@rubamsalepe
|
Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım canlarım, iyi okumalar️❤️

İnsan kolay unutamayan aciz bir varlıktır.
🍁
Geçmişe duvarlar ördüğümü sanırken sadece üzerini kurumuş yapraklarla örtmüştüm ben. Bir rüzgar estiğinde tüm yapraklar dört bir yana savrulmuş, acılar saklandığı yerde görünür olmuştu.
Bana yaşattıkları çok şey vardı, hesap vermeleri gereken birçok şey ama ben bugün birini seçmiş gecikmiş bazı duyguları yaşayacaktım.
Üzerimde kalçamı zor örten bir erkek gömleği vardı, yüzümde bir damla bile makyaj yoktu. Ayaklarıma geçirdiğim topukluları elime almış sahilde yürüyordum. Adım adım mavilerimin deniz dalgalarına karıştığı yöne doğru yürüdüm. Ayakkabılarımı bir yana atıp sıcak plaj kumuna vurdum dizlerimi.
"Neden? Neden içim soğumuyor ki?"
Uzun kollu gömleğim bile güneşin can yakıcı sıcağını kesemiyordu. Ellerimi sıcak zemine vurduğum zaman üzerime doğru bir dalga gelmiş dizlerimi ıslatmıştı. Tenime değen su beni içine çekip götürsün diye yalvarabilirdim, belki dertlerimi de böyle alıp götürürdü.
"Çok acıyor, tam şurası."
İşaret parmağımı göğsüme koydum, sıkıca yumduğum gözlerimin arasından izinsizce kaçan damlalara engel olamadım. Onca sene kendimi tutabilmişken şimdi kontrolü kaybediyordum.
Birkaç gündür tanıdığım bir yabancı tüm dengemi bozmuştu. O sıcak gülümsemesi gözlerimin önüne geldikçe ağlama isteğim artıyordu.
"İnsan sevdiğinin canını yakabilir mi hiç böyle? Benden tüm aşkımı alıp götürdü, ben bir daha sevemedim."
İnsan sevdiğine kıyamazdı ki, bir göz yaşına dünyayı yakardı ama Tümer benim dünyamı yakmıştı.
İftira atıp hapse yollayacak kadar mı nefret etmişlerdi benden? Annem babam da sırt çevirmişti bana, hiç mi umurlarında olmamıştım? Tümer'in sevdim dediği bu kadar oluyordu işte. İnsan sevdiğini hapse yollamazdı.
Hücrede ben neler yaşadım bilmiyor ki hiç biri. Ben o soğuk duvarlardan kaçamayıp hüngür hüngür ağlarken hepsi gülüyordu. Nefes almaya bile hakları yoktu.
"Bir tek o masum, onu da ben yakacağım."
Gözyaşım mavi sulara karışırken sular dizime ve bacaklarıma vuruyordu. Ayağa kalkıp dizime gelene kadar maviliğe doğru koştum.
"Canım yanıyor benim, sönmeyecek mi bu ruhumun yangını? Duysanıza sesimi."
Etrafımda dönüp insanlara seslendim. Gözler benim üzerimdeydi, bense etrafımda dönmekle meşguldüm.
"Neden geçmiyor? Ben kendime bile acımazken ona neden acıyorum söylesenize?"
Dönmeye devam ettim, başım dönüyordu zaten akşamdan kalmaydım, buraya tamamen iyi bir halde gelmemiştim.
"O aptalların yaptıklarını unutamıyorum, kendi yapacaklarıma tahammül edemiyorum. Ne yapacağım ben?"
Son cümlem bir çığlık gibi çıkmıştı, en sonunda kollarımı açıp denizin merhametli ellerine bıraktım bedenimi. Sırtıma çarpan su ilk önce içimi ürpertse de sonra alışıp yumdum gözlerimi. Sırt üstü suyun üzerinde yatıyordum ve dalgalar canı nereye isterse beni oraya sürüklüyordu.
Belki umudun ve mutluluğun olduğu yerlere sürüklenirdim. Belki orada sakin ve huzurlu bir hayatım olurdu, elimde tuttuğum tüm serveti bırakıp basit bir hayat yaşayabilirdim, yeter ki bir huzurum olsun.
Mutluluk öylesine uzak geliyordu ki bana, samimice yaklaşıp her şeyimi paylaşabildiğim tek biri vardı, o da olmasa belki ayakta duramaz canıma kıyardım.
Ne Yasemin ne Adil abi bana onun kadar iyi gelebilmişti, ben Baha gibi bir kardeşe sahiptim. Tüm huzuru onunla yaşamaya çalışmıştım.
Bir de...
Bir de o çıktı geldi, o yeşil sonsuzlukları görünce kalbimin yeniden attığını hissettim. İlk defa birinin sarı çınar yapraklarımı yeşertmeye kalktığını gördüm.
İhanet etmek zorunda olduğum o adamın gözlerine bakmak bile ritmimi bozuyordu. Bende fırtınalar koptukça onunla diniyordu.
Koca şehirde sığınabileceğim iki kişi vardı, beni anlayabilen sadece iki kişi vardı. Sevgisizliğimi Baha'da dindirmiş ailemi onda bulmuştum ben. O kardeşimdi, canımdı.
Kendimi de Andrea'da bulmuştum. Yıkacağım adamda...
Başım suya gömülürken nefesimi tuttum, çok fazla duramayıp başımı yüzeye çıkardığımda gözlerimden de su damlalarıyla karışmış yaşlarım akıyordu.
Bedenimi doğrultup adım adım ayakkabılarıma doğru yürüdüm. Islak ayaklarımı sarı kuma bastığımda ayağımın altına yapışmış, ben onu da umursamamıştım.
Kalçamı zor kapatan bir erkek gömleğiyle denize girdiğimden mi az önceki bağırışlarımdan mı bilmem insanlar bana bakıyordu.
Garip gözüktüğümün farkındaydım, hele ki bu küpelerle bu kıyafet hiç uymamıştı.
Elimin tersiyle gözyaşımı silip adımlarımı hızlandırdığımda aklımdakileri bir bir haykırmanın ne kadar iyi geldiğini hissettim. Ben hep susmuştum, susturulmuştum. Bugünse çıkıp önce o ikisine sonra da denize haykırmıştım içimdekileri.
"Sus Derin, konuşursan fazlasını yaparım sus!"
"Git, yaklaşma! İmdat! Yardım edin!"
Sert bir tokatla aşina olduğum soğuk zemindeydim. Bana yeniden yaklaştığında geri geri gittim, daha fazla kaçacak yer yoktu.
Susmuştum. Susmadığımda susturulmuştum. Ben bu hayatı istememiştim, bu hayata mecbur kalmıştım.
Eğer minnet borcum ve intikamım olmasaydı da bu işlere hiç girmezdim, hele Andrea'yı bilsem hiç girmezdim.
Onca yaptığıma pişman mıydım, bilmiyorum. Olmasa olurdu ama neticede bana denileni yapmıştım. Herhangi bir arzu yoktu içimde, görev için kendimi o yönden feda etmiştim.
Hiç kimse bacağıma elini koyduğunda titrememiştim, gözlerime baktığında pişmanlık duymamıştım. Andrea beni sarsmıştı. Bir İtalyan adam benim aklımı sadece birkaç günde karıştırmış, sorgulamama sebep olmuştu.
Neyi mi sorguluyordum? Neden ona zarar vermek istemediğimi.
Adımlarımı hızlandırıp başımı kaldırıp karşıya baktığımda arabamın başında bekleyen kadını gördüm. Mavi gözleri seyrediyor, kıvırcık siyah saçları hafif rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu.
Burada olduğunu bilseydim böyle delicesine hareket edip kontrolümü kaybeder miydim bilmiyorum ama biraz kendim olmaya ihtiyaç duymuştum.
Kimse hatırlamıyor olsa da ben de insandım ve onların inandığının aksine bir kalbim vardı.
Adımlarım onun önünde bittiğinde gözlerimi meraklı ifadesiyle bana bakan gözlerine çevirdim.
"Afet?"
"Derin Hanım."
Duymuştu, üzerinde mayosunu örten ince bir kimono vardı. Burada her dediğime şahit olmuştu.
Ben çok büyük bir çam devirmiştim ve altında ezilmek üzereydim, bir açıklama bekliyordu benden.
"Fazlasıyla ıslanmışsınız, ilerideki şezlongda biraz oturup sohbet edelim mi?"
Başımı hafifçe aşağı yukarı salladığımda adımlarım onunkini takip etti. Ağzımı bile açamıyordum, sanırım korkuyordum. Benim geçmişte yaşadıklarımı ve gelecek için planladıklarımı Andrea'nın öğrenmesinden korkuyordum.
Eliyle işaret ettiği şezlonga oturduğumda havlusunu ıslak omuzlarımdan aşağıya doğru saldı, bazen esiyor ve bu esinti üşümeme neden oluyordu. En azından üstümü değiştirene kadar bu havluyla durabilirdim.
"Derin Hanım ben sizi duydum. Feryadınızı söylediklerinizi..."
"Derin diyebilirsin," diyerek böldüm sözünü, aramızdaki mesafe şahit olduklarıyla birden yok olmuştu zaten.
"Sadece birkaç gündür şirkettesin ama birkaç şeye şahit oldum."
Yutkundum, mavileri tehditkâr olmasa da meraklıydı, bu merakı beni ipe sürükleyebilirdi.
"Ne körüm ne de sağırım, aklımı da kullanabiliyor bazı bağları kurabiliyorum."
Bu söylediklerimi hiç duymasaydı da anlar mıydı? Ya Andrea, ne kadarını anlamıştı? Kardeşinin bana bir şeyler yaptığını tahmin edebiliyordu ama ötesi var mıydı? Parmaklarımı dizlerime yerleştirip yeniden mavilerine odaklandım.
"Ne demeye çalışıyorsan dümdüz söyleyebilirsin Afet, böylesi benim için zor oluyor çünkü."
"Masum olan birine bir şeyler yapacağını haykırdın, pişmanlık dolu bir haykırıştı. Senin canını kim yaktı da kimin canını yakacaksın?"
Cevabını bildiği bir soruyu soruyordu, Baha'nın ona âşık olmasına şaşırmadım, zeki bir kadını seviyordu.
"Eğer," deyip saçlarımı enseme doğru toparladım. "Eğer haykırmamı duymasaydın da bunu düşünür müydün?"
"Andrea Bey'in odasından sinirle çıkan Tümer Bey'i gördüm ve Andrea Bellini ile birbirinize bakışlarınızı gördüm. Yanlış bir bağlantı kurduğumu düşünmüyorum."
Çok zeki bir kadındı, Ayanların bünyesine katmak isteyebileceği ama Baha'nın asla buna izin vermeyeceği bir kadındı.
"Duyduklarını ya da duyacaklarını gidip anlatacak mısın?"
"Sevdiğim adamın kardeşini harcamayacağım Derin."
Parmak uçlarıma bakıyordum o bunu söylemeden hemen önce. Önce elimin üzerine kapanan parmakları sonra da içtenlikle tebessüm eden yüzünü gördüm.
Bahadır benim bir kız kardeşe ihtiyacım olduğunu görmüş, onu yanıma yollamıştı. Duymaması gereken şeyleri duysa da bana destek olacak, omuz verecekti.
Bir damla kaçırdım göz pınarlarımdan sanki bugün hiç akıtmamışım gibi. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladım.
Benim bir kız kardeşe ihtiyacım vardı ve erkek kardeşim bana o kız kardeşi vermişti. Sırtımı dayayabileceğim birini yollamıştı bana çünkü biliyordu ki ondan başka kimsem yoktu.
Aslında anne ve babama ihtiyacım vardı, bana kucak açsalardı başkalarına ihtiyacım kalmazdı.
"Teşekkür ederim, ben gerçekten..."
"Şşş. Hesap sormak için değil sana destek olabilmek için buradayım. Hem sana iyi davranayım ki bana görümcelik yapma."
Beni güldürmeyi başardı, Sıla'dan sonra kimseye dostum diyememiştim ama ilk defa oturup konuştuğum bu kadına dostum diyecektim çünkü Baha yanlış bir tercih yapmazdı.
"Görümce... Sonra bıkma benden, fenayımdır."
"Onu o zaman düşünürüz, anlat bakalım bu yangının sebebini. İki kız kardeş gibi destek olalım birbirimize."
Başımı bir anlığına uzaklara çevirdim, Baha oradan bizi seyrediyordu. Göz göze geldiğimizde bana kocaman bir kalp yolladı ve baş parmağıyla her şeyin yolunda olduğunu gösteren bir işaret yaptı.
Kardeşim benim yanımdaydı. Beni nasıl bulmuştu, durumumun kötü olduğunu nasıl anlamıştı bilmiyorum ama benim için yapabileceği her şeyi yapıyordu. Nasıl bir girdabın içinde olduğumu biliyor onun için bana el uzatıyordu.
"Üniversitedeyim, özel bir üniversitede burslu okuyorum. Çalışkan bir öğrenciydim. Bir ev tutmuştum. İşletme okuyorum o zamanlar."
Pür dikkat beni dinliyor, mimikleriniyse özenle kullanıyordu. Beni yargılamamak istediği kesindi.
Bilmesi gerektiği kadarını anlatacaktım ona, görev verilmiş Derin değil de acılar çekmiş Derin olarak duruyordun karşısında.
"Birinci sınıftayım daha, bir çocuk vardı ben de ilk görüşte âşık oldum."
Ya da öyle sanmıştım, aşk dediğim şey sadece benim duygularımdan ibaretti, aşkımı karşımdaki adam umursamamıştı bile.
"Tümer..."
Başımı salladım yavaşça. Gözleri dikkatle beni süzerken hikayemi dinlemeye devam ediyordu.
"Evet oydu. Sıla da ailesinden sıkılıp benim evimde kalmaya başlayan üniversitede tanıştığım en yakın arkadaşımdı, en azından onları yatağımda basana kadar. Bunu herkes öğrenmesin diye de bir kumpas kurup beni hapse yolladılar. 5 senenin sonunda söz konusu olayın yaşandığı yerden beni aklayabilecek bir kanıt bulduğumuzda çıkmam için sadece 1 ay kalmıştı, 5 sene boşu boşuna yattım. Ailem de beni reddedince kimsem kalmadı. Bir tek Baha işte. Sonra hayata dönmem lazımdı, ben de mütercimlik okudum. Şimdi Andrea'yla çalışıyorum."
Hızlı özetim onu sarsmıştı, bunları sanki günlük rutinimmiş gibi anlatmam garibine gitmişti. Birkaç saniyeliğine mavilerini yumup derin derin nefes aldı. O dinlemeye dayanamamıştı ben yaşamıştım hem de anlattığımdan daha fazlasını yaşamıştım.
"Alçaklar."
Tutuyordu kendisini, ekmeğini yediği insanlar hakkında fazlasını söylemek istiyordu ama sanırım kendisini frenliyordu.
"Nasıl dayandın? Nasıl dayanıyorsun hâlâ?"
"Dayanmıştım, Baha tuttu elimden bırakmadı beni ama şimdi dayanabiliyor muyum emin değilim."
Denize doğru çevirdim başımı, sonsuz maviliklere daldı gözlerim. Dalgalar artınca belki de bana umudu getirirdi. Belki ben de gülebilirdim bir gün.
"Az önce gördün, kaldıramıyorum bazı şeyleri."
Ellerini omzumda hissettiğimde burukça kenara kıvırdım dudaklarımı.
"Gömlek?"
"Onun," dediğimde fazlasını soracak gibiydi. "Hayır, onların bana yaptıklarından dolayı Andrea'yı sorumlu tutmuyorum. Sadece o ikisinin bana yaptıklarını bir gün ona açıklayacağım, bu kötülüğü ona yapacağım. İçim içimi bu yüzden yiyor."
Yalan değildi ama fazlası vardı, ben Karatay Holding'in ihale teklifini öğrenmek için onun yanındaydım. Ya odasına girecek bilgi alacaktım ya da yatağına girecektim. Odasından çıkmayan bir bilgi sarhoş Andrea'nın ağzından çıkar mıydı bilmiyordum.
"Ne zaman söyleyeceksin peki?"
Buna daha zamanım vardı, ihale teklifini öğrenmeden bunu yapmak istemiyordum çünkü benim işime son verip yollayabilirdi. Riske atamazdım, önce alacağımı almalıydım sonra da intikamımı.
"Biraz daha şartların olgunlaşmasını bekliyorum diyelim."
"O ikisini köşeye sıkıştırıyorsun sanırım. Bunları sana yaşatan insanlara az bile yapıyorsun. Sana bir yardımım olursa yaparım."
Bir kız kardeşim olmuştu, sorgulamadan benim için bir şeyler yapabilecek bir kız kardeş. Bana iyi gelecek bir kız kardeş.
Oturduğum yerde hareketlenip ona doğru uzandım, kollarım önce omuzlarını sonra da bedenini buldu. Sarılışıma sıcak bir dönüş sağlamış benim yüzümdeki tebessümün büyümesine neden olmuştu.
"Teşekkür ederim, sen benimle konuşana kadar buna ihtiyacım olduğunu bilmiyordum."
"Derin," diyerek bedenini benimkinden ayırdı. Parmaklarımı sıkıca kavramış gözlerimin içine bakıyordu. "Şu dünyaya yalnız olmak için gelmedik. Eğer nefes alıyorsak yalnız kalmamalıyız ve inan bana sen yalnız biri değilsin."
Son 10 yılım yalnız geçmişti, ailem ve dostlarım olmamıştı. Kalbimi verebileceğim bir adam da olmamıştı. Ailem Adil abi olmuştu, kardeşim ve dostum Baha'ydı. Bir kardeşim de Afet olmuştu şimdi.
Bir de... Andrea.
Vivere per dispetto yazıyordu boynunda, bunu hayal meyal hatırlıyordum ve anlamı inadına yaşaydı. Bana da inadına yaşa demişti.
İnadına yaşayacaktım çünkü benim elimden tutacak insanlar vardı artık.
Çabuk güvenmek değildi bu, güvenilmez olan ben olunca güvenilecek insanı az çok ayırt edebiliyordum.
"Yalnız değilim," diyerek onu tekrarladım. "Artık değilim."
"Öhöm, ikisi bir olup beni dışlamış şu işe bakın ya. Siz gelin görümce beni mi çekiştiriyorsunuz?"
Sevdiği kadının eli avuçlarımda, diz dize göz göze otururken bizi kıskanması komiğime gitmişti. Kıkırdayarak geri çekildiğimde Afet'in arkasındaki boşluğa oturdu ve kıvırcık saçlarına bir buse bıraktı. Gerçek aşk görmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Nereden anladın Baha, bir olup seni mahvetmeyi planlıyorduk."
Bahadır sevgilisinin beline sarılıp göğsüne yasladığında aklıma bu sabah geldi, Adrea'nın saçlarımla oynayışı, belime ve boynuma teması... Parmak uçlarının yakıcı etkisi içinde ediyordum.
Eğer başka şartlarda karşılaşsaydık, o herhangi biri olsaydı... Neyse.
"Siz ne zamandır sevgilisiniz ve benim bundan neden bu kadar geç haberim oldu?"
Bu defa hesap sorma sırası bendeydi. Bu kadar geç söylememeliydi kardeşim dediği insana. Yine de bende kredisi boldu ve onu affetmem yaklaşık üç saniyemi alırdı.
"Çok uzun olmadı, yeni sayılır ama onu gördüğüm andan beri kalbim bir başka çarpıyor."
Kurumaya yüz tutan nemli saçlarımı arkaya attırıp güzelliklerini seyrettim. Baha onun belini sardığından beri gözlerindeki ışığın tonu bile değişmişti. Aşkları benim sonbaharımda kuruyan dallarımı yeşertebilecek güçteydi, onlar bahardı. Aynı Andrea gibi.
"Birbirinizi üzmeyin olur mu, şu hayatta en değerli şey güven ve asla onu kaybetmeyin."
Ben güvenimi kaybettikten sonra hayatımda sadece birkaç kişi için güvenilir bir kadın olmuştum, intikam ve görevlerim benim dürüstlüğümün önüne büyük bir ambargo koyuyordu.
Madem âşık olmuşlardı aralarına ne birilerinin ne de yalanın girmesine izin vermelilerdi.
Ayağa kalktığımda neden olduğunu anlamamış olacaklar ki yerlerinden kıpırdamadılar.
"Nereye?"
"Arabamın beni götürdüğü yere. Yeniden her şey için teşekkürler."
Omuzlarımdaki yükü el ele hafifletmişlerdi. Aşina olmadığım bu sahiplenici hareketler kendimi bir nebze olsun değerli hissetmeme neden olmuştu.
Ben çok değersiz hissettirilmiştim, aldatılıp iftiraya uğramamdan fazlası vardı. Hapiste bedenime değen kirli gözler vardı, beni değersizleştirmişlerdi. Çok ağlamıştım ama işiten olmamıştı.
Ailem dediğim Adil abi olmasaydı ben daha çok çekerdim, biliyorum. Eli kolu uzun olan bu adam beni o delikten çıkarmakla kalmamış bir de kabuslarımın sebebine cezasını çektirmişti.
Bana öl dese ölürdüm bu yüzden. Büyük Ayan ne derse o olurdu. O ne isterse o olurdu.
Eve vardığında onun geçmeden önce üzerimdekilerden kurtulup normalime dönmem gerekiyordu. Önce ılık bir duş almış sonra da bornozla yatağın üzerine atmıştım kendimi.
İyi gelmişti, tüm kötülüklerden arınmış gibi hissettirmişti bir anlığına.
"Geçecek," deyip elimi havaya kaldırdım, diğer elimle çınar yaprağı dövmemi okşarken bana güç vermesini umuyordum. "Belki birlikte geçiririz ha?"
Sesimi mi duymuştu? Beni dinliyor olamazdı değil mi? Hani telefonun yanında ne söylersek onunla ilgili reklam görürdük ya aynı onun gibi bir şey yaşamıştım şimdi.
Andrea'yı düşünmüş, bir şeyler söylediğim anda da onun aradığını görmüştüm.
"Selam Çınar Yaprağı."
"Selam patron."
Telefonu açıp güzel bir açı bulduğumda Andrea'nın yüz ifadesi değişmişti. Patron demem hoşuna gitmiş olacak ki dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı.
"Müsait değilsen..."
Seninle ilgili planlarımı bilseydin de sorar mıydın bunları acaba?
"Ben sana hep müsaitim," diyerek alaya aldım onu, daha da genişleyen gülümsemesine karşı ayağa kalkıp kıyafetlerimi ayarlamaya koyuldum. "Duştan çıktım da kıyafet ayarlıyordum."
Bornozlu olmam giyinik olduğum anlamına gelmediğinden olsa gerek sertçe yutkundu, âdemelmasının inip kalktığına şahit olduğumda onu sadece bornozla bile etkileyebildiğime sevinmiştim.
"Daha sonra arasaydım keşke."
"Sorun değil Andrea, bir şey mi diyecektin?"
Elimi iç çamaşırlarıma götürdüm, siyah ve bordo bir takım alıp baktığımda telefonu dolabın rafına sabitlemiştim. Dolabın ışıklandırması sayesinde yüzümü net bir şekilde görebilen Andrea hâlâ konuşabilmek için kendini toparlayamamıştı çünkü gözü elimdekilere kaymıştı.
"Hangisi?" diye sordum muzipçe. "Hangisini giyeyim sen karar ver." Biraz sınırları zorlamaktan zarar gelmezdi, arsızlığım karşısında bu renkten renge giren halleri beni güldürüyor içimde kıvırcıklarını karıştırma isteği doğuruyordu.
"Neden cevap vermiyorsun Andrea yoksa giymeyeyim mi?"
"Sen..." Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine yeşillerini yumdu, gülümsemeden edemedim. "Sen beni fazla zorluyorsun."
"Sınırları altüst etmeyi seviyorum."
"Ah Çınar Yaprağı, sınırları gördük dün akşam," diye mırıldandığında duymadığımı sanıyordu ama ben her bir kelimeyi duymuştum.
"Biz dün tam olarak ne yaşadık? Sürekli eveleyip geveliyorsun Andrea, aramızda ne geçti?"
Bir anlığına duraksadı, dudaklarını aralayıp cevap vereceği sırada vazgeçip birbirine bastırdığında hafızamı zorlamaya çalıştım.
Bir şeyler yiyorduk, sürekli kadehlerimin dibini gördüğümü hatırlıyordum. Bir de inadına yaşa dövmesini ve bana bunu söylediğini...
O dövmeyi gördüysem boynuna yaklaşmış olmalıydım, bu onu etkilemiş olacak ki sürekli dile getiriyordu ama küçük bir şeyi neden bu kadar dile getiriyordu ki? Daha fazlası mı olmuştu? Sarhoşken benimle yatmamıştı bunu da biliyordum. Beni çıkmaza sokuyordu.
"Eveleyip gevelemek ne demek?"
Büyük bir kahkaha patlattığımda yüzünde saf bir ifade vardı. Telefonun yanaklarını sıkamazdım, hayır.
"Yani olanları bana açıkça anlatamıyorsun, konuyu başka yerlere çekiyorsun."
Umarım çekiyorsun derken bir şeyi tutup çekmeyi anlamazdı, deyim olayında en az Tümer'in sadakati kadar kötüydü.
"Bordo," dediğinde anlamsızca baktım yüzüne. Kendini açıklamak için konuşmaya devam etti. "Bordo sana yakışır, elindekinden bahsediyorum onu giyebilirsin."
Yüz ifadesi giyeceğim bu takımı başkalarının görmemesi gerektiğini söylüyordu sanki. Tebessüm edip külotu altımdan geçirirken kamera açısında değildim. Sütyeni giyecekken de kameraya sırtımı dönmüş bornozu üzerimden atmıştım.
Askılarımı kollarımdan geçirirken nefes alış verişinin hızlandığını duyabiliyordum. Yanıma gel desem o an koşarak gelirdi.
"Sen anlat, dinliyorum ben seni. Ne diyecektin bana?
"Ne diyecektim ben sana? Sahi Derin ben sana ne diyecektim?"
Bozuk Türkçesiyle kurduğu cümleleri kocaman bir gülümsemeyle dinliyordum. Ona eşlik eden el kol hareketlerini de arkamın dönük olmasına rağmen hissedebiliyordum, asla onlar olmadan konuşamıyordu.
Yüzümü ona dönüp askılarımı düzelttiğimde ekrana baktım. Kızarmıştı. Yanımda olmak istiyordu ve işin tuhafı ben de istiyordum, birkaç saat öncesinde beraberdik.
"Sen adama adını unutturursun Derin. Benimle oyun mu oynuyorsun?"
"Ya sen anlat ben seni dinliyorum," dedim tavrımı bozmadan, iç çamaşırlarımla değilmişim gibi davranıyordum yanında ve bu onu daha da tahrik ediyor olmalıydı. En azından ıslattığı dudakları bana bu mesajı veriyordu.
"Elbisen bende kalmış, istersen geçerken sana uğrayıp getirebilirim."
Evimi bilmezken geçerken bana nasıl uğrayacaktı ki? İşe geldiğimde de verebilirdi, yarını bekleyemez miydi sanki? Sığındığı bahanelere gülmemek için yüzümü bir anlığına kameradan çevirip gülüşümü gizlemeye çalıştım. Zeki bir adamdı ama kadınlar konusunda biraz saf davrandığını düşünüyordum.
