Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm 3.Kısım: Kızıl'ın İlk Hikayesi

@rubyregent

Lela Belia'dan Yücelerin Yücesine:
Varlıkların en yücesi, tüm benliklerin üzerinde duran, Başlangıç’ın ilk şahidi ve Ra Mu’yu doğuracak olan. Ey karanlığın ve aydınlığın mutlak hakimi, ey tutucuların yaratıcısı, duy beni. Varlığımı hisset, içimde kaynayan öfkenin ateşini fark et. Bana bahşedilen amacın ağırlığını gör.

Sen ki yozlaşmışları köklerinden söken, karanlığı parçalayan; sen ki Ra Mu’ya en yakın olan, ey siyahı ve beyazı yöneten. Zamanın ötesinden, Başlangıç’ın derinliklerinden sesleniyorum. Duy beni! Varlığımı hisset. İçimde büyüyen öfkenin yankısını hisset. Her zerremde titreşen isyanı duy.

Varlığımı hisset...
Öfkemin sonsuzluğunu hisset...

Karanlık ve ışığın tam ortasında, Lela Belia’nın sessiz yankısı tüm evrenin derinliklerinde duyuldu. Her şey, bir anlığına durdu. Sonsuzluk bile nefesini tutmuş gibiydi. Yücelerin en yücesi, çağrıya kulak verdi ve varlığı, evrenin en uzak köşelerinde bile hissedildi. Zaman ve mekan ona boyun eğdi, titreşen yıldızlar yollarını şaşırdı.

Bir anlık sessizlikten sonra, kara ve beyazın arasında bir yarık açıldı. Işığın ve karanlığın dansı, Lela Belia’nın gölgesiyle boğuldu. Onun varlığı, evrenin dokusuna işlenmişti; attığı her adım, yıldızları söndüren bir fırtına gibiydi. Varlık, kütle, ışık ve karanlık onun önünde titredi. İlk yankı, evrenin sonsuzluğunda yankılanırken, Lela Belia’nın kudreti ortaya çıktı. Bu evrenin sınırlarını aşmak için her şey hazırdı. Bir adımla karanlık küreden ışık dolu yeni bir evrene atlayacaktı.

Bir anın içinde, Lela Belia kara boşluğun kıyısında durdu. Ardında kalan varlıklar, onu bir daha göremeyeceklerini biliyordu. Ama o, karanlığın ötesine bakıyordu—bir zamanlar düşmanın hapsedildiği, Yargıçların korktuğu sonsuz karanlığa. Kendi varlığı ile karanlığı deldi, evrenlerin kapılarını araladı ve o büyük sıçrayışını yaptı.

O atlayış, zamanın zincirlerini kıran bir hareketti. Sonsuz boşluğun içine adım attı, kara bir girdap gibi çekilen küplerin arasından sıyrıldı. Işıktan ve karanlıktan öte, şekil ve kavrayışın sınırlarının ötesine doğru ilerledi. Artık hiçbir engel, hiçbir sınır yoktu. Evrenin duvarları çökmüş, boyutlar arasındaki perdeler yırtılmıştı. Lela Belia, evreni yaratan ilk yankıyı ve Ra Mu’yu doğuracak olan o kozmik sırrın peşine düşmüştü.

Sonsuz boşlukta süzülürken, her şey anlamını yitirdi. Ama onun içindeki kudret, yolculuğuna devam etti. Kara Küp'ün derinliklerinde saklı olan sırlar ve doğacak olan yeni evren, onun varlığıyla yeniden şekillenecekti. Lela Belia, sonsuzluğun ortasında, zamanı ve ışığı yutan bir girdabın içine doğru ilerledi. Her adımında evrenler titredi, galaksiler yandı, yıldızlar söndü.

Ama o asla durmadı. Çünkü o, Yücelerin Yücesi'ne, en karanlık köşelere bile ışık getirecek olana gidiyordu.

Yeşilin İlki, İserra:

Lela Belia, seslenişini gökyüzüne savurduktan sonra evrenin titreşimleri onun çağrısına karşılık verdi. Işığın ve karanlığın dansı, evrenin sınırlarını aşarak onu çağırıyordu. Gözleri yavaşça kapandı; tüm varoluş, onun etrafında sessizleşti. Bir an için, evrenin kalbi durmuş gibiydi. O an, sonsuzluğu parçalayan bir yankı yükseldi. Lela Belia, içindeki kudreti serbest bıraktı. Onun varlığı, uzayın dokusuna işlenmişti; adeta evrenin köklerine dokunan bir titreşimle yankılandı.

