Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm: Yeni Doğan

@rubyregent

Kızıl meşalenin titrek alevi, adanmışların yüzünü aydınlatıyor, yüzlerindeki korkuyu daha belirgin hale getiriyordu. Ancak Zephyr’in yüzünde her zamanki kararlılığı vardı; gözleri aşağıdaki zifiri karanlığa, adeta oradaki bilinmeyeni görecekmiş gibi sabitlenmişti. Arkasında duranlar, adımlarını çekinerek atıyor, karanlıkta hareket eden gölgelerden gözlerini kaçırmaya çalışıyordu. Zephyr’in titremeyen elleriyle kavradığı meşalenin kızıl ışığı, onun sarsılmaz direncini simgeliyordu. Yanında put gibi duran adanmışlarsa derin bir sessizlik içinde korkularına teslim olmuşlardı.

Derinlerden yükselen soğuk ve keskin havanın tenlerine çarpmasıyla irkildiler. Bir adım geride duran genç adanmışlardan biri, sesini alçaltarak fısıldadı:

"Bu doğru mu? Buraya gerçekten inmeli miyiz?"

Zephyr'in bakışları gölgeler arasında kaybolurken sesi sakin ama bir o kadar da ürkütücü bir tınıya büründü. "Geriye dönmek diye bir seçenek yok. Yüce Anne’in buyruğundan geri adım atan bir adanmış, ne Kızıl Alev’in sıcaklığını hissedebilir ne de koruyucu ışığını. Korku, sadece bir sınavdır."

Gençlerden biri, gözlerini aşağıdaki karanlığa dikti ve sessizce bir dua mırıldandı. Meşalenin ışığı, mahzenin içine yayılan garip şekilleri ve ilüzyonları harekete geçiriyormuş gibi görünüyordu. Bir an, karanlığın içinde bir çift kırmızı göz belirdi gibi geldi onlara, ama ikisi de birbirlerine bakmaya çekinerek korkuyla gözlerini kaçırdılar.

Gözlerini ilk kaçıran adanmış titreyen bir sesle konuştu. "Daha önce... hiç böyle bir korku yaşamamıştım," dedi, sesi ince bir sızı gibi yankılandı. Nefesini düzenlemeye çalışarak gözlerini karanlığa çevirdi ama hemen ardından tekrar kaçırmak zorunda kaldı. "Bu baskı… üzerime çöküyor sanki. Kaçmak istiyorum…"

Karanlığın içinden belirsiz bir uğultu duyuluyordu; ağır, bastıran bir tını sanki, yavaşça onlara sokulup zihinlerine fısıldayan. Genç adanmış yutkundu, dudakları kurumuştu. "Bir ses… bana öleceğimi söylüyor," diye ekledi, sesi giderek boğuklaştı ve gözleri büyüyen dehşetle doldu. Bakışlarını Zephyr'in meşalesine çevirdi; sanki ondan bir parça cesaret almaya çalışıyordu.

Zephyr, genç adanmışın korku dolu bakışlarını fark ettiğinde, meşaleyi sert bir hareketle biraz daha yukarı kaldırarak ona döndü. Sesi alçak ama keskin bir tınıyla yankılandı.

“Bu kadar korku, bu kadar tereddüt…” dedi, yüzünde en ufak bir şefkat kırıntısı olmadan. “Yüce Anne’in adanmışı olup da karanlığa bakmaktan çekinmek mi? Bu mu sizin bağlılığınız?” Meşaleyi öne uzatırken gözlerinde sert bir ifade belirdi. “Buradan geri dönmek, Kızıl Alev’e sırtını dönmekle aynı şeydir.” Adanmışlar, Zephyr'in sözleri üzerine aptallıklarının farkına vardı. Nasıl olur da bir adanmış karanlıktan korkabilir?

"Kızıl Alev’in sıcaklığı içimde,
Ateşi bir ışık gibi gözlerimde.
Yüce Ateş’in gücüyle ilerlerim,
Karanlıkta, korkusuzca yürürüm.
Kalbim yanar, hiç sönmeyen alevle."

Genç adanmışlardan biri, karanlığa meydan okurcasına şiiri söylemeye başladı. Sesi yükseldikçe, diğer adanmış da cesaret bulup ona eşlik etti. Sesleri mahzende yankılanırken her kelime korkularını silip süpürüyor, içlerine Kızıl Alev’in sıcaklığını yayıyordu. Zephyr, bu sahneyi izlerken hafifçe başını onaylarcasına eğdi. Nihayet, bağlılıkları sınavı geçmiş ve inancın gücünü hissetmişlerdi. Artık karanlığa korkusuzca yürüyeceklerdi.

