5.Bölüm 9.Kısım

@rubyregent

"Yürüyüşüm bitmiş; aylar, yıllar, belki de yüz yıllar geçmişti. Ama zaman benim için çoktan anlamını yitirmişti. Zaman, yalnızca bir kavramdı. Ve bu kavram, benim yolculuğumun içinde silinip gitmişti. Gözlerimi kapattım. Kendi nefes alışverişimin ritmini hissettim, yavaş ve derin... Ama bu ritmin de gerçek olduğunu sanmıyordum. Artık, her şey bir yanılsama gibi geliyordu."

Bizim için zamanın kıymeti yok. O, yalnızca bir çizgidir. Ve o çizgiyi istediğimiz gibi eğeriz.

"Sonra bir değişiklik fark ettim. Etrafımdaki kum fırtınaları bile durmuş gibiydi. Yürüyüşümün anlam kazandığı o an... burnuma gelen bir koku, kulaklarıma çalınan uzak bir yankı… Ve kumların ötesindeki bir his. Gözlerimi açtım. İleride bir şey vardı. Görünmeyen ama hissedilebilen bir güç, altın kumların ötesinde beni bekliyordu. Adımlarımı yeniden hızlandırdım, bu kez bir hedefim olduğunu biliyordum. O hedef, her şeyin başladığı yerdi: Kıyamet Hisarı."

Onu buraya biz yönlendirdik. Çünkü bu onun yazgısıydı. Ve biz yazgıları çizen kalemleriz.

"Sonunda hisarın kapılarına ulaştım. Kapılar devasa, karanlık ve tehditkârdı. Muhafızlar beni fark ettiğinde elleri hemen yaylarına gitti. Yüzlerindeki korkuyu gördüğümde, içimde garip bir keyif hissettim. Bu keyif bana ait değildi, biliyordum. Ama beni kontrol eden o şeyin bir parçasıydı."

Bizim varlığımız, onlarda korku uyandırır. Çünkü onlar bizim ne olduğumuzu asla anlayamazlar. Ve bilmedikleri şeyden hep korkarlar.

"Muhafızlardan biri bana doğru bir adım attı, yüzünde öfke ve dehşet karışımı bir ifade vardı. 'Bu kapının ötesine geçiş yasaktır, cadı! Defol buradan!' diye bağırdı. Bana cadı demişti. Bu kelimeyi duymak, içimde bastırılmış bir öfkeyi tetikledi. Ama bu öfkenin kaynağını bilmiyordum."

O zaman fark etmedi, ama biz farkındaydık. Çünkü biz onun geçmişini de geleceğini de biliyorduk. O yalnızca bir araçtı.

"Bana ‘cadı’ dediler. Bu kelime, zihnimin derinliklerinde yankılandı. Neden böyle söylediklerini anlayamıyordum. O an bilmediğim bir şey vardı; bedenim etrafında dönüp duran siyah kumlar... Onların korkusunu besleyen şey buydu. Ancak ben yalnızca yürüyordum. Sesin talimatlarını yerine getiriyor, her adımımda daha da ileri gidiyordum."

Biz onun gözlerini karanlıkla doldurduk. O artık sadece gören değil, karanlığın içinden bakan bir varlıktı.

"Kapı muhafızları bağırıyordu. Sözleri, sert emirler ve tehditlerden ibaretti. ‘Dur!’ diyorlardı. Ama ben durmadım. Çünkü kulaklarım onların seslerini değil, yalnızca yankılanan o fısıltıyı duyuyordu. ‘İlerle.’ Adımlarım, o fısıltının ritmine uydu. Korkuları, kumun üzerindeki her harekette daha da belirginleşiyordu."

Korkularıyla yüzleştiklerinde gerçeği anladılar. Onların güçsüzlüğü, onun büyüklüğünü besleyen karanlık bir akıntıya dönüşmüştü; her tereddüt, her titreme, onu daha da yükseltiyordu.

"Sonunda biri sabrını kaybetti. Tepedeki muhafızlardan biri yayı gerdi. Parmakları titriyordu; korkusunu hissedebiliyordum. Yine de oku serbest bıraktı. Okun havada titreşen sesi, zamanın bir anlığına durduğu o anı doldurdu. Ama hareket etmedim. Ok, bana doğru gelirken sadece bekledim. Bir adım atmama gerek yoktu. Çünkü o da bana ait değildi. Kumlar, bir an için yükselip bir bariyer oluşturdu. Ok, bu siyah girdabın içinde kayboldu."

Biz onun koruyucusuyduk. Onun ellerinden, kumun kalbine ulaşan bir güç akıyordu.