"Bunun için yarını bekleyemedin mi?"
"Bekleyemedim."
"Neden Andrea, neden bekleyemedin?"
Bordo renkli elbiseyi üzerimden geçirip eteklerini düzelttiğimde bir bardak suyu hızla içtiğini gördüm. Sanırım biraz ortamı yakmıştım. En azından bu kıyafet iç çamaşırlarımla olduğumdan daha çekici gösteriyordu beni.
Telefonu alıp makyaj masasının üzerine yerleştirdim, elime geçirdiğim büyük halka küpeleri kulağıma takarken bir yandan da ona bakmaya çalışıyordum.
"Şu anlarına şahit olmak için belki de."
"Efendim?"
"Yok yok bir şey. Lazım olur diye dedim ben. Müsait değilsen sorun değil yarın da verebilirim."
Bu eve gelemezdi en azından şimdilik gelmemeliydi, Adil abiyi tanıyor olabilirdi ve ben durumu ona izah edemezdim. Bugünlük ayrı kalmamız gerekiyordu demek ki.
"Sanırım yarın alsam daha iyi olacak, birkaç işim var da bugün." Sesli nefes verişinden sonra kendimi açıklama gereği hissettim. "Bir gün mutlaka ağırlayacağım seni ama, yemek sözüm var sana unutmam bunu."
"Bana kendi ellerinle yemek pişireceksin yani gerçekten."
"Evet sana Türk mutfağının lezzetlerini sunacağım."
Cümlem kulağa çok fazla davetkar gelmişti, bir bardak su daha içmesine sebep olmuştum, öksürmeye başlayınca kıkırdadım. Sanırım lezzetten bahsederken tonlama hatası yapmıştım. Kalbinin ritmi, kızaran teninin sıcağı buralara kadar ulaşıyordu.
Andrea söz konusu şey sıcak temas olunca Türkçe'nin tüm mecazlarına hakim oluyordu.
"Lezzet derken yemeğin lezzeti Andrea, Türkçe'm kötü diye beni kandırıyor olabilir misin?"
"Komiksin," diyerek nefesini düzene sokmaya çalıştı. Boğazını temizleyip arkasına yaslandı. "Yarın görüşürüz o zaman."
"Görüşürüz," deyip telefonu kapattığımda ağlamaktan şişen gözlerimin içi gülüyordu. Aynadaki yansımam bir saat öncesinin aksine fazlasıyla rahattı.
Andrea bana iyi geliyordu, ruhuma açılan yaralarıma şifa olmaya çalışıyor gibiydi.
"Derin."
Başımı kapıya çevirdiğimde her zamanki alımlılığıyla dolanan Yasemin'i gördüm. Gözleri başka bakıyordu, benim ağzımı aramak için burada olduğuna emindim.
"Efendim."
"Konuşmalarınızın bir kısmına şahit oldum."
Yüzümde asılı kalan gülümsemeyi zor da olsa yok etmeye çalıştım. Dudaklarımı birbirine bastırıp konuşmasını devam etmesini bekledim.
Gerçekten büyüleyici gözüküyordu, beni bazen ürkütebilen bir büyüydü bu. Kırmızının en koyu tonu saçları içine çeken bir girdaptan farksızdı, ona kapılmamak zordu.
"Derin," deyip yanıma yaklaştı. Bir elini omuzuma yerleştirip başını kulağıma eğdi, sanki kimse bizi duymasın istiyordu. Sanki bir hata yapmıştım da bunu gizlemeye çalışıyor gibiydi. "Sen ona..."
Yutkundum, cümlesini tamamlamasını istemiyordum çünkü sözlerinin zarar vereceği tek kişi ben değildim.
"Seni daha önce böyle görmedim. Çok kişi oldu Derin, hiç biri onun gibi değildi. Hangisine böyle güldün?"
Destek almak istercesine elim makyaj masamın kenarıyla buluştu, sıkıca sardığım parmaklarımın boğumları kızarmıştı bile.
"Ben... Ne demek istiyorsun Yasemin?"
"Ona karşı duygusal bir yakınlık hissediyor olabilirsin, ben de kadınım. Ben seni anlarım Derin."
Geri çekilip aynadan beni seyretmeye devam etti, diğer elini de omzuma yerleştirdiğinde parmaklarının komutuyla geriye yaslanıp gözlerine baktım.
"Hatta bu evde bu konuda seni en iyi ben anlarım, Büyük Ayan'la aramızdaki ilişkinin sadece çalışan patron ilişkisi olmadığını görecek kadar büyüksün."
Benim açık açık dillendiremediğimi, kendime bile söyleyemediklerimi bana bir bir anlatıyordu. Bunun için bile bana izin vermemişti çünkü beni kontrol altında tutmak istiyordu, biliyordum.
"Sen de âşık olmuş olabilirsin."
"Olmadım," dedim sertçe. Yaptıklarımla söylediklerim birbirine uyuşmasa da denemiştim en azından. Birkaç gündür tanıdığım bir adama karşı bir şeyler hissettiğim doğruydu ama bu aşk değildi bence, o benim güvenli bölgemdi, yüzümü güldürüyordu ve ciddi bir tensel çekimimiz vardı. Yani kesinlikle aşk değildi. Bunun için çok erkendi ve dahası düşmanımla, görevimle iç içe olan biriydi. Andrea benim imkansızımdı.
"İstediğin kadar inkar et, ben az önce senin yüzünü gördüm Derin. Gözlerindeki ışığı gördüm. Hadi aşk olmasın adı, mutlaka bir şeyler var ve sana bunu bastır diyemem, demeyeceğim."
İnkar etmedim, ilgim vardı ve bastıramadığım bir şekilde ona karşı vicdanım. Belki de ona yapacaklarımdan dolayı vicdan azabı çekiyor bunu da ilgi sanıyordum ama değildi işte, her bir duyguyu ayrı ayrı yaşatıyordu bana. Bacağıma bir başkası elini koyduğunda ben iğrenirken o yaptığında ileriye gitmek istiyordum.
Çok tehlikeli sularda yüzüyordum ve ikimizin de çok acı çekeceğine emindim. Tam da şu an her şeyi bitirmek isterdim ama görev vardı. Sadece intikam olsaydı Sıla ve Tümer'i anlatır çekilirdim ama şimdi her şeyi mahvetmem gerekiyordu.
"Ne Büyük Ayan ne de ben sana karşı duracağız. Derin sen görevine hiçbir duygunu karıştırmazsın biz bunu çok iyi biliyoruz. Her şeyi bitirdiğinde devam etmek istersen sana karışmayacağız ve biliyorsun seni bir şeye zorlamayız."
Andrea ile ilişkim olursa bir başkasını ağıma düşürmek zorunda olmadığımdan bahsediyordu, şimdiye kadar istemediğim hiçbir şeyi bana yaptırmamışlardı, zaten o zaman Ayanlar para akışını elinde tutan bir gruptan ötesi olurdu ve ben bu yapının içinde yer almazdım.
"Derin intikamını görevin için kullanıyorsun, bir taşta iki kuş demiştik. İntikam sana kalmış, Ayanların istediğini verdikten sonra Andrea ile ilişkinde özgürsün."
Aramızdakilere ilişki demek ne kadar doğruydu bilmiyorum, bir şeyler vardı ama aşk çok ileri bir söylemdi. Aramızdakiler yoğun bir çekim ve güvendi.
"Sakın," dedi başını yeniden benimkinin yanına getirirken. "Sakın Adil Bey'i zor duruma sokacak hata yapma. İyi gidiyorsun Derin, bu ihaleyi biz almak zorundayız. Odasındaki bilgisayarı mı ele geçirirsin, diğerlerinden mi öğrenirsin ya da o adamı yatağa mı atarsın bilmem. Her şey senin elinde, o bilgileri bize verdiğin sürece o adamla her şeyi yapabilirsin."
Ne hissedeceğimi bilemediğim bir andaydım, korkmuyordum ama biraz ürkütmüştü beni. İstediğini yap ama hata yapma diyordu, neden orada olduğumu gizlemem lazımdı. Yalanlarıma yalanlar ekleyip onunla bir ilişki yaşayabilirdim ama bu içime ne kadar sinerdi?
Peki ya devam etmek ister miydim? Onunla gerçekten bir şeyler yaşamak ister miydim? Andrea'yla çıkarımın dışında bir ilişkim olacağını hiç düşünmemiştim ki ben.
Düşünmemeliydim zaten, o güvenli limana kendimi bırakırsam bir daha toparlanamazdım.
Ben Andrea'ya âşık olursam ona kıyamazdım.
🍁
Derin yalnız diye sevgilisini onun en yakın arkadaşı yapan Bahadır Eren ️❤️
Çok ağladı, çok canı yandı ve hep yanıyor. Andrea ise hiçbir şey yapmadan bile yüzünü Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım canlarım, iyi okumalar️❤️

İnsan kolay unutamayan aciz bir varlıktır.
🍁
Geçmişe duvarlar ördüğümü sanırken sadece üzerini kurumuş yapraklarla örtmüştüm ben. Bir rüzgar estiğinde tüm yapraklar dört bir yana savrulmuş, acılar saklandığı yerde görünür olmuştu.
Bana yaşattıkları çok şey vardı, hesap vermeleri gereken birçok şey ama ben bugün birini seçmiş gecikmiş bazı duyguları yaşayacaktım.
Üzerimde kalçamı zor örten bir erkek gömleği vardı, yüzümde bir damla bile makyaj yoktu. Ayaklarıma geçirdiğim topukluları elime almış sahilde yürüyordum. Adım adım mavilerimin deniz dalgalarına karıştığı yöne doğru yürüdüm. Ayakkabılarımı bir yana atıp sıcak plaj kumuna vurdum dizlerimi.
"Neden? Neden içim soğumuyor ki?"
Uzun kollu gömleğim bile güneşin can yakıcı sıcağını kesemiyordu. Ellerimi sıcak zemine vurduğum zaman üzerime doğru bir dalga gelmiş dizlerimi ıslatmıştı. Tenime değen su beni içine çekip götürsün diye yalvarabilirdim, belki dertlerimi de böyle alıp götürürdü.
"Çok acıyor, tam şurası."
İşaret parmağımı göğsüme koydum, sıkıca yumduğum gözlerimin arasından izinsizce kaçan damlalara engel olamadım. Onca sene kendimi tutabilmişken şimdi kontrolü kaybediyordum.
Birkaç gündür tanıdığım bir yabancı tüm dengemi bozmuştu. O sıcak gülümsemesi gözlerimin önüne geldikçe ağlama isteğim artıyordu.
"İnsan sevdiğinin canını yakabilir mi hiç böyle? Benden tüm aşkımı alıp götürdü, ben bir daha sevemedim."
İnsan sevdiğine kıyamazdı ki, bir göz yaşına dünyayı yakardı ama Tümer benim dünyamı yakmıştı.
İftira atıp hapse yollayacak kadar mı nefret etmişlerdi benden? Annem babam da sırt çevirmişti bana, hiç mi umurlarında olmamıştım? Tümer'in sevdim dediği bu kadar oluyordu işte. İnsan sevdiğini hapse yollamazdı.
Hücrede ben neler yaşadım bilmiyor ki hiç biri. Ben o soğuk duvarlardan kaçamayıp hüngür hüngür ağlarken hepsi gülüyordu. Nefes almaya bile hakları yoktu.
"Bir tek o masum, onu da ben yakacağım."
Gözyaşım mavi sulara karışırken sular dizime ve bacaklarıma vuruyordu. Ayağa kalkıp dizime gelene kadar maviliğe doğru koştum.
"Canım yanıyor benim, sönmeyecek mi bu ruhumun yangını? Duysanıza sesimi."
Etrafımda dönüp insanlara seslendim. Gözler benim üzerimdeydi, bense etrafımda dönmekle meşguldüm.
"Neden geçmiyor? Ben kendime bile acımazken ona neden acıyorum söylesenize?"
Dönmeye devam ettim, başım dönüyordu zaten akşamdan kalmaydım, buraya tamamen iyi bir halde gelmemiştim.
"O aptalların yaptıklarını unutamıyorum, kendi yapacaklarıma tahammül edemiyorum. Ne yapacağım ben?"
Son cümlem bir çığlık gibi çıkmıştı, en sonunda kollarımı açıp denizin merhametli ellerine bıraktım bedenimi. Sırtıma çarpan su ilk önce içimi ürpertse de sonra alışıp yumdum gözlerimi. Sırt üstü suyun üzerinde yatıyordum ve dalgalar canı nereye isterse beni oraya sürüklüyordu.
Belki umudun ve mutluluğun olduğu yerlere sürüklenirdim. Belki orada sakin ve huzurlu bir hayatım olurdu, elimde tuttuğum tüm serveti bırakıp basit bir hayat yaşayabilirdim, yeter ki bir huzurum olsun.
Mutluluk öylesine uzak geliyordu ki bana, samimice yaklaşıp her şeyimi paylaşabildiğim tek biri vardı, o da olmasa belki ayakta duramaz canıma kıyardım.
Ne Yasemin ne Adil abi bana onun kadar iyi gelebilmişti, ben Baha gibi bir kardeşe sahiptim. Tüm huzuru onunla yaşamaya çalışmıştım.
Bir de...
Bir de o çıktı geldi, o yeşil sonsuzlukları görünce kalbimin yeniden attığını hissettim. İlk defa birinin sarı çınar yapraklarımı yeşertmeye kalktığını gördüm.
İhanet etmek zorunda olduğum o adamın gözlerine bakmak bile ritmimi bozuyordu. Bende fırtınalar koptukça onunla diniyordu.
Koca şehirde sığınabileceğim iki kişi vardı, beni anlayabilen sadece iki kişi vardı. Sevgisizliğimi Baha'da dindirmiş ailemi onda bulmuştum ben. O kardeşimdi, canımdı.