***

Zephyr ve iki genç adanmış, karanlık taş merdivenlerden inerek dualarını bir ezgi gibi tekrarlıyorlardı. Sesleri, merdivenlerin her bir basamağında yankılanıyor, tapınağın soğuk duvarlarında yankılandıkça onlara güç katıyordu. Kızıl meşalenin cılız alevi önlerini aydınlatırken duaları, adımlarıyla birleşen bir ritme dönüşüyordu. Bu sesler, merdivenin derinlerinde onları bekleyen karanlığa karşı bir meydan okuma gibiydi.

Her bir basamak, duvarlardan yansıyan soğuk gölgelerle kuşatılmıştı. Genç adanmışların kalpleri, Kızıl Alev’in gücüne bağlılıklarını hatırladıkça korkuyla attı. Zephyr’in sert ve cesur bakışları, onların tereddütlerini kırıyordu; o, ne bir korku ne de bir şüphe işareti gösteriyordu. Şiir gibi söyledikleri dua, karanlıkta yankılanarak karanlığa karşı cesaretlerini perçinledi.

En sonunda, merdivenin bittiği noktada gözleri alışılmadık bir görüntüyle karşılaştı: masif bir ahşap kapı, kızıl renkte ve ardına kadar kapalıydı. Kapının etrafından dışarıya ince bir kızıl duman sızıyordu; duman, her bir aralıktan süzülerek havada gizemli bir perde gibi asılı kalıyordu. Bu kapı, sıradan bir yerin girişi değilmiş gibi bir izlenim uyandırıyordu; kızıl dumanın tuhaf parıltısı, içeride bir başka dünyanın varlığını ima eder gibiydi.

Genç adanmışlardan biri, Zephyr'in bakışını bir an üzerine çekerek tereddütlü adımlarla kapıya yaklaştı. Elini yavaşça kapının soğuk yüzeyine koydu, ahşabın hafifçe titreştiğini hisseder gibi oldu. Kalbinin hızla atmasına engel olamasa da kapıyı açmayı denedi. Ancak, kapının ardında sağlam bir sürgüyle kapatıldığını fark edince, geri çekilmek zorunda kaldı. Gözleri Zephyr’e dönmüş, bir cevap bekler gibiydi. Zephyr, adanmışa bir an bakarak hafifçe başını eğdi ve sakin ama otoriter bir sesle, “Çekil,” dedi.

Zephyr, genç adanmışa çekilmesini işaret ettiğinde kapının önünde yalnız kalmıştı. Bir elini yavaşça kemerindeki deri torbaya götürüp içinden eski, paslı bir anahtar çıkardı. Anahtarın yüzeyi, sanki onun gibi sayısız tören ve tapınak görmüşcesine aşınmış, hafif bir kızıllıkla parlıyordu. Zephyr, bu antik anahtarı kapının üzerindeki karmaşık oymalara dokundururken genç adanmışlar nefeslerini tutarak izliyorlardı.

Anahtar kapıya temas ettiği anda, oyma desenler arasındaki semboller yavaşça kızıl bir parıltıyla aydınlandı. Her bir çizgi, adeta sıvı bir ateş gibi ışıldayarak kapı boyunca yayıldı ve etrafa yayılmış ince duman daha da belirginleşti. Ardından derinlerden, ağır bir sürgünün yerinden çıktığını haber veren yankılı bir ses duyuldu. Genç adanmışlar ürperdi, ama Zephyr'in yüzünde en ufak bir şaşkınlık belirtisi yoktu; tam tersine, gözlerinde derin bir kararlılık parıltısı vardı.

Kapının ağır ve yankılı bir gıcırtıyla açılması, içeride onları bekleyen gizemi daha da derinleştiriyordu. Kızıl duman kapının aralığından dışarı süzüldü, adanmışların yüzlerine yoğun bir sis perdesi gibi çöktü. Zephyr, onları ardında bırakıp içeri adımını attığında genç adanmışlar gözlerini kollarıyla koruma içgüdüsüyle kapattılar. Sis yavaşça dağılıp gözleri ortama alışmaya başladığında, içerideki manzarayla karşı karşıya kaldılar: Taş zemin üzerine dağılmış, bedenleri toz haline dönmüş kızıl rahibelerin geride bıraktıkları boş elbiseler. Bu, tapınağın içindeki gücün hem kutsallığını hem de tehlikesini gösteren bir simge gibiydi.

