@rubyregent
|
"Yaratılış ahengi tamamlandığında ve yerin suretlerinden üç Kızıl Havari doğduğunda..." Adanmışlar, tapınağın içine adım attıklarında büyüleyici bir manzara ile karşılaştılar; aynı zamanda tüyler ürpertici bir hisse kapıldılar. Yüksek tavan, karanlık içinde kayboluyor, devasa kemerli sütunlar, adeta yerin derinliklerinden gökyüzüne uzanıyormuş gibi duruyordu. Sütunları saran kabartmalarda, eski zamanların kahramanlarının ve mitolojik yaratıkların silik izleri vardı. Kızıl ışığın hafif parıltısı, bu figürlere sanki canlıymış gibi bir hava katıyor, onları hareket edecekmiş gibi gösteriyordu. Yere her bastıklarında taş zemin, adeta geçmişin yankılarıyla titriyordu. Atmosferin ağırlığı altında nefes almak zorlaşırken, adanmışlar ilerledikçe içlerindeki merakla korku iç içe geçiyordu. Ancak bu derin sessizliği bozan tek şey, gözlerine ilişen kızıl rahibelerin hareketsiz bedenleriydi. Zeminde uzanan bu bedenler, tapınağın soğuk taşlarına gömülmüş gibiydi; sessizce yatıyor, varlıklarını hissettirdikten sonra, ince kızıl toz zerrecikleri halinde ağır ağır yok oluyorlardı. Adanmışlar, rahibelerin yok oluşunu derin bir sessizlik içinde izledikten sonra, bakışlarını tapınağın merkezine çevirdiler. Tapınağın kalbi olarak bilinen bu merkez, loş ışıkların altında bir tür gizemli çekim gücü yayıyordu. Her adımlarında zemin altında yankılanan o garip uğultu, adeta çağlar boyunca burada biriken bir enerjinin dışa vurumuydu. Atmosfer, ağır ve ezici bir biçimde üzerlerine çökmüştü. Nefes almak her geçen saniye daha da güçleşiyor, bu garip havanın içinde boğuluyorlarmış gibi hissediyorlardı. Önlerinde, merkezde yükselen büyük bir sunak belirdi. Sunak, siyah mermerden yapılmış ve üzeri oymalarla süslenmişti. Oymalar, kaybolmuş zamanların sırlarını taşıyan antik sembollerdi. Sunağın hemen arkasında, havada asılı gibi duran ve kızıl alevlerle süslenmiş devasa bir taş küre parıldıyordu. Kızıl ışık, bu küreden yayılıyor, tapınağın duvarlarına vurdukça kabartmaların yüzeyini titretiyor, onları adeta hayata döndürüyor gibiydi. İçlerinden en genç olanı, fısıltıyla konuştu: "Bu... bu yer gerçekten de kutsal bir mekân mı yoksa lanetli mi?" Sesi titriyordu, fakat gözlerini küreden alamıyordu. Diğeri ise kürenin etrafındaki ışığı işaret ederek, "Bu ışık bizi çekiyor... Ama aynı zamanda içimde derin bir huzursuzluk uyandırıyor," diye mırıldandı. Yaşlı adanmış, gençlerin gözlerindeki şaşkınlığı ve merakı gördüğünde durakladı, derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. “Bu tapınak… sıradan bir yer değil,” dedi, sesi kısık ama güçlüydü. “Daha önce hiçbir adanmış buraya adımını atmadı. Burası, yalnızca Kızıl Rahibelerin girebileceği kutsal bir mekân. Fakat bugünkü görevimiz istisnai… Bizlere, Yüce Rahibeler tarafından verildi.” Bir an sessizleşti, gözlerini tapınağın karanlık derinliklerine çevirdi. Gençlerden biri, kafasını kaldırıp tapınağın devasa sütunlarına baktı ve heyecanla fısıldadı: “Hiçbir adanmış… bizden önce buraya gelmedi mi?” diye fısıldadı, gözlerinde büyüyen bir heyecanla. Yaşlı adanmış, gençlerin huzursuzluklarını fark etti. Endişeyle çevresine bakan genç adanmış, alnında biriken ince