Kendimi de Andrea'da bulmuştum. Yıkacağım adamda...
Başım suya gömülürken nefesimi tuttum, çok fazla duramayıp başımı yüzeye çıkardığımda gözlerimden de su damlalarıyla karışmış yaşlarım akıyordu.
Bedenimi doğrultup adım adım ayakkabılarıma doğru yürüdüm. Islak ayaklarımı sarı kuma bastığımda ayağımın altına yapışmış, ben onu da umursamamıştım.
Kalçamı zor kapatan bir erkek gömleğiyle denize girdiğimden mi az önceki bağırışlarımdan mı bilmem insanlar bana bakıyordu.
Garip gözüktüğümün farkındaydım, hele ki bu küpelerle bu kıyafet hiç uymamıştı.
Elimin tersiyle gözyaşımı silip adımlarımı hızlandırdığımda aklımdakileri bir bir haykırmanın ne kadar iyi geldiğini hissettim. Ben hep susmuştum, susturulmuştum. Bugünse çıkıp önce o ikisine sonra da denize haykırmıştım içimdekileri.
"Sus Derin, konuşursan fazlasını yaparım sus!"
"Git, yaklaşma! İmdat! Yardım edin!"
Sert bir tokatla aşina olduğum soğuk zemindeydim. Bana yeniden yaklaştığında geri geri gittim, daha fazla kaçacak yer yoktu.
Susmuştum. Susmadığımda susturulmuştum. Ben bu hayatı istememiştim, bu hayata mecbur kalmıştım.
Eğer minnet borcum ve intikamım olmasaydı da bu işlere hiç girmezdim, hele Andrea'yı bilsem hiç girmezdim.
Onca yaptığıma pişman mıydım, bilmiyorum. Olmasa olurdu ama neticede bana denileni yapmıştım. Herhangi bir arzu yoktu içimde, görev için kendimi o yönden feda etmiştim.
Hiç kimse bacağıma elini koyduğunda titrememiştim, gözlerime baktığında pişmanlık duymamıştım. Andrea beni sarsmıştı. Bir İtalyan adam benim aklımı sadece birkaç günde karıştırmış, sorgulamama sebep olmuştu.
Neyi mi sorguluyordum? Neden ona zarar vermek istemediğimi.
Adımlarımı hızlandırıp başımı kaldırıp karşıya baktığımda arabamın başında bekleyen kadını gördüm. Mavi gözleri seyrediyor, kıvırcık siyah saçları hafif rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu.
Burada olduğunu bilseydim böyle delicesine hareket edip kontrolümü kaybeder miydim bilmiyorum ama biraz kendim olmaya ihtiyaç duymuştum.
Kimse hatırlamıyor olsa da ben de insandım ve onların inandığının aksine bir kalbim vardı.
Adımlarım onun önünde bittiğinde gözlerimi meraklı ifadesiyle bana bakan gözlerine çevirdim.
"Afet?"
"Derin Hanım."
Duymuştu, üzerinde mayosunu örten ince bir kimono vardı. Burada her dediğime şahit olmuştu.
Ben çok büyük bir çam devirmiştim ve altında ezilmek üzereydim, bir açıklama bekliyordu benden.
"Fazlasıyla ıslanmışsınız, ilerideki şezlongda biraz oturup sohbet edelim mi?"
Başımı hafifçe aşağı yukarı salladığımda adımlarım onunkini takip etti. Ağzımı bile açamıyordum, sanırım korkuyordum. Benim geçmişte yaşadıklarımı ve gelecek için planladıklarımı Andrea'nın öğrenmesinden korkuyordum.
Eliyle işaret ettiği şezlonga oturduğumda havlusunu ıslak omuzlarımdan aşağıya doğru saldı, bazen esiyor ve bu esinti üşümeme neden oluyordu. En azından üstümü değiştirene kadar bu havluyla durabilirdim.
"Derin Hanım ben sizi duydum. Feryadınızı söylediklerinizi..."
"Derin diyebilirsin," diyerek böldüm sözünü, aramızdaki mesafe şahit olduklarıyla birden yok olmuştu zaten.
"Sadece birkaç gündür şirkettesin ama birkaç şeye şahit oldum."
Yutkundum, mavileri tehditkâr olmasa da meraklıydı, bu merakı beni ipe sürükleyebilirdi.
"Ne körüm ne de sağırım, aklımı da kullanabiliyor bazı bağları kurabiliyorum."
Bu söylediklerimi hiç duymasaydı da anlar mıydı? Ya Andrea, ne kadarını anlamıştı? Kardeşinin bana bir şeyler yaptığını tahmin edebiliyordu ama ötesi var mıydı? Parmaklarımı dizlerime yerleştirip yeniden mavilerine odaklandım.
"Ne demeye çalışıyorsan dümdüz söyleyebilirsin Afet, böylesi benim için zor oluyor çünkü."
"Masum olan birine bir şeyler yapacağını haykırdın, pişmanlık dolu bir haykırıştı. Senin canını kim yaktı da kimin canını yakacaksın?"
Cevabını bildiği bir soruyu soruyordu, Baha'nın ona âşık olmasına şaşırmadım, zeki bir kadını seviyordu.
"Eğer," deyip saçlarımı enseme doğru toparladım. "Eğer haykırmamı duymasaydın da bunu düşünür müydün?"
"Andrea Bey'in odasından sinirle çıkan Tümer Bey'i gördüm ve Andrea Bellini ile birbirinize bakışlarınızı gördüm. Yanlış bir bağlantı kurduğumu düşünmüyorum."
Çok zeki bir kadındı, Ayanların bünyesine katmak isteyebileceği ama Baha'nın asla buna izin vermeyeceği bir kadındı.
"Duyduklarını ya da duyacaklarını gidip anlatacak mısın?"
"Sevdiğim adamın kardeşini harcamayacağım Derin."
Parmak uçlarıma bakıyordum o bunu söylemeden hemen önce. Önce elimin üzerine kapanan parmakları sonra da içtenlikle tebessüm eden yüzünü gördüm.
Bahadır benim bir kız kardeşe ihtiyacım olduğunu görmüş, onu yanıma yollamıştı. Duymaması gereken şeyleri duysa da bana destek olacak, omuz verecekti.
Bir damla kaçırdım göz pınarlarımdan sanki bugün hiç akıtmamışım gibi. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladım.
Benim bir kız kardeşe ihtiyacım vardı ve erkek kardeşim bana o kız kardeşi vermişti. Sırtımı dayayabileceğim birini yollamıştı bana çünkü biliyordu ki ondan başka kimsem yoktu.
Aslında anne ve babama ihtiyacım vardı, bana kucak açsalardı başkalarına ihtiyacım kalmazdı.
"Teşekkür ederim, ben gerçekten..."
"Şşş. Hesap sormak için değil sana destek olabilmek için buradayım. Hem sana iyi davranayım ki bana görümcelik yapma."
Beni güldürmeyi başardı, Sıla'dan sonra kimseye dostum diyememiştim ama ilk defa oturup konuştuğum bu kadına dostum diyecektim çünkü Baha yanlış bir tercih yapmazdı.
"Görümce... Sonra bıkma benden, fenayımdır."
"Onu o zaman düşünürüz, anlat bakalım bu yangının sebebini. İki kız kardeş gibi destek olalım birbirimize."
Başımı bir anlığına uzaklara çevirdim, Baha oradan bizi seyrediyordu. Göz göze geldiğimizde bana kocaman bir kalp yolladı ve baş parmağıyla her şeyin yolunda olduğunu gösteren bir işaret yaptı.
Kardeşim benim yanımdaydı. Beni nasıl bulmuştu, durumumun kötü olduğunu nasıl anlamıştı bilmiyorum ama benim için yapabileceği her şeyi yapıyordu. Nasıl bir girdabın içinde olduğumu biliyor onun için bana el uzatıyordu.
"Üniversitedeyim, özel bir üniversitede burslu okuyorum. Çalışkan bir öğrenciydim. Bir ev tutmuştum. İşletme okuyorum o zamanlar."
Pür dikkat beni dinliyor, mimikleriniyse özenle kullanıyordu. Beni yargılamamak istediği kesindi.
Bilmesi gerektiği kadarını anlatacaktım ona, görev verilmiş Derin değil de acılar çekmiş Derin olarak duruyordun karşısında.
"Birinci sınıftayım daha, bir çocuk vardı ben de ilk görüşte âşık oldum."
Ya da öyle sanmıştım, aşk dediğim şey sadece benim duygularımdan ibaretti, aşkımı karşımdaki adam umursamamıştı bile.
"Tümer..."
Başımı salladım yavaşça. Gözleri dikkatle beni süzerken hikayemi dinlemeye devam ediyordu.
"Evet oydu. Sıla da ailesinden sıkılıp benim evimde kalmaya başlayan üniversitede tanıştığım en yakın arkadaşımdı, en azından onları yatağımda basana kadar. Bunu herkes öğrenmesin diye de bir kumpas kurup beni hapse yolladılar. 5 senenin sonunda söz konusu olayın yaşandığı yerden beni aklayabilecek bir kanıt bulduğumuzda çıkmam için sadece 1 ay kalmıştı, 5 sene boşu boşuna yattım. Ailem de beni reddedince kimsem kalmadı. Bir tek Baha işte. Sonra hayata dönmem lazımdı, ben de mütercimlik okudum. Şimdi Andrea'yla çalışıyorum."
Hızlı özetim onu sarsmıştı, bunları sanki günlük rutinimmiş gibi anlatmam garibine gitmişti. Birkaç saniyeliğine mavilerini yumup derin derin nefes aldı. O dinlemeye dayanamamıştı ben yaşamıştım hem de anlattığımdan daha fazlasını yaşamıştım.
"Alçaklar."
Tutuyordu kendisini, ekmeğini yediği insanlar hakkında fazlasını söylemek istiyordu ama sanırım kendisini frenliyordu.
"Nasıl dayandın? Nasıl dayanıyorsun hâlâ?"
"Dayanmıştım, Baha tuttu elimden bırakmadı beni ama şimdi dayanabiliyor muyum emin değilim."
Denize doğru çevirdim başımı, sonsuz maviliklere daldı gözlerim. Dalgalar artınca belki de bana umudu getirirdi. Belki ben de gülebilirdim bir gün.
"Az önce gördün, kaldıramıyorum bazı şeyleri."
Ellerini omzumda hissettiğimde burukça kenara kıvırdım dudaklarımı.
"Gömlek?"
"Onun," dediğimde fazlasını soracak gibiydi. "Hayır, onların bana yaptıklarından dolayı Andrea'yı sorumlu tutmuyorum. Sadece o ikisinin bana yaptıklarını bir gün ona açıklayacağım, bu kötülüğü ona yapacağım. İçim içimi bu yüzden yiyor."
Yalan değildi ama fazlası vardı, ben Karatay Holding'in ihale teklifini öğrenmek için onun yanındaydım. Ya odasına girecek bilgi alacaktım ya da yatağına girecektim. Odasından çıkmayan bir bilgi sarhoş Andrea'nın ağzından çıkar mıydı bilmiyordum.
"Ne zaman söyleyeceksin peki?"
Buna daha zamanım vardı, ihale teklifini öğrenmeden bunu yapmak istemiyordum çünkü benim işime son verip yollayabilirdi. Riske atamazdım, önce alacağımı almalıydım sonra da intikamımı.
"Biraz daha şartların olgunlaşmasını bekliyorum diyelim."
"O ikisini köşeye sıkıştırıyorsun sanırım. Bunları sana yaşatan insanlara az bile yapıyorsun. Sana bir yardımım olursa yaparım."
Bir kız kardeşim olmuştu, sorgulamadan benim için bir şeyler yapabilecek bir kız kardeş. Bana iyi gelecek bir kız kardeş.
Oturduğum yerde hareketlenip ona doğru uzandım, kollarım önce omuzlarını sonra da bedenini buldu. Sarılışıma sıcak bir dönüş sağlamış benim yüzümdeki tebessümün büyümesine neden olmuştu.
"Teşekkür ederim, sen benimle konuşana kadar buna ihtiyacım olduğunu bilmiyordum."
"Derin," diyerek bedenini benimkinden ayırdı. Parmaklarımı sıkıca kavramış gözlerimin içine bakıyordu. "Şu dünyaya yalnız olmak için gelmedik. Eğer nefes alıyorsak yalnız kalmamalıyız ve inan bana sen yalnız biri değilsin."
Son 10 yılım yalnız geçmişti, ailem ve dostlarım olmamıştı. Kalbimi verebileceğim bir adam da olmamıştı. Ailem Adil abi olmuştu, kardeşim ve dostum Baha'ydı. Bir kardeşim de Afet olmuştu şimdi.
Bir de... Andrea.
Vivere per dispetto yazıyordu boynunda, bunu hayal meyal hatırlıyordum ve anlamı inadına yaşaydı. Bana da inadına yaşa demişti.
İnadına yaşayacaktım çünkü benim elimden tutacak insanlar vardı artık.
Çabuk güvenmek değildi bu, güvenilmez olan ben olunca güvenilecek insanı az çok ayırt edebiliyordum.
"Yalnız değilim," diyerek onu tekrarladım. "Artık değilim."
"Öhöm, ikisi bir olup beni dışlamış şu işe bakın ya. Siz gelin görümce beni mi çekiştiriyorsunuz?"
Sevdiği kadının eli avuçlarımda, diz dize göz göze otururken bizi kıskanması komiğime gitmişti. Kıkırdayarak geri çekildiğimde Afet'in arkasındaki boşluğa oturdu ve kıvırcık saçlarına bir buse bıraktı. Gerçek aşk görmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Nereden anladın Baha, bir olup seni mahvetmeyi planlıyorduk."
Bahadır sevgilisinin beline sarılıp göğsüne yasladığında aklıma bu sabah geldi, Adrea'nın saçlarımla oynayışı, belime ve boynuma teması... Parmak uçlarının yakıcı etkisi içinde ediyordum.