Mahzenin merkezine doğru ilerlediklerinde, Yüce Anne’nin baygın bedeninin havada süzüldüğünü gördüler. Etrafındaki kızıl duman, sanki onun yaşamını çekip karanlığın derinliklerine taşıyan bir nehir gibi yavaşça mahzenin soğuk taşları arasında süzülüyordu. Zephyr ve adanmışlar, bu akışın kaynağını ararken gözleri mahzenin merkezindeki koyu gölgeye takıldı: Despon Dela.

Despon Dela, mahzenin üçüncü kızıl çemberinin içinde, yarı oturur yarı süzülür bir halde duruyordu. Geniş kollu siyah rahibe elbisesi ve koyu kırmızı şalıyla, ışığın yalnızca sınırlarında var olabileceği bir karanlık figür gibi görünüyordu. Göz bebeklerinden biri açık mavi, diğeri ise simsiyahtı; biri gündüzün parıltısını, diğeri ise gecenin derin gizemini yansıtan bu bakışlar, Despon Dela’nın ne kadar esrarengiz ve tehlikeli bir varlık olduğunu düşündürüyordu.

Alnında parıldayan kırmızı işaret, gizemini koruyan ve hem ışığı hem de karanlığı içinde barındıran bir simge gibi derin bir anlam taşıyordu. Siyah rahibe elbisesinin etekleri çemberin sınırlarını kaplayarak, sanki Despon Dela bu çemberin içindeki tek güçmüş gibi bir illüzyon yaratıyordu. Genç adanmışlar, hem korku hem de hayranlıkla ona bakarken kendilerini bu yasak bilginin koruyucusunun önünde buldular. Despon Dela'nın varlığı, tapınağın kutsal gücünü ve sırrını sembolize ediyordu. Her bir taş, her bir oyma, tapınağın yaşanmışlıklarını, korkularını ve sırlarını saklayarak onları izliyordu.

Zaman, mahzenin soğuk ve nemli taşlarına kazınmış gibiydi; sanki yıllardır burada birikmiş, ağır bir sessizlik bu karanlık havayı dolduruyordu. Her saniye, bir ömür kadar uzun; her nefes, bir ebediyet kadar yoğun hissediliyordu. Adanmışlar, korku dolu gözlerini Despon Dela’ya dikmiş, titreten bir kararlılıkla ilerlemeye devam ediyorlardı. Ayaklarını sürüye sürüye atılan her adım, sanki onları bilinmez bir sona daha da yakınlaştırıyordu.

Despon Dela’nın mahzene yayılan varlığı, havayı boğucu bir yoğunluğa bürüyordu. Kızıl duman, adanmışların her soluk alışında ciğerlerine dolarken, Despon Dela’nın gözlerindeki çift renk, gündüz ile geceyi, ışık ile karanlığı birbirine karıştıran sonsuz bir sınır çiziyordu. Siyah rahibe elbisesi ve çevresinde titreşen kızıl aura, bu kadim ve yasak bilginin koruyucusunun, korku ile kutsallık arasındaki köprüde durduğunu haykırıyordu.

Adanmışlar, Yüce Anne’nin baygın bedeni önlerinde süzülürken mahzenin derinliklerine doğru, sanki görünmez bir güç tarafından itiliyorlardı. Onlar ilerledikçe duman daha da yoğunlaşıyor; Despon Dela’nın etrafında, adanmışların en derin korkularından beslenen bir hale gibi dönüyordu. Kalpleri korkunun soğuk pençesiyle sıkışıyor, adımları geri dönmek isterken ayakları, iradeleri dışında, korktukları varlığa doğru ilerlemeye devam ediyordu. Ve nihayet, Despon Dela'nın çevresindeki aura tamamen yoğunlaştığında, elleri göğe doğru kalktı; mahzeni dolduran ağır sessizliği bölen kadim bir ses yankılandı. Bu ses, havada asılı kalmış bir fısıltı gibi, soğuk bir hüküm olarak ağır ağır yayıldı:

“Yaratılış ahengi tamamlandığında ve yerin suretlerinden üç Kızıl Havari doğduğunda…” Sözleri, mahzenin taş duvarları arasında yankılandı, adeta bir büyü gibi havada asılı kaldı.

