle çok ilgilenen oldu ancak biz ham madde arayışındayız, daha ucuza üretim yapmak başlıca hedefimiz. Bu sebeple yaptığınız teklif Karatay Holding'in çıkarlarına uygun." Meydan Holding'in yarı batmış hali bile Karatay Holding'e madenlerinden demir çıkartabilecek ve parçalarının bir kısmını fabrikalarında üretebilecek güçteydi. Onca yıldır bu işi yapıyordum ama bir türlü insanların bu kadar zengin olabilmesine alışamamıştım. Elimi çeneme koymuş dikkatle karşımdaki yabancının sözlerini dinlerken projeye hayran kalmamam elde bile değildi. Küçük çiftçilerin işini çok rahat görülecekti, Andrea bu projeyle gözümde biraz daha büyümüştü. Evet hayatını mahvetmem gereken Andrea... "Bunlar şartlarımız, eğer şartlarda da anlaşabilirsek imzaları atarız." Bu kısmı Türkçe söylediğinde elimi yanağımdan çekip toparlanmıştım. Başımı hafifçe yanımdakine çevirdiğimde metne de göz ucuyla bakabilmiştim. Dudak uçurtan teklifi gördüğümde gözlerim olduğundan daha fazla açılmış kendime engel olamamıştım. Karatay Holding ihaleyi kaybederse o hisse düşüşleri sonucu bu projeleri de iptal olabilirdi. Neden Karatay Holding'le çalıştın ki? Ben şimdi seni kendimden nasıl koruyacağım Andrea? Canını yakmamanın hiçbir yolu yok ki benim. "Aslında daha önce konuşup karar verdiğimiz bir şeydi, sadece imza atıp resmileştireceğiz." Ertuğrul elindeki kalemi sözleşmeye bastırdığında keyifle arkama yaslandım, elime yüzüme bulaşacağını düşündüğüm işin altından kalkmıştım. Yine de bu işle değil panel işiyle ilgileniyordum, dünkü görüşmeyi kaçırmam hiç iyi olmamıştı ama bunu sonra düşünecektim. Az önce benim yüzümden birbirine girecek olan o ikili Andrea da imzayı attıktan sonra ayağa kalkıp tokalaştı. Hayat böylesine garipti işte, ne zaman ne olacağını bilemezdik. Yüzündeki zafer gülümsemesiyle bana elini uzattığında elini kavradım. Parmağını çınar yaprağının üzerinde gezdirirken gözleri mavilerimdeydi. Bakışları gökyüzünü yakabiliyordu işte, ben kanıtıydım. "Tebrik ederim," dediğimde teşekkürünü elimin üzerine bir öpücük kondurarak etmişti. E tabii ben de anlaşmada biraz rol oynamıştım, bu öpücüğü sonuna kadar hak ediyordum. Ertuğrul bana rahatsız edici bakışlar atarken bir yandan da diğer toplantısına yetişmek için hazırlanıyordu. Benimle girdiği savaştan bir kere daha yenik çıkmasının sinirini anlaşmayla bir nebze bastırabilmişti. Andrea ile tokalaşıp giderken öldürücü bakışlarına tebessümle karşılık vermiştim. Beni yenemezsin Ertuğrul, ben kendim istemeden yenilecek bir kadın değilim. "Çınar-1994 öyle mi?" "Amore," diyerek dosyaları önünde toparladı, oturup sandalyesini öne doğru çektiğinde soğumuş kahvesinin yenisinin getirilmesini istedi, bir bardak da bana söylemişti. "Her işi aşkla mı yaparsın sen?" "Aşksız iş olur mu hiç? Bir işi severek yaparsan başarılı olursun, aşk sadece insan için hissedilmez ki." "Bir kadın yerine işime âşığım diyorsun," dediğimde sesli hafif bir gülücükle kahvesini yudumladı. Gözleri benimkileri süzmekle meşguldü aynı benim ona yaptığım gibi. "Türkiye hakkında ne düşünüyorsun merak ediyorum doğrusu." Merak ettiğim bu konuya değinmeden edemezdim, sözleri aslında Adil abinin Türklük bilmez yabancı kavramıyla çelişecek miydi merak ediyordum. Büyük Ayan'ın Karatay Holding'i istememe sebebi buydu, bana öyle denmişti ama bizden olmadıkları için Karatay Holding düşmanlığı yaptığını biliyordum. Yine de bu dediklerini yapmama engel bir sorun değildi. "Burası benim ikinci evim, annemle buraya geldiğimizde çok sevdim ve kolay kolay gidemiyorum." Ülkeme âşık bir yabancının kalbine girip cayır cayır yakacak hiçbir şey olmamış gibi de çıkıp gidecektim. O gün geldiğinde gözlerine bakıp içine işlediği bu kadından nefret etmekle kalmayacak ruhunun sancısını uzun süre içinden atamayacaktı. Dudaklarımdaki