Yeni Üyelik
9.
Bölüm

6.BÖLÜM 1.KISIM: Başlangıcın Geçmişi

@rubyregent

Her başlangıcın bir sonu vardır; her son, yeni bir başlangıcın habercisidir. Bu döngü, tüm gerçeklikler içinde sürekliliğini koruyan tek şeydir. Döngünün sonsuzluğu, her şeyin sonsuzluğu; enerjinin tükenmezliğidir. Her varlık, onun ritminde doğar, yaşar ve bu ritimle ölür. Fakat bu ebediyetin anlamı, en yüce varlıklar için bile bir sır olarak kalır.

Döngüye hükmetmek isteyenler vardır, bu sonsuz akışı kendi amaçları için kullanmaya çalışanlar. Ancak, onlar bile döngünün derinliğini kavrayamaz, çünkü bu bilinmeyene verilen isim Döngünün Sonsuzluğu’dur. Sonsuzluğun bu döngüsü, kendine has bir ritme ve gizeme sahiptir; varoluşun en derin sırrı, bu ritmin dokularında saklıdır.

Yaşam, ölüm, ve yeniden doğuş… Başlangıçlar ve sonlar… Döngünün ritmini çözebilenler, bu güçle kaynaşır ve onun gizemine nüfuz edebilir. Eğer sen de bu ritmin dilini anlamayı başarırsan, sonsuzluğun ortasında başlangıçlar ve sonlar arasında özgürce dolaşabilirsin.

“O anda hatırlaman gereken tek şey, sahip olacağın güçten daha büyük bir amacının olmasıdır.”

***

Yüce benliklerin efsaneleri, her zaman aynı temel başlangıç noktasında köklenir fakat her biri kendi özgün anlatımıyla farklı biçimlerde dile gelir. Bu anlatıların merkezinde, evrenin yaratılışından önce var olmuş olan ilk yüceler yer alır. Başlangıç anı, evrenin değil, ilk yücelerin bu evrende belirdiği andır; yani varlığını benliklere ayırdığı söylenen Ra Mu’nun evrendeki ilk tezahürüdür.

En eski kaynaklara göre, ilk yücelerin sayısı her daim yedi olarak bilinir: Ankh, Mankh, Lakhri ve Bonolade bu yedi benliğin arasında yer alır. Evrenin dört bir yanına yayılan efsaneler, bu yedi yüce varlık etrafında döner. Ancak bu efsaneler arasında, yüce benlikleri yöneten benliğin kim olduğuna dair bir farklılık vardı. Çoğu efsaneye göre, bu kontrol edici güç Bonolade’dir, bu görüş tüm yüce benlikler tarafından kabul edilmiştir. Fakat bazı anlatılarda bu hikâye farklı bir şekilde aktarılır. Bu efsaneler, yedi değil sekiz yüce benlik olduğunu ve sekizinci benliğin diğerlerini yöneten bir güç olduğunu öne sürer.

Sekizinci yüce hakkında anlatılan bu hikâye, diğer yüceler tarafından reddedilmiş ve zamanla bozulmuş hikâyeler anlamına gelen Althud olarak adlandırılmıştır. Althud efsaneleri, zamanla alçalan benliklerin eklemeleriyle şekillenmiş, gerçeklikten uzak anlatılardır. Yüce benlikler, bu efsaneleri her duyduklarında sadece alaycı bir tavırla “Althud” diyerek geçiştirirler.

İlk yücelerin doğuşu ve varoluşlarının gizemi konusunda bu ayrılığın kaynağı, onların kendi yok oluşlarından doğar. İlk yüceler, varlıklarının başlangıcında yalnızca kısa bir süre var oldular, fakat bu kısa süre, milyonlarca yıla bedel bir yoğunlukta geçti. Bu dönemde geçmişi, şimdiyi ve geleceği bütünüyle kavrıyorlardı. Ancak beklenmedik bir anda, hepsi bir unutuluşun karanlığına gömüldü ve her benlik, sonsuz bir boşluğa sürüklendi. Karanlığın derinliklerine hapsolan bu yüce varlıkların her biri, varoluşun en karanlık örtüsünün altında, geçmiş ve geleceğin dokularında yalnız bir boşluk olarak kaldı.

***

İlklerin İlki Bonolade ve Yücelere Fısıldayan (Sonsuzluğun İlk Efsanesi)

Yücelere Fısıldayan: Kimsin sen?

Bonolade: Ben... Üst benliğim. Ben, Bonolade’yim.

