@rubyregent
|
Kral Raharus, Aethoria'nın kalbindeki büyük piramitlerden birinde tahtında oturuyordu. Altın kumdan yapılmış duvarlar, güneş ışığını yansıtarak odaya mistik bir ışıltı yayıyordu. Piramidin zirvesinde bulunan taht odası, karmaşık oymalar ve zarif süslemelerle bezenmişti. Zamanın izleriyle saçları ve sakalı gümüşe dönmüş olan Raharus’un gözlerinde yaşlılığın belirtileri net bir şekilde görülüyordu. Yüzündeki çizgiler, geçmişin görkemini anımsatıyordu ancak bu çizgilerin arasında beliren yorgunluk, onun eskisi kadar güçlü olmadığının bir göstergesiydi. Krallıkta, Kral Raharus’un gücünün azalmasıyla ilgili söylentiler her yere yayılmış, halk arasında kaygı ve belirsizlik rüzgarları esmeye başlamıştı. Bir zamanlar krallığın eski ihtişamını yansıtan altın kumlar bile artık solgun ve mat görünüyordu. Ağır taş kapılar, Ra Mu’nun kadim sembolleriyle oyulmuştu ve gıcırdayarak açıldığında, içeriye tapınakta yanan tütsülerin hafif kokusunu taşıyan sıcak bir esinti girdi. Başrahip Solen, uzun sarı cübbesi mermer zeminde hafifçe sürünerek odaya girdi. Bilgelik ve güç sembolü olan Solen, tahtın önüne ağırbaşlı bir ifadeyle yaklaştı. Yansıyan güneş ışıkları altında yüzüne düşen gölgeler, endişenin derin çizgilerini daha da belirgin hale getiriyordu. Keskin ve dikkatli bakışları, kralı süzdü ve Raharus’un kemiklerine kadar işleyen güçsüzlüğü fark etti. “Majesteleri,” dedi Solen, sesi alçak ve kararlıydı, “halk tedirgin. Uzun süredir kendinizi göstermiyorsunuz, kralın bu durumunu merak ediyorlar” Raharus, başrahibin sözleri üzerine bir süre sessiz kaldı, bakışları taht odasındaki titrek meşalelerin alevlerine sabitlenmişti. Artık krallığın her köşesinde hissedilen bir ağırlık, omuzlarına yüklenmiş gibiydi. Yıllardır Aethoria'nın koruyucusu ve lideri olarak verdiği kararların sorumluluğu, yaşlandıkça daha da ağırlaşmıştı. Halkının umutlarının ona bağlandığını bilmek, içindeki çelişkileri daha da derinleştiriyordu. Gücünün, Ra Mu'nun ona verdiği kutsal lütfun giderek azaldığını hissediyor, ancak bu zayıflığı halkına göstermekten korkuyordu. "Nasıl... bu şekilde nasıl çıkarım karşılarına?" Solen, kralının gözlerindeki umutsuzluğu görerek bir adım daha yaklaştı. “Majesteleri…” diye tekrarladı, sesi bu kez daha yumuşak, daha teselli edici bir tondaydı. "Halkınız size sadece bir kral olarak değil, tanrısal bir elçi olarak bakıyor. Ra Mu'nun gücünün zayıfladığını kimse bilmeyecek. Krallığınızı yönetmeye devam edin, Ra Mu’nun iradesi bizimle olsun ya da olmasın, Aethoria'nın ışığı sizinle var olmaya devam edecek. Yeter ki, onların karşısına güçlü bir lider olarak çıkın. Raharus, Solen'in cesaret verici sözlerine rağmen yavaşça yerinden doğrulmaya çalıştı. Ancak bacakları titredi, dizleri istemsizce büküldü ve bir an sendeledi. Kralın ağır adımları, odanın mermer zemininde yankılanırken, zayıflığı her adımında daha da belirginleşti. Solen hızla ileri atılarak Raharus’u kolundan tutup destekledi, ancak kralın eski ihtişamından eser kalmadığı ortadaydı. "Hayır..." diye mırıldandı Raharus, sesi çatallı ve kısık bir tondaydı, sanki her kelimeyi söylemek onun için büyük bir çaba gerektiriyordu. Solen’in omzuna yaslanırken, gözleri dolu ve yüzü bitkin bir haldeydi. "Hayır, karşılarına çıkamam. Anlarlar… Kralın ışığı sönmüş derler. Onlara güçlü görünmeye çalışsam bile, gözlerindeki şüpheyi göreceğim. Onların gözlerinde… düşen kralı göreceğim." Sözleri titrek ve neredeyse ağlamaklı bir tondaydı. Raharus'un bedeni, Solen'in desteğine rağmen yorgunluktan sarsılıyordu, sanki tüm dünya üzerine yıkılmış