@rubamsalepe
|
Bazı yaraların merhemi yoktur. 🍁
Elimdeki çantayı sıkıca kavramış karşımdaki eve bakıyordum. Kapısında öylece beklerken bir adım öteye geçmek için ayaklarımı hareket ettirmek bana zulüm gibi gelmişti. Bugün bitecekti her şey, ben o teklifi öğrenecek bu görevi de bitirecektim. Sıla ve Tümer'in yaptıklarını anlatınca da Andrea onlara sırtını dönecek böylece intikamımı da almış olacaktım. Olacak mıydım? Bunlar beni tatmin edecek miydi? Onca yılın acısı tek bir sözle mi çıkacaktı? Derin bir nefes çektim ciğerlerime, yüksek topuklularım üzerinde dururken esen rüzgar saçlarımı havalandırıyor yüzüme doğru savuruyordu. Boştaki elimle saçlarımı düzeltmeye çalışırken kapı sesini işitmemle o yöne döndüm. Andrea beyaz bir tişört ve pantolonla duruyordu karşımda. Gömlekler kadar ona bu tişörtler de yakışıyordu. Yüzümdeki ifadeyi silip gülümsedim ve ona doğru yürümeye başladım. Uçuşan eteklerim pek de umurumda değildi, bakışları bacaklarıma döndüğünde bu bana daha çok keyif vermişti. Yanına varıp elimi uzattığımda dudaklarını üzerine yerleştirmiş aynı zamanda çınar yaprağı dövmemin üzerini okşamıştı. "Çok güzelsin." Elimi aşağı indirmiş olsa da bırakmamış beni seyretmeye başlamıştı. Üzerimdeki beyaz elbisenin yakası göğsümün bir kısmını açıkta bırakarak aşağısında bitiyor, omuzlarımın üzerini de uçuşan aynı kumaşla örtüyordu. Eteklerim kalçamı kapatacak kadar kısa ve uçuş uçuştu. Bu elbiseyi bir kırmızı topukluyla kombinlemiş elime de aynı renk bir çanta almıştım. "Teşekkür ederim Sinyor Andrea." Başımı elime çevirdiğimde temasını kesmediğinin farkında olacak ki geri çekildi ve içeriyi işaret etti. "Senin için güzel şeyler hazırladım." Ben senin için hiç iyi şeyler hazırlamadım ama. Tebessüm edip uçuşan saçlarımı kulağımın ardına sıkıştırdım. Önden önden yürüdüğümde bu büyük evin salonunda bulmuştum kendimi. Ev ferah ve moderndi, açık renk ahşaplarla döşenmiş çiçeklerle, renkli yastık ve halılarla tüm sıcaklık sağlanmıştı. Gözümü etraftan bir türlü alıp masaya çevirememiştim. Eğer bu evin tasarımını bir iç mimara yaptırmayıp kendi yaptıysa gerçekten de çok zevkli bir adamdı. "Cennette mi yaşıyorsun be adam?" diye mırıldandım kendi kendime. İçimdeki sıkıntı birden uçup gitmişti, ya bu evin içinde huzur vardı ya da Andrea'nın yanımda olmasıydı huzurun sebebi. Onun yanında da düşüşler yaşadığımı hesaba katarsam ilk seçenek çok daha mantıklı geliyordu kulağa. "Anlamadım, bir şey mi dedin?" Başımı ona çevirip dudaklarımdaki tebessümü genişlettim. "Masa diyorum, harika olmuş," diyerek ilk defa masaya çevirdim gözlerimi. Yaprak sarmasından etli yemeklere kadar bir çok şey vardı masada. Alkol için bir köşe hazırlamış çeşit çeşit istiflemişti her bir şişeyi, açıkçası en çok orası dikkatimi çekmişti. "Özellikle şu köşeye bayıldım." "Senin için kokteyl hazırlayabilirim." "Hayır demem." Sandalyemi centilmen bir hareketle çekip oturmamı sağladı sonra da karşıma geçip masaya bir göz attı. Bana ne ikram edeceğini düşünüyor olmalıydı. "Biraz et alabilirim." Kibar bir hanımefendi olabilirdim ama et yerken bazen kendimden geçebiliyordum. Umarım yemeğe düşkün tarafımı keşfetmezdi yoksa rezil olurdum. Rezil olsam ne olurdu ki sanki, neden utanıyorsam ben de? Tabağıma bıraktığı et parçasını bıçağımla dilimlerken beni seyrediyordu, birileri tarafından seyredilmeye alışkındım ama hiçbirinde ensemden gelen bir sıcaklık yanaklarıma yayılmıyordu. Havanın sıcaklığı bana sirayet ediyordu sanırım. "Bunları kim hazırladı Andrea, bana iyi bir aşçı olduğunu söyleme." "Olur söylemem, Derin, ben hiç iyi bir aşçı değilimdir." Kırmızı şarabı bardağıma doğru yaklaştırdığında koyması için başımı salladım. Bu gece içecektik, en çok da o içecekti. "Yemek işinde pek iyi değilimdir Çınar Yaprağı, bunları sen gelmeden önce hazırlattım ama masa düzeni tamamen bana ait emin olabilirsin." Yemek yapmayı biliyor olsaydı bir şeyler pişirir miydi benim için? Masayı kendi hazırladıysa belki de yapardı. "Her işte mükemmel olamazsın, bazen bazı şeyleri bilmemek gerekir." Ben de bazı şeyleri bilmeseydim çok güzel olurdu. Sevdiğim adamla en yakın arkadaşımı basmasaydım iyi olurdu, beni hapse yollayanların onlar olduğunu bilmesem iyi olurdu. O hücre hapsini yaşadığımda o adamın... Bazı şeyleri bilmesem iyi olurdu gerçekten. Dalıp giden gözlerim onu bulduğunda yeniden gülümsedim. "Ben senin için pişirebilirim," dedim büyük bir öz güvenle. "Harika yemek yaparım." "Ellerinden bir şeyler yemek isterim Derin, sen bu kadar güzelken elinin değdiği yemek kim bilir ne kadar güzel olur?" Güzellikten başka neyim vardı ki? Seven bir kalbim, merhametli bir ruhum olsun isterdim. Payıma düşenin intikam ve nefret olmamasını isterdim. "Bir gün bunu yapalım," diyerek etten bir parça attım ağzıma. "Sana yemek pişireceğim ve pişirdiğim yemeklerin benden daha güzel olduğunu göreceksin." "Mümkün mü?" "Hım?" "Mümkün mü diyorum, herhangi bir şeyin senden güzel olabilmesi mümkün mü?" İşte benim içimi sıkan hissin sebebi tam olarak onun bu sözleriydi. Öylesine güzel ve ilgili konuşuyordu ki ben ona ihanet edeceğimden utanır olmuştum. Sıla ya da Tümer gibi biri olmasını dilerdim, en azından yaptığım şey bir hatasının bedeli olurdu. Öksürdüğümde suyumdan bir yudum aldım, gözlerini bana dikmiş aynı sıcaklıkla gülümsüyordu. Sanırım konuşmam için iyice rahatlamamı bekliyordu. Bense onu iyice sarhoş edip konuşturmak niyetindeydim. "Bu güzel sözlerle beni kandırıp ne yapacaksın Andrea?" derken dirseklerim masaya dayanmış ellerimin biri kadehi kavramışken yüzüm de ona doğru yaklaşmıştı. "Voglio salvarti dai tuoi problemi." Seni dertlerinden kurtarmak istiyorum, dedi. Sözlerinin her bir ahengi önce bedenimin sonra ruhumun titremesine neden oldu. "Beni," deyip yutkundum. Böyle konuşmaya devam ederse beni ağlatabilirdi. "Beni kurtaramazsın yabancı, ben kendimi kurtaramamışken sen kurtaramazsın." Gülen yüzüm düştüğünde kadehimdeki şarabı bitirip yenisini doldurdum. Onun da dibini görmem çok uzun sürmemişti. İçtikçe sanki dertlerim çekip gidecekti benden. Gitmiyordu, ne kadar içersem içeyim o lanet geçmişim boğazımı sıkıca saran bir ip gibiydi benim için. Huzur neyimeydi ki benim? "Nasıl bu kadar cesur olup aynı zamanda pes etmiş biri olabiliyorsun?" Yemek faslını yarıda bırakıp yandaki içki şişelerini devirmeye başlamıştık. Andrea sert olduğunu söylediği kokteyli hazırlarken onu seyrediyordum sessizce. Beyaz tişörtünün kolları bol olsa da kaslı kolları o boşlukları doldurmuştu. Gözlerim kolundan bir çizgi gibi yana doğru kayarken damarlı kolunu ve nihayet elini görebilmiştim, yeni bir bardağı önüme koyduğunda şarabından aldığım son damlaları yutmuştum bile. "Hızlı içiyorsun yavaş ol." Senin de içmen gerekiyor Andrea, ben senden daha çok içiyorum. "Ve Çınar Yaprağı, senden bir cevap bekliyorum." Sarhoş taklidi yapsam inanır mıydı? Ne cevabı diye sorsam belki ikna edebilirdim onu. Dudaklarımı kenara kıvırıp içkisini yudumlaması seyrettim, ardından yeni bardağa geçtiğimde sert kokteyl beni bir yudumda bile sarsmıştı. "Ne cevabı?" "Ayık olduğunun farkındayım." "Ruhum bayık benim." "Ben de ondan bahsediyorum ya, bu güzelliğe bunu yapan kim?" Üzerime gölge düşürenin kardeşin olduğunu öğrenince bu kadar merak ettiğine pişman olmayacak mısın? Onlar yüzünden neler yaşadığımı bilsen üzülür müsün bana? "Az içiyorsun biraz daha iç." Aklımın bulanıklaşmaması lazımdı ama elimdeki bardağın dibini görüp yenisine geçmek istiyordum. Asla yapmayacağım amatörlükleri yapıyordum, bu adamın yanında her şeyi unutmak istiyordum, kendimden geçip unutmak istiyordum. Yapmam gerekense ayık kalıp onu sarhoş etmekti. "İçiyorum ya Çınar Yaprağı," diyerek bardağını bitirdi, yenisini koyduğunda bu defa içerken olması gerekenden daha yavaştı. Neydi onu yavaşlatan, sarhoş olmamı mı bekliyordu? Benim taktiğimi bana mı uygulayacaktı? Ayağa kalkmaya yeltendiğimde sarsılmış masadan aldığım destekle ayakta kalmıştım. Gülerek ayakkabılarımdan kurtulup ilerideki mutfak tezgahına doğru ilerledim. Andrea yerinden kıpırdamamış beni seyretmişti. Musluğu açıp ellerimi temizledikten sonra nasıl yaptım bilmiyorum ama tezgahın üzerine oturdum. Bacaklarım soğuk zeminle buluşunca bir anlığına içim titremiş sonra hemen alışmıştı. Tezgahın üzerinde duran içki şişesini alıp dudaklarıma götürdüm. Kendimi kaybediyordum ve aklımın kontrolünden çıkmak üzereydim. "Derin, ne yapıyorsun sen güzelim?" Sandalyesinden kalkıp tüm bedenini bana çevirmişti, yarım bir gülüşle halimi izliyordu. "Bana bir şeyler anlatacağını söyledin ama içip susmakla meşgulsün," diyerek yanıma doğru yürümeye başladı, elindeki bardağı tam yanıma bırakırken bedenimi bacaklarımın iki yanına koymuş beni kıstırmıştı. Yüksekte oluşum boylarımızı eşitlemiş kalbimin çarpıntısını duyacağı kadar yakınıma gelmesine sebep olmuştu. "Konuşsam üzülürsün." Zaten üzüleceksin ama zamanı gelmeden üzülmene gerek yok ki Andrea. Ben kendimi bu kadar salacak bir kadın değildim ama geçmişimle yüzleşmek ağırıma gitmişti, o ikisi de umurumda değildi ama ister istemez yaşadıklarım gözlerimin önüne gelmiş benim canımı yakmıştı. Bir de bunun üzerine Andrea vardı, can sıkıntımın bir diğer nedeni. "Senin çok üzmüşler." "Canım çok yandı," derken gözlerimin dolduğunu hissettim, yeşilleri mavilerimin taşmak üzere olduğunu ikinci defa gördüğünde kaşları hafifçe çatılmış yüzünde sıkıntılı bir ifade yer almıştı. Parmakları bugün ikinci defa yanağıma değdiğinde gözlerimi yumdum, alkolün etkisi bedenimi sarıp beni bu kadar duygusal hale getirmese bu denli yelkenleri suya indirir miydim bilemiyorum ama bu parmakların beni etkilediğini inkar edemezdim. Etkiliyor mu? Sarhoşsun Derin, aklını kullan. Onu sarhoş etmen gerekiyor kendini sarhoş etmen değil. "Gözlerime bak." Gözlerine baktım, uçsuz bucaksız yeşillerine odaklandım. "Bana her şeyi anlatabilirsin, beraber çözeriz sorunları." Sorun senin ailen diyemedim, sorun sensin diyemedim. "Nasıl olacakmış o? Konuşarak geçseydi şimdiye kadar geçerdi." Alnını benimkine doğru yaklaştırdığında gözlerim önce gözlerine sonra dudaklarına odaklandı. Tadı nasıldı acaba, ne hissederdi öpersem? Niyeti beni öpmek değildi çünkü gözlerinde arzudan ziyade merhamet görüyordum, alnını benimkine dayayıp soluklanmaktı niyeti, belki de bana iyi gelmekti ama bu olmadı. Yakasından tutup onu kendime çektiğimde dudaklarımı dudaklarına dayamış gözlerimi yummuştum. Hiç düşünmeden yaptığım bu hareketi anlamlandıramıyordum, zaten o kadar çok içmiştim ki çok fazla da düşünemiyordum. Dudaklarını hissedebilmek içimde bir kıpırtıya neden olmuş kollarım istemsizce boynuna dolanmıştı. Alt ve üst dudaklarında dolanırken onun tadını çıkartmaya çalıştım, onu öpmek çok güzeldi, istemsizce belime kayan elleri, kokusu çok güzeldi. Belki bir karşılık alabilseydim çok daha güzel olurdu, gülümseyerek dudaklarımı ondan ayırdım ama uzaklaşmadım yüzünden. Nefes nefeseydik, kalbimin atışınıysa hissetmemesi mucize olurdu. "Derin," dediğinde nefes almaya çalışıyordu. Öptüğüm dudaklarını yalaması beni daha da gülümsetti. "Karşılık vermedin?" Daha çok gülümsedim bunu söylerken, beni beğendiğini biliyordum. Sahi ben neden öpmüştüm ki onu? "Sarhoşsun." "Sarhoşuz." Kollarımı doladığım boynuna doğru götürdüm başımı, tam da çınar yaprağının üzerine dudaklarımı bastırdığımda nefesini tuttu, dudaklarımla hissettiğim nabzı çok hızlı atıyordu. "Çok güzel koktuğunu söylemiş miydim." Ünlü bir markanın etkileyici bir parfümüne sahipti, sadece bu kokuyu alan bir kadını bile baştan çıkarabilirdi yüzünü bile göstermeden. "Teşekkürler." Omuzlarımdan tutup beni geri çektiğinde sonunda rahat bir nefes alabilmişti. "Beni öpmedin," diye yineledim kendimi, üzülmem lazımdı değil mi istenmeyen kadın olduğum için? Peki benim neden gülesim geliyordu? "Öpersem durabileceğimi sanmıyorum, aklımız pek yerinde değil sanırım." Az önce benim bıraktığım şişeyi alıp başına dikti, istediğim gibi sarhoş oluyordu ama benim sarhoş olmamam lazımdı ki. Sarhoş değildim bence, sarhoş olsam onu konuşturmam gerektiğini hatırlamazdım değil mi? Her ne kadar ne söylettireceğimi hatırlamasam da... "Öpsene yabancı." Dudaklarımı onunkilere sürterek boynunun öbür yanına geçtiğimde sertçe yutkundu, tuttuğu kolumu istemsizce biraz sıkmıştı. Beni arzuluyordu işte, bu kadar zorlanmasının başka sebebi olamazdı. Gözlerim uzağı bulanık görse de yakını net görebiliyordum hâlâ, boynundaki yazıyı daha önce okuyamamıştım. Parmaklarımı üzerinde gezdirip yazıya baktım. Vivere per dispetto İnadına yaşayınca da olmuyor ki, yaşadım bak ne haldeyim, yaşıyor muyum emin değilim. "İnadına yaşa Derin, her ne olduysa inadına yaşa olur mu?" Başı tam da yanağıma yaslıydı parmakları saçımla buluştuğunda gözlerimi kapadım. "Ama sana yardımcı olabilmek çok isterdim inan bana." Sözleri hiç bir sarhoşun sözler gibi değildi ama sarhoştu, demek ki adamın içi dışı birdi, benim gibi değildi ki. "Olamazsın ki, kurumuş bir çınar ağacının yapraklarını yeşertemezsin." "Yanında olursam da mı?" Burnumun sızlaması en az sarhoş olmam kadar saçmaydı, başımı omzuna yasladığımda akmaması için direndim, ağlamadım bu defa. "Yanımda olsan da o yapraklar yeşermeyecek Andrea. Ben kazandığım savaştan bile yenik çıkacak bir kadınım." Saçlarıma burnunu götürüp bir iç çekti, parmaklarının gezdiği yerler sanki serin havada tenimi okşayan rüzgar gibi hissettiriyordu bana. Ürperiyorsam da hoşuma gidiyordu. Hoşuma gitmemeliydi, bir de öpmüştüm zaten ama Adil abi ileri git demişti öpmek masumdu bile değil mi? Bedenimi ondan ayırdığımda gözlerine baktım yabancının, beni anlamaya ve çözmeye çalışıyordu ama çabası boşaydı. Birkaç haftaya her şeyi öğrenecekti, şimdiden bilmemeliydi hiçbir şeyi. En azından Ayanların istediğini almalıydım. Meraklı gözlerini benden ayırmıyor arada bir dudaklarıma da bakmadan edemiyordu. Yani ona da hak vermeliydim etkilenmesi gereken bir öpücüktü. Elimi yandaki şişeye götürdüğümde durdurdu beni, daha fazla içip saçmalamamı istemiyor gibiydi. "Bana anlatman lazımdı, hâlâ susuyorsun." "Ne anlatacaktım be adam, ne kadar yakışıklı olduğunu mu o dudakların tadını mı? Ne anlatayım söyle bana." Ben dememiştim bunları değil mi? Başka birinin ağzından çıkmış olmalıydı, ellerimi hızla dudaklarına götürdüğümde bana bakıp gülmeye başladı. Utandığıma göre kesinlikle sarhoş olmuştum, bende o duygu pek yoktu çünkü. "Sen benden etkilenmişsin," derken dudakları kenara kıvrılmış yanağının kenarındaki çukur derinleşmişti. O çukuru öpmemek için zor tutuyordum kendimi. Öyle gülerse her an öpebilirdim. "Hayır, biri etkileniyorsa birinden o ben değilim sensin." Elimi göğsüne dayamış çenemi de havaya kaldırmıştım, yakışıklı ve tutkulu olabilirdi ama beni etkileyemezdi. "Senden etkilendiğimi saklamıyorum ki, etkilenmediğim birine bu kadar yakın olabileceğimi de sanmıyorum." "Ne kadar etkilenmiş olabilirsin ki?" Bacağıma koyduğu eliyle dudağımı dişleyip gözlerimi yumdum, hafif dokunuşları bana cevap verir nitelikteydi. "Sadece ben etkilenmiyorum Derin bak, nasıl da kapadın gözlerini." Böyle devam edeceksek yatakta bitmeliydi sonu, bitmeliydi de ne yapacaktım? Ne söyleteceğimi unutmuştum, sadece gülüp anın keyfine bakıyordum delirmiş gibi. Ellerimi boynuna doladım yeniden. Kahkahalarım kulaklarımı doldururken gözlerimin önüne bir karanlık perde inmişti. Göremiyordum, gülüyordum yalnızca. Bir süre sonra sesim değil sessizliğim ilişti dört bir yanıma. Susmuştum. Bir hiçliğin ortasında süzülüyor gibiydim, ne bir acı ne bir his... Bir anda nasıl da unutmuştum her şeyi, sahi neden buradaydım? Bana iyi gelen fazla içmiş olmam mıydı yoksa onun sözleri miydi? Hafiflediğimi hissediyordum, karanlığın bana iyi gelmesi şaşırtıcıydı. 🍁
Karanlık hücredeki sayamadığım günlerden birindeydim. Bir kere daha ceza almıştım, kavgalarımın sebebi kendimi savunuyor olmamdı ama gardiyanlar beni dinlemiyor her defasında haksız buluyordu.
Dizlerimi kırıp oturduğum soğuk zemine boş boş bakarken o huzursuzluğun sesini işittim. O ayak sesleri adım adım yaklaşırken iyice köşeye sinmiş, kollarımı birbirine kenetlemiştim. Korktuğumu anlasınlar istemiyordum ama başka şansım yoktu ki, titreyen ellerimi gizleyemiyordum.
"Ben geldim," dediğinde kaçacak yerim kalmamıştı, duvarı aşıp buradan kurtulmak istiyordum. "Biraz seni ihmal ettim."
"Git buradan!"
"Nedenmiş o?"
Kapının kilidini açıp içeriye adım attığında elime geçirdiğim su bardağını ona fırlattım, kahkahaları içeride yankılanıyorken üzerime geliyordu. İğrenç parmaklarının bedenimde gezmesini istemiyordum.
Seni şikayet edeceğim bile diyemedim. Kimse beni dinlemiyor, herkes bir olup üzerime geliyordu.
Karanlıkta yürüyen o lanetli yüz gözlerimin önüne geldiğinde çığlık attım, sesimi duyuramamış üzerine de sert bir tokat yemiştim.
"Döv beni, dövmeni tercih ederim."
Dik durmaya çalıştım, ilk defa kafa tutmaya çalıştım. Sert bir tokat daha yedim yüzüme.
"Orospu seni, ne yaptım lan ben sana?"
Bir kere daha vurdu, yutkunamadım. Canım acıdıkça ağlıyor ama dayağına karşı direnmeye çalışıyordum.
"Git buradan!"
"Kes sesini."
"Git!"
Sarsıldığımı hissettim ama karanlığın içindeydim.
"Def ol, dokunma bana git. Yeter, yeter artık!"
Biraz daha sarsıldım, kulağıma bir şeyler söyleniyordu ama ben işitmiyordum. Yanağıma yerleşen elle gözlerimi açtığımda ağlamaya başladım, ne diyeceğini umursamadan düşünmeden hüngür hüngür ağlıyordum.
Titreyen çenemi tutup gözlerine çevirdiğinde yutkunamadım. Dehşete düşmüş gibi bakıyordu ama beni korkutmamak için susup teselli etmeyi seçmişti. "Andrea?" "Evet benim, güvendesin. Ben sana kimsenin dokunmasına izin vermem ki." Başımı ellerinin arasına koyup parmaklarını elmacık kemiklerime götürdü, sildiği her yaşın yerine yenisi geliyor bıkmadan usanmadan onu da siliyordu. "Ne yaşattılar sana Derin? Seni uçurumdan kim itti böyle?" Cevap vermem için sorduğu bir soru değildi, kendine sorduğu bir soruydu. Göğsüm hızla inip kalkarken aldığım nefesin sesli olduğunu yeni fark edebildim. Neredeydim ben? En son içki içiyordum, tezgah... Sonrasını hatırlayamadım. Bir yatağa uzanmış olmalıydım, ellerimden destek alarak doğrulmuştum. Açık renklerle döşenmiş bir yatak odasındaydım. "Gözlerin kapanınca seni buraya getirdim, yanımda güvendesin Çınar Yaprağı." Gözlerimi sıkıca kapatıp yutkundum, sessizce ağlamaya alışmıştım ben. Sesimi duyan bir tek soğuk duvarlar olurdu, ruhumun çığlığını ilk defa birisi duymuştu. Hiç düşünmeden başımı göğsüne yasladım, tek başına ayakta kalabilen bir kadındım ama insan bazen serinlenecek bir gölge aramaz mıydı? Göğsüne sığınıp yok olmak istedim, ne yazık ki hâlâ nefes alıyordum. Parmakları saçlarımı okşarken kollarımı ona doladım; düşünmeden, planlamadan yaptığım içten bir hareketti. Benim ona sarılmaya ihtiyacım vardı. "Geçti Çınar Yaprağı," deyip iyice sarıldı bedenime. Ona sokuldukça kendimi daha da rahatlamış hissediyordum. Şifam mı olmuştu birden bire? Ölmeden ölen bir kadın intikamına kurban edeceği adamın kollarında mı nefes alıyordu? "Kimse sana dokunamaz, kimse senin canını acıtamaz. Kimsenin seni üzmesine izin vermem duydun mu beni?" Türkçe kurduğu cümlelerde yaşadığı dil sürçmeleri bu halimde bile gülümsetti beni. Bedenimi ondan ayırıp gözlerine baktım. "Geçmeyecek Andrea, bazı yaraların merhemi olmaz. Sen bile bana merhem olamazsın." Anlamayacağını bildiğim cümle onu düşündürmüş bir sonuca ulaştıramamıştı. Saçlarıma dokunup parmağına doladığı bukleyi kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Anlamadım ama hissediyorum, yanında olamayacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun. Bir yabancı olabilirim ama bir kalbim var hissedebiliyorum." "Keşke bir yolu olsa, nefes alabilmemin bir yolu olsaydı eğer hiç düşünmeden bunu yapardım." İntikam bile geçirmeyecekti hiçbir şeyi, bir yolu olsaydı eğer her şeyi yapardım. Benim nefesim yıllar önce kesilmişti zaten. "Derin, benimle konuşmak ister misin? Buna ihtiyacın olduğunu düşünüyorum." Başımı iki yana salladım, bunu öğrenmenin vakti değildi. Zamanı geldiğinde zaten her şeyi öğrenecekti. "Seni yaşarken öldürecek ne yaşadın? Elinden tutabilmek, seni kurtarabilmek isterdim." Bir damla daha süzüldü yanaklarımdan, ona böylesine teslim olmak zorunda mıydım? Neden böyle olmuştu ki? Kabusun sırası mıydı gerçekten? Keşke seni daha önce tanısaydım yabancı, keşke o zaman elimden tutabilseydin. "Ben... Ben gideyim artık, geç oldu." "Geç oldu, iyi de değilsin seni böyle bırakamam." Bırakman lazım çünkü içimin yangınını daha fazla görmeni istemiyorum ben. "İyiyim ben," dediğimde burukça gülümsedi, bu kadar kötü bir yalan onu kandırabilir miydi? "Yalnız kalmak istiyorum sadece." Ona deli gibi ihtiyacım olsa da bunu söylemek zorunda hissettim kendimi. "Sana istemediğin hiç bir şeyi yapmam ben," diyerek kolumu sıvazladı. Nasıl destek olabileceğini iyi biliyordu. "Ama bu halde gitmen doğru olmaz. Burada kal istersen kapıyı kilitleyebilirsin." Destek olmak için yanıma gelen göğsüne sığındığım bu adam bana kapıyı kilitlemekten bahsediyordu. O varken hiç olmadığı kadar güvendeydim ben, bilmiyor muydu bunu? "Gitme." "Anlamadım?" "Gitme Andrea, madem yalnız kalmamı istemiyorsun beni yalnız bırakma o zaman." Önce gözlerime baktı, sonra kararlılığımı görünce başını salladı. Kurumuş yaşlarımda parmaklarını gezdirip ayağa kalktı ve dolaba doğru gitti, bir battaniyeyi yere serip yanıma geri geldi. "Alabilir miyim?" dediğinde boştaki yastığı ona uzattım, şaşkınca onu seyrediyordum. Bir an yanıma yatacağını düşünmüştüm ama hassas olacağımı düşünüp yer yatağı yapmıştı kendisine. Orada rahat edemeyeceğini bildiği halde bana başka bir şey teklif etmemişti bile. Ağlamamak için zor tuttum kendimi, dolan gözlerimi loş ışıkta görmüyor olmasını umdum. "Andrea, teşekkür ederim." "Yanındayım Çınar Yaprağı, seslendiğin an elinden tutacağım." 🍁 Bölüm yorumunuzu buraya bırakabilirsiniz.
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe
|
0% |