"Muhafızların korkusu, yerini dehşete bırakmıştı. Birbirlerine baktılar, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Ama ben durmadım. Ellerimi iki yana açtım ve bir adım daha attım. Rüzgar, etrafımda dönüyor, bedenimi sarmalıyordu. Siyah kumlar, bir girdap gibi dönüyor ve varlığımı bir bütün olarak yansıtıyordu."

O bizim yolumuzu çiziyor, biz onun gölgesini güçlendiriyorduk.

"Kapıya bir adım kala durdum. Gözlerim tepedeki muhafızlara odaklandı. İçimde bir dalga yükseldi; bu, ne öfkeydi ne de hüzün. Bir tür bilinç... bir tür kontrol. Parmaklarım istemsizce hareket etti ve rüzgar, kapıyı sarsan bir güçle savruldu. Kapının karanlık yüzeyinde oluşan çatlaklar, bir yankı gibi tüm hisarın derinliklerine ulaştı."

O bizim gücümüzün kapısını açtı. Ve biz, onun kaderinin kilidini çözdük.

Gökyüzü griye bürünürken, duman gibi yükselen karanlık, kapının çevresini sarıyordu. Muhafızlar panikle hareket etmeye başladı. Yukarıdan fırlatılan oklar, sert bir rüzgarla yön değiştirip yere çarptı. Rüzgarın içinde yankılanan fısıltılar vardı, ama bu fısıltılar yalnızca bana aitti:

"Onlara kendini hatırlat. Seni neden korku içinde andıklarını görsünler."

Bir adım daha attım, ve hisarın üzerindeki titreşimlerin içime işlediğini hissettim. Yüksek bir ses, ama yalnızca benliğimin diğer kısmına ait olan bir ses, yankılandı:

"Biz, onun yargıçlarıyız. Gözlerimizden kaçamazlar. Ellerimizi onların dünyasına indirdiğimizde, tarih bir kez daha şekillenecek."

Gölgeler artık birer uzvum gibi hareket ediyordu. Muhafızların üzerlerine çöküyor, kaçacak yer bırakmıyordu. İlk muhafız yere düştüğünde, ellerindeki yayı çoktan parçalanmıştı. Yüzündeki korkuyu izlerken içimde tanımlayamadığım bir zevk kabardı.

"Bu, yalnızca bir başlangıç. Korkuları onun ilahiliğinin yankısını yükseltecek."

Tepenin üstündeki son muhafız bana okunu doğrulttu. Hareketleri titrek ve tereddüt doluydu. Bir adımda yanına ulaştım. Kafasında şekillenen kaçış planını hissedebiliyordum. Elimi uzatıp boynunu kavradım, onu birkaç adım öteye fırlattım. Sırtını hisarın taş duvarına çarptığında, gözlerindeki ışığın sönüşünü izledim.

Bir başka yankı zihnime düştü:

"Küçük bir dünya için ne büyük çabalar. Onların sınırlarını aşan varoluş, bizim elçilerimizdir."

Hisarın içine girdiğimde karanlık koridorlar beni selamladı. Her şey sessizdi; bu, yalnızca bir fırtınadan önceki durgunluktu. Soluk nefeslerin titreşimini, duvarlardan yankılanan sessiz adımları hissedebiliyordum. Gözlerim karanlıkta görmüyordu, ama artık buna gerek yoktu. Onlar neredeyse bir şarkı gibi zihnime yankılanıyordu.

"Biri burada... yemeklerin arasında saklanıyor. Aciz bir hayatta kalma çabası. Ama boşuna."

Koku hissim bir anda keskinleşti. Çürüyen tahılların, nemli tahtanın kokusu burun deliklerimi doldururken, onun titreyen varlığını net bir şekilde hissettim. Siyah duman bedenimden yükseldi, gölgeler beni yutarak daha da büyüttü. Varlığım bu gölgelerin içinde eridi. Artık ben yoktum; yalnızca hareket eden bir karanlık vardı.

Depoya ulaştığımda, saklandığı köşede sessizce bekleyen muhafızın sırtını gördüm. Beni fark etmemişti. Sessizce ona doğru yaklaştım. Ellerim, karanlığın içinden uzanan birer pençe gibiydi.

Bir yankı zihnimde patladı: "Sadece bedenlerini değil, zihinlerini de tüket. Onların sırları bize hizmet edecek."

Muhafız, arkasını döndüğünde gözleri panik içinde büyüdü. O anda boynundan kavradım. Gözlerini kaçırmaya çalıştı, ama bu mümkün değildi. Sesimi, onun zihnine fısıldadım:

“Bana direnmek nafile. Ama bu acıyı kısa tutabilirim. Ya da…”

Bir çığlık yükseldi, ama kısa sürdü. Onu depoda asılı duran bir et kancasına sapladım. Kancanın boğazına geçişini hissederken yüzü acı ve dehşetle dondu. Bu, yalnızca başlangıçtı. Ellerim, bir cerrah gibi kafatasına yöneldi.

"Kafatasını yar... ve içindekini bizim için açığa çıkar."

Ellerim kanla ıslanırken, kafatasını iki yana ayırdım. Beyni, sıcak ve titreyen bir enerjiyle parlıyordu. Bir an duraksadım. Onun düşüncelerini, hatıralarını, korkularını... hepsini özümseyebilirdim.

"Bilgi güçtür. Ve güç, yalnızca bizim yolumuzu besler."

Zihnime, geçmişin yankıları doldu. Muhafızın gördüğü yüzler, duyduğu sırlar, bilmediği korkular bir bir açığa çıkıyordu. Kendimi, onun varlığını yutarak beslenirken buldum. Her bilgi kırıntısı, içimde yankılanan seslerin gücünü artırıyordu.

"Bu yalnızca bir başlangıç. Onların gerçek korkularını daha yeni uyandırıyoruz."

Arkamda kanlı bir enkaz bırakıp depodan çıktım. Dışarıdaki karanlık, bana yeniden yol gösteriyordu. Geriye kalan muhafızların yerini biliyordum. Onları da hissettim. Onların sonu da aynı olacak, çünkü bu yalnızca benim değil, bizim irademizdi.

Hisarın koridorlarında yankılanan sesler kesilmişti. Geriye yalnızca karanlığın içinde saklanan iki muhafız kalmıştı. Onların korkularını hissedebiliyordum; kalp atışları, bir davulun titrek vuruşları gibi kulaklarımda çınlıyordu. Bir tanesi kuzey kuledeydi. Diğeri, hemen aşağıdaki bir dehlizde saklanıyordu. Onları bulmak, zaman meselesiydi.

"Biri yukarıda, diğeri aşağıda. Zaman kaybetme. Yok et ve sonlandır."

İlk hedefim aşağıdaki muhafızdı. Adımlarımı sessizleştirerek dehlizin girişine yaklaştım. Aşağıdan, titreyen bir mum ışığının cılız parıltısını gördüm. Muhafız, arkasını dönmüş, sanki bir dua mırıldanıyordu. Ellerindeki titreme, korkunun onu ne kadar ele geçirdiğini gösteriyordu.

Duvardan bir gölge gibi süzüldüm, ayak seslerim taş zeminde yankı yapmadı. Ona neredeyse nefes mesafesi kadar yaklaşmıştım. Tam o anda, içimdeki ses yankılandı:

"Acı, sessizliğe hükmeder. Onu hızlı yap, ama unutma, biz öğrenmek için buradayız."

Bir hamleyle muhafızın boynuna uzandım. Onu tek bir hareketle yukarı kaldırdım. Nefesi kesiliyor, gözleri karanlıkta beni seçmeye çalışıyordu. Sesi duyabiliyordum: “Hayır… hayır!” Ama cevap vermedim. Ellerimle kafatasını iki yana açarak, beynini tamamen ortaya çıkardım. Zihnindeki korkular, görevleri, gördükleri bir bir içime doldu. Bir yabancıdan çok, eski bir dost gibi hatıralarına tanıklık ettim.

"O gördü. Şimdi biz de gördük. Devam et."

Onu yere bıraktım ve yukarıya, kuzey kuleye yöneldim. Son muhafız, taş merdivenlerin sonundaki küçük bir odada saklanıyordu. Bir ok hazırda, gergin yayına yerleştirilmişti. Onu gördüğümde, beni beklediğini anladım. Korkusuna rağmen, son bir direniş sergilemek istiyordu.

Beni fark ettiğinde oku fırlattı, ama çok geçti. Karanlık bir duman dalgasına dönüşüp okunun yolundan kaçtım. Ardından gölge formumla arkasında belirdim. Sesini duyduğum anda, bir çığlıkla yere yığıldı:

"Son kişi... ama bu son değil. Onlar sadece başlangıçtı."

Muhafızın arkasından boynunu kavradım ve gözlerini kör eden bir karanlıkla kapladım. Sesimi zihnine fısıldadım:

“Senin kaçışın yok. Senin bilgin, bizim irademize hizmet edecek.”

Bedenindeki tüm direnişi yok olana kadar, ruhunu ezdim. Geride yalnızca sessizliğin hüküm sürdüğü bir hisar kalmıştı. Kanlı bir gecenin ardından, artık hiçbir tanık yoktu.

Bölüm : 12.12.2024 02:36 tarihinde eklendi
Loading...