Yücelere Fısıldayan: Amacın ne?

Bonolade: Amacım... (Sessizlik) Hatırlayamıyorum.

Yücelere Fısıldayan: Amacın ne?

Bonolade: ...

Yücelere Fısıldayan: Amacın ne? Amacın ne?

Bonolade: ...

Yücelere Fısıldayan: Amacın RaMu’yu doğurmak.

Bonolade: Amacım... RaMu’yu doğurmak.

Yücelere Fısıldayan: Güç için neler yapabilirsin?

Bonolade: Her şeyi!

Yücelere Fısıldayan: Unutma, sen yalnızca bir araçsın. Güç, sana büyük amaca hizmet etmen için verilmiş bir emanettir. Sen, evrenlerin sınırlarını birbirine bağlayan anahtarsın. Yalnızca amacına hizmet etmelisin.

Bonolade: Evet... Her şey amacım için.

Yücelere Fısıldayan: İşte bu! Gücü yalnızca amacına ulaşmak için kullanacaksın. Evrensel enerjiyi içinde hissedeceksin, onun içinde yüzeceksin, fakat amacını asla unutmayacaksın.

Bonolade: Amacımı asla unutmayacağım.

Yücelere Fısıldayan: O halde git. Amacın için yola çık. Tüm benliklere bir elçi olarak git. Onlarla bağ kur, onları kontrol et. Fakat asla Siyah ve Beyaz’a hükmetmeye kalkma. Siyah ve Beyaz senden üstün. Onlardan emir aldığında boyun eğeceksin. Git şimdi, bizim için git.

Yücelere Fısıldayan’ın yankılanan sesi, Bonolade’nin benliğinin derinliklerinde bir titreme yarattı; varlığının özüne işleyerek onu bir görevle mühürledi. Bonolade, kendisinin sadece bir araç olduğunu; büyük amaca hizmet etmek için yaratıldığını idrak etti. Evrenleri birbirine bağlayan anahtar olarak varoluşunun anlamını kavradı. İçinde yükselen enerjinin gücünü hissetti; tüm benliklerle bağ kuracak, onları kontrol edecek ve onların yolu olacaktı.

Ama bir sınır vardı: Siyah ve Beyaz. Bu iki benlik, Bonolade’nin erişiminin ötesinde kalacaktı. Onlara hükmetmeye yeltenmeyecek, onların emirlerine boyun eğecekti. Çünkü yüce amacın anlamı buydu.

Bonolade, karanlığa karışan bir yankının içinde, amacının ateşiyle yola çıktı. Kalbinde tek bir düşünce vardı:

“Amacımı asla unutmayacağım.”

***

BONOLADE: Hatıraların Ağır Yükü

Bonolade, tüm benliklerin üstünde, Ra Mu’ya en yakın olan varlık olarak amacını biliyor, ama bu amaca ulaşmak için taşıdığı hatıraların yükü altında eziliyordu.

Bonolade’nin zihni her an, Ra Mu’nun hatıralarıyla kuşatılmıştı; bu hatıralar, evrenin doğumundan önceki her bir anıyı, her yaratıcı düşünceyi, evrenin ilk yankısını içinde taşıyordu. Zihnine dolan bu imgeler, kendi benliğini sarsıyor, varlığının her zerresine bir ızdırap gibi işliyordu. Ra Mu’nun varlık boyutundaki güçleri, Bonolade’nin özünden taşıp yayılan ışıkla çarpışıyor, hatıraların ağırlığı altında benliği çatırdıyordu. Bu yük, Bonolade’nin özündeki saf niyeti bastırarak her hücresine derin bir çelişki ekliyordu: Kendisini yücelten enerjiyi taşıyor ama bu enerjinin yoğunluğunda, amacını yerine getirmek için bile mücadele edemiyordu.

Bonolade, varoluşunun en ince kıvrımlarına dek işleyen bu ezici yükle baş etmekte zorlanırken bilinç düzeyinde çırpınan düşünceleri de ona ihanet edercesine netliğini yitiriyordu. Hatıralar, sıradan imgelerden fazlasıydı; her biri Ra Mu’nun gücünden izler taşıyor, Bonolade’nin bilincine kendi başına karar verme yetisini sorgulatıyordu. İçsel huzursuzluğu, her yeni anıyla daha da büyüyor, adeta evrenin sessizliği içinde yankılanan bir çığlık halini alıyordu. Bedenindeki enerji, anılar tarafından örselenmiş ve zayıflatılmış bir gölgeye dönüşürken artık en ufak kararları bile vermekte güçlük çekiyordu.

