Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. "Geçmişin Aralanan Defteri"

@rubamsalepe

 

Geçmiş bazen insan için yol yorgunluğudur bazen de gönül kırgınlığı.

 

🍁


Başıma saplanan ağrı akşamdan kalma olduğumun acı bir habercisiydi. Gözlerimi güçlükle açtığımda elimi alnıma götürüp ovuşturdum. Sanki kafamın içinde şimşekler çakıyordu, yüzümü buruşturup dirseklerimin üzerinde ağır ağır doğruldum.

Yerde iki büklüm yatan yabancıyı görmeden önce gündüz gözüyle etrafa baktım, dün gece ağlayıp dağıttığımı hatırlıyordum. O an yaptığım hiçbir şeyi kontrol edememiştim, ona gizlemem gereken tarafı aşikâr etmemem lazımdı. İşin kötüsü dün bu yatakta yaptığım hiçbir şey bir sarhoşun hareketi değildi, acılı bir kadının kabuslarının sonucuydu.

Sesli bir şekilde sızlandığımda Andrea hareketlendi. Dağılmış saçlarının onu bu kadar yakışıklı göstermesi haksızlık değil miydi?

"Günaydın."

"Günaydın Çınar Yaprağı."

Kocaman yatak varken yerde yatması adamlık mı enayilik mi tartışılırdı. Yanımda yatması beni rahatsız etmezdi hatta ona sarılsam belki daha iyi hissedebilirdim.

Bu ben miydim? Bir erkeğe neden sarılma ihtiyacı hissediyordum?

"Her yerin tutulmuştur şimdi, iyi misin?"

"Bana sorana bak, elini yüzünü yıka da bir şeyler yiyelim. İyiyim ben."

İyi olmadığını ayağa kalktığında omzunu tutmasından anlamıştım. İşte her şeye aslan gibi atlamamak lazımdı, bazen makul çözümler bulmak gerekirdi.

"Ne var yüzümde demeye korkuyorum, makyajım akmış değil mi?"

"Hâlâ güzelsin merak etme."

Ayağa kalkıp odadaki aynaya doğru giderken yeşilleri üzerimdeydi. Dolabın aynasındaki yansımam yorgun bir kadındı. Gözlerimdeki makyajın bu kadar akmasının sebebi sadece uyumam olamazdı, zaten göz yaşlarımın izi de vardı yüzümde. Dudağımdaki ruju bile dağıtmıştım, bu hallere nasıl geldiğim hakkında pek fikrim yoktu.

Alkole direncim vardı ama dozu aşmış kendimi hoş olmayan bir duruma sokmuştum. Aklım yerine o an ne kullandım bilemiyorum. Ağzımdan bir şey kaçırmadığımı bilsem de kendimi ona açmış olma ihtimalim bile beni ürkütmeye yetiyordu. Zaten gece olanlar yeterince savunmasız göstermişti beni. Benim anlatacağımdan fazlasını bilmemeliydi.

"İnsan bir gömlek verirdi Andrea, beni bu elbiseyle mi yatırdın gerçekten?"

Arkama doğru adımlarken aynanın köşesinden onu görebiliyordum. Biraz daha geldiğinde kadrajıma girmiş tam sağımda duruyordu. Ayakkabılarım olmadan boy farkımız biraz daha açılmıştı. Dudaklarımdaki küçük tebessümü silmeye çabaladım. Yeni uyanmış bir Andrea fazla yakışıklıydı.

"Emin ol," derken bana biraz daha yaklaştı. Dudaklarımı ıslatma ihtiyacı hissettim. Ellerini bana doğru uzattığında koyacağı yeri bulamadı ve saçlarıma götürdü, buklelerle oynarken aynadan da bana bakıyordu. Berbat gözüküyordum ama bu onun umurunda değil gibiydi. "O elbiseyi çıkartmak isterdim ama alkollüydün, aklın yerinde değildi pek."

Eğer İtalyanca bilmiyor olsaydım onun bu ahenkli sözlerini anlayabilmek için kesinlikle öğrenmek istedim, Andrea İtalyancanın en ünlü sanatçısıydı gözümde. Her bir notası beni hoş bir rüyaya sürüklüyordu.

"Sana bir şeyler söylemiş olmalıyım, ne dedim yabancı?"