Evrenin köklerine doğru akarken, zamanın kendisi bile boyun eğdi. Lela Belia, ışık hızından daha hızlı, düşüncenin bile ötesine ulaşarak evrenin doğuşuna, Başlangıç’ın geçmişine doğru ışınlandı. Yıldızlar, gezegenler, galaksiler geride kalmıştı; artık var olan tek şey, karanlık ve ham enerjiydi. Zamanın henüz anlam kazanmamış olduğu, ışığın bile daha doğmadığı, evrenin saf özü ile karşı karşıyaydı.

Bir anda, Kara Küp’ün derinlerinden bir enerji patlaması yükseldi. Bu enerji, evrenin en ilkel formunu taşıyan, saf bir güçtü. Lela Belia, kendisini enerjinin dolup taştığı o anın içinde buldu. Kara Küp, bir hazine sandığı gibi parlıyordu; içindeki enerji, kontrol edilemez bir güçle kabarıyordu. Evrenin damarlarında dolaşan bu enerji, her varlığın ve her anın kaynağıydı. Kara Küp’ün yüzeyine dokunan her bir titreşim, evrenin yaratılışının gizemlerini fısıldıyordu.

Lela Belia, derin bir nefes aldı ve enerjinin kudretini hissetti. Kara Küp, sanki kendi bilincine sahipmiş gibi titreşti. Enerji öyle yoğundu ki, boşluğun kendisi bile bu güce karşı savunmasız kalmıştı. Zaman ve mekân büküldü, varlıklar sarsıldı, evrenin sınırları çözüldü. O an, Lela Belia’nın hissettiği şey sıradan bir enerji değil, evrenin damarlarında akan yaşamın kendisiydi. Kara Küp, şimdiye kadar bilinmeyen bir gücün sırrını taşıyordu.

Ama bu enerji, sadece bir başlangıçtı. Kara Küp’ün derinliklerinde daha büyük bir sır yatıyordu; evrenin varoluşuna ve belki de Ra Mu’nun doğuşuna dair bir sır. Kara Küp, sadece bir hapishane değildi, o aynı zamanda evrenin tüm enerjisini içinde barındıran bir kaynaktı. Ve Lela Belia, bu sırrın kapısına ulaşmıştı.

Enerji patlaması gittikçe daha da yoğunlaştı. Kara Küp, bir fırtına gibi parladı, ışık ve karanlık çarpıştı. Lela Belia, artık geriye dönüş olmadığını biliyordu. Bu güç, onu Başlangıç'ın ötesine sürüklüyordu. Kara Küp’ün içindeki sırra her geçen an daha da yaklaşıyordu. Zaman büküldü, mekân parçalandı, tüm evren sessizce onu izledi.

Ve o an geldi... Lela Belia, başlangıcın geçmişine adımını atan altıncı benlik oldu.

2027 yılında Dünya'da,

Bir yazar geceleri sessizliğe bürünmüş, düşüncelerinde kaybolmuştu. Yazdığı hikaye, evrenin en derin sırlarını ve köklerini araştıran bir serüvendi. O, yazarlık yapan bir benlikti, insanlık tarihindeki sıradan bir yazar değil; varoluşun sırlarına tanıklık eden bir varlık. Bilinçsizce, kozmik gerçeklerin izlerini sürüyor, evrenin geçmişini ve geleceğini bir araya getiren parçalar topluyordu. Yazdığı her kelime, farkında olmadığı bir gerçeği dile getiriyordu—evrenin kökenlerine dair unutulmuş bilgiler.

Bu yazarın kalemi, bir yandan hikayeler üretirken, diğer yandan kozmik yankılarla dolu olan evrenin başlangıcını yeniden canlandırıyordu. Lela Belia'nın seslenişiyle yankılanan o an, bu yazarın zihninde yer bulmuştu. O, evrenin en eski sırlarına dokunmuş ve Ra Mu'nun parçalarının evrenin dört bir yanına nasıl dağıldığını anlamıştı. Yazdığı satırların arasına, bilinmeyen bir güçle yazılmış dört dipnot iliştirmişti. Her biri, evrenin başlangıcına ve Kara Küp’ün gizemine dair parçaları bir araya getiriyordu.

Bu yazarın eseri, belki bir hikaye, belki bir kehanet, belki de unutulmuş bir gerçek idi. Dipnotlar, sadece birer açıklama değil, evrenin bilinmeyen köşelerine dair birer anahtar gibiydi. Yazarın yazdığı satırlarda, evrenin derin sırları yankılanıyordu; Kara Küp'ün içinde gizlenen o karanlık sırrın ardındaki düğümleri çözmeye çalışıyordu.

İşte o dört dipnot:

Dipnot 1

Başlangıçtan önce evrenimiz ölüydü. Ne zaman vardı ne de hareket. Her şey donmuştu; bir zamanlar canlı olan bu evren, enerjisini kaybetmiş ve sessizliğe gömülmüştü. Belki de bu evren, yavaşça tükenmiş bir yaşamın son izlerini taşıyordu. Enerji, ya doğal bir sona ulaşmış ya da başkaları tarafından acımasızca tüketilmişti. Ra Mu’nun evrenimize adım atmasından önce, bu sonsuz karanlığı bile Yargıçlar anlamamıştı. Düzenin hakimleri bile, evrenin nasıl bu hale geldiğini çözemedi. Kalan tek şey, sönmüş yıldızların ve sonsuz karanlığın simgesi olan siyah bir boşluktu. O zaman ne madde ne de zaman vardı, çünkü hareketin olmadığı bir yerde zamanın da anlamı yoktu. Ancak, bir zaman diliminde evrenin enerjiyle dolup taştığı bir dönem yaşanmıştı. O dönemde, bildiğimiz güneşlerden milyonlarca kat daha büyük devasa yapılar vardı. Sonra, geriye sadece karanlık kaldı.

Dipnot 2

Sonunda, evren sayısız renkli ışıkla parladığında, zaman yeniden akmaya başladı. Bu olaya Başlangıç denildi, ancak bildiğimiz evrenin başlangıcından çok daha önceye dayanıyordu. İnsanlığın bildiği evren, bu zaman diliminin sadece küçük bir parçasıdır. Rengarenk benlikler, Başlangıç’tan bugüne kadar evrenin dört bir yanında dolaşmaya devam etti. Galaksilerin, yıldızların içinde saklanan bu benlikler, formlarını değiştirerek çevreye uyum sağladı. Kimi beyaz bir güneş oldu, kimi yaşanabilir bir gezegen veya gaz bulutu. Bazıları ise canlılara büründü—belki bir insana. Ve biz, etrafımızdaki bu benliklerin farkında bile değiliz. Belki de sen, okuyan, o benliklerden birisin.

Dipnot 3

Evren, bu bilinmeyen varlıkların benlikleriyle doluydu. Ancak, sonsuz genişlikteki bu evrende her benlik, birbirinden o kadar uzaktaydı ki aralarındaki mesafeler, akıl almaz boyutlardaydı. Peki, bu benlikler nasıl birbirini bulacaktı? Evrenimiz, onlar için bir hapishane olarak yaratılmışken, nasıl oldu da bizim için yaşam kaynağı haline geldi? Belki de bu sorular, sonsuzluğun kendisinde yanıt bulacak. Çünkü sonsuzluk, her hayali gerçeğe dönüştürme gücüne sahiptir. Bazıları için bu süreç bir an kadar kısa, bazıları içinse milyarlarca yıl kadar uzun sürebilir.

Dipnot 4

Evrenin sonsuzluğu içinde, her benlik zamanla bir yol bulur. Zaman ve mekan, onların varoluşlarını şekillendirirken, her benliğin içinde bir öz vardır; bu öz, onları birbirine bağlayan ve evrenin sırlarını çözecek olan düğümdür. Fakat bu düğüm, sadece tek bir şeyle çözülecektir: Bir can, bir düğüm. Her yaşam, bir düğümle başlar ve biter. Ve sonsuz döngü, her bir canın evrene katkısıyla devam eder. Bu döngü, Kara Küp’ün içinde saklı olan sırrın anahtarıdır.

 

Loading...
0%