Despon Dela'nın sözleri adanmışların içinde yankılanırken Yüce Anne'nin baygın bedeni daha da belirginleşiyor, etrafındaki kızıl duman ağır bir akışla onun karnında birleşiyordu. Adanmışlar, Yüce Anne’nin bedeninde doğmakta olan bir hayatı, bir varlığı müjdeleyen bu olağanüstü manzara karşısında dehşetle donakaldılar. Despon Dela'nın vahyi sürerken, mahzendeki her bir adanmışın üzerine tek tek bakışlarını çevirdi, onları derin bir titreme ve bilinmez bir anlayışın uyanışıyla sarstı. Tam o anda, gözleri Zephyr’e çevrildi; Zephyr, iki genç adanmışın arkasında sessizce bekliyordu, bakışlarında ise inanç dolu bir bağlılık ve ansızın beliren bir hiddet vardı.

Despon Dela’nın sesinin yankısı sürerken Zephyr, ani bir kararla ellerini kılıçlarına attı. Despon Dela’nın “Bir can, bir düğüm,” diye yankılanan sesi havada asılı kalırken Zephyr kılıçlarını hızla çekip önündeki iki adanmışın kalplerine, arkadan sapladı. Kılıçlarının uçları, adanmışların bedenlerinden geçip Despon Dela’ya adanmış bir kan döngüsünü başlatır gibi kızıl bir çizgiyle önlerinde son buldu. Bu hareket, tapınağın vahyi için feda edilen bir adanmışlığın simgesi gibiydi; Zephyr, Kızıl Alev’in amacına ve Despon Dela’nın vahyine bağlılığını, bedeli kanla ödenmiş bir ritüel olarak sunuyordu.

Adanmışlar, Zephyr’in kılıçları bedenlerine saplandığında, bir an nefesleri kesildi. Sanki tüm dünyanın sessizliği, son nefesleriyle birleşip yavaşça havaya karıştı. Gözlerinde beliren dehşet, inançlarının kırıldığı, vaat edilen kutsallığa dair umutlarının ansızın söndüğü o anın izini taşıyordu. İkisinin de yüzlerinde, acının ve hayal kırıklığının derin izleri vardı; onlar, Yüce Anne’nin kutsal huzurunda kendilerini teslim ederken böylesine bir sona hazırlıklı değillerdi. Kurban edilmiş olmanın ağırlığıyla son nefeslerini verirken yaşamları Despon Dela’ya adanmış kızıl kanlarla mahzene aktı. Bu, kutsal ritüelin ilk kıvılcımıydı.

Ölen adanmışların kanları, Zephyr’in kılıçlarından süzülüp mahzenin taş zeminine damladıkça, Despon Dela'nın etrafındaki aura giderek yoğunlaştı. Bu kurban, yaratılış döngüsünün bir parçası olmuş, mahzendeki kutsal vahyin gücünü derinleştirmişti. Zephyr, gözlerini kan döngüsünün ortasında süzülen Yüce Anne’ye çevirdi. Hayatından alınan her damla kanın, yaratılışın ritmine eklendiğini hissederek kılıçlarını usulca kınlarına yerleştirdi.

O anda, mahzenin soğuk duvarlarını titreten bir inilti duyuldu. Yüce Anne’nin bedeni, dumanın etrafında yoğunlaşarak acıyla sarsılıyordu; duman, onun karnında birleşerek orada hayat bulan bir kıvılcımı müjdeliyordu. Despon Dela'nın vahyi, derin ve yankılanan bir sesle devam etti:

"Yer titreyene, gök çatlayana ve tüm yaratılış tek bir noktada birleşene kadar… Suretler beden bulduğunda ve dönüş seremonisi tamamlandığında..."

Despon Dela’nın sözleri mahzende dalgalar halinde yankılanırken Yüce Anne'nin bedeni en uç noktalarından başlayarak kızıl toza dönüşmeye başladı. Bedeni süzülüp çözülerek toza karışırken bu toz, onların kanıyla kutsanan mahzenin ortasında dönmeye başladı. Ve sonunda, Despon Dela’nın ağzından bir hüküm gibi dökülen son sözler, her bir adanmışın ruhunda yankı buldu:

"Bir can, bir düğüm... Yaratılışın rahminden Kızıl Alev yeniden doğar ve yeni yaratılışlara kudretini göstermek için alevlenir. Geride bıraktıkları yok olmaz; onun rahminde her şey birleşir, tek bir varlıkta toplanır.”

Despon Dela'nın vahyi sona erdiğinde, Yüce Anne’nin bedeni tamamen kızıl toz haline gelmişti ve mahzeni doldurmuştu. Kızıl tozun ortasında beliren hafif bir ışık, yavaşça yoğunlaşıp saf bir varlığa dönüştü. Kısa bir sessizliğin ardından, bu toz bulutunun kalbinde yankılanan bir ağlama sesi duyuldu; ve kızıl dumanın içinde, yeni doğmuş bir bebek, yaratılışın kadim döngüsünün bir kanıtı olarak belirmişti.

Kurban edilen iki genç adanmışın ardından mahzende yalnız kalan Zephyr, yaşananların ağırlığı altında sessizce nefes alıyordu. Dizlerinin üzerinde, kanla çizilmiş kutsal çemberin ortasında bir kez daha yere eğildi. Etrafında, Despon Dela’nın vahyinin kızıl izleriyle dolup taşan mahzenin sessizliği yankılanıyordu; havayı kaplayan duman artık hafiflemiş, kutsal dönüşüm tamamlanmıştı.

Zephyr, gözleri derin bir hüzün ve inançla parlayarak yeni doğmuş bebeğe doğru yaklaştı. Gözleri yaşlarla dolmuştu, ama gözyaşları acıdan değil, bu yüce anın kutsallığından kaynaklanıyordu. Ona doğru adım atarken bebeğin ağlaması tüm mahzene yayıldı ve Zephyr'in içindeki bağlılığı, tapınağın kadim ruhuna duyduğu adanmışlığı alevlendirdi. Yavaşça kumaş parçasını eline aldı; mahzenin derinliklerinden çıkardığı bu kumaş, geçmişin yüceliğini ve Despon Dela'nın mirasını taşıyordu.

Zephyr, yeni doğanın etrafına kumaşı sarmışken mahzenin karanlık köşelerinden yükselen kadim bir ses yankılandı. Bu, Despon Dela’nın, ölümden bile güçlü bir varlıkla geri dönen sesiydi. Mahzenin duvarları sarsıldı, duman yeniden hareketlenerek Despon Dela’nın çevresinde yoğunlaştı. O, bebeğin üzerine gökten inen kutsal bir bakışla gözlerini çevirdi ve ağır bir tonda konuşmaya başladı.

“Kızıl Alev’in mirasını taşıyan... Yaşamın ve ölümün kutsal zincirlerini birleştiren…” diye yankılandı Despon Dela’nın sesi, mahzendeki her taşa, her gölgeye dokunarak. Sesinin her bir tınısı, Zephyr’in içindeki inancı ve adanmışlığı güçlendiriyordu.

Sonra, ses derin bir anlam yüklü yankıyla devam etti: “Senin adın… Evira…”

Bu tek kelime, kutsal bir mühür gibi bebeğin kimliğini şekillendirirken mahzendeki atmosfer değişti. Despon Dela, bir kez daha bebek Evira’ya baktı. Bebeğin gözleri, bu dünyaya yeni adım atmış olmasına rağmen, sanki binlerce yıllık bir bilgeliği taşıyormuş gibi parıldıyordu. Despon Dela'nın kızıl çemberdeki silueti, kutsal sözlerini bitirdiğinde dumanlar içinde çözülmeye başladı.

Son olarak, Despon Dela'nın sesi mahzende bir yankı gibi asılı kaldı: “Bir can, bir düğüm… Evira, yaratılışın döngüsünde yeniden doğacak olan sensin.”

Bu sözlerin ardından, Despon Dela’nın silueti kızıl dumanla birlikte çemberin içinde yavaşça yok oldu. Çevredeki kızıl duman dağıldıkça, mahzen sessizliğe büründü, adeta kutsal bir mühür vurulmuş gibi, Evira’nın adının ağırlığı taş duvarlarda yankılandı. Zephyr, sessizce bebeğe bakarak, Despon Dela’nın ardından gelen bu kutsal sessizliğe tanıklık etti.

Yeni çağın habercisi olan Evira, yaratılışın ve dönüşümün yeni döngüsünü başlatmak üzere mahzende, Zephyr’in güven dolu bakışları altında huzurla yatıyordu.

 

Ve böylece suretlerin ilki olan "Evira" maddesel dünyