@rubyregent
|
Beyaza baktı, beyazın etrafındaki renklere, kendini çeken o enerjiye baktı. Ancak karanlığa… hayır, karanlığa asla bakmayacaktı. Karanlık ona, kendi içindeki derin boşluğu hatırlatıyordu, onu daha da çaresiz bırakıyordu. “Hissediyorum,” dedi içinden. “Yetersizliğimi hissediyorum, pişmanlığımın kırıntılarını görüyorum.” İçindeki bu çalkantı, ona her geçen saniye kendisini daha az hissettiriyordu, ama bir o kadar da yoğunlaştırıyordu. Masmavi bedeni, içindeki karmaşanın bir yansıması olarak hızlandı. Her duygusal çalkantı, onu daha da hızlandırıyordu; hissettikçe kontrolü kaybediyor, hissettikçe bedenindeki sıcaklık artıyordu. “Anlamlandıramadığım bu duygular beni yakıp kül ediyor,” diye düşündü. İçindeki kaos, fiziksel bir yangına dönüşüyordu. Düşünce gücüyle bedenini ateşle dolduruyor, enerjiyi hissediyor, bu enerjiyi çevresine yayıyordu. Bedeninden taşan enerji, boşluğu sarıyor, ama onu asla tatmin etmiyordu. “Neler olduğunu… her şeyi hatırlamak istiyorum.” “Sana geleceğim, birleşmeliyim,” diye düşündü. “Birleşmek, birleşmek.” Ne anlama geldiğini bilmediği bu kelimeleri tekrarlayıp durdu. Beyazla birleşmek, onunla bir bütün olma arzusu içini yakıyordu. Ancak zihninin derinliklerinden yankılanan başka bir şey vardı: “Ankh ve Mankh, Ankh’a dokunan Mankh’a da dokunur.” Bu kelimelerin anlamını bilmeden, içgüdüsel olarak anlamını kavramaya çalıştı; sanki bu sözler, birleşmenin ardındaki sırrı taşıyordu. Ve yine bilmediği kelimeler, tüm benliğinde yankılandı. “Çekip almalı, bitirmeli… Hakim olan her şeye… Korku ile yok et… Bitir… Her şeye hâkim… Taşan duygular… Hepsinden de kudretli… Almak… Şeyleri bir bütün… Yüce olan…” Yüce olan düşüncesi onu durdurdu. Diğer tüm düşüncelere bir son verdi. Yüce olan, onun yöneldiği tek gerçekti. “Yüce olanlar, korkuyu yönetenler… Korku!” Kendisi de bu yücelerden biriydi. Yargıçları düşündüğünde içini tiksinti kapladı. Artık bu kelime hakkında daha çok şey anımsıyordu. “Tiksinç,” dedi içinden, “anlamsız.” Gücü olmayan, yanılgılarla dolu anlamlar taşıyan bu varlıkları küçümsüyordu. Yargıçlar kelimesini küçümseyici bir alayla düşündü. Ancak yüce olanlar, çok farklıydı; bu kavram, ona gurur veriyordu. “Ben yüce olanım, ben yücelerdenim,” diye kendine fısıldadı. Kendisine benzeyen varlıklar vardı, onun gibi yüce olanlar da mevcuttu. Hatta kendisinden daha yüce bir varlık hissetti, ama bu hissi kendi varlığından ayıramıyordu. Hem birdi hem de ayrılmıştı. Şu ana kadar hatırladıklarıyla biraz tatmin olmuştu, bu duygu, beyaza olan özlemini neredeyse yok etmişti. Beyaza bakarken duyduğu özlem ve sevgi azalmıştı. Artık başka bir şey istemeye başlamıştı: karşısında duran beyazı, sadece beyazı değil, diğer tüm renkleri kendisinin yapmak istiyordu. “Açım!” Dayanılmaz bir açlığın pençesindeydi. İçten içe, yemek için çıldırıyordu. Çıldırdığı bu şey, güç ve enerjiydi. Her şey onun olmalıydı. Ve nihayet, istenen olmuştu. Korku, amacını tam olarak bilmese de, amacı için ne yapması gerektiğini hissetmeye başlamıştı. “Başlangıcın ilk yok oluş anı yaklaşırken Korku’nun benliği olması gereken şekli almıştı. Her şey amaca uygun ilerliyordu ve yok oluş anına tanık olacak ilk yücelerden biri olma unvanına da çok yaklaşmıştı.” Korku, işittiği bu sesle paniğe kapıldı. İlk defa başkasına ait bir ses duymuştu ve bu sesin titreşimleri, Korku’nun bedeninde kelimelere dönüştü. Tek düşündüğü şey “Bu sesin sahibi kim?” sorusuydu. Bu sorunun ne kadar anlamsız olduğunu biliyordu, sesin sahibinin kim olduğunun önemi yoktu. Yüce bir varlık olarak, bu sesin anlamını bilmeliydi. Sahibinin Tek Kişiler’den biri olduğu belliydi, ama yine de sesin kime ait olduğunu bilmek istiyordu. Takılması gereken şeyleri göz ardı etmişti, yok oluş anına odaklanmalıydı. Bu gereksiz merak, yok oluş anını kaçırmasına neden olmuştu. Bedeninin önündeki ışık cümbüşü, milyarlarca yıldır izlediği beyazın ve onun yarattığı renklerin, yavaşça karanlığın içinde kaybolurken o hâlâ sesin sahibini düşünüyordu. Işık fotonlarının etkisi azalınca, yok oluş anını fark edebildi. Fark etmesiyle birlikte bir titreşim hissetti; bu titreşimi daha önce hissetmesi gerekirdi, ama sesin yarattığı aptalca takıntı her şeyin zamanını değiştirmişti. Neyse ki, hissettiği titreşimle birlikte başka bir yüce varlıkla bağlantı kurdu. Bağlantı kurduğu benlik bambaşka bir duyguyla doluydu. Korku’nun içindeki tüm korku, bu bağlantıdaki benliğin içindeki öfke kadar yoğundu. Bağlantıyla duyduğu tek şey ise “yok et” idi. “Yok et, yok et, yok et,” bu sesin yankıları arasında Korku, kendisine doğru yaklaşan inanılmaz bir öfke hissetmeye başladı. Öfkenin hızla arttığını ve sanki bir şeyin ona doğru yaklaştığını hissetti. Haklıydı; bu şey, mutlak siyahtan oluşan ve sonsuza dek uzayabilen bir uzantıydı. Yok oluşu başlatacak ve Beyaz’ın etkisini silecek olan şey hızla Korku’ya doğru yaklaşıyordu. Mutlak siyah, sonsuz karanlık içinde bile fark edilebilen bir varlıktı. Amacı her şeyi yok etmek olan bu şey, dayanılmaz bir enerji hissettiğinde, Korku’yu da yok etmek için harekete geçmişti. Aralarındaki mesafeyi kapatması sadece on yıl sürdü. Bu süre o kadar kısaydı ki Korku, hiçbir şeyin farkına varamadı. Benliği, mutlak siyahtan oluşan ve mızrağı andıran bu varlıkla delindi. Bu an, yüce olanların karşılaştığı ilk andı; yüceler arasındaki ilk kapışmaydı. Korku’nun hâkimi olan yüce benlik ile öfkenin hakimi olan yüce benlik karşı karşıya geldi. Öfke, Korku’nun önünde yükseldi. İki yüce varlık arasında, evrenin titreştiği bir an vardı. Öfkenin yoğunluğu, Korku’ya çarpan bir dalga gibiydi. Ancak Korku afallamadı, çünkü öfke ona tanıdık geliyordu; kendi korkusunun içinde saklanan bir yansıma gibiydi. Bu tanıdık duygu, onu sarsmadı, aksine güçlendirdi. Öfke, kendi içindeki korkunun bir başka yüzüydü. “Öfkeliyken korkan, öfkesini kaybeder; ama korkuyorken öfkelenen, iki duygunun ağırlığını taşır.” İki yücenin karşılaşması oldukça kısa sürdü. Galip gelen benlik, öfkenin yarısını ele geçirdi. Korku’nun galip gelmesi, aslında pek şaşırtıcı değildi; öfkenin karşısında duracak kadar güçlü bir irade sergileyen korkunun, iradesiz ve kararsız bir varlık gibi görünmesinin arkasındaki gerçek neden, benliğindeki derin korkuydu. Bu korku, yalnızca onun taşıyabileceği bir yük ve karşılaşabileceği bir sınavdı. Bu tür bir korkuyu yalnızca böylesine yüce bir iradeye sahip bir varlık göğüsleyebilirdi ve bu yüzden korkuyu kabul etmişti. Korkuyu kazanmasının nedeni, içindeki yıkılmaz iradeydi. Ancak korkunun etkisiyle, başlangıçta güçlü ve yıkılmaz sandığı irade sarsıldı. Fakat korkuyla geçirdiği süre, onu daha da güçlendirdi ve yıkılan iradesinin yerine çok daha kudretli bir irade getirdi. Artık bu yeni irade karşısında hiçbir varlık, hiçbir yüce olan duramazdı. Yenilen öfkenin hatıraları, Korku’nun kendi hatıralarıyla birleşti. Bu birleşimle birçok şeyi hatırladı. En çok sevindiği şey ise başından beri hissettiği o bağlılığın gerçek anlamını nihayet kavrayabilmesiydi. “Ra Mu.” *** *Evrenlerin ötesinden: O garip varlık gelmeden önce, güç yalnızca bizi seviyordu. O dayanılmaz güç, sadece bizim için akıyordu. Ancak o varlık, her şeyi mahvetti. Önce garip bir sesle titredik, ardından her yer bilinmedik renkte bir ışıkla aydınlandı ve tanımadığımız bir varlığın ortaya çıktığını hissettik. Donakalmıştık; ilk kez korku yaşadık, çünkü bilinmeyen bir şey vardı ve bu, imkansız görünüyordu. Bizler... Bizler düzenin kurucusu, her şeyi bilen yargıçlardık. *Kara Küp, kaçışı imkansız gibi görünen bir hapishanedir. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir küpe benzer, ancak içi sonsuz bir boşlukla doludur. Bu yüzden ona "Hiçlik" de denir. *Sonsuz boşluğun çok uzak bir köşesinde, geçmişinin izlerini hatırlayan öfkeli bir benlik ve içinde sürekli yankılanan tek bir istek vardır: "Yok et, yok et." |
0% |