@rubamsalepe
|

Yüreğinin katı olduğunu sananlar, kalbinin yerini en acı anda hatırlarlar.
🍁
Sadece intikam almak istiyordum, sonrası yoktu. Mutlu olabileceğimi düşünmüyordum, insanları mutsuz eden bir kadın nasıl mutlu olabilirdi ki? Ben insanların hayatını tepetaklak edip gidiyordum, bazılarının hak ettiğini biliyordum bazılarından haberim bile yoktu. Belki de Andrea gibi masumların canını da yakmıştım, hiç umurumda olmamıştı ki. Zaten Andrea değil de bir başkası olsaydı yine umursamaz bildiğimi yapardım. Hayatımda ilk defa yapmak istediğimle yapmam gereken birbirine uymuyordu. Bu defa can yaktığımda canım yanacaktı ve ben bile bile bu ateşe yürüyordum. Her şey çok hızlı oluyordu, kendimi öyle adapte etmiştim ki yıllardır sanki onun yanında tercümanlık yapıyor anlamadığı her şeyi çeviriyordum. Bir insan hiç tanımadığı birinin yanında bu kadar aitmiş gibi hissetmemeliydi. Ben onun yanında yabancı gibi hissetmemiştim. Buna sevinmeli miydim? Kendi kalbimi çıkarıp atacağımı hissediyorken neden sevinecektim ki? Bu tensel çekim daha ileri boyuta geçerse bu defa tek yanan o olmayacaktı. Onu böylesine arzuluyorken onunla yatmak istemiyordum, diğer seçenekler tükenmeden bunu yapamazdım. Sırf bilgi almak için onu kendime, kendimi de onun ruhuna mahkum edemezdim. Biliyordum ki bizim bedenlerimiz kavuşursa ruhlarımız ayrılacaktı, ruhlarımızın ayrılmasındansa bedenlerimizin ayrı kalmasını tercih ederdim, en sonunda beni terk edeceğini bilsem de, yüzüme hakaretler savurup benden nefret edeceğini bilsem de. Yaşadığım ev Adil abiye aitti, içeride güvenilir bir sürü çalışan vardı. Dışarıda güvenlik için yeşil gömlekli uzun boylu adamlar duruyordu. 5 yıldır bu evdeydim ve 5 yıldır değişen pek bir şey olmamıştı. Her sabah aynı saatte kahvaltı yapardık, onun için kahvaltıda birlikte olmak önemliydi. Eğer ki mazeret bildirmeden gelmezsem azar işitirdim. Akşam yemekleri iş durumuna göre beraber yenirdi, Adil abiyi pek yalnız bırakmazdım. Zaten soframız üç kişilikti, ben 5 senedir burada olsam da 15 senedir onunla çalışıp benden uzun süredir bu evde yaşayan Yasemin de bizimleydi. İlişkilerini başta kavrayamasam da şahit olduğum yakınlaşmaları ve duyduğum bazı sesler onları anlamama neden olmuştu. Yine de samimiyetlerine rağmen Yasemin insanların yanında konuşmasına dikkat eder görevlerini de her zaman yerine getirirdi. Ağzı çok güzel laf yapan bir kadındı, ona kendimi kaptırırsam beni esmer bir kadın olduğuma bile ikna edebilirdi. Etkisinin farkına olsam da ona önlem alabilmek çok güçtü. Adil abiyse ondan farklı olarak duygularını daha belli ederdi. Sinirli halleri beni ürkütüyor olsa da bana zararı olmayacağını çok iyi biliyordum çünkü beni 5 sene önce o kurtarmıştı ve beni okutup bu hale getiren onun bizzat kendisiydi. İlk görevim bir yemeğe çıkmaktı, yemek yediğim adamla biraz flörtleşip ağzından birkaç laf almayla başlayan serüvenim şimdiye kadar sürmüştü. Biraz da ahlaksızlaşmıştı. Bedenimin güzelliğini umursasam da kalanını umursamayalı uzun zaman olmuştu, içimdeki masumiyeti kazıya kazıya aldıklarında insanların karşısında çıplak durmaktan bile utanmaz olmuştum. İlk önce sözlerimle aldığım bilgiler zamanla erişilemez olunca bedenimle denedim. Doğru bir yol olmadığını bilsem de durmadım hiçbir zaman çünkü bana vaat edilen bir intikam vardı. Ucunda o olunca gözüm hiçbir şeyi görmemişti. İyi ya da kötü hayatlarına değdiğim kişiler son zamanlarda aklımı kurcalasa da hepsi Andrea yüzündendi. Onun gibilere de zararımın dokunmuş olması beni ürkütüyordu ama biliyordum ki Ayanlar boş yere birinin ipini çekmezdi. Eğer yaptıysak hak etmişlerdi, ben sebebini bilmesem de. Beni ben yapan bir çınar yaprağı dövmesi bir de küpelerim kalmıştı geriye. İçimden gelen sesleri susturalı çok olmuştu, ben susmayı ilk defa o hücrede öğrenmiştim çünkü sesim çıktığında işe yaramadığını görmüştüm. Şimdiyse gerektiği kadar konuşuyordum, gerektiği kadar konuşturuyordum içimin sesini. Ya da öyle sanıyordum. İçimin sesi mi vicdanımın sesi mi bilemediğim bir şey sürekli ayağıma dolanıyordu. Kesip atmaya çalıştım, başaramadım. Susayım dedim, beceremedim. Gitsem gidemedim kalsam acı çekerdim. Bir tutkunun beni bu hale getireceğini bilemezdim. Bu evin duvarları bana hapis değil her zaman kucak açan bir yuva olsa da kendimi birkaç gündür nefes alamıyor gibi hissediyordum ve bu benim sürekli yaşadığım bir şey değildi. Onunla deliler gibi sevişmek istiyordum bunu inkar edemezdim, hiç kimse için böyle hissetmemişken onun için böyleydim işte. O da benden farksızdı, olması gerekenle olmasını istediğim bambaşkaydı işte. İstediğim için durmam lazımdı, durmam için de istememem lazımdı ama istiyordum. O adamı öpebilmek istiyordum. Yabancı dudaklarına bir değsem tüm dünyam değişecek gibi hissediyordum. Bir kere olsun onu hür irademle öpebilmek isterdim. Arabama binmiş beni çağırdığı yere doğru gidiyordum. Bir yandan konumu takip ederken bir yandan kaybolmamak zordu benim için. Bir günü daha devirmiştik, dünü ayrı geçirmiştik, bugün onu göreceğimden mi bilmem biraz heyecanlı hissediyordum. Navigasyonun oku bir fabrikayı işaret ediyordu. Panellerle alakalı olmadığını düşünüyordum, daha imzalamadığı bir anlaşma için üretime başlayacak değillerdi. Belki bambaşka bir projeydi belki de en son yanımda imzalanan Çınar-1994 projesiydi. İşinde nasıl yetenekli olduğunu o projeyle görmüştüm, çok amaçlı tarım aletini tasarlamakla kalmamış her bir parçasını da kendi çizmişti. Düşündükçe nasıl güzel anlattığı geliyordu aklıma, İtalyancası kulağımda çınlarken dudaklarımı kenara kıvırmadan edemedim. Andrea zeki bir adamdı ama sanırım onun aklının tek zaafı ben olmuştum birkaç günde. O zaafı kullanıp evindeki odaya girebilmem, didik didik edebilmem gerekiyordu ancak bir şey yapamıyordum. Andrea ayıkken çok da mümkün değildi aslında. Radyonun sesini açıp iç sesimi bastırmaya çalıştım. Evet aşkı konuşmaya devam ediyoruz sevgili dinleyenler. Aşk sadece sevmek değildir, aşk bazen de vazgeçiştir. "Saçmalık, âşık olsam vazgeçmezdim." Bazen zorunluluktur, istemediğin bir şeyi yapma mahkumiyetidir aşk. "Bu kadın beni neye ikna etmeye çalışıyor?" Bunu dinleyip kendinizi sorguluyorsanız o zaman âşıksınız sevgili dinleyenler, sadece kendinize itiraf edemiyorsunuz. Yolun ortasında ani fren yapacağımı ben de bilmiyordum, hızla öne doğru savrulduğumda kemer beni sıkıca kavramış, uçmama engel olmuştu. "Hay senin..." Beni dinleyip gözetlediğini düşündüğüm radyodaki kadınla tartışıp sapağı kaçırmıştım, arka tarafın boşluğundan emin olduğumda geri geri gidip yan yola girdim. Aşk sizi yoldan çıkarabilir. "Kesin dinleniyorum ben," deyip radyoyu kapamakta buldum çareyi, kaşlarım çatıktı, muhtemelen yüzümü de buruşturmuştum. İki yüz metre ilerideki fabrikanın önüne arabamı bıraktığımda birkaç dakika geç kalmıştım. Bir de sevmediğim insanlarla karşılaşmasaydım her şey çok daha iyi olurdu. Arabamın camı tıklandığında gaza basıp oradan uzaklaşmak için çok geçti. Bir kez daha yüzleşme yaşamak durumundaydım. Gergin olsam da yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirip onu gizlemeyi başardığımda arabadan aşağı inip karşısına dikildim. "Senin ne işin var burada?" "Asıl senin ne işin var?" "Andrea için buradayım." Yüzündeki küçümseyici ifadeyle bedenimi süzerken ben sadece yüzüne odaklıydım. "Sen her görüşmene böyle mi gidiyorsun?" "Sana mı soracağım Ertuğrul? Giyimime de mi karışır oldun?" Ona kafa tutuyor olmam hoşuna gitmişti, sırıtıp elini omzuma doğru uzattığında bir adım yana doğru çekildim. Boşa düşen elini yavaşça yumruk yapıp geri çekti. "Yoo, karışmıyorum. Hatta gayet memnunum. Bu orospuya kanan tek enayi ben olmayacağım sonuçta. Bir de yalan söyleyemem gözüme güzel geliyorsun." "Seni uyarmıştım," derken parmağımı havaya kaldırıp üzerine yürüdüm. "Bana böyle söylememen gerektiğini, aksi taktirde seni geberteceğimi söylemiştim. Ertuğrul bir kere daha söylüyorum, bana bir daha böyle hitap edersen..." Kolumu kavrayıp beni kendine doğru çektiğinde elimi göğsüne koyup onu itekledim. Umarım şu rezalete kimse şahit olmamıştır. "Ne yaparsın Derin, koynuma girip fotoğraflarımı mı çekersin? Yapmadın mı bunu sanki?" Gözlerimi kapadığımda öfkeyle alıp verdiğim nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum, mavilerimi araladığımda yine tam karşımdaydı, ipleri eline almış gibi gözüküyordu. "Senin yaptıklarını Andrea'ya anlatmama sebebim anlaşmayı feshetme ihtimali, yoksa şimdiye dek her şeyi anlatırdım ama biliyor musun Derin, ben her fırsatta seninle uğraşmaya devam edeceğim çünkü sen bana zarar verdin, çok büyük zarar." Bir hastayla uğraştığımın farkına yeni varıyordum, işin kötüsü tek uğraştığım o değildi, Sıla ve Tümer'den sonra bir de Ertuğrul vardı. Belki geçmişten birileri daha gelir hepsi birden intikam peşinde koşarlardı. Umurumda değildi, her biriyle uğraşabilirdim. Tek isteğim Sıla ve Tümer'i mahvetmekti ve ne olacaksa ondan sonra olmalıydı. Bu arada ilgilenmem gereken bir ihale vardı ama intikamım daha önemliydi. Bir de bir çift yeşil göz vardı. İçime dert olan bir çift yeşil göz. Aklımdaki yeşil gözleri silip karşımdaki cani gözlere baktım. Ertuğrul çok da masum biri değildi, Ayanlar onun fişini çekerken bir sürü usulsüzlük yakalamıştı. Benim yaptığım yanlışlar kadar onun yaptıkları da vardı. "Sen çok masumsun ya." "Geçmişte kaldı," derken yüzündeki ifade değişmişti, bu değişimle gücü yeniden ellerime aldığımı hissettim. "Ama kanıtları yeniden sunarsak insanlar eski mi yeni mi diye bakmazlar, güvenleri sarsılır değil mi? Hele Andrea öğrenirse... Vah vah." Elini yumruk yapıp sıkarken çenesi de eş zamanı kaskatı kesilmişti, arabama vuracakken kendini tuttu, hırsla beni ardında bırakıp fabrikaya girdi. Ben onu bir kere daha alt etmiştim. Böyle yüzleşmeler bana iyi gelmiyordu, kabuslarıma giriyor ve bana kötü hissettiriyordu. En kötüsü de ben uyanıkken de geçmişi görebiliyordum, gözlerimi yummama gerek yoktu. Böyle gergin anlarda da tetikleniyordum. Elimi göğsüme koyup sırtımı arabaya yasladım. Gözlerimi yummamak için direniyordum çünkü geçmişi hatırlamak şu an için bana hiç iyi gelmezdi, biliyordum. Her şeyin sorumluluğu bana yükleniyordu, istemiyordum. Tek suçlu ben değildim. Masum olmadığımı bilsem de bazı şeyleri hiç hak etmemiştim ben. Zaten yaşadıklarım o saflığımı kaybetmeden önceydi. Telefonumun sesiyle yeniden dünyaya dönüp etrafa bakındım, böylece az önceki kavgamıza kimsenin şahit olmadığına emin oldum. Telefonumun ekranına baktığımda gördüğüm isim sıkıntılarımı giderecek bir avuç kişiden yalnızca biriydi. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Derin, günaydın. Nerede kaldın?" İtalyancasının girdabında sürüklenmemek için zor duruyordum. Sesinin bile bu denli etkili olması çok kötüydü, gökyüzünde bir sürü yıldız vardı ama benim gözüm Güneş'e takılmıştı ve o Güneş beni sürekli yakıyordu. "Kapıdayım, geliyorum Andrea. Sana da günaydın." "Bekliyorum." Kısa konuşmamızın ardından yeniden kapıya döndüm ve hafif bir tempoyla geniş kapıdan içeriye doğru attım kendimi. İşleyen makinelerin sesi kulaklarımı tırmalarken gözlerim Andrea'yı arıyor bir yandan da üzerimde gezen meraklı gözlere maruz kalıyordum. Mavilerim beklediği hedefle buluştuğunda yüzümde samimi bir gülümseme belirdi. Yanına gidip kimseyi umursamadan elinden tutup tokalaşırken yanaklarına da birer öpücük kondurdum. O da bana aynı şekilde karşılık vermişti. "Biraz geciktim sanırım, üzgünüm." "Çok gecikmedin, bunu affedebilirim sanırım," derken sesinde samimiyet gizliydi. Elimi sıcaklığı en derinimde hissettiğim parmaklarından çekerken zorlanmıştım. Bana hiç iyi gelmiyordu. Vicdanımın sesi bana büyük oyunlar oynuyordu. Elindeki bareti başıma geçirdikten sonra konuşmaya devam etti. "Ham maddenin işlendiği fabrika burası, birçok bölümden oluşuyor." İtalyanca konuşmaya devam ediyordu, ben de ona onun dilinde cevap verdikçe dudaklarında bir tebessüm oluşuyordu. "Gerçekten büyükmüş." "Öyledir." Gözlerindeki heyecan her zaman kullandığı el hareketlerine fazlasıyla etki etmişti, yerinde duramıyor desem yeriydi. Onun bu halleri benim de içimi ısıtmış elimi kolumu bağlayıp onu susarak seyretmeme neden olmuştu. O heyecanla anlatıyor ben dinliyordum. Ne anlattığı hakkında hiçbir fikrim yoktu, ham maddenin dönüşümünden makineye evrilmesine birçok şeyi ardı ardına anlatmıştı. Çok güzel anlatıyordu, çok güzel konuşuyordu. Onu dinlemeyi seviyordum. Onunla vakit geçirmeyi de seviyordum. "Bana öyle bakmaya devam edersen..." Anlamıştı onu algılayamadığımı, üzerime doğru geldiğinde geri çekilmemiş olmam doğru bir hamle miydi bilemiyorum çünkü ondan başka tutunabileceğim bir şey yoktu. O da bunu istiyormuş gibi en yakınıma girmişti. "Edersem ne?" Etrafına kısa bir göz atıp yalnız olduğumuzun farkına vardığında gözlerime geri döndü. Bazen Türk olduğunu