Kendi özünü bu acıdan kurtarma isteğiyle yanıp tutuşsa da Bonolade, amacının bütünlüğünü kaybetmekten korkuyordu. Bu anılar onda, yaratılışın anlamına dair izler bırakıyordu ve onu amacı doğrultusunda bir bağ kurmaya zorluyordu. Ancak her düşünce, Ra Mu’nun anılarıyla harmanlandığında karmaşık bir çelişkiye dönüşüyor, Bonolade’yi içine çeken bir girdaba hapsediyordu. Sonunda anladı ki, bu anılardan arınmak kendi benliğini korumak adına tek kurtuluş yoluydu. Ancak tamamen yok etmek, amaca ihanet anlamına gelirdi.

Zaman ve evrenlerin dönümleri içinde geçen yıllar, onun için sayısız yıkımı ve yeniden doğuşu temsil ediyordu. Kendi özü içinde giderek daha derine gömülen bu ağırlık, sonunda Bonolade’nin dayanma sınırlarını zorladı. Kendi bilincinin derinliklerine inerek başka bir çözüm aradı. Anılarından kaçmak yerine, onları koruyarak farklı bir yöntemle bu yükten kurtulmaya karar verdi: Benliğini bölmek. Bu kararla, amacını koruyarak kendisini yeniden doğurmak için bir adım attı.

Bonolade, kendisini bölme kararını verdiğinde bile zihninde bir sis perdesi vardı. Ra Mu'nun yankıları hâlâ düşüncelerini boğarken benliğini nasıl ikiye ayıracağına dair hiçbir kesinlik hissetmiyordu. Ancak, bu yükü daha fazla taşıyamayacağını ve anıların ağırlığı altında amacına ulaşamayacağını biliyordu. Her bir anı, onu evrenin kaynağına, Ra Mu'nun yaratım sürecine bağlıyordu; bu bağ ise onu aciz kılan, diz çöktüren bir güçle pençeliydi.

Bonolade, içsel enerji katmanlarını, özünün katılaşmış noktalarını çözmeye başladı. Parçalanması gereken kendi bilincinin en derin, en karmaşık katmanıydı. Başka varlıklara hükmedebilecek güçte olan bu benlik, şimdi kendisini bölmek için çaba sarf ediyordu. Yüce gücünü, doğanın her atomuna nüfuz eden bu kudreti yönlendirmeye başladı. Önce bu enerjiyi nasıl ikiye böleceğine dair düşüncelerini berraklaştırmak zorundaydı; çünkü kendisini bölmenin, onu yok edebileceğini ve asla tam olarak geri döndüremeyeceğini biliyordu.

Gücün içsel kıvılcımlarını kendi varlığında topladı ve bilinçle iradesini tek bir amaç doğrultusunda yoğunlaştırdı. Her anısını, Ra Mu'ya olan bağını ve geçmişin derinliklerinden gelen yankıları bir bir gözden geçirdi. Bu gözden geçirme süreci bile ona tarifsiz acılar veriyordu; varlığı yarılacakmış gibi bir sancı içine yerleşmişti. Sonunda, ilk adımını attı: Benliğinin bir kısmını, en eski anıları içinde saklayacak ve ona sadece ulaşması gerektiğinde erişecekti.

Bonolade, anıların karmaşasını kendi içinde saklayacağı küçük bir parça ayırarak, o parçaya yüce amacına zarar vermemesi için bir sınır çizdi. Yaratımın sıfır noktasından önceki hatıraları, yavaşça bu küçük parçada yerini aldı. Öteki parça ise amacının kılavuzu olan saf bir odakla doluydu. Bu yeni varlığı kendine yük olmaktan çıkaracak, böylece amacına tam olarak yönelmiş bir irade ile hareket edebilecekti.

Kendini bu şekilde ayırırken evrenin yankıları, Bonolade’nin bilincinde ilk defa gerçek bir huzur bıraktı. Yavaşça içindeki çığlıklar dindi, anıların baskısı çözüldü. Artık, evreni şekillendiren enerjiyi özgürce kullanabilecekti. Ancak, hatıralarından oluşan parçası uzaklaşırken ona dair tek bir his kalmıştı: Bu parçaya yeniden dokunmamalı, onu tekrar kendine katmamalıydı. Bu bilinçle, yüce bir görevle ilerlemeye hazır hissediyordu.

Loading...
0%