Eğer başka şartlarda karşılaşsaydık, o herhangi biri olsaydı... Neyse.
"Siz ne zamandır sevgilisiniz ve benim bundan neden bu kadar geç haberim oldu?"
Bu defa hesap sorma sırası bendeydi. Bu kadar geç söylememeliydi kardeşim dediği insana. Yine de bende kredisi boldu ve onu affetmem yaklaşık üç saniyemi alırdı.
"Çok uzun olmadı, yeni sayılır ama onu gördüğüm andan beri kalbim bir başka çarpıyor."
Kurumaya yüz tutan nemli saçlarımı arkaya attırıp güzelliklerini seyrettim. Baha onun belini sardığından beri gözlerindeki ışığın tonu bile değişmişti. Aşkları benim sonbaharımda kuruyan dallarımı yeşertebilecek güçteydi, onlar bahardı. Aynı Andrea gibi.
"Birbirinizi üzmeyin olur mu, şu hayatta en değerli şey güven ve asla onu kaybetmeyin."
Ben güvenimi kaybettikten sonra hayatımda sadece birkaç kişi için güvenilir bir kadın olmuştum, intikam ve görevlerim benim dürüstlüğümün önüne büyük bir ambargo koyuyordu.
Madem âşık olmuşlardı aralarına ne birilerinin ne de yalanın girmesine izin vermelilerdi.
Ayağa kalktığımda neden olduğunu anlamamış olacaklar ki yerlerinden kıpırdamadılar.
"Nereye?"
"Arabamın beni götürdüğü yere. Yeniden her şey için teşekkürler."
Omuzlarımdaki yükü el ele hafifletmişlerdi. Aşina olmadığım bu sahiplenici hareketler kendimi bir nebze olsun değerli hissetmeme neden olmuştu.
Ben çok değersiz hissettirilmiştim, aldatılıp iftiraya uğramamdan fazlası vardı. Hapiste bedenime değen kirli gözler vardı, beni değersizleştirmişlerdi. Çok ağlamıştım ama işiten olmamıştı.
Ailem dediğim Adil abi olmasaydı ben daha çok çekerdim, biliyorum. Eli kolu uzun olan bu adam beni o delikten çıkarmakla kalmamış bir de kabuslarımın sebebine cezasını çektirmişti.
Bana öl dese ölürdüm bu yüzden. Büyük Ayan ne derse o olurdu. O ne isterse o olurdu.
Eve vardığında onun geçmeden önce üzerimdekilerden kurtulup normalime dönmem gerekiyordu. Önce ılık bir duş almış sonra da bornozla yatağın üzerine atmıştım kendimi.
İyi gelmişti, tüm kötülüklerden arınmış gibi hissettirmişti bir anlığına.
"Geçecek," deyip elimi havaya kaldırdım, diğer elimle çınar yaprağı dövmemi okşarken bana güç vermesini umuyordum. "Belki birlikte geçiririz ha?"
Sesimi mi duymuştu? Beni dinliyor olamazdı değil mi? Hani telefonun yanında ne söylersek onunla ilgili reklam görürdük ya aynı onun gibi bir şey yaşamıştım şimdi.
Andrea'yı düşünmüş, bir şeyler söylediğim anda da onun aradığını görmüştüm.
"Selam Çınar Yaprağı."
"Selam patron."
Telefonu açıp güzel bir açı bulduğumda Andrea'nın yüz ifadesi değişmişti. Patron demem hoşuna gitmiş olacak ki dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı.
"Müsait değilsen..."
Seninle ilgili planlarımı bilseydin de sorar mıydın bunları acaba?
"Ben sana hep müsaitim," diyerek alaya aldım onu, daha da genişleyen gülümsemesine karşı ayağa kalkıp kıyafetlerimi ayarlamaya koyuldum. "Duştan çıktım da kıyafet ayarlıyordum."
Bornozlu olmam giyinik olduğum anlamına gelmediğinden olsa gerek sertçe yutkundu, âdemelmasının inip kalktığına şahit olduğumda onu sadece bornozla bile etkileyebildiğime sevinmiştim.
"Daha sonra arasaydım keşke."
"Sorun değil Andrea, bir şey mi diyecektin?"
Elimi iç çamaşırlarıma götürdüm, siyah ve bordo bir takım alıp baktığımda telefonu dolabın rafına sabitlemiştim. Dolabın ışıklandırması sayesinde yüzümü net bir şekilde görebilen Andrea hâlâ konuşabilmek için kendini toparlayamamıştı çünkü gözü elimdekilere kaymıştı.
"Hangisi?" diye sordum muzipçe. "Hangisini giyeyim sen karar ver." Biraz sınırları zorlamaktan zarar gelmezdi, arsızlığım karşısında bu renkten renge giren halleri beni güldürüyor içimde kıvırcıklarını karıştırma isteği doğuruyordu.
"Neden cevap vermiyorsun Andrea yoksa giymeyeyim mi?"
"Sen..." Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine yeşillerini yumdu, gülümsemeden edemedim. "Sen beni fazla zorluyorsun."
"Sınırları altüst etmeyi seviyorum."
"Ah Çınar Yaprağı, sınırları gördük dün akşam," diye mırıldandığında duymadığımı sanıyordu ama ben her bir kelimeyi duymuştum.
"Biz dün tam olarak ne yaşadık? Sürekli eveleyip geveliyorsun Andrea, aramızda ne geçti?"
Bir anlığına duraksadı, dudaklarını aralayıp cevap vereceği sırada vazgeçip birbirine bastırdığında hafızamı zorlamaya çalıştım.
Bir şeyler yiyorduk, sürekli kadehlerimin dibini gördüğümü hatırlıyordum. Bir de inadına yaşa dövmesini ve bana bunu söylediğini...
O dövmeyi gördüysem boynuna yaklaşmış olmalıydım, bu onu etkilemiş olacak ki sürekli dile getiriyordu ama küçük bir şeyi neden bu kadar dile getiriyordu ki? Daha fazlası mı olmuştu? Sarhoşken benimle yatmamıştı bunu da biliyordum. Beni çıkmaza sokuyordu.
"Eveleyip gevelemek ne demek?"
Büyük bir kahkaha patlattığımda yüzünde saf bir ifade vardı. Telefonun yanaklarını sıkamazdım, hayır.
"Yani olanları bana açıkça anlatamıyorsun, konuyu başka yerlere çekiyorsun."
Umarım çekiyorsun derken bir şeyi tutup çekmeyi anlamazdı, deyim olayında en az Tümer'in sadakati kadar kötüydü.
"Bordo," dediğinde anlamsızca baktım yüzüne. Kendini açıklamak için konuşmaya devam etti. "Bordo sana yakışır, elindekinden bahsediyorum onu giyebilirsin."
Yüz ifadesi giyeceğim bu takımı başkalarının görmemesi gerektiğini söylüyordu sanki. Tebessüm edip külotu altımdan geçirirken kamera açısında değildim. Sütyeni giyecekken de kameraya sırtımı dönmüş bornozu üzerimden atmıştım.
Askılarımı kollarımdan geçirirken nefes alış verişinin hızlandığını duyabiliyordum. Yanıma gel desem o an koşarak gelirdi.
"Sen anlat, dinliyorum ben seni. Ne diyecektin bana?
"Ne diyecektim ben sana? Sahi Derin ben sana ne diyecektim?"
Bozuk Türkçesiyle kurduğu cümleleri kocaman bir gülümsemeyle dinliyordum. Ona eşlik eden el kol hareketlerini de arkamın dönük olmasına rağmen hissedebiliyordum, asla onlar olmadan konuşamıyordu.
Yüzümü ona dönüp askılarımı düzelttiğimde ekrana baktım. Kızarmıştı. Yanımda olmak istiyordu ve işin tuhafı ben de istiyordum, birkaç saat öncesinde beraberdik.
"Sen adama adını unutturursun Derin. Benimle oyun mu oynuyorsun?"
"Ya sen anlat ben seni dinliyorum," dedim tavrımı bozmadan, iç çamaşırlarımla değilmişim gibi davranıyordum yanında ve bu onu daha da tahrik ediyor olmalıydı. En azından ıslattığı dudakları bana bu mesajı veriyordu.
"Elbisen bende kalmış, istersen geçerken sana uğrayıp getirebilirim."
Evimi bilmezken geçerken bana nasıl uğrayacaktı ki? İşe geldiğimde de verebilirdi, yarını bekleyemez miydi sanki? Sığındığı bahanelere gülmemek için yüzümü bir anlığına kameradan çevirip gülüşümü gizlemeye çalıştım. Zeki bir adamdı ama kadınlar konusunda biraz saf davrandığını düşünüyordum.
"Bunun için yarını bekleyemedin mi?"
"Bekleyemedim."
"Neden Andrea, neden bekleyemedin?"
Bordo renkli elbiseyi üzerimden geçirip eteklerini düzelttiğimde bir bardak suyu hızla içtiğini gördüm. Sanırım biraz ortamı yakmıştım. En azından bu kıyafet iç çamaşırlarımla olduğumdan daha çekici gösteriyordu beni.
Telefonu alıp makyaj masasının üzerine yerleştirdim, elime geçirdiğim büyük halka küpeleri kulağıma takarken bir yandan da ona bakmaya çalışıyordum.
"Şu anlarına şahit olmak için belki de."
"Efendim?"
"Yok yok bir şey. Lazım olur diye dedim ben. Müsait değilsen sorun değil yarın da verebilirim."
Bu eve gelemezdi en azından şimdilik gelmemeliydi, Adil abiyi tanıyor olabilirdi ve ben durumu ona izah edemezdim. Bugünlük ayrı kalmamız gerekiyordu demek ki.
"Sanırım yarın alsam daha iyi olacak, birkaç işim var da bugün." Sesli nefes verişinden sonra kendimi açıklama gereği hissettim. "Bir gün mutlaka ağırlayacağım seni ama, yemek sözüm var sana unutmam bunu."
"Bana kendi ellerinle yemek pişireceksin yani gerçekten."
"Evet sana Türk mutfağının lezzetlerini sunacağım."
Cümlem kulağa çok fazla davetkar gelmişti, bir bardak su daha içmesine sebep olmuştum, öksürmeye başlayınca kıkırdadım. Sanırım lezzetten bahsederken tonlama hatası yapmıştım. Kalbinin ritmi, kızaran teninin sıcağı buralara kadar ulaşıyordu.
Andrea söz konusu şey sıcak temas olunca Türkçe'nin tüm mecazlarına hakim oluyordu.
"Lezzet derken yemeğin lezzeti Andrea, Türkçe'm kötü diye beni kandırıyor olabilir misin?"
"Komiksin," diyerek nefesini düzene sokmaya çalıştı. Boğazını temizleyip arkasına yaslandı. "Yarın görüşürüz o zaman."
"Görüşürüz," deyip telefonu kapattığımda ağlamaktan şişen gözlerimin içi gülüyordu. Aynadaki yansımam bir saat öncesinin aksine fazlasıyla rahattı.
Andrea bana iyi geliyordu, ruhuma açılan yaralarıma şifa olmaya çalışıyor gibiydi.
"Derin."
Başımı kapıya çevirdiğimde her zamanki alımlılığıyla dolanan Yasemin'i gördüm. Gözleri başka bakıyordu, benim ağzımı aramak için burada olduğuna emindim.
"Efendim."
"Konuşmalarınızın bir kısmına şahit oldum."
Yüzümde asılı kalan gülümsemeyi zor da olsa yok etmeye çalıştım. Dudaklarımı birbirine bastırıp konuşmasını devam etmesini bekledim.
Gerçekten büyüleyici gözüküyordu, beni bazen ürkütebilen bir büyüydü bu. Kırmızının en koyu tonu saçları içine çeken bir girdaptan farksızdı, ona kapılmamak zordu.
"Derin," deyip yanıma yaklaştı. Bir elini omuzuma yerleştirip başını kulağıma eğdi, sanki kimse bizi duymasın istiyordu. Sanki bir hata yapmıştım da bunu gizlemeye çalışıyor gibiydi. "Sen ona..."
Yutkundum, cümlesini tamamlamasını istemiyordum çünkü sözlerinin zarar vereceği tek kişi ben değildim.
"Seni daha önce böyle görmedim. Çok kişi oldu Derin, hiç biri onun gibi değildi. Hangisine böyle güldün?"
Destek almak istercesine elim makyaj masamın kenarıyla buluştu, sıkıca sardığım parmaklarımın boğumları kızarmıştı bile.
"Ben... Ne demek istiyorsun Yasemin?"
"Ona karşı duygusal bir yakınlık hissediyor olabilirsin, ben de kadınım. Ben seni anlarım Derin."
Geri çekilip aynadan beni seyretmeye devam etti, diğer elini de omzuma yerleştirdiğinde parmaklarının komutuyla geriye yaslanıp gözlerine baktım.
"Hatta bu evde bu konuda seni en iyi ben anlarım, Büyük Ayan'la aramızdaki ilişkinin sadece çalışan patron ilişkisi olmadığını görecek kadar büyüksün."
Benim açık açık dillendiremediğimi, kendime bile söyleyemediklerimi bana bir bir anlatıyordu. Bunun için bile bana izin vermemişti çünkü beni kontrol altında tutmak istiyordu, biliyordum.
"Sen de âşık olmuş olabilirsin."
"Olmadım," dedim sertçe. Yaptıklarımla söylediklerim birbirine uyuşmasa da denemiştim en azından. Birkaç gündür tanıdığım bir adama karşı bir şeyler hissettiğim doğruydu ama bu aşk değildi bence, o benim güvenli bölgemdi, yüzümü güldürüyordu ve ciddi bir tensel çekimimiz vardı. Yani kesinlikle aşk değildi. Bunun için çok erkendi ve dahası düşmanımla, görevimle iç içe olan biriydi. Andrea benim imkansızımdı.
"İstediğin kadar inkar et, ben az önce senin yüzünü gördüm Derin. Gözlerindeki ışığı gördüm. Hadi aşk olmasın adı, mutlaka bir şeyler var ve sana bunu bastır diyemem, demeyeceğim."
İnkar etmedim, ilgim vardı ve bastıramadığım bir şekilde ona karşı vicdanım. Belki de ona yapacaklarımdan dolayı vicdan azabı çekiyor bunu da ilgi sanıyordum ama değildi işte, her bir duyguyu ayrı ayrı yaşatıyordu bana. Bacağıma bir başkası elini koyduğunda ben iğrenirken o yaptığında ileriye gitmek istiyordum.
Çok tehlikeli sularda yüzüyordum ve ikimizin de çok acı çekeceğine emindim. Tam da şu an her şeyi bitirmek isterdim ama görev vardı. Sadece intikam olsaydı Sıla ve Tümer'i anlatır çekilirdim ama şimdi her şeyi mahvetmem gerekiyordu.
"Ne Büyük Ayan ne de ben sana karşı duracağız. Derin sen görevine hiçbir duygunu karıştırmazsın biz bunu çok iyi biliyoruz. Her şeyi bitirdiğinde devam etmek istersen sana karışmayacağız ve biliyorsun seni bir şeye zorlamayız."
Andrea ile ilişkim olursa bir başkasını ağıma düşürmek zorunda olmadığımdan bahsediyordu, şimdiye kadar istemediğim hiçbir şeyi bana yaptırmamışlardı, zaten o zaman Ayanlar para akışını elinde tutan bir gruptan ötesi olurdu ve ben bu yapının içinde yer almazdım.
"Derin intikamını görevin için kullanıyorsun, bir taşta iki kuş demiştik. İntikam sana kalmış, Ayanların istediğini verdikten sonra Andrea ile ilişkinde özgürsün."
Aramızdakilere ilişki demek ne kadar doğruydu bilmiyorum, bir şeyler vardı ama aşk çok ileri bir söylemdi. Aramızdakiler yoğun bir çekim ve güvendi.
"Sakın," dedi başını yeniden benimkinin yanına getirirken. "Sakın Adil Bey'i zor duruma sokacak hata yapma. İyi gidiyorsun Derin, bu ihaleyi biz almak zorundayız. Odasındaki bilgisayarı mı ele geçirirsin, diğerlerinden mi öğrenirsin ya da o adamı yatağa mı atarsın bilmem. Her şey senin elinde, o bilgileri bize verdiğin sürece o adamla her şeyi yapabilirsin."
Ne hissedeceğimi bilemediğim bir andaydım, korkmuyordum ama biraz ürkütmüştü beni. İstediğini yap ama hata yapma diyordu, neden orada olduğumu gizlemem lazımdı. Yalanlarıma yalanlar ekleyip onunla bir ilişki yaşayabilirdim ama bu içime ne kadar sinerdi?
Peki ya devam etmek ister miydim? Onunla gerçekten bir şeyler yaşamak ister miydim? Andrea'yla çıkarımın dışında bir ilişkim olacağını hiç düşünmemiştim ki ben.
Düşünmemeliydim zaten, o güvenli limana kendimi bırakırsam bir daha toparlanamazdım.
Ben Andrea'ya âşık olursam ona kıyamazdım.
🍁
Derin yalnız diye sevgilisini onun en yakın arkadaşı yapan Bahadır Eren ️❤️
Çok ağladı, çok canı yandı ve hep yanıyor. Andrea ise hiçbir şey yapmadan bile yüzünü Bölümü beğenip yorum yapmayı unutmayalım canlarım, iyi okumalar️❤️

İnsan kolay unutamayan aciz bir varlıktır.
🍁
Geçmişe duvarlar ördüğümü sanırken sadece üzerini kurumuş yapraklarla örtmüştüm ben. Bir rüzgar estiğinde tüm yapraklar dört bir yana savrulmuş, acılar saklandığı yerde görünür olmuştu.
Bana yaşattıkları çok şey vardı, hesap vermeleri gereken birçok şey ama ben bugün birini seçmiş gecikmiş bazı duyguları yaşayacaktım.
Üzerimde kalçamı zor örten bir erkek gömleği vardı, yüzümde bir damla bile makyaj yoktu. Ayaklarıma geçirdiğim topukluları elime almış sahilde yürüyordum. Adım adım mavilerimin deniz dalgalarına karıştığı yöne doğru yürüdüm. Ayakkabılarımı bir yana atıp sıcak plaj kumuna vurdum dizlerimi.
"Neden? Neden içim soğumuyor ki?"
Uzun kollu gömleğim bile güneşin can yakıcı sıcağını kesemiyordu. Ellerimi sıcak zemine vurduğum zaman üzerime doğru bir dalga gelmiş dizlerimi ıslatmıştı. Tenime değen su beni içine çekip götürsün diye yalvarabilirdim, belki dertlerimi de böyle alıp götürürdü.
"Çok acıyor, tam şurası."
İşaret parmağımı göğsüme koydum, sıkıca yumduğum gözlerimin arasından izinsizce kaçan damlalara engel olamadım. Onca sene kendimi tutabilmişken şimdi kontrolü kaybediyordum.
Birkaç gündür tanıdığım bir yabancı tüm dengemi bozmuştu. O sıcak gülümsemesi gözlerimin önüne geldikçe ağlama isteğim artıyordu.
"İnsan sevdiğinin canını yakabilir mi hiç böyle? Benden tüm aşkımı alıp götürdü, ben bir daha sevemedim."
İnsan sevdiğine kıyamazdı ki, bir göz yaşına dünyayı yakardı ama Tümer benim dünyamı yakmıştı.
İftira atıp hapse yollayacak kadar mı nefret etmişlerdi benden? Annem babam da sırt çevirmişti bana, hiç mi umurlarında olmamıştım? Tümer'in sevdim dediği bu kadar oluyordu işte. İnsan sevdiğini hapse yollamazdı.
Hücrede ben neler yaşadım bilmiyor ki hiç biri. Ben o soğuk duvarlardan kaçamayıp hüngür hüngür ağlarken hepsi gülüyordu. Nefes almaya bile hakları yoktu.
"Bir tek o masum, onu da ben yakacağım."
Gözyaşım mavi sulara karışırken sular dizime ve bacaklarıma vuruyordu. Ayağa kalkıp dizime gelene kadar maviliğe doğru koştum.
"Canım yanıyor benim, sönmeyecek mi bu ruhumun yangını? Duysanıza sesimi."
Etrafımda dönüp insanlara seslendim. Gözler benim üzerimdeydi, bense etrafımda dönmekle meşguldüm.
"Neden geçmiyor? Ben kendime bile acımazken ona neden acıyorum söylesenize?"
Dönmeye devam ettim, başım dönüyordu zaten akşamdan kalmaydım, buraya tamamen iyi bir halde gelmemiştim.
"O aptalların yaptıklarını unutamıyorum, kendi yapacaklarıma tahammül edemiyorum. Ne yapacağım ben?"
Son cümlem bir çığlık gibi çıkmıştı, en sonunda kollarımı açıp denizin merhametli ellerine bıraktım bedenimi. Sırtıma çarpan su ilk önce içimi ürpertse de sonra alışıp yumdum gözlerimi. Sırt üstü suyun üzerinde yatıyordum ve dalgalar canı nereye isterse beni oraya sürüklüyordu.
Belki umudun ve mutluluğun olduğu yerlere sürüklenirdim. Belki orada sakin ve huzurlu bir hayatım olurdu, elimde tuttuğum tüm serveti bırakıp basit bir hayat yaşayabilirdim, yeter ki bir huzurum olsun.
Mutluluk öylesine uzak geliyordu ki bana, samimice yaklaşıp her şeyimi paylaşabildiğim tek biri vardı, o da olmasa belki ayakta duramaz canıma kıyardım.
Ne Yasemin ne Adil abi bana onun kadar iyi gelebilmişti, ben Baha gibi bir kardeşe sahiptim. Tüm huzuru onunla yaşamaya çalışmıştım.
Bir de...
Bir de o çıktı geldi, o yeşil sonsuzlukları görünce kalbimin yeniden attığını hissettim. İlk defa birinin sarı çınar yapraklarımı yeşertmeye kalktığını gördüm.
İhanet etmek zorunda olduğum o adamın gözlerine bakmak bile ritmimi bozuyordu. Bende fırtınalar koptukça onunla diniyordu.
Koca şehirde sığınabileceğim iki kişi vardı, beni anlayabilen sadece iki kişi vardı. Sevgisizliğimi Baha'da dindirmiş ailemi onda bulmuştum ben. O kardeşimdi, canımdı.
Kendimi de Andrea'da bulmuştum. Yıkacağım adamda...
Başım suya gömülürken nefesimi tuttum, çok fazla duramayıp başımı yüzeye çıkardığımda gözlerimden de su damlalarıyla karışmış yaşlarım akıyordu.
Bedenimi doğrultup adım adım ayakkabılarıma doğru yürüdüm. Islak ayaklarımı sarı kuma bastığımda ayağımın altına yapışmış, ben onu da umursamamıştım.
Kalçamı zor kapatan bir erkek gömleğiyle denize girdiğimden mi az önceki bağırışlarımdan mı bilmem insanlar bana bakıyordu.
Garip gözüktüğümün farkındaydım, hele ki bu küpelerle bu kıyafet hiç uymamıştı.
Elimin tersiyle gözyaşımı silip adımlarımı hızlandırdığımda aklımdakileri bir bir haykırmanın ne kadar iyi geldiğini hissettim. Ben hep susmuştum, susturulmuştum. Bugünse çıkıp önce o ikisine sonra da denize haykırmıştım içimdekileri.
"Sus Derin, konuşursan fazlasını yaparım sus!"
"Git, yaklaşma! İmdat! Yardım edin!"
Sert bir tokatla aşina olduğum soğuk zemindeydim. Bana yeniden yaklaştığında geri geri gittim, daha fazla kaçacak yer yoktu.
Susmuştum. Susmadığımda susturulmuştum. Ben bu hayatı istememiştim, bu hayata mecbur kalmıştım.
Eğer minnet borcum ve intikamım olmasaydı da bu işlere hiç girmezdim, hele Andrea'yı bilsem hiç girmezdim.
Onca yaptığıma pişman mıydım, bilmiyorum. Olmasa olurdu ama neticede bana denileni yapmıştım. Herhangi bir arzu yoktu içimde, görev için kendimi o yönden feda etmiştim.
Hiç kimse bacağıma elini koyduğunda titrememiştim, gözlerime baktığında pişmanlık duymamıştım. Andrea beni sarsmıştı. Bir İtalyan adam benim aklımı sadece birkaç günde karıştırmış, sorgulamama sebep olmuştu.
Neyi mi sorguluyordum? Neden ona zarar vermek istemediğimi.
Adımlarımı hızlandırıp başımı kaldırıp karşıya baktığımda arabamın başında bekleyen kadını gördüm. Mavi gözleri seyrediyor, kıvırcık siyah saçları hafif rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu.
Burada olduğunu bilseydim böyle delicesine hareket edip kontrolümü kaybeder miydim bilmiyorum ama biraz kendim olmaya ihtiyaç duymuştum.
Kimse hatırlamıyor olsa da ben de insandım ve onların inandığının aksine bir kalbim vardı.
Adımlarım onun önünde bittiğinde gözlerimi meraklı ifadesiyle bana bakan gözlerine çevirdim.
"Afet?"
"Derin Hanım."
Duymuştu, üzerinde mayosunu örten ince bir kimono vardı. Burada her dediğime şahit olmuştu.
Ben çok büyük bir çam devirmiştim ve altında ezilmek üzereydim, bir açıklama bekliyordu benden.
"Fazlasıyla ıslanmışsınız, ilerideki şezlongda biraz oturup sohbet edelim mi?"
Başımı hafifçe aşağı yukarı salladığımda adımlarım onunkini takip etti. Ağzımı bile açamıyordum, sanırım korkuyordum. Benim geçmişte yaşadıklarımı ve gelecek için planladıklarımı Andrea'nın öğrenmesinden korkuyordum.
Eliyle işaret ettiği şezlonga oturduğumda havlusunu ıslak omuzlarımdan aşağıya doğru saldı, bazen esiyor ve bu esinti üşümeme neden oluyordu. En azından üstümü değiştirene kadar bu havluyla durabilirdim.
"Derin Hanım ben sizi duydum. Feryadınızı söylediklerinizi..."
"Derin diyebilirsin," diyerek böldüm sözünü, aramızdaki mesafe şahit olduklarıyla birden yok olmuştu zaten.
"Sadece birkaç gündür şirkettesin ama birkaç şeye şahit oldum."
Yutkundum, mavileri tehditkâr olmasa da meraklıydı, bu merakı beni ipe sürükleyebilirdi.
"Ne körüm ne de sağırım, aklımı da kullanabiliyor bazı bağları kurabiliyorum."
Bu söylediklerimi hiç duymasaydı da anlar mıydı? Ya Andrea, ne kadarını anlamıştı? Kardeşinin bana bir şeyler yaptığını tahmin edebiliyordu ama ötesi var mıydı? Parmaklarımı dizlerime yerleştirip yeniden mavilerine odaklandım.
"Ne demeye çalışıyorsan dümdüz söyleyebilirsin Afet, böylesi benim için zor oluyor çünkü."
"Masum olan birine bir şeyler yapacağını haykırdın, pişmanlık dolu bir haykırıştı. Senin canını kim yaktı da kimin canını yakacaksın?"
Cevabını bildiği bir soruyu soruyordu, Baha'nın ona âşık olmasına şaşırmadım, zeki bir kadını seviyordu.
"Eğer," deyip saçlarımı enseme doğru toparladım. "Eğer haykırmamı duymasaydın da bunu düşünür müydün?"
"Andrea Bey'in odasından sinirle çıkan Tümer Bey'i gördüm ve Andrea Bellini ile birbirinize bakışlarınızı gördüm. Yanlış bir bağlantı kurduğumu düşünmüyorum."
Çok zeki bir kadındı, Ayanların bünyesine katmak isteyebileceği ama Baha'nın asla buna izin vermeyeceği bir kadındı.
"Duyduklarını ya da duyacaklarını gidip anlatacak mısın?"
"Sevdiğim adamın kardeşini harcamayacağım Derin."
Parmak uçlarıma bakıyordum o bunu söylemeden hemen önce. Önce elimin üzerine kapanan parmakları sonra da içtenlikle tebessüm eden yüzünü gördüm.
Bahadır benim bir kız kardeşe ihtiyacım olduğunu görmüş, onu yanıma yollamıştı. Duymaması gereken şeyleri duysa da bana destek olacak, omuz verecekti.
Bir damla kaçırdım göz pınarlarımdan sanki bugün hiç akıtmamışım gibi. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladım.
Benim bir kız kardeşe ihtiyacım vardı ve erkek kardeşim bana o kız kardeşi vermişti. Sırtımı dayayabileceğim birini yollamıştı bana çünkü biliyordu ki ondan başka kimsem yoktu.
Aslında anne ve babama ihtiyacım vardı, bana kucak açsalardı başkalarına ihtiyacım kalmazdı.
"Teşekkür ederim, ben gerçekten..."
"Şşş. Hesap sormak için değil sana destek olabilmek için buradayım. Hem sana iyi davranayım ki bana görümcelik yapma."
Beni güldürmeyi başardı, Sıla'dan sonra kimseye dostum diyememiştim ama ilk defa oturup konuştuğum bu kadına dostum diyecektim çünkü Baha yanlış bir tercih yapmazdı.
"Görümce... Sonra bıkma benden, fenayımdır."
"Onu o zaman düşünürüz, anlat bakalım bu yangının sebebini. İki kız kardeş gibi destek olalım birbirimize."
Başımı bir anlığına uzaklara çevirdim, Baha oradan bizi seyrediyordu. Göz göze geldiğimizde bana kocaman bir kalp yolladı ve baş parmağıyla her şeyin yolunda olduğunu gösteren bir işaret yaptı.
Kardeşim benim yanımdaydı. Beni nasıl bulmuştu, durumumun kötü olduğunu nasıl anlamıştı bilmiyorum ama benim için yapabileceği her şeyi yapıyordu. Nasıl bir girdabın içinde olduğumu biliyor onun için bana el uzatıyordu.
"Üniversitedeyim, özel bir üniversitede burslu okuyorum. Çalışkan bir öğrenciydim. Bir ev tutmuştum. İşletme okuyorum o zamanlar."
Pür dikkat beni dinliyor, mimikleriniyse özenle kullanıyordu. Beni yargılamamak istediği kesindi.
Bilmesi gerektiği kadarını anlatacaktım ona, görev verilmiş Derin değil de acılar çekmiş Derin olarak duruyordun karşısında.
"Birinci sınıftayım daha, bir çocuk vardı ben de ilk görüşte âşık oldum."
Ya da öyle sanmıştım, aşk dediğim şey sadece benim duygularımdan ibaretti, aşkımı karşımdaki adam umursamamıştı bile.
"Tümer..."
Başımı salladım yavaşça. Gözleri dikkatle beni süzerken hikayemi dinlemeye devam ediyordu.
"Evet oydu. Sıla da ailesinden sıkılıp benim evimde kalmaya başlayan üniversitede tanıştığım en yakın arkadaşımdı, en azından onları yatağımda basana kadar. Bunu herkes öğrenmesin diye de bir kumpas kurup beni hapse yolladılar. 5 senenin sonunda söz konusu olayın yaşandığı yerden beni aklayabilecek bir kanıt bulduğumuzda çıkmam için sadece 1 ay kalmıştı, 5 sene boşu boşuna yattım. Ailem de beni reddedince kimsem kalmadı. Bir tek Baha işte. Sonra hayata dönmem lazımdı, ben de mütercimlik okudum. Şimdi Andrea'yla çalışıyorum."
Hızlı özetim onu sarsmıştı, bunları sanki günlük rutinimmiş gibi anlatmam garibine gitmişti. Birkaç saniyeliğine mavilerini yumup derin derin nefes aldı. O dinlemeye dayanamamıştı ben yaşamıştım hem de anlattığımdan daha fazlasını yaşamıştım.
"Alçaklar."
Tutuyordu kendisini, ekmeğini yediği insanlar hakkında fazlasını söylemek istiyordu ama sanırım kendisini frenliyordu.
"Nasıl dayandın? Nasıl dayanıyorsun hâlâ?"
"Dayanmıştım, Baha tuttu elimden bırakmadı beni ama şimdi dayanabiliyor muyum emin değilim."
Denize doğru çevirdim başımı, sonsuz maviliklere daldı gözlerim. Dalgalar artınca belki de bana umudu getirirdi. Belki ben de gülebilirdim bir gün.
"Az önce gördün, kaldıramıyorum bazı şeyleri."
Ellerini omzumda hissettiğimde burukça kenara kıvırdım dudaklarımı.
"Gömlek?"
"Onun," dediğimde fazlasını soracak gibiydi. "Hayır, onların bana yaptıklarından dolayı Andrea'yı sorumlu tutmuyorum. Sadece o ikisinin bana yaptıklarını bir gün ona açıklayacağım, bu kötülüğü ona yapacağım. İçim içimi bu yüzden yiyor."
Yalan değildi ama fazlası vardı, ben Karatay Holding'in ihale teklifini öğrenmek için onun yanındaydım. Ya odasına girecek bilgi alacaktım ya da yatağına girecektim. Odasından çıkmayan bir bilgi sarhoş Andrea'nın ağzından çıkar mıydı bilmiyordum.
"Ne zaman söyleyeceksin peki?"
Buna daha zamanım vardı, ihale teklifini öğrenmeden bunu yapmak istemiyordum çünkü benim işime son verip yollayabilirdi. Riske atamazdım, önce alacağımı almalıydım sonra da intikamımı.
"Biraz daha şartların olgunlaşmasını bekliyorum diyelim."
"O ikisini köşeye sıkıştırıyorsun sanırım. Bunları sana yaşatan insanlara az bile yapıyorsun. Sana bir yardımım olursa yaparım."
Bir kız kardeşim olmuştu, sorgulamadan benim için bir şeyler yapabilecek bir kız kardeş. Bana iyi gelecek bir kız kardeş.
Oturduğum yerde hareketlenip ona doğru uzandım, kollarım önce omuzlarını sonra da bedenini buldu. Sarılışıma sıcak bir dönüş sağlamış benim yüzümdeki tebessümün büyümesine neden olmuştu.
"Teşekkür ederim, sen benimle konuşana kadar buna ihtiyacım olduğunu bilmiyordum."
"Derin," diyerek bedenini benimkinden ayırdı. Parmaklarımı sıkıca kavramış gözlerimin içine bakıyordu. "Şu dünyaya yalnız olmak için gelmedik. Eğer nefes alıyorsak yalnız kalmamalıyız ve inan bana sen yalnız biri değilsin."
Son 10 yılım yalnız geçmişti, ailem ve dostlarım olmamıştı. Kalbimi verebileceğim bir adam da olmamıştı. Ailem Adil abi olmuştu, kardeşim ve dostum Baha'ydı. Bir kardeşim de Afet olmuştu şimdi.
Bir de... Andrea.
Vivere per dispetto yazıyordu boynunda, bunu hayal meyal hatırlıyordum ve anlamı inadına yaşaydı. Bana da inadına yaşa demişti.
İnadına yaşayacaktım çünkü benim elimden tutacak insanlar vardı artık.
Çabuk güvenmek değildi bu, güvenilmez olan ben olunca güvenilecek insanı az çok ayırt edebiliyordum.
"Yalnız değilim," diyerek onu tekrarladım. "Artık değilim."
"Öhöm, ikisi bir olup beni dışlamış şu işe bakın ya. Siz gelin görümce beni mi çekiştiriyorsunuz?"
Sevdiği kadının eli avuçlarımda, diz dize göz göze otururken bizi kıskanması komiğime gitmişti. Kıkırdayarak geri çekildiğimde Afet'in arkasındaki boşluğa oturdu ve kıvırcık saçlarına bir buse bıraktı. Gerçek aşk görmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Nereden anladın Baha, bir olup seni mahvetmeyi planlıyorduk."
Bahadır sevgilisinin beline sarılıp göğsüne yasladığında aklıma bu sabah geldi, Adrea'nın saçlarımla oynayışı, belime ve boynuma teması... Parmak uçlarının yakıcı etkisi içinde ediyordum.
Eğer başka şartlarda karşılaşsaydık, o herhangi biri olsaydı... Neyse.
"Siz ne zamandır sevgilisiniz ve benim bundan neden bu kadar geç haberim oldu?"
Bu defa hesap sorma sırası bendeydi. Bu kadar geç söylememeliydi kardeşim dediği insana. Yine de bende kredisi boldu ve onu affetmem yaklaşık üç saniyemi alırdı.
"Çok uzun olmadı, yeni sayılır ama onu gördüğüm andan beri kalbim bir başka çarpıyor."
Kurumaya yüz tutan nemli saçlarımı arkaya attırıp güzelliklerini seyrettim. Baha onun belini sardığından beri gözlerindeki ışığın tonu bile değişmişti. Aşkları benim sonbaharımda kuruyan dallarımı yeşertebilecek güçteydi, onlar bahardı. Aynı Andrea gibi.
"Birbirinizi üzmeyin olur mu, şu hayatta en değerli şey güven ve asla onu kaybetmeyin."
Ben güvenimi kaybettikten sonra hayatımda sadece birkaç kişi için güvenilir bir kadın olmuştum, intikam ve görevlerim benim dürüstlüğümün önüne büyük bir ambargo koyuyordu.
Madem âşık olmuşlardı aralarına ne birilerinin ne de yalanın girmesine izin vermelilerdi.
Ayağa kalktığımda neden olduğunu anlamamış olacaklar ki yerlerinden kıpırdamadılar.
"Nereye?"
"Arabamın beni götürdüğü yere. Yeniden her şey için teşekkürler."
Omuzlarımdaki yükü el ele hafifletmişlerdi. Aşina olmadığım bu sahiplenici hareketler kendimi bir nebze olsun değerli hissetmeme neden olmuştu.
Ben çok değersiz hissettirilmiştim, aldatılıp iftiraya uğramamdan fazlası vardı. Hapiste bedenime değen kirli gözler vardı, beni değersizleştirmişlerdi. Çok ağlamıştım ama işiten olmamıştı.
Ailem dediğim Adil abi olmasaydı ben daha çok çekerdim, biliyorum. Eli kolu uzun olan bu adam beni o delikten çıkarmakla kalmamış bir de kabuslarımın sebebine cezasını çektirmişti.
Bana öl dese ölürdüm bu yüzden. Büyük Ayan ne derse o olurdu. O ne isterse o olurdu.
Eve vardığında onun geçmeden önce üzerimdekilerden kurtulup normalime dönmem gerekiyordu. Önce ılık bir duş almış sonra da bornozla yatağın üzerine atmıştım kendimi.
İyi gelmişti, tüm kötülüklerden arınmış gibi hissettirmişti bir anlığına.
"Geçecek," deyip elimi havaya kaldırdım, diğer elimle çınar yaprağı dövmemi okşarken bana güç vermesini umuyordum. "Belki birlikte geçiririz ha?"
Sesimi mi duymuştu? Beni dinliyor olamazdı değil mi? Hani telefonun yanında ne söylersek onunla ilgili reklam görürdük ya aynı onun gibi bir şey yaşamıştım şimdi.
Andrea'yı düşünmüş, bir şeyler söylediğim anda da onun aradığını görmüştüm.
"Selam Çınar Yaprağı."
"Selam patron."
Telefonu açıp güzel bir açı bulduğumda Andrea'nın yüz ifadesi değişmişti. Patron demem hoşuna gitmiş olacak ki dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı.
"Müsait değilsen..."
Seninle ilgili planlarımı bilseydin de sorar mıydın bunları acaba?
"Ben sana hep müsaitim," diyerek alaya aldım onu, daha da genişleyen gülümsemesine karşı ayağa kalkıp kıyafetlerimi ayarlamaya koyuldum. "Duştan çıktım da kıyafet ayarlıyordum."
Bornozlu olmam giyinik olduğum anlamına gelmediğinden olsa gerek sertçe yutkundu, âdemelmasının inip kalktığına şahit olduğumda onu sadece bornozla bile etkileyebildiğime sevinmiştim.
"Daha sonra arasaydım keşke."
"Sorun değil Andrea, bir şey mi diyecektin?"
Elimi iç çamaşırlarıma götürdüm, siyah ve bordo bir takım alıp baktığımda telefonu dolabın rafına sabitlemiştim. Dolabın ışıklandırması sayesinde yüzümü net bir şekilde görebilen Andrea hâlâ konuşabilmek için kendini toparlayamamıştı çünkü gözü elimdekilere kaymıştı.
"Hangisi?" diye sordum muzipçe. "Hangisini giyeyim sen karar ver." Biraz sınırları zorlamaktan zarar gelmezdi, arsızlığım karşısında bu renkten renge giren halleri beni güldürüyor içimde kıvırcıklarını karıştırma isteği doğuruyordu.
"Neden cevap vermiyorsun Andrea yoksa giymeyeyim mi?"
"Sen..." Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine yeşillerini yumdu, gülümsemeden edemedim. "Sen beni fazla zorluyorsun."
"Sınırları altüst etmeyi seviyorum."