Ellerini yavaşça belime yerleştirip beni kendisine çevirdiğinde yeşil denizleriyle buluştum. Maviyle yeşilin birleştiği noktada bir yangın vardı ve ikimiz de bunu görebiliyorduk.

"O kadar çok içmişsin ki hatırlamıyorsun."

Neyi hatırlamıyorum? Gözlerim merakla irice açılırken ağzından çıkacak her sözün benim için öneminin farkındaydım. Umarım saçmalamamışımdır, umarım yanlış bir şeyler söylememişimdir.

"Ben ne söyledim?"

"Bana âşık olduğunu," dedi keyifle, gülerken yanağındaki çukur derinleşti, oraya bakmamak için çaba gösteriyordum.

"Ne? Saçmalık. Ben âşık falan değilim sen yanlış duymuşsun."

Bunu söyleyecek kadar içmiş olamazdım, benimle dalga mı geçiyordu? Keyifli ifadesi bunu desteklese de içimi kemiren şüpheye engel olamadım.

"Ben," derken parmağım göğsünü buldu. "Sana âşık değilim."

Böyle gülümserse söylediği yalanın gerçek olabileceğini mi umuyordu? Güzel gülse de ben âşık olmazdım, hele ona asla. Aramızdaki mesafeyi kaparken bir eli boynuma yerleşti, gözlerim hafifçe kısılırken çapkın bir bakışını yakaladım.

"Neden Derin, ben âşık olunmayacak bir adam mıyım?"

Öyle mi dedim ben şimdi? Bu çekiciliğe ve o güzel ruha âşık olunurdu ama prensip gereği ben olamazdım. Değildim de.

"Sorun bu mu ya?"

Boynumdaki eline doğru bakmaya çalıştığımda parmaklarını saçlarıma doğru götürdü. Akmış makyajımla konuştuğum meseleler beni şaşırtıyordu.

"Bana ne söylediğini sordun, ben de dürüstçe söyledim. Hem bana âşık olman öpmenden iyidir Çınar Yaprağı, değil mi?"

Parmaklarının küçük temasları içimi titretirken dediklerine odaklanamıyordum. Onu öpmem neden âşık olmamdan iyiydi ki, hem onu öpmemişken bunu söylemesi de saçmalıktı.

"Saçlarına bile böyle dokununca eriyorsun, ya..."

Parmaklarım dudaklarına kapandı. Doğru düzgün Türkçe bilmeyen adam yine laf cambazı olmuştu, söz konusu yakınlık olunca Andrea dilimi benden iyi konuşuyordu.

"Makyajımı silmem lazım, ben bir içeri gideyim."

Bedenimi ondan kurtarıp yanından gittiğimde kalp atışlarımı çok net hissediyordum, sadece temasın etkisiydi bu, başka bir anlamı yoktu ki. Fiziksel bir çekimdi.

Bir de âşık oldum demişim, nasıl da yalan söylüyor gözümün içine baka baka.

Yüzümü tamamen temizleyip başka bir şey sürmedim, banyodan çıkıp odaya geri döndüğümde bir beyaz gömlek yatağa serilmişti. Elbiseyle uyumuştum ve temiz kıyafete ihtiyacım vardı. Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp attım, beyaz ütülü gömleği üzerime geçirip yakasını göğsüme kadar ilikledim. Kısaydı, kalçalarımı zor örtüyordu ve fazlasıyla çekici gözüküyordum makyajsız olmama rağmen. Kollarımı kıvırıp odadan dışarıya çıktım.

Alt kattan sesler geliyordu, anladığım kadarıyla Andrea bize bir şeyler hazırlıyordu. Çok kısa da olsa etrafı kurcalamak için vaktim vardı. Yatak odasının yanında iki kapı daha vardı. Küçük adımlarla yürüyüp kapının kulpunu tuttum ve hafifçe aşağıya indirdim. Ses çıkmaması benim şansımdı. Kapıyı aralayıp başımı hafifçe içeriye soktuğumda bir misafir odası olduğunu gördüm. Aradığım burada değildi, belki de öteki kapıdaydı.

Sesim duyulmasın diye azami bir çaba gösteriyor parmak uçlarında yürüyordum. Her bir adımımda yakalanma riski yaşıyordum ama bu yola her şeyi göze alarak çıkmıştım zaten.