tebessümde içtendim, iyi bir adam olduğuna her defasında şahit olmam beni gülümsetip duruyordu fakat bir yandan da kıyılarıma hırçın dalgalar vuruyor gelgitler canımı yakıyordu aynı benim ona yapacağım gibi. "Akdeniz insanı sıcaklığı var sende, İtalyanlar hep böyle oluyor sanırım," deyip başımı biraz öne doğru uzattım, dudaklarım kenara kıvrılmışken kaşları havaya kalkmış o da bana yaklaşmıştı. "Evet Akdeniz ülkeleri çok sıcak, biz İtalyanlar da sıcaklıyoruz." Ya dalga geçiyordu ya da gerçekten öğrenmesi gereken çok kalıp vardı. Bu adam Türkçe'yi yeni mi öğrenmişti bilmiyorum ama öğreten kişinin beceriksizliği gözüme batıp duruyordu. En azından belli kalıpları öğretebilirlerdi, adam ha bire rezil oluyordu. "Yok yok öyle değil," derken kuracağım cümledeki kelimeleri iyice seçtim, gülmeden edemiyordum işte. Beş dakika normal konuşsak sonu buna bağlanıyordu. "Samimi olmandan bahsediyorum. Sıcakkanlı diyoruz biz, cana yakın da denir. Ah Andrea cidden sana Türkçe'yi kim öğretti?" "Sıla." Belliydi, böyle rezalet bir şekilde dil öğretmeyi anca bu faydasız kadın yapabilirdi. Eksiğini kapatmak bana düşüyordu şimdi, iyice öğretecektim her şeyi ona. 3 hafta içinde bitirip gideceğim işim için hayal kuruyor olmam kahvenin beni çarpmasından kaynaklanıyor olabilirdi, başka mantıklı sebep bulamıyordum. "Çınar Yaprağı herkesle böyle samimi olmuyorum aslında, bilmiyorum ama senin yanında hep gülesim ve konuşasım geliyor." Yapma, çok üzüleceksin. "Bu kadar kısa sürede nasıl oldu bilmiyorum ama durum bu." Yapma, üzüleceğim. Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılayacak panelleri tasarlayan adam aynı projeyi kendi hayatına da uyguluyordu sanırım, her bir sözünde kıvılcımlar saçıyor yüklü voltajda elektrik üretiyordu. "Durum bu," dediğimde iç çekmemek için kendimi zor tuttum. Ben de her kurbanımla bu kadar samimi olmuyordum, bu bir ilkti. "Bana," derken gözlerimin içine odaklanmıştı. "Anlatmak istediğin bir şey var mı?" Aptal değildi, bir dolaplar döndüğünü hissediyordu ama elinde hiçbir kanıt yoktu. Aklının sınırlarını zorlasa da benim kim olduğumu neden burada olduğumu çözemedi. Ben intikam için buradaydım, Sıla ve Tümer'in canını seninle yakacaktım. Ben görev için buradaydım, Karatay Holding'i ihaleden bir şekilde çekmek zorundaydım. Omuzlarımdaki ağırlık beni yeterince yormuyormuş gibi bir de hesapsızca gelen vicdan azabı sarmıştı her bir yanımı. Kendimi kurumuş bir ağaç gibi hissediyordum, dışım sapasağlam gözükse de içimi yiyen böcekler vardı. Yıkılmamak için çok zor duruyordum. "Sana anlatmak istediğim çok şey var." Ama anlatamazdım, bizim hikayemiz sonbaharda savrulan çınar yaprakları gibiydi. Ben o kuru yaprakken beni yeşertemezdin ki sen. "Anlat o halde, ben seni dinlerim, anlarım da." Anlayamazsın Andrea, benim çektiklerimi anlaman için tam 10 sene öncesine gidip hapse girmek gerekiyor. "Bir şeyler içerken anlatabilirim sanırım. Bir gün davet edersen..." "Bu akşam senin için uygun mu?" İki gündür tanıdığı kadını eve çağırıyordu. Gözlerimi kaçırmadan zar zor bakıyordum yeşillerine. Şimdiye kadar nasıl ruhsuz olduysam öyle olmalıydım, hesaplarımın her biri yerle bir olmuştu Andrea yüzünden. "Uygun, anlaştık." İçimi dökmem için beni çağırmıştı ancak onu sarhoş edip ihale bilgilerini öğrenmem gerekiyordu. Umarım daha ileriye gitmek zorunda kalmadan söylersin bana yabancı, yoksa bu Çınar Yaprağı senin en büyük hayal kırıklığın olacak. 🍁
Ah be Derin, bu kadar için acıyorsa dur artık, her şey intikam değil...
Andrea ama mühendis olup Türk dostu olan, projeler falan filan adam çalışıyor millet.
Ertuğrul'a sövme butonu tam olarak burası
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere canlarım😘
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe |
0% |