"Ah Çınar Yaprağı, sınırları gördük dün akşam," diye mırıldandığında duymadığımı sanıyordu ama ben her bir kelimeyi duymuştum.
"Biz dün tam olarak ne yaşadık? Sürekli eveleyip geveliyorsun Andrea, aramızda ne geçti?"
Bir anlığına duraksadı, dudaklarını aralayıp cevap vereceği sırada vazgeçip birbirine bastırdığında hafızamı zorlamaya çalıştım.
Bir şeyler yiyorduk, sürekli kadehlerimin dibini gördüğümü hatırlıyordum. Bir de inadına yaşa dövmesini ve bana bunu söylediğini...
O dövmeyi gördüysem boynuna yaklaşmış olmalıydım, bu onu etkilemiş olacak ki sürekli dile getiriyordu ama küçük bir şeyi neden bu kadar dile getiriyordu ki? Daha fazlası mı olmuştu? Sarhoşken benimle yatmamıştı bunu da biliyordum. Beni çıkmaza sokuyordu.
"Eveleyip gevelemek ne demek?"
Büyük bir kahkaha patlattığımda yüzünde saf bir ifade vardı. Telefonun yanaklarını sıkamazdım, hayır.
"Yani olanları bana açıkça anlatamıyorsun, konuyu başka yerlere çekiyorsun."
Umarım çekiyorsun derken bir şeyi tutup çekmeyi anlamazdı, deyim olayında en az Tümer'in sadakati kadar kötüydü.
"Bordo," dediğinde anlamsızca baktım yüzüne. Kendini açıklamak için konuşmaya devam etti. "Bordo sana yakışır, elindekinden bahsediyorum onu giyebilirsin."
Yüz ifadesi giyeceğim bu takımı başkalarının görmemesi gerektiğini söylüyordu sanki. Tebessüm edip külotu altımdan geçirirken kamera açısında değildim. Sütyeni giyecekken de kameraya sırtımı dönmüş bornozu üzerimden atmıştım.
Askılarımı kollarımdan geçirirken nefes alış verişinin hızlandığını duyabiliyordum. Yanıma gel desem o an koşarak gelirdi.
"Sen anlat, dinliyorum ben seni. Ne diyecektin bana?
"Ne diyecektim ben sana? Sahi Derin ben sana ne diyecektim?"
Bozuk Türkçesiyle kurduğu cümleleri kocaman bir gülümsemeyle dinliyordum. Ona eşlik eden el kol hareketlerini de arkamın dönük olmasına rağmen hissedebiliyordum, asla onlar olmadan konuşamıyordu.
Yüzümü ona dönüp askılarımı düzelttiğimde ekrana baktım. Kızarmıştı. Yanımda olmak istiyordu ve işin tuhafı ben de istiyordum, birkaç saat öncesinde beraberdik.
"Sen adama adını unutturursun Derin. Benimle oyun mu oynuyorsun?"
"Ya sen anlat ben seni dinliyorum," dedim tavrımı bozmadan, iç çamaşırlarımla değilmişim gibi davranıyordum yanında ve bu onu daha da tahrik ediyor olmalıydı. En azından ıslattığı dudakları bana bu mesajı veriyordu.
"Elbisen bende kalmış, istersen geçerken sana uğrayıp getirebilirim."
Evimi bilmezken geçerken bana nasıl uğrayacaktı ki? İşe geldiğimde de verebilirdi, yarını bekleyemez miydi sanki? Sığındığı bahanelere gülmemek için yüzümü bir anlığına kameradan çevirip gülüşümü gizlemeye çalıştım. Zeki bir adamdı ama kadınlar konusunda biraz saf davrandığını düşünüyordum.
"Bunun için yarını bekleyemedin mi?"
"Bekleyemedim."
"Neden Andrea, neden bekleyemedin?"
Bordo renkli elbiseyi üzerimden geçirip eteklerini düzelttiğimde bir bardak suyu hızla içtiğini gördüm. Sanırım biraz ortamı yakmıştım. En azından bu kıyafet iç çamaşırlarımla olduğumdan daha çekici gösteriyordu beni.
Telefonu alıp makyaj masasının üzerine yerleştirdim, elime geçirdiğim büyük halka küpeleri kulağıma takarken bir yandan da ona bakmaya çalışıyordum.
"Şu anlarına şahit olmak için belki de."
"Efendim?"
"Yok yok bir şey. Lazım olur diye dedim ben. Müsait değilsen sorun değil yarın da verebilirim."
Bu eve gelemezdi en azından şimdilik gelmemeliydi, Adil abiyi tanıyor olabilirdi ve ben durumu ona izah edemezdim. Bugünlük ayrı kalmamız gerekiyordu demek ki.
"Sanırım yarın alsam daha iyi olacak, birkaç işim var da bugün." Sesli nefes verişinden sonra kendimi açıklama gereği hissettim. "Bir gün mutlaka ağırlayacağım seni ama, yemek sözüm var sana unutmam bunu."
"Bana kendi ellerinle yemek pişireceksin yani gerçekten."
"Evet sana Türk mutfağının lezzetlerini sunacağım."
Cümlem kulağa çok fazla davetkar gelmişti, bir bardak su daha içmesine sebep olmuştum, öksürmeye başlayınca kıkırdadım. Sanırım lezzetten bahsederken tonlama hatası yapmıştım. Kalbinin ritmi, kızaran teninin sıcağı buralara kadar ulaşıyordu.
Andrea söz konusu şey sıcak temas olunca Türkçe'nin tüm mecazlarına hakim oluyordu.
"Lezzet derken yemeğin lezzeti Andrea, Türkçe'm kötü diye beni kandırıyor olabilir misin?"
"Komiksin," diyerek nefesini düzene sokmaya çalıştı. Boğazını temizleyip arkasına yaslandı. "Yarın görüşürüz o zaman."
"Görüşürüz," deyip telefonu kapattığımda ağlamaktan şişen gözlerimin içi gülüyordu. Aynadaki yansımam bir saat öncesinin aksine fazlasıyla rahattı.
Andrea bana iyi geliyordu, ruhuma açılan yaralarıma şifa olmaya çalışıyor gibiydi.
"Derin."
Başımı kapıya çevirdiğimde her zamanki alımlılığıyla dolanan Yasemin'i gördüm. Gözleri başka bakıyordu, benim ağzımı aramak için burada olduğuna emindim.
"Efendim."
"Konuşmalarınızın bir kısmına şahit oldum."
Yüzümde asılı kalan gülümsemeyi zor da olsa yok etmeye çalıştım. Dudaklarımı birbirine bastırıp konuşmasını devam etmesini bekledim.
Gerçekten büyüleyici gözüküyordu, beni bazen ürkütebilen bir büyüydü bu. Kırmızının en koyu tonu saçları içine çeken bir girdaptan farksızdı, ona kapılmamak zordu.
"Derin," deyip yanıma yaklaştı. Bir elini omuzuma yerleştirip başını kulağıma eğdi, sanki kimse bizi duymasın istiyordu. Sanki bir hata yapmıştım da bunu gizlemeye çalışıyor gibiydi. "Sen ona..."
Yutkundum, cümlesini tamamlamasını istemiyordum çünkü sözlerinin zarar vereceği tek kişi ben değildim.
"Seni daha önce böyle görmedim. Çok kişi oldu Derin, hiç biri onun gibi değildi. Hangisine böyle güldün?"
Destek almak istercesine elim makyaj masamın kenarıyla buluştu, sıkıca sardığım parmaklarımın boğumları kızarmıştı bile.
"Ben... Ne demek istiyorsun Yasemin?"
"Ona karşı duygusal bir yakınlık hissediyor olabilirsin, ben de kadınım. Ben seni anlarım Derin."
Geri çekilip aynadan beni seyretmeye devam etti, diğer elini de omzuma yerleştirdiğinde parmaklarının komutuyla geriye yaslanıp gözlerine baktım.
"Hatta bu evde bu konuda seni en iyi ben anlarım, Büyük Ayan'la aramızdaki ilişkinin sadece çalışan patron ilişkisi olmadığını görecek kadar büyüksün."
Benim açık açık dillendiremediğimi, kendime bile söyleyemediklerimi bana bir bir anlatıyordu. Bunun için bile bana izin vermemişti çünkü beni kontrol altında tutmak istiyordu, biliyordum.
"Sen de âşık olmuş olabilirsin."
"Olmadım," dedim sertçe. Yaptıklarımla söylediklerim birbirine uyuşmasa da denemiştim en azından. Birkaç gündür tanıdığım bir adama karşı bir şeyler hissettiğim doğruydu ama bu aşk değildi bence, o benim güvenli bölgemdi, yüzümü güldürüyordu ve ciddi bir tensel çekimimiz vardı. Yani kesinlikle aşk değildi. Bunun için çok erkendi ve dahası düşmanımla, görevimle iç içe olan biriydi. Andrea benim imkansızımdı.
"İstediğin kadar inkar et, ben az önce senin yüzünü gördüm Derin. Gözlerindeki ışığı gördüm. Hadi aşk olmasın adı, mutlaka bir şeyler var ve sana bunu bastır diyemem, demeyeceğim."
İnkar etmedim, ilgim vardı ve bastıramadığım bir şekilde ona karşı vicdanım. Belki de ona yapacaklarımdan dolayı vicdan azabı çekiyor bunu da ilgi sanıyordum ama değildi işte, her bir duyguyu ayrı ayrı yaşatıyordu bana. Bacağıma bir başkası elini koyduğunda ben iğrenirken o yaptığında ileriye gitmek istiyordum.
Çok tehlikeli sularda yüzüyordum ve ikimizin de çok acı çekeceğine emindim. Tam da şu an her şeyi bitirmek isterdim ama görev vardı. Sadece intikam olsaydı Sıla ve Tümer'i anlatır çekilirdim ama şimdi her şeyi mahvetmem gerekiyordu.
"Ne Büyük Ayan ne de ben sana karşı duracağız. Derin sen görevine hiçbir duygunu karıştırmazsın biz bunu çok iyi biliyoruz. Her şeyi bitirdiğinde devam etmek istersen sana karışmayacağız ve biliyorsun seni bir şeye zorlamayız."
Andrea ile ilişkim olursa bir başkasını ağıma düşürmek zorunda olmadığımdan bahsediyordu, şimdiye kadar istemediğim hiçbir şeyi bana yaptırmamışlardı, zaten o zaman Ayanlar para akışını elinde tutan bir gruptan ötesi olurdu ve ben bu yapının içinde yer almazdım.
"Derin intikamını görevin için kullanıyorsun, bir taşta iki kuş demiştik. İntikam sana kalmış, Ayanların istediğini verdikten sonra Andrea ile ilişkinde özgürsün."
Aramızdakilere ilişki demek ne kadar doğruydu bilmiyorum, bir şeyler vardı ama aşk çok ileri bir söylemdi. Aramızdakiler yoğun bir çekim ve güvendi.
"Sakın," dedi başını yeniden benimkinin yanına getirirken. "Sakın Adil Bey'i zor duruma sokacak hata yapma. İyi gidiyorsun Derin, bu ihaleyi biz almak zorundayız. Odasındaki bilgisayarı mı ele geçirirsin, diğerlerinden mi öğrenirsin ya da o adamı yatağa mı atarsın bilmem. Her şey senin elinde, o bilgileri bize verdiğin sürece o adamla her şeyi yapabilirsin."
Ne hissedeceğimi bilemediğim bir andaydım, korkmuyordum ama biraz ürkütmüştü beni. İstediğini yap ama hata yapma diyordu, neden orada olduğumu gizlemem lazımdı. Yalanlarıma yalanlar ekleyip onunla bir ilişki yaşayabilirdim ama bu içime ne kadar sinerdi?
Peki ya devam etmek ister miydim? Onunla gerçekten bir şeyler yaşamak ister miydim? Andrea'yla çıkarımın dışında bir ilişkim olacağını hiç düşünmemiştim ki ben.
Düşünmemeliydim zaten, o güvenli limana kendimi bırakırsam bir daha toparlanamazdım.
Ben Andrea'ya âşık olursam ona kıyamazdım.
🍁
Derin yalnız diye sevgilisini onun en yakın arkadaşı yapan Bahadır Eren ️❤️
Çok ağladı, çok canı yandı ve hep yanıyor. Andrea ise hiçbir şey yapmadan bile yüzünü güldürebiliyor.
Peki ya telefon görüşmesine ne dersiniz? İtalyano bebişimiz nasıl da kalpten gidiyordu öyle😄
Sizce Yasemin'in dediği gibi Derin gerçekten de Andrea'ya âşık mı?
Onu bilmem de ben âşığım, amore be adam amore😍
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşça kalın❤️😘
🍁Arrivederci🍁
🍁 Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.
Tiktok Wattpad
rubamsalepe 🍁
güldürebiliyor.
Peki ya telefon görüşmesine ne dersiniz? İtalyano bebişimiz nasıl da kalpten gidiyordu öyle😄
Sizce Yasemin'in dediği gibi Derin gerçekten de Andrea'ya âşık mı?
Onu bilmem de ben âşığım, amore be adam amore😍
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşça kalın❤️😘
🍁Arrivederci🍁
🍁 Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.
Tiktok Wattpad
rubamsalepe 🍁
güldürebiliyor.
Peki ya telefon görüşmesine ne dersiniz? İtalyano bebişimiz nasıl da kalpten gidiyordu öyle😄
Sizce Yasemin'in dediği gibi Derin gerçekten de Andrea'ya âşık mı?
Onu bilmem de ben âşığım, amore be adam amore😍
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşça kalın❤️😘
🍁Arrivederci🍁
🍁 Beni şu hesaplardan takip edebilirsiniz, videolu paylaşımlar ve bölüm alıntıları paylaşıyorum.
Tiktok Wattpad
rubamsalepe 🍁
|
0% |