düşünüyordum, onu tanıdıkça daha tutucu biri olduğunu anlayabiliyordum. Bu arada bana bakan yeşilleri çok güzeldi. "Anlattığım hiçbir şeyi dinlememiş gibi bakıyorsun Çınar Yaprağı." "Dinledim ya." Ama anlamamıştım, algılayamamıştım çünkü o sırada onu seyretmekle meşguldüm. "Hiç öyle gözükmüyorsun," dediğinde tek kaşımı havaya kaldırıp az önceki sorumu yineledim. "Edersem ne yaparsın?" "Senin yaptığından fazlasını." Ne demek oluyordu ki bu şimdi? Ben Andrea'yı sürekli yoldan çıkartıyor olsam da hiç temas durumuna geçememiştik, teni bir türlü benimkine kavuşamamıştı. Onu yoldan çıkartmamdan bahsediyordu sanırım. "Beni yoldan çıkartmakla mı tehdit ediyorsun sen?" Güldü, bundan bahsetmiyordu ve bunu bilmiyor olmamdan çok keyif alıyordu. Ben o gün fazla içmiştim ve birçok şey aklımdan silinmişti. Hatırladığım tek şey dövmelerinden ibaretti. Benimle dalga geçiyor olmalıydı çünkü ileri gitmiş olamazdık. Olmamalıydık. "Bu kadar masum bir kadın değilsin Derin," derken parmakları saçlarımla buluştu. Kalp ritmimi hızlandıran bu hareketine bakakaldım. Geçmişimi mi biliyordu? "Kalbinin hızlandığını hissediyorum." Parmakları boynuma kaydığında göğsüm hızla inip kalkıyor bir açıklama yapması için ona adeta yalvarıyordum. "Çok fazla içki içtiğinde ne yaptığını bile hatırlamıyorsun." Rahatlamıştım, geçmişimle değil benim aptallığımla alakalıydı. "Ne yaptım? Ne yapmışım?" Kekeleyerek söylediğim sözlerimi küçük bir kahkahayla taçlandırdı. "Bir gün hatırlarsın belki." Öpmüş müydüm, sevişmiş miydim? Ne yapmıştım ki? Vücudumda hiçbir iz yoktu, zaten bunu bana sarhoşluğumdan faydalanıp yapmazdı. Aklımı zorlayıp her bir köşesine inmeye çalışsam da koca bir boşluktan fazlası yoktu. Andrea ile bir şey yaşamıştım ve bunu tek bilen oydu. Fazlasını istiyordum ama fabrikasının ortasındaydık. Onu öpmek istiyordum ama bunun yeri burası değildi. Onu zor duruma düşürmek istemiyordum. "Şöyle gözlerini kapama işte." Boynumdaki parmakları çenemi kavradığında başımı tam olarak yüzünün hizasına getirdi. "Sen bunu yaptığında ben başka bir şey düşünemiyorum çünkü." Onu öpmemem için tek bir sebebe ihtiyacım vardı, bir şeyi bahane etmeliydim kendime. Ne demişti Yasemin, âşık olabilirsin ama görevini ihmal edemezsin demişti. Âşık değildim ama arzu sahibiydim ben. Aşka izin veren arzuya da izin verirdi. Buradan yırtamazdım. Zaten onun izniyle âşık olacak ya da vazgeçecek de değildim. Ayanlar benim koruyucumdu, benim kurtarıcımdı. Bana her şeyi yaptırabilirlerdi ama seven bir kalbe gem vuramazlardı. Neyse ki sevmiyordum. "Hiç yeri değil yabancı, şu an hiç sırası değil." "Ne zaman..." Yutkundu. Burnunu saçlarımda gezdirebilecek kadar yakınlaşmıştı bana, neyse ki baret bir kısmını örtüyordu da rahat rahat nefes alabiliyordum. Derin bir iç çektiğinde sözlerine devam etmesi gerektiğini hatırladı. "Ne zaman bizim sıramız gelecek?" Onu öpmemem için sebep bırakmıyordu. Başımı hafifçe arkaya çevirdiğimde onu yaslayabileceğim bir sütun bulmuştum. Kolundan çekip onu duvara yasladığımda yüzünde keyifli bir ifade vardı. "Böyle konuşma Andrea," deyip parmağımı çınar yaprağı dövmesinde gezdirdim, ardından diğeri de inadına yaşa yazan kısımda gezmeye başladı. "Burada irademe sahip çıkmaya çalışıyorum, görmüyor musun?" "Gözlerin öyle demiyor." "Ne diyor gözlerim?" "Tüm gökyüzünü gözlerine hapsetmişsin, beni de hapsedebilirmişsin." Koca bir yalancıydı, Türkçeyi bana gelince evire çevire kullanıyordu. Midem sırtıma yapıştı cümlesini anlamayan bu adam gözlerime gökyüzünün hapsolduğunu fısıldıyordu. "Bu cümlelerinden etkilenmeli miyim?" "Etkilenmedin mi?" Çapkın bir bakışla bedenimi süzdüğünde içimde bir boşluk hissettim, onun doldurmasını istediğim bir boşluktu bu. "Siktir," diye mırıldandığımda baştan çıkartıcı bir gülüş beni içine hapsetmişti. "Senin kadar güzel bir kadına küfretmek yakışıyor mu hiç?" Akıp giden bir şeylerin varlığını hissedebilsen sen de küfrederdin Andrea. "Çok mu eğleniyorsun söylesene." "Çok eğleniyorum," derken başı bana doğru eğilmişti. "Benim yüzümü gülümsetiyorsun." Kahkaha attım, beni her zaman güldürüyordu. Geçmişimin derdi tasasını bana unutturuyordu. "Gülümsetiyorsun değil o, güldürüyorsun. Hey Allah'ım." Elimi yavaşça alnıma vurduğumda gülüyordu. Kahkahalarımız birbirine karışırken başlarımız da birbirine yaklaşıyordu. O sırada keskin bir ses işittim. Bir şeyin kopuşuydu sanki, metallerin birbirine sürtünmesinden sonra çıkan iç gıdıklayan bir sesti. Başımı ani olarak o yöne çevirdiğimde Andrea üzerime kapanmış beni iri bedeninin koruması altına almıştı. Beraber yere kapaklandığımızda hâlâ ne olduğunu anlayamamıştım. Bedenim üzerindeki ağırlık gittikçe artarken belimi sıkıca kavrayan Andrea'nın sessizliği korkmama sebep olmuştu. Yere düştüğümde canım acımıştı ama şu an onu önemseyecek durumda değildim. Andrea iyiyim dememişti. Gözlerini görmem lazımdı. "Andrea, Andrea bana bak." Sesi çıkmıyordu. Korkum git gide artıyordu. Üzerimden kaldırmaya çalışsam da bedenimi sanki ellerinden kayıp gidecek gibi sıkı sıkıya sarmıştı. "İyisin Andrea, iyi olmak zorundasın. Bir şey söyle lütfen." Sesim ağlamaklı çıkıyordu, kendi bedenimin acısını çoktan unutmuştum. Son bir kuvvetle elinin tutuşundan kurtulduğumda altından çıkabilmem için fırsatım vardı. Sırt üstü sürünerek zar zor bedeninin esaretinden kurtardım kendimi. Bacağının üzerinde tavan vincinin parçaları vardı, aldığı darbeyle baygınlık geçirmiş olmalıydı. Dahasına ihtimal bile veremiyordum. Bunun aksi olmamalıydı, olamazdı. Dizlerimin üzerinde başının ucunda duruyordum. Onu kıpırdatmam bir hata olurdu. Zaten en başında hiç kıpırdamamalıydım. Bacağında kanama vardı, vinç parçasını çekersem artardı. Oraya müdahale edemezdim. Çatlamış baretin altından sızan kanı da fark etmem uzun sürmemişti. Ne yapacağımı bilemedim. Parmaklarımı yavaşça sızan kızıllığa götürdüm. Ilık kan parmağıma bulaşınca ellerim titredi, gözlerimden tuttuklarım firar etti. Acı bir çığlık koptu dudaklarımdan. "Hayır, hayır, hayır. Andrea aç gözünü. Bak dayanamam yapma bunu bana." Ağlamam gittikçe şiddetlenirken etrafımız kalabalıklaşıyor, söylenenleri bir türlü işitemiyordum. İlk defa birinin gitme ihtimalini görüyordum, hiç gitmemesi gereken birinin. "Buradayım ben, dayan tamam mı? Seni bırakmayacağım." Elimin tersiyle yaşlarımı silerken birileri yanımıza yaklaştı. "Dokunmayın!" diye haykırsam da umursanmadım, Andrea'ya müdahale mi edeceklerdi? Algını yitirmiştim, ona zarar geleceğini düşünüyordum halbuki ona en büyük zarar bendim. "Bırakın!" "Bırakın, dokunmayın!" Başımı iki yana salladım, şimdi geçmişin batağına düşersem ikisini birden kaldıramazdım. Yumruğumu sıktım şimdide kalabilmek için, tırnaklarım tenime girdiğinde acı çekiyor anda kalmaya çalışıyordum. "Duy sesimi ne olur." Ben bile duyamıyordum ki, o nasıl duyacaktı? Ona uzanan kolları engellemeye çalıştığımda biri kollarımı tutup beni kendine hapsetti. Ben çırpındıkça beni oradan uzaklaştırıyor bağırmalarım ona karşı hiçbir işe yaramıyordu. "Sus artık!" "Bırak Allah'ın cezası bırak! O orada, ya bir şey olursa? Çıldıracağım ya o ö..." Başımı iki yana salladım bu olamazdı, ihtimali bile yoktu. Çok gençti. Çok güzel gözleri vardı. Çok zeki ve başarılı bir mühendisti ama parmaklarımda kanı vardı. Parmaklarım onun kanına bulanmıştı. "O kadar düşünüyor musun onu? Sen birilerini düşünebiliyor musun?" Kalbim öylesine acıyordu ki sanki canımdan can gidiyordu. Sanki o vinç parçası onun değil de benim üzerime düşmüştü. Sanki kanayan onun değil de benim yaramdı. Onu arzulamaktan öteydi hislerim, ben onu önemsiyordum. Ben onu fazlasıyla önemsiyordum. Ölümün uğradığı son durak bile olmamalıydı o, çok erkendi. "Evet düşünebiliyorum, söz konusu oysa düşünebiliyorum. Benim kalbim taştan değil Ertuğrul!" Şu durumda bile beni delirtmeyi başarıyordu, benim onun yanında olmam gerekiyordu burada olmamalıydım. "Sen," dedi beni işaret ederek. "Sen gerçekten âşık olmuşsun." "Bu seni ilgilendirmez!" Ona gitmeye çalıştım ancak bana izin vermedi. Adımladım yerinde saydığında sert bakışlarımı ona çevirdim. "Bırak!" "Yaralanmışsın Derin." Anlamsız bir ifadeyle gözlerine baktım. Yaralanmış mıydım? Neden bunu hiç fark edememiştim ki? İşaret ettiği koluma bakarken yüzümü ekşitmiştim, o diyene kadar acıya dair kalbimin yarasından başkasını hissetmemiştim. Omzumdan başlayıp dirseğime kadar inen çok da derin olmayan bir kesik kanıyordu. Parmaklarımı bir kez daha kızıllığa götürmek durumundaydım. Gözlerimi bir saniyeliğine yumup derin bir nefes aldım. "Orada olması gereken sendin," dediğinde yumduğum gözlerim irice açıldı. Ne söylediğinin farkında mıydı acaba? Bu sözleri çok başka yerlere çekilebilirdi. "Sen... Ne?" "Sadece temenni. Git koluna baktır, seni bu yüzden çekiştirdim kendini fark et diye." Hem başıma vinç düşmesini istiyor hem de yaralandığım için beni mi düşünüyordu? Büyük bir çelişkinin içerisindeydi. "Sakın bunu yapan..." Cevap bile vermeden gitti yanımdan, asla istediğim yanıtı vermeyeceğini bildiğim bir işin içine düşmüştüm. Bu eğer bir sabotajsa yapan kişi iz bırakmamış olmalıydı. Ertuğrul yaptıysa hedefi bendim. Kazaysa da kasıtlıysa da olan ona olmuştu. Andrea benim aldığım nefes gibiydi. Varlığı bana hayat verirken yokluğunun cehennemiyle ilk defa karşılaşıyordum. Nefes mi? Tabi hâlâ nefes alabiliyorsa... 🍁
Andrea'm, yaralı kekim :(
Derin bir şeylerin değiştiğinin farkına varıyor ama bakalım hissettiği tam olarak ne? Kendisi önemsediğini düşünüyor sadece. Ah bebeğim nasıl da korktu onu kaybedeceği için.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere♡
🍁Arrivederci🍁
🍁
İnstagram
rubamsalepe
|
0% |