Ölüm bile...
Yaptıklarımın karşılığı olarak beni ortadan kaldırmak isteyenlerin çıkmaması çıkmayacağı anlamına gelmiyordu. Zaten kaybedebileceğim sadece iki şey vardı biri ülkem biri de canım. Canımın gitmesini tercih ederdim.

İkinci kapıyı zorladığımda kilitli olduğunu gördüm, benden dolayı mı kilitliyordu yoksa genel bir tedbir miydi bilmesem de doğru yerde olduğumu biliyordum. Andrea'nın kara kutusu bu odadaydı ve ben ona ulaşacaktım.

"Derin, kahvaltıya gelmiyor musun?"

Bu kapının ardına anahtarını almadan geçmem mümkün değildi ve bana intikamın kapısını açacak o anahtarın yerini öğrenmem lazımdı ancak onu şu an yapacak vaktim yoktu. Ben bu eve bir kere daha gelecek ve istediğimi alacaktım.

İtalyanca sözlerine "Geliyorum," diye cevap verdim.

Elimi kapının soğuk metalinden çekip merdivenlere doğru yürüdüm. Ayakkabılarım, çantam, telefonum her biri yatak odasındaydı. Umursamadan aşağıya beni bekleyen adamın yanına indim.

"Vay, sen yemek işinden anlamadığına emin misin ya? Bunlar ne böyle?"

Ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırıp bana döndüğünde gülümsedim, tatlı gözüküyordu, dağılmış saçları tam karıştırılmalıktı. Yanaklarını söylemiyorum bile.

"Ben sadece hazırladım," diyerek başıyla çöpü gösterdi, plastik kapları gördüğümde kollarımı birbirine bağladım.

"Beraber hazırlardık."

"Bir dahakine artık."

Gözleri sonunda mavilerimden ayrıldığında bedenimi süzmüş gömleğin vücudumdaki duruşunu çapkın bir ifadeyle seyretmişti. Benimle seviştikten sonra bunu yapmamı hayal ediyor olmalıydı.

Masaya yaklaşıp patates kızartmasını ağzıma atarken kapının çalması canımı sıkmıştı, misafir mi bekliyordu? Andrea kapıya yönelecekken onu durdurup elimdeki patates kızartmasıyla beraber çıkışa doğru yürüdüm.

Bu kadar kısa sürede böylesine cesur olmak da ayrı bir başarıydı, cesaretimi bu eve yeniden girip o odadan bir şeyler bulurken de devam ettirmeyi umuyordum. Beni Andrea'yla olmaktan kurtaracak bir bilgi içimdeki burukluğu bir nebze azaltabilirdi.

Kapının kolunu kavrayıp açtığımda beklemediğim iki misafir ile karşı karşıyaydım. Sabah kahvaltısından önce görmek isteyeceğim son kişi bile olamazdı bu ikisi, beni gördüklerine şaşırmış sonra da bedenimi bir güzel süzmüşlerdi. E haliyle üzerimdeki erkek gömleğini yanlış anlamış kaşlarını da çatmayı ihmal etmemişti ikisi de.

Hiç bozuntuya vermedim, istedikleri gibi düşünebilirlerdi. Ateşli bir gecenin sabahında kahvaltı yaptığımızı düşünmeleri aslında işime gelirdi, onları sinir etmek hoşuma gidiyordu.

"Aa kimler gelmiş, ihanetin iki atlısı."

Küçümser bir ifadeyle onları süzüp kapının kenarına yaslandım. Bakışlarım onları delip geçiyordu, daha da beter olacaklardı.

"Senin ne işin var burada?"

O parmağı indirmesini bilirdim de Andrea bu yanımı görmesini istemiyordum. Kısık bir kahkaha yolladım ona.

"Belli olmuyor mu? İlle ayrıntı duymak isterseniz anlatabilirim." Başımı Tümer'e çevirdim. "Sen seversin böyle hikayeleri, şununla yatarken beni de çağırmıştın ya ondan diyorum. Midesiz olduğun için anlatmamda sorun olmaz sanki."

Sıla kolumu sertçe tutunca gözlerimi önce kolumu sıkan eline sonra da nefret ettiğim yüzüne çevirdim. Canımı biraz acıtsa da umursamadım, ifademi asla bozmadım ve gözlerimle onlara işkence etmeye devam ettim.

"Ne oldu Sıla, canını mı yaktım?"

"Sus artık be kadın, def ol git şu evden!"

"Ben burada misafirim. Şimdilik."

Son kısmı vurgulayınca kolumu daha da sıktı, kendimi onun parmaklarından kurtarıp diğer elimde tuttuğum ve hâlâ düşmemiş olduğuna şaşırdığım patates kızartmasını Tümer'in ağzına tıktım.

"Sen bana laf edeceğine kocana sahip çık benden söylemesi, beni öpmeye kalktı da ben durdurdum."

Bu defa kolunu yakalayan bendim. Yüzünün ifadesini incelemek bana keyif verdi, dudaklarımın kenara kıvrılmasının sebebi içine kurt düşmüş Sıla'nın kocasına dönüp sorgulayıcı bir bakış atmasıydı.

"Ne demişler, bir yapan bir daha yapar. Kocana sahip çık."

Cevap vermesini beklemeden kapının eşiğinden ayrılıp Andrea'nın yanına gittim. Görüş açısına girmemle başını önce bana sonra da kapıya çevirmişti.

"Hoş geldiniz, beklemiyordum sizi."

Benimle yalnız kalmak istediğini daha farklı ifade edemezdi. Yüz ifadelerini toparlamaya çalışan Karatay çifti de gelip Andrea'ya sarıldı. Kenardan patatesleri tırtıklarken aile saadetlerini seyrediyordum, içinden geçeceğim saadetlerini.

"Hoş bulduk, misafirin varmış. Bilseydik rahatsız etmezdik."

İmalı bakışlarının hedefi bendim, üzerimdeki gömlek de böyle konuşmasının nedenlerinden sadece biriydi.

"Rahatsız olmadık Sıla, iki eski dostumu görmek ve onlarla kahvaltı yapacak olmak beni mutlu eder."

Andrea da beni destekleyip onları masaya davet edince herkes bir sandalyeye oturmuş bir şeyler yemeye başlamıştı.

Bir sessizlik hakim oldu her birimize, Andrea gülümseyerek ara ara bizlere bakıyorken Sıla da Tümer ifşamdan sonra ona şüpheci birkaç bakış atmıştı. Ben yalan söylememiştim, tahrik etmiş olsam da kendine hakim olamayan oydu ve biliyordum ki ben yine istesem yine o adamı o kıvama getirirdim.

İradesiz şerefsizin tekiydi, beni aldattığı yetmiyor bir de evlilik bağı kurduğu kadını aldatmaya yelteniyordu. O bağa da saygısı yoktu bunun. Hatta ben kendisine de saygısı olduğunu düşünmüyorum.

Tümer'in gözleri arada bana çarpıyor sonra da karısının öldürücü bakışlarından nasibini alınca önüne dönüyordu. Herkesin birbirini boğmak istediği bir kahvaltı sofrasındaydık ama bu ikisi yüzünden yabancı da yanacaktı.

"Tatil gününüzde bana mı geldiniz?"

Bence kokumu alıp buraya huzurumu kaçırmaya gelmişlerdi ama senin gömleğinle onların huzuru kaçmıştı. Sıla dirsekleri üzerinde doğrulup odağını ona doğru çevirdi.

Her gün beraberlerdi zaten, buraya gelmeleri biraz bunaltıcı olmaz mıydı?

"Birkaç dosya alacaktık senden, erkenden gelip alalım sonra günün devamı sana kalsın istedik."

"İyi yapmışsınız," derken isteksizce bunu söylemişti, bu keşke gelmeseydiniz demenin Türkçesiydi sanırım.

"Senin de misafirin varmış."

Sıla'nın kinayeli sözlerinin hedefi bendim. Çatala batırdığım patatesleri ağzıma atıp bir baş hareketiyle saçlarımı kenara savurdum.

Ne oldu beğenemedin mi demek geçiyordu içimden ama benim bir şekilde sakin kalabilmemin yolunu bulmam lazımdı.

Sofrada gözüme kestirdiğim menemene ekmek banarak başladım işe. Andrea'nın bakışları üzerime döndüğünde gülümsüyordum. Beni havalı sanıyordu ve haksız değildi ama bilmediği bir şey vardı, ben bu toprakların kızıydım ve menemen benim kırmızı çizgimdi. Ekmekle banılan soğansız menemen...

Yemeye devam etmemi işaret eden bakışları ve art arda kırptığı gözleri iştahımı biraz açabilmişti. O ikisi gelmeden fazla açtım da işte iştah miştah bırakmamışlardı.

"Evet misafirim vardı."

Çarpık gülümsemesinden ne anlamalıydım? Sarhoşken ona evlenme teklifi mi etmiştim ki böyle göndermeler yapıyordu bana?

"Beraber güzel vakit geçirdik, değil mi Çınar Yaprağı?"

İmalarının ardı arkası kesilmezken küçük oyununa eşlik etmek işime gelirdi, bozuntuya vermeden "Çok güzeldi," dedim gülerek.

Bana hitap şekli ikisinin de yüz ifadesini değiştirdi, kenardan keyifle olan biteni izliyor bir yandan da onlara rağmen bu güzel sofranın tadını çıkarmaya çalışıyordum.

Andrea bir şeylerin farkındaydı ve beni korumaya çalışıyordu, kendimi daha güvende hissediyor onlara karşı attığım her adımı daha sağlam basıyordum. Topuklarımın altında ezilecekleri günler çok da uzak değildi.

Üç hafta...
Her şeyin bitmesi için tam üç haftamız vardı ve birkaç günü dolmuştu bile.

"Hangi dosyayı alacaksınız?"

"Şu dünkü imzaların kopyaları lazım oldu da. Yarını bekleyemiyordu bu iş o yüzden gelmek durumunda kaldık."

"Tamam, hallederim."

Yeşilleri bana döndüğünde yüzündeki ifade baş başa kalmadığımız için özür diler gibiydi. Samimi bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma, bu defa gözlerinin odağı oraya kaydı.

Bu bakış benim derin bir nefes almama sebep olmuştu, ensemden gelen bir sıcaklık yüzüme doğru yayılıyor ellerimle kendimi serinletme ihtiyacı hissediyordum.

Masada kalabalık olmamızdı belki de beni sıcaklatan ya da havanın sıcaklığı. Öyle öpecek gibi bakması beni bu hale getirmemeliydi. Tuttuğum nefesi saldığımda dikkati dağılmış önüne dönmüştü. Onun aksine benim dikkatim onun üzerindeydi.

Şu odayı açıp içindeki bilgilerle işimi bitirebilmek istiyordum çünkü dalıp gittiğim o yeşil denizler bana hiç de iyi gelmeyecekti.

Masadaki çayı yudumladığımda üzerimdeki taciz edici iki çift gözü umursamadan yabancıya döndüm yeniden.

"Ama çayı sen demlemişsin."

Bir parmağım da ocaktaki çaydanlığı gösteriyordu. Dudaklarımı büküp buna şaşırdığımı belli ettiğinde büyük bir çabayla başarabildiğini göstermeye çalıştı.

"Yaptım tabii, neden yapamayayım ki? Çok da güzel olmuş değil mi?"

İlk defa çay yapmış o da güzel olmuş gibi davranıyordu, ilk bile olsa bir İtalyan'ın evindeki çaydanlıktan bir İtalyan eliyle çay içiyordum ve çok iyiydi.

"Mükemmel, hayatımda daha iyisini içmemiştim."

El hareketleri beni onayladığında başımı yanımdaki ikiliye çevirdim hafifçe, rahatsız edicilerdi ve üzerimize gölge gibi çökmüşlerdi.

Andrea'nın bir süredir yemek yemiyor oluşu bana doydu izlemini verdiğinde biz hâlâ yemekle meşguldük.

"İstersen fotokopi işini hallet."

Belki baş başa kalırız diye ortaya attığım bu fikir aynı anda onay almış Andrea'yı ayaklandırmıştı. Benim rahatsız olduğumun farkındaydı, bir de benimle yaptığı planların üzerine çöktüklerinden hemen gitmelerini istiyor olmalıydı.

"Doğru, ben gidip halledeyim hemen."

Ayaklanıp yukarıya çıktığında o iki hainle baş başa kalmıştım, bir daha bu fırsat elime ne zaman geçerdi bilmiyorum ama şimdi onu kullanmam lazımdı.

"Ne bakıyorsun öyle?"