gibiydi. Solen, Raharus'un zayıflığını daha da derinden hissediyordu, ama bu anın krallık için ne kadar önemli olduğunu da biliyordu. Kralın omzuna hafifçe dokunarak, gözleri derin bir kararlılıkla dolu, “Majesteleri, ışığınız asla sönmeyecek," dedi. "Ra Mu’nun sessizliği, krallığınızı terk ettiği anlamına gelmez. Bu bir sınav olabilir. Aethoria'nın gücü sadece tanrılardan değil, sizin liderliğinizden gelir. Halkınıza yol gösteren bir ışık olarak kalacaksınız, ama bunu tek başınıza yapmanız gerekmiyor.” Raharus, Solen'in sözlerine inanamayan bir bakış attı. "Ama nasıl, Solen? Nasıl devam edebilirim? Ra Mu’nun sessizliği… bana ne yapmam gerektiğini söyleyen o kutsal ses bile artık yok." Raharus, derin bir iç çekerek ayağa kalktı, Solen’in desteğiyle birkaç adım attı, ama her adımı geçmişin gölgesiyle ağırlaştı. Zihni, Aethoria’nın altın günlerine, atalarının hükmettiği o ihtişamlı yıllara kaydı. Gözlerini kapatarak, o zamanların anılarını canlandırdı. “Eski krallar…” diye başladı, sesi kederle doluydu. “Her biri Ra Mu’nun ışığını taşıdı. Tahtları sağlamdı, krallıkları sarsılmazdı. Aethoria, onların yönetiminde hiçbir zaman böylesine zayıflıkla karşı karşıya kalmadı. Atam, Ra Alamar, krallığına tehdit oluşturan her düşmanı ezip geçti. Ve Ra Azhar… Ah, onun döneminde Ra Mu’nun gücü her birimizde hissedilirdi. Yağmurlar zamanında yağar, hasatlar bol olurdu. Ra Mu, her daim yanımızdaydı.” Raharus, başını eğdi, elleri hafifçe titremeye başladı. “Ama ya ben?” dedi, sesi kederle boğuklaşmıştı. “Tahta ilk çıktığım günü hatırlıyorum, Solen. Güneş, o gün hiç olmadığı kadar parlaktı. Ra Mu’nun lütfunu damarlarımda hissettim. O an, sanki beni bizzat seçmişti. Halkımın gözleri benim üzerimdeydi, ve ben her sabah dualarımda O’nun sesini duyardım. Ra Mu, bana yol gösterir, aldığım her karar, O'nun ışığıyla aydınlanırdı. Krallık, o zamanlar bir cennet gibiydi. Tarlalar bereketli, denizler huzurluydu. Her şey olması gerektiği gibiydi.” Bir an için durdu, acı bir nefes aldı. “Ama şimdi… Her şey değişti. Ra Mu’nun sesi, yavaşça sustu. Artık ne rüyalarımda ne de dualarımda bana dönüyor. Işığı kayboluyor, Solen. Ve… mühürlü çocuk hâlâ doğmadı. Güneşin mührü, Aethoria’yı koruması gereken çocuğu bize vermedi. Benim dönemimde… O kutsal çocuk gelmedi. Ve benim mührüm giderek soluyor." Raharus'un sesi daha da zayıfladı, neredeyse bir fısıltıya dönüştü. “Belki de... Ra Mu, beni ve krallığımızı terk etti. Belki de Aethoria, artık beni istemiyor. Belki de artık bir krallık olmaktan çıktık.” Solen, Raharus’un sözleri karşısında donakaldı. Kralının bu denli derin bir umutsuzluk içinde olmasına inanmakta zorlanıyordu. Raharus, Aethoria'nın simgesiydi, onun bu şekilde düşünmesi bile Solen'in zihninde bir şeylerin temelden sarsıldığı hissini uyandırdı. Kendisini toparlamaya çalışarak bir adım daha yaklaştı ve yumuşak ama biraz titrek bir sesle konuştu. "Majesteleri… böyle konuşmanız… Ra Mu'nun lütfu, öyle kolayca kaybolmaz. Sizin ışığınız da sönmez. Belki sessizleşti, belki şu an gözleriniz O'nun ışığını göremiyor ama bu, lütfun tamamen yok olduğu anlamına gelmez. Her kralın dönemi kendi sınavlarıyla gelir ve belki de bu, sizin sınavınızdır. Mühürlü çocuk… elbet bir gün doğacaktır. Biz sadece sabırlı olmalıyız. Halkınız hâlâ sizi liderleri olarak görüyor ve size inanıyor." Solen, kralının omzuna hafifçe dokundu, ancak bu dokunuşun zayıf bir teselli olduğunu biliyordu. Raharus’un derin acısına karşı söyledikleri yetersizdi, kralının içine düştüğü bu karanlıktan onu çıkarabilecek sözleri bulamıyordu.
|
0% |