ter damlacıklarıyla gerginliğini ele veriyordu. Elleri istemsizce cüppesinin kenarlarına yapışmıştı; bu, bilinçsizce bir güven arayışının dışavurumuydu. Gözlerinde beliren hafif korku, bu kutsal ve gizemli mekânda bulunmanın ağırlığını derinlemesine hissettiğini gösteriyordu. Diğer genç adanmış ise sakin görünmeye çalışıyordu, fakat yüzündeki şüphe ve tedirginlik bunu ele veriyordu. Derin bir nefes alırken bakışları tapınağın gölgeleri arasında geziniyordu. Gördükleri her şey, içindeki belirsizlik ve korkuyu daha da büyütüyordu. İki genç adanmışın da bakışları yaşlı adanmışa çevrildiğinde, sessizlik içinde bir beklentiyle dolmuşlardı. Yaşlı adanmış derin bir nefes aldı ve ağır, bilgece bir sesle konuşmaya başladı. “Bu tapınağın kudreti diğerlerinden farklı. Burada atılan her adım, zamanın ve mekanın ötesine yankılanır. Bugün, sizler bu kutsal mekanda ilk adanmışlar olarak bulunuyorsunuz. Bu yüzden ne kadar şanslı olduğunuzu bilmelisiniz.” Gençler, yaşlı adanmışın sözlerinin ağırlığını içlerinde hissetti. Derin bir sessizlik içinde birbirlerine baktılar; bu fırsatın büyüklüğünü anlıyor ama aynı zamanda tapınağın bilinmezliğinden doğan korkuyu da içlerinde taşıyorlardı. Bir diğeri fısıldayarak sordu: "Burası… neden bu kadar farklı? Diğer tapınaklardan ne farkı var?" Yaşlı adanmış, bakışlarını genç adanmışlara çevirdi. “Burası, sıradan bir kutsal yer değil. Kızıl Alev’in en derin sırlarını saklayan,” elini kaldırıp tavandaki kabartmaların hizasında gezdirdi “her köşesi ilahi bir kudretle dolu olan bir yer. Bu duvarlar, Yüce Anne’in sesiyle yankılanır. Ve biz… bu güce yalnızca dokunmakla kalmayacağız, ona tanıklık edeceğiz.” Genç adanmışlar, yaşlı adanmışın bu sözleri karşısında derin bir iç çekerek sessizce tapınağın karanlık derinliklerine baktılar. Genç adanmışlardan biri, içinde büyüyen baskıya daha fazla dayanamayarak geri adım attı. Elleri titriyor, göğsünde gittikçe artan bir sıkışma hissediyordu. Gözleri sunağın üzerinde parlayan küreye dikilmişken sesi boğuk bir fısıltıya dönüştü. "Nefes alamıyorum... Bu yer... bizi boğuyor," dedi, cüppesinin yakasını sıkarak. "Buradan... çıkmalıyız." Diğer genç adanmış da etrafına baktı, tapınağın duvarlarında gezinen gölgeler sanki ona yaklaşmış gibi hissettiriyordu. "Bu ışık... bizi kendine çekiyor ama aynı zamanda kaçmamızı söylüyor," diye mırıldandı, sesi endişe doluydu. "Burada kalmamamız gerektiğini hissediyorum. Neden bu kadar... korkunç?" İki genç, hissettikleri baskı ve korkunun içinde kaybolmuş gibi görünürken, yaşlı adanmış ağır adımlarla ilerledi. Yüzünde kararlı bir ifade vardı, ama gözlerinde gördükleri karşısında içsel bir çatışma yaşadığı açıktı. Gençlerin bakışlarındaki dehşeti görünce durdu ve derin bir nefes aldı. "Bu yerin ağırlığını hissetmeniz normal," dedi, sesi sakin ama güçlüydü. "Burası sıradan bir tapınak değil. Her şey... bu mekânın gücü, varlığımızı sınamak için burada. Bu tapınak, sadece rahibelerin değil, bizim de cesaretimizi ölçüyor." Bir an duraksadı, gençlerin korkularını fark ederek onlara daha yakın durdu. "Ama unutmayın," diye devam etti, "biz buraya bir görev için geldik. Korkunuz ne kadar büyük olursa olsun, burada