Bıçağın arkasını masaya vurduğumda ikisi de ürktü, ucunu da onlara gösterip ayağa kalktığımda iyice tedirgin olmuşlardı.

Keyif vericiydi, kedinin fareyle oynadığı gibi onlarla oynuyordum.

"Kalkın sofradan." Bıçağın ucunu sallayıp koltuğu işaret ettim. "Hazır yalnız kalmışken biraz sohbet edelim."

Hesaplaşalım.
Hesap verecek kadar karakterli olsaydınız yapardık bunu.

"Ne sohbeti?" derken ikisi birden ayaklanmış sözümü dinlemeye başlamışlardı.

"Biraz geçmişi konuşacağız."

Tedirgin adımları koltuğu bulduğunda ben de tam karşılarında duruyordum.

"Siz bunca şeyi bana nasıl yapabildiniz, gözümün içine baka baka nasıl?"

Tutamadım kendimi, içimde onca vakittir tuttuğum ne varsa serbest bıraktım. Ses tonumu ayarlamaya çalıştım, titrememeliydi, beni güçsüz görmelerine izin veremezdim ama hesap sormak en çok benim hakkımdı.

"Derin..."

"Ne Derin, Tümer? Senin adımı anmaya hakkın var mı?"

Beni hapse yollamalarının hesabını sonra soracaktım, her şey sırayla olacaktı.

Yüzlerine baktığımda gücümden korktukları için mi yoksa gerçek mi olduğunu bilmediğim bir pişmanlık vardı. Hangisiydi bilmiyorum ama artık her şey için çok geçti. Beni cayır cayır yakmışlardı, hiçbir şeyi geri alamazdık.

"Ya sen... Dostumdun benim ya, ailemle yaşamak istemiyorum deyip evime geldin ben kapımı sana açtım nasıl yapabildin?"

Ben geçti sanıyordum, geçmemişti. İçim bir an olsun soğumuyordu. Bu kadarını düşmanına bile yapmazdı insan.

"Âşık olduk Derin, kendime çok söyledim yapma diye ama olmadı. Ne ben tutabildim kendimi ne de Tümer. Arkandan iş çevirdik bu konuda haklısın ama çok geç."

Özür dilemeye bile yüzleri yoktu, gözlerindeki korkuysa hayatlarını mahvedeceğimdendi, bunu şimdi daha iyi anlamıştım.

Gözlerim geniş camlardan dışarıya doğru daldı, yemyeşil çimlerin üzerinde koşturan köpeği yeni fark etmiştim, dünden beri sesi çıkmamıştı. Bir an olsun beni mutlu edebilmişti bahçede koşturan köpek bile ama gerçekler de tam karşımda duruyordu. Bir insanı mutlu edebilmek bu kadar kolayken mutsuz edip hayatlarını dağıtmak da bu kadar kolay olmamalıydı.

Sertçe yutkundum, yüzümü görmediklerini bildiğimden daha rahattım şimdi. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım, göğsümün yangınını söndüreceğini düşündüğüm bu nefes içimi daha da yaktı. Mavilerimi onlara çevirdiğimde Tümer'in ellerini birbirine bağlayıp başını öne eğdiğini, Sıla'nın da koltuk kenarına koyduğu dirseğinden güç alıp elini başına yasladığını gördüm.

Benim iki lafım canlarını sıkmıştı, 10 senedir ben neler hissediyordum, neler yaşamıştım hiç birinden haberleri yoktu. Zaten bana azıcık değer verselerdi bunları yapmazlardı.

Madem âşık olmuştunuz, çıkıp karşıma söyleseydiniz ben iki gün ağlardım sonra susardım. Böylesini nasıl reva görür ki insan bir başkasına?

"Çok geç, benim gençliğimin baharını geri getirmek için çok geç."

Başımı iki yana sallayıp kollarımı birbirine bağladım. Gözlerime uzun uzun bakamıyor olmaları beni keyiflendirse de diğer duygularım daha ağır basıyordu.

"Ben bir elimi yüzümü yıkayayım."

Bir hesap sormayla bu hale gelmişti, ben ne haldeydim hiç umurunda olmuş muydu ki?

"Üzgünüm," dedi Tümer yalnız kaldığımız ilk anda, sertçe yutkunduğunda âdemelması belirginleşmişti. Gözlerimi onunkilere değdirdiğimde o masum genci yakaladım bir anlığına da olsa.

Üzgün olduğunu söylüyordu, beni hapse yollayışları da olmasa belki buna inanabilirdim. Eski güzel günlerin hatırı diyebileceğim hiçbir şey bırakmamıştı bende.

"Ben sana yüreğimi açmıştım ya, bir insan ne kadar sevilebilirse o kadar sevdim. Benden masum sevgimi bile aldın, sevginin varlığını unuttum ben Tümer ve bunun sorumlusu sensin."

"Seni sevdim Derin, yemin ederim çok sevdim."

Bundan sonra bir ama geleceği çok belliydi, sitem yüklü dudağımın kenarını yukarıya kıvırıp devam etmesini bekledim.

"Ama ben ona karşı koyamadım."

Gittiği yöne doğru baktı, onun için özel bir yeri olduğu çok belliydi. Keşke bunu o zaman belli etselerdi her şey farklı olurdu. Bir olup bana kıymasalardı...

Durmuş bana ihanet edip hapse yollayan eski sevgilimin keşkelerini dinliyordum. Onu öldürmem gerekirdi ama ben sadece dinliyordum işte.

"Senden de vazgeçemedim sonrası o gün işte."

Cıkladığımda ellerine sabitlediği bakışlarını bana çevirdi, dizinin titremesi ayağının ritmik bir şekilde ahşap zemine vurmasına sebep oluyordu. Gergindi.

"Sadece o gün değil, siz bana bir kötülük yapmadınız ki Tümer. Siz bana çok kötülük yaptınız."

Bu yüzleşmeyi kaldıramayacak noktadaydım, biraz daha konuşursam gözlerim beni ele verecekti. Adımlarımı üst kata yönlendirdiğimde benden bir cevap bekliyordu. Son sözümü döndüğümde söyleyecektim.

Odadan eşyalarımı alıp çıkarken gözüm aralanmış o kapıya takıldı. Yavaşça ahşap kısma tıklattığımda Andrea içeriye girmemi beklemeden yanıma geldi. İçeriye bakma fırsatı pek fazla bulamasam da genel hat olarak görebilmiştim ama bu sonrasının işiydi. Şimdi şu evden çekip gitmek biraz rahatlamak istiyordum.

"Bir şey mi oldu?"

"Bir arkadaşım yolda kalmış da onu almam gerekiyor, kusura bakma gitmeliyim."

"Yok, önemli değil," derken kalçalarımı zor örten gömleğine bakıyordu. Bir yabancı olsa da biraz tutucu gibiydi en azından bana karşı. "Üzerini değiştir istersen," demesi bunu kanıtlıyordu.

"Acelem var, gömleği sonra getiririm sana."

Arkamı dönüp gitmeden önce yeşillerine bir kez daha baktım.

"Teşekkür ederim, her şey için."

Beni nasıl sarıp sakinleştirmeye çalıştığını hatırlıyordum, uzun zamandır hissetmediğim kadar iyi hissettirmişti bana.

"Rica ederim, görüşürüz."

"Hoşça kal."

Hızlı adımlarla geri indiğimde Sıla dönmüş kocasıyla birlikte volta atıyordu. Son adımda zemine biraz sert basmış tok bir ses çıkartmıştım. İkisinin de tedirgin çehresi bana dönmüştü.

"Bitmedi." Kapıya doğru yürüdüm. "Kolay kolay da bitmeyecek." Bu burada bitmeyecekti, yaşadıklarımın beterini yaşamadan bitmeyecekti.

🍁

 

Bazı acıların şifası zaman olamayabiliyor, 10 sene sonra yüzleşmeye çalışan Derin için her şey çok zor e bir de sıcaklamasına sebep olan bir Andrea olunca...

 

Bir de sarhoş olduğunu hatırlamıyor Derin, Andrea'yı öptüğünü hatırlamıyor.

 

Tümer Sadakatsiz Volkan mısın kardeşim ikisini de aynı anda mı seviyorsun ruh hastası?

 

Bakalım neler göreceğiz.

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, öpüldünüz❤️

 

🍁Arrivederci🍁

 

🍁
Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.

 

İnstagram
Twitter
Tiktok
Wattpad

 

rubamsalepe
🍁

 

Loading...
0%