@rubyregent
|
Kurtarıcı, gözlerini tanrıların boş bakışlarından ayırarak insanların ve insansıların üzerine çevirdi. Etrafındaki mor ışık, onunla birlikte hareket ederken karanlık bir perde gibi duran enerjiyi yavaşça dağıtıyordu. Zarif adımları, toprağın üzerinde silinmeyecek izler bırakıyordu; arkasında oluşan bu parıltılı yol, onun dünyaya yabancı bir figür olduğunu haykırıyordu. Kalabalığın içindekiler, bu sahnenin zihinlerine kazındığını ve hayatları boyunca bu anı unutamayacaklarını içten içe hissediyordu. Bir süre sessizce onları izledi, ardından derin bir nefes aldı. Hafif bir homurtu, tuhaf bir yankıyla havaya yayıldı. Konuşmaya başladığında, sesleri bir mırıldanma gibi çevresine ulaştı. Ancak bu sözler, etraftakiler için anlaşılmaz bir dildeydi, sanki eski zamanlardan kalma, yalnızca evrenin derinliklerinde yankılanan bir tınıydı. Yavaşça yürümeye devam ederken dikkatle etrafı süzdü. Gözleri, yerde duran bir taşı bulana dek çevresinde gezindi. Nihayet, aradığı şeyi bulmuş gibi taşı yerden aldı. Taşı elinde bir süre inceledi; gözlerindeki derin merak, figürün insanlık ötesi varlığını daha da belirgin hale getiriyordu. Herkesin şaşkın bakışları altında taşı aniden ağzına attı. Kalabalık, nefeslerini tutarak bu garip sahneyi izlerken Kurtarıcı taşı çiğneyip yuttu. Sessizlik, yerini anlam verilemeyen bir hayranlık ve ürperti karışımına bıraktı. Taşı yedikten sonra gözlerini kapattı, derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. “Bu gezegenin karanlıklarına ve yıkımına tanık olmanın zamanı geldi,” dedi, sesi bir yankı gibi her yöne yayıldı. “Ben Ephadeus’um; bu gezegenin hasat zamanını yöneten ve saklı benliklerin arayıcısı olanım. Kaosun içinde gizlenmiş olan, bu gezegenin aciz benlikleri, artık ortaya çıkmak zorundadır. Gezegenin doğal döngüsü sona eriyor. Hasat zamanı yaklaşıyor, ve bu döngünün içinde acılarınızın son bulacağı an çok yakın.” Sesi, karanlık gökyüzünde bir yıldırım gibi patlarken etrafında yankılanan mor ışık daha da yoğunlaştı. Gözlerini çevresindeki savaşın ortasında saklanmış olan benliklere çevirdi ve devam etti: “Beni, bu kaosun ortasında durmaya zorladınız, ama bilin ki ben buraya sadece bir son getirmek değil, aynı zamanda bu gezegendeki dengeyi yeniden tesis etmek için geldim. Saklanmış benlikler, bu savaşın karanlıklarına gizlenmiş olabilirsiniz, ama hasat zamanı geldiğinde, hiçbir şey gizli kalamaz. Şimdi, zamanın sonu yaklaşırken sizler benimle birleşeceksiniz ve benliğimdeki noktaları dolduracaksınız.” Ephadeus'un sözleri havada asılı kaldı, karanlık ve mor ışığın arasındaki sessizlik, her bir canlıya derin bir endişe ve merak hissettirdi. Herkes, bu varlığın söylediklerini sindirirken bir yandan da ne yapacağına dair belirsizlik içinde bekledi. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından, Ephadeus, sesini daha da derinleştirerek konuşmaya başladı: “Şimdi, bu karanlık ve yıkım dolu ortamda, saklanan benlikler için son bir fırsat tanıyorum.” Havanın titrediği hissediliyordu; varlığı, kelimeleri bir yankı gibi uzak diyarlara taşıyordu. “Bu an, kendinizi göstermenin tek fırsatıdır. Korkularınızın ve tereddütlerinizin arkasına sığınarak zamanı çalamazsınız. Hasat vakti geldi, ve bu gezegenin her bir saklı benliği artık aydınlığa çıkmak zorundadır.” Ephadeus konuşurken gözlerindeki koyu fuşya ışık parladı ve etrafındaki hava dalgalandı. Ayaklarının altında genişleyen mor halkalar, toprağın üzerindeki karanlık enerjiyi emercesine yayılıyordu. Kalabalık, nefeslerini tutmuş bir halde, bu olağanüstü varlığın sözlerini dinliyordu. “Saklanan benlikler!” diye devam etti, sesi bir yıldırım gibi havayı yararak yükseldi. “Eğer gerçekten varsanız, şimdi ortaya çıkın. Zamanınız hızla tükeniyor.” Gözleri, karanlık köşelerde saklanan hayali gölgeleri tarıyordu. “Eğer karanlıkta gizlenmeyi sürdürürseniz, sizi bizzat bulacağım ve gezegeninize kök salmış tüm dengenizi kökünden sarsacağım.” “Şimdi kendinizi tanıtın ya da ebediyen kaybolun. Karar sizin.” Ephadeus’un sözleri havada yankılanırken etrafı kaplayan sessizlik, herkesin üzerinde ağır bir yük bırakmıştı. Konuşmasının hemen ardından, derin bir sessizlik oluştu. Herkes, Ephadeus’un ne dediğini sindirmeye çalışıyordu ama söylediklerinin anlamı, kimseye açıkça ulaşmamıştı. Tanrılar bile bu sözlerin derinliğini ve gerçek anlamını kavrayamamıştı. Gözler, Ephadeus’un üzerinde yoğunlaşırken yüzlerde karmaşık ve çaresiz ifadeler belirdi. İnsanlar, insansılar ve tanrılar, bu gizemli varlığın ne olduğunu ve nasıl bir güçle karşı karşıya olduklarını çözmeye çalışıyordu. Sözleri, havada asılı kalan yoğun bir sis gibi çevrelerini sardı; ne tamamen anlaşılabiliyor ne de görmezden gelinebiliyordu. Her bir bakış, Ephadeus’un siluetine takılıyor, onun taşıdığı gizemin ağırlığını tartıyordu. Ephadeus, sessizlik içinde derin düşüncelere daldı. Gökyüzündeki mor ışık, etrafı büyülü bir şekilde aydınlatmaya devam ederken kendi iç dünyasına döndü. Kendisinden önce bu gezegende dolaşan benlikleri düşündü. Her bir benliğin, karanlıkta saklanarak ne tür bir varoluş sergilediğini ve bu duruma ne tür tepkiler verebileceğini göz önüne getirdi. Kendisi, karmaşık bir görevle buraya gelmişti; hem hasat zamanı yaklaşıyordu, hem de saklı benliklerin kendini açığa çıkarması gerekiyordu. Ephadeus, bu anın, benliklerin kendi varlıklarını gizlemekten vazgeçmeleri için bir fırsat olup olmadığını anlamaya çalıştı. Şimdi, benliklerin kendini açığa çıkarmayı seçip seçmeyeceklerini anlamak istiyordu. Derin düşüncelere gömülmüşken sözlerinin etkisini tarttı. Sessizliğin ve karışıklığın arasında benliklerin, söylediklerini anlama yeteneklerini sorguladı. Karanlık ve ışık arasındaki bu büyük fark, benliklerin korkularının ve endişelerinin ötesinde bir anlam taşıyıp taşımadığını düşündü. “Belki de hata ediyorum,” diye düşündü. “Bu gezegendeki benliklerin, geçmişlerine dair hatıraları olup olmadığını bilmiyorum,” diye mırıldandı. Düşünceleri, etrafını saran ağır sessizlik içinde yitip gitti. Ancak bu belirsizlik, içindeki kararlılığı kıramadı. Bir an duraksadı, zihnindeki karmaşa sakin bir sessizliğe dönüşürken göğsünde bir güç yükseldi. Kendi şüphesine meydan okuyarak, derin bir nefes aldı. Gözleri sert bir kararlılıkla parladı ve hiddetini bir kılıç gibi yöneltti. Ephadeus, hiddetle parlayan gözlerini Gece Yaratıkları’na çevirdi. Bakışları, yaratıkların karanlık varlıklarını sanki delip geçen bir güce sahipti. Yavaşça avuçlarını yukarı kaldırmaya başladığında, çevresinde ışıkla karışık bir mor enerji halkası belirdi. Halka, büyüdükçe toprağı çatlatan, havada uğuldayan bir güçle titreşiyordu. Ephadeus’un hareketiyle halka genişledi ve yaratıkların üzerine çöken bir kafes gibi hızla daraldı. Yaratıklar, acı dolu ulumalar eşliğinde sarsılmaya başladı. Karanlık bedenleri, çekim gücüne kapılmış gibi Ephadeus’un ellerine doğru savruluyordu. Siyah sıvılar, mor halkayla birleşirken geride yankılanan bir boşluk sesi bıraktı. Sanki dünya, onların varlığını yok eden bu enerjiyi onaylarcasına sessizleşmişti. Halkalar küçüldü ve Ephadeus’un avuçlarında birleşen parlak bir enerji küresi haline geldi. Gökyüzü hâlâ mor ışığın etkisi altındaydı. Yaratıkların çekilmesiyle hava serinlemiş, toprak ise hâlâ o enerjinin dokunuşuyla ısınıyor gibiydi. Ephadeus, enerjiyi bir mühür gibi sıkarak son bir adım attı ve küre bir ışık patlamasıyla kayboldu. "Bu... böyle olmamalıydı." Ephadeus, parmaklarının arasından sızan enerjinin soğuk yankısını hissederken etrafına göz gezdirdi. Mor ışığın aydınlattığı topraklarda, yaratıkların kara gölgeleri yok olmuştu; geriye sadece bir sessizlik ve tükenmişlik kalmıştı. Ama bu zafer duygusu değil, garip bir eksiklik hissettiriyordu. "Bunlar..." diye düşündü, gözleri boş bir noktaya takılmış halde. "Bunlar gerçekten Bonolade'nin mirası mı? O, bu gezegene böyle bir düzen mi bıraktı?" İçindeki bir ses, bu düşünceyi inkâr etmek istercesine yankılandı, ancak gerçek apaçık ortadaydı. Avuçlarını kapadı, etrafındaki mor halkalar yavaşça kaybolurken bir adım geri çekildi. "Geçmişlerine dair hiçbir şey hatırlamıyorlar... Hatırlayamıyorlar. Bu benlikler, bir zamanlar kim olduklarını bilmeden nasıl bu hâle geldi?" Gözleri gökyüzüne kaydı, karanlık bulutların ardında saklanan yıldızlara bakarken, zihni Bonolade’ye ve onun bıraktığı izlere döndü. "Kalıntılar... Yalnızca kalıntılar." Derin bir nefes aldı, hiddetini dizginlemeye çalıştı ama sesindeki hayal kırıklığı alenen ortadaydı. "Ve bu yaratıklar... Lakhri." Gözlerini kapadı, etrafındaki titreşimler zihninde yankılandı. "Onlar sadece nefretin, korkunun ve umutsuzluğun bir tezahürü. Bu gezegenin duygusal tortusu, biçim bulmuş bir lanet gibi. Kendilerini yok ediyorlar, karanlığa teslim olmuşlar." Gözlerini tekrar açtı, ama bu kez bakışlarında derin bir üzüntü vardı. "Bonolade... Gerçekten bunu mu amaçladın? Ya da bu, senin bile kontrolünden çıkan bir sonuç muydu?" Ellerini yanına bıraktı, toprak hâlâ onun dokunuşunun etkisiyle titreşiyordu. "Bu döngü böyle devam edemez." Sesindeki kararlılık, karanlık havayı yararak yayıldı. "Ama bu benim için bir görev mi, yoksa onların kendi varoluşlarından doğan bir çözüm mü olmalı?" Etrafındaki varlıkların sessizce onu izlediğini hissetti. Onlar için bir tanrı, bir kurtarıcı ya da bir yok edici olabilirdi. Ama Ephadeus kendi içinde kim olduğunu ve bu karmaşanın neresinde durması gerektiğini hâlâ sorguluyordu. "Belki de bu gezegene gelen bir hasatçı değil, sadece bir izleyici olmalıydım," diye fısıldadı. Gökyüzü sessizdi, tıpkı Ephadeus’un sözlerinin ardından gelen o ağır sessizlik gibi. Etrafındakiler, nefeslerini tutmuş, ona bakan gözlerle birer heykel gibi donmuştu. Ephadeus, bir adım geriye çekildi. Ayaklarının altındaki toprak, sanki onun varlığını bırakmak istemiyormuşçasına hafifçe çatladı. Mor ışık etrafını sarmaya başlamıştı; bu ışık, gece karanlığında bir yıldız gibi titreyen, bir aura yayarak büyüdü. Yavaşça yükseldi. Önce ayakları, ardından bedeni yerden kesildi. Mor enerji, bir spiral gibi onun etrafında dönerken sanki gökyüzü bu yükselişi karşılamaya hazırlanıyordu. Sessizce, zarif bir hareketle, bir ışık huzmesine dönüşmeye başladı. Onun yavaş yükselişi, izleyenlerin kalbine bir ağırlık oturtmuştu; sanki hiçbir şey yapamayacaklarını anlamış gibi başlarını eğdiler. Ama yine de gözlerini ondan ayıramadılar. Gittikçe yükseliyor, karanlık gökyüzüne karışıyordu. Yıldızların bile bu ışığın altında parıltılarını kaybettiği bir anda, Ephadeus’un figürü bulanıklaştı. Mor ışık dalgalandı, bir nefes gibi genişledi ve ardından yavaşça sönmeye başladı. Göz alıcı bir parıltı, geceyi bir anlığına aydınlattı. Geriye sadece derin bir karanlık kaldı; Ephadeus tamamen kaybolmuştu. Toprak yeniden sessizleşti. Gecenin karanlığı, sanki hiçbir şey olmamış gibi her şeyi örtbas etmeye hazırdı. Ama yerde duranlar için bu sahne, zihinlerinden asla silinmeyecek bir görüntüydü. Onlar, bir kurtarıcı mı, yoksa bir yok edici mi olduğunu bilmedikleri bir figürün, yıldızların arasına karışmasını izleyen tanıklardı. Ve geriye sadece sessizlik kaldı.
|
0% |