olmamızın bir nedeni var. Oerita için, adanmışlar için… bu görevi tamamlamalıyız." Genç adanmışlardan biri, içinde biriken korku ve öfkeyi artık tutamadı. Dişlerini sıktı, ama titreyen sesini bastıramadı. "Alevkar Zephyr," dedi, adı sert bir şekilde dudaklarından dökülürken, gözleri yaşlı adanmışa dikildi. "Neden buradayız? Bu görev ne? Biz hiçbir şey bilmiyoruz!" dedi, sesi öfke ve korkuyla yükselirken. "Sen her şeyi biliyorsun!" diye ekledi, kelimeler boğazına düğümlenirken. "Bizi buraya getirdin, ama ne olduğunu, neyle karşılaşacağımızı hiçbir zaman söylemedin. Her adımda daha da fazla belirsizlikle ilerliyoruz. Bizim için mi buradayız, Oerita için mi? Yoksa sadece... senin için mi?" Kısa bir süre nefes almakta zorlandı, derin bir iç çekişle devam etti. "Buraya geldiğimizden beri içimde sadece korku var. Kendimi... tuzağa düşmüş gibi hissediyorum. Ne olursa olsun, bu sırların altında eziliyoruz," dedi, sesindeki titreyiş giderek artıyordu. "Ve sen hepimizden daha fazla şey biliyorsun ama hiçbir şey söylemiyorsun." Diğer genç adanmış, arkadaşının sözlerinin gücünden etkilenmişti, ama aynı zamanda duyduğu korkuyu paylaşıyordu. Sessizce öne eğildi, yüzünde ter damlacıkları birikmişti, ama konuşmaya cesaret edemiyordu. Sadece arkadaşının sözlerinin yankıları arasında kaybolmuş gibi duruyordu. Alevkar Zephyr, genç adanmışın öfke dolu sözlerine karşı sakin kalmayı başardı. Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı, derin bir nefes aldı ve yüzündeki bilgece ifadeyi bozmadan gençlerin gözlerinin içine baktı. "Sizden sakladığım bir şey yok," dedi, sesi sakin ama derindi. "Bu görev, dört Kudret Rahibesi tarafından verildi. Kızıl Alev’in iradesi, bizi buraya çağırdı. Bu, sıradan bir görev değil. Ve elbette, basit bir yolculuk olmayacağını biliyordum, ama size olan inancım tam." Zephyr bir adım ileri çıktı, elini hafifçe genç adanmışın omzuna koydu. "Sizler, sadece adanmış değilsiniz," dedi, sesi kararlıydı. "Sizler, Kızıl Alev'in seçilmişlerisiniz. Bu görev, hepimizin omuzlarında taşıdığı bir sorumluluk. Eğer Kızıl Alev bizi burada bir araya getirdiyse, bunun bir sebebi var. Kaderimizin bir parçası bu." Bir an duraksadı, gençlerin gözlerindeki korkuyu ve belirsizliği anlayışla karşıladı. Etrafta hafif bir rüzgâr esmiş, tapınağın duvarlarına çarpan yankı boşlukta kaybolmuştu. "Ama şunu da bilin," dedi, sesi yumuşak ama otoriter bir tondaydı. "Ben bir Alevkar olarak, sadece görevi değil, sizleri de korumak için buradayım." Gözleri, her bir adanmışın üzerine tek tek düştü. "Sizler benim sorumluluğumsunuz. Sizin güvenliğiniz, bu tapınağın sırlarından bile daha önemli." Tapınağın karanlık derinliklerinden gelen hafif bir uğultu, sessizliğin içinde yankılandı. Zephyr bu uğultuyu duymazdan geldi, gençlerin tedirgin bakışları üzerinde dolaşırken onları cesaretlendirmek istiyordu. "Bu yolculuğun başında her adımda sizi koruyacağımın sözünü verdim," diye ekledi, gözlerinde kararlılık parladı. Sütunların ardında yankılanan kızıl ışıklar, Zephyr'in bakışlarında bir yansıma yaratmıştı. Adanmışların her biri bu alev gibi yanan gözlerde kararlılığı hissediyordu. Zephyr, başını hafifçe kaldırdı, tapınağın derinliklerine doğru bakarken sözlerine devam etti. "Eğer buradan sağ salim çıkacaksak, bu görevi tamamlamak zorundayız," dedi, sesi daha sertleşmişti. Kısa bir süre gençlerin gözlerinde dolaşan endişeyi izledi. "Kızıl Alev’in iradesine karşı çıkmak, bizim için bir seçenek değil," dedi sakin bir tonda. "Her biriniz, bu kutsal görevin bir parçasısınız." Tapınağın ağır atmosferi içinde nefes almak gittikçe daha zorlaşıyordu. Zephyr derin bir nefes aldı, sanki karanlık bile onun ağırlığını hissediyormuş gibi. Bakışlarını tekrar gençlere çevirdi ve gözlerinde güven verici bir parıltıyla devam etti. "Eğer böyle hissetmenizin bir nedeni varsa, bu Kızıl Alev’in sizi sınaması. Korku ve tereddüt, hepimizi sınayan birer ateşten duvar gibidir." Sesi biraz daha yumuşadı, genç adanmışların gözlerindeki tereddütle karşılaştı. "Ama bu sınamayı geçmek, korkularınızı aşmak bizim görevimiz. Sizlere güveniyorum. Bu görevde yanınızdayım ve sizi yarı yolda bırakmayacağım." Sonra, tapınağın karanlıklarına doğru bakarken derin bir nefes aldı. "Burada sadece sizinle birlikte değilim; ben, adanmışların şahı olarak, Kızıl Alev’in iradesini temsil ediyorum. Her adımınızda, her korkunuzda yanınızda olacağım, ama bu görevin tamamlanması için bana güvenmek zorundasınız." Zephyr'in sözleri, genç adanmışların içinde küçük bir kıvılcım gibi yankılandı. Onun kararlılığı ve güven verici bakışları, korkularını tam anlamıyla silmese de, içlerinde bir görev bilincinin doğmasına neden oldu. Fakat yine de, içlerindeki ürperti gitmemişti; bu tapınağın derinliklerinden yükselen bilinmezlik, her adımda onların omuzlarına birer ağırlık gibi biniyordu. Genç adanmışlardan biri, derin bir nefes alıp bakışlarını kaçırdı. "Pekâlâ..." dedi, sesi düşük ama tedirgindi. "Eğer Kızıl Alev’in iradesi buysa, devam edelim." Sözlerinde bir kararlılık vardı, fakat ayakları sanki yere çivilenmiş gibiydi, hareket etmek için kendisini zorladığı belliydi. Diğer genç adanmış, kaşlarını çattı, tapınağın karanlık derinliklerine kısa bir bakış attı. Tedirginlikle cüppesinin kenarlarını sıkarak konuştu. "Ben... ben hâlâ emin değilim," dedi fısıltıyla. "Ama... seni de yalnız bırakmayacağım." Gözleri, Zephyr'in üzerine kaydı. Güven arayışı içindeydi, ama yüzündeki gergin ifade korkusunu açıkça ele veriyordu. Zemin taşlarının üzerindeki ayak sesleri, tapınağın sessiz karanlığında yankılandı. Her adımda taşlar hafifçe titreşiyor, geçmişin yankıları onlara eşlik ediyordu. Zephyr, önde adımlarını kararlılıkla atarken, genç adanmışlar ardında ağır ve isteksizce ilerliyorlardı. Her bir basamak, onların içindeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. Tapınağın içine doğru ilerledikçe karanlık daha da yoğunlaştı, sanki havadaki her bir nefes daha zor alınıyordu. Gençlerden biri, bir adım daha atmadan önce duraksadı, gözlerini Zephyr'in sırtına dikti. Genç adanmış, Zephyr'in sırtına bakmaya devam etti, bir şey söylemek ister gibiydi ama kelimeler boğazında düğümlendi. İçinde yükselen korkuyu dışarı vuramadan sustu. Zephyr ise bakmadan, kararlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Tapınağın soğuk taşlarına basarken yankılanan her ayak sesi, etraflarını çevreleyen karanlıkta kaybolup gitmişti. Hiçbiri konuşmadı. Ne genç adanmışlar ne de Zephyr. Sessizlik, tapınağın derinliklerinde yankılanan bir ağırlık gibiydi. Her adımda karanlık daha da yoğunlaşıyor, sanki onları içine çekiyordu. Tapınağın devasa sütunları arasında ilerlerken karanlık her şeyi yutmuştu; sadece ayak seslerinin yankısı ve nefes alışları duyuluyordu. Karanlık öyle bir noktaya gelmişti ki, gözleri bir anlamda bu boşluğa alışmaya çalışıyordu, fakat derinliklerde hiçbir şey yoktu. Zemin adeta altlarından kaybolmuş gibi hissediliyordu; her adımda daha derine batıyorlarmış gibi bir his vardı. Nefes almak gitgide zorlaşıyor, sanki her bir nefes, karanlık tarafından emiliyordu. Sessizliğin ve karanlığın birleşimi, omuzlarına binen görünmez bir yük gibiydi. Zephyr, aniden durdu. Genç adanmışlar, arkada duraksadılar, birbirlerine baktılar ama konuşmadılar. Karanlık onları tamamen sarmıştı. Bir adım daha atmadan önce Zephyr, kemerine elini uzattı. Küçük bir hareketle, kemerinden bir meşale çıkardı. Meşale parmaklarının arasında hafifçe titredi, sonra küçük bir tıslamayla alev aldı. Küçük meşalenin zayıf ışığı, karanlığı aniden yararak önlerine serildi. Kızıl alev, Zephyr'in yüzünü aydınlattığında, gözlerinde yankılanan o derin kararlılık bir kez daha görünür hale geldi. Genç adanmışlar, bu beklenmedik aydınlanmayla karanlıkta bir an olsun rahatladı ama yine de içlerinde bir ürperti hissi kalmıştı. Meşalenin yaydığı ışık, tapınağın duvarlarına hafifçe vuruyor, her bir köşede saklı olan gölgeleri daha da belirginleştiriyordu. Kızıl alev, etraflarındaki kabartmaların üzerinde titreyerek dans ediyordu. Genç adanmışlar, meşalenin ışığında önlerinde beliren devasa taş merdivenleri fark ettiler. Merdivenler, tapınağın derinliklerine doğru sonsuzmuş gibi iniyordu. Her bir basamak, sanki çağlar boyunca hiç dokunulmamış gibiydi; üzerlerinde ince bir kızıl toz tabakası, ayaklarının altında hafifçe titreşiyordu. Merdivenlerin karanlık boşluğa doğru uzanması, gençlerin içinde boğucu bir korkuyu yeniden uyandırdı. İçlerinden biri, derin bir nefes alarak aşağıya baktı, gözlerinde belirsizlik ve korku vardı. Diğeri ise bakışlarını Zephyr'e çevirdi, adımlarını geri çekmek ister gibi duraksadı, fakat bir şey söylemedi. Zephyr, merdivenlerin başında durup meşaleyi aşağıya tuttu, ama ışık basamakların tamamını aydınlatmaya yetmiyordu. Merdivenler, gözden kaybolan bir derinliğe uzanıyordu. Sessizlik bir kez daha hüküm sürerken, Zephyr’in sesi bu sessizliği böldü. "Daha derine iniyoruz," dedi, sesi karanlığın içinden yankılandı. Meşaleyi bir kez daha kaldırıp gençlere baktı. "Burada korkularınızı bırakmak zorundasınız. Her adımda Kızıl Alev bizimle olacak." Genç adanmışlar birbirlerine baktılar, ama sessizlik içinde sadece istemsizce başlarını salladılar. Ayakları tereddütle hareket etti, Zephyr’in arkasından ağır adımlarla merdivenlerden inmeye başladılar. Kızıl toz her basamakta ayaklarının altında ince bir duman gibi savruluyor, adımları yankılanarak derinliklere doğru süzülüyordu. Tapınağın karanlık derinliklerine inen bu merdivenler, onların zihninde karanlık bir yolculuğun başlangıcı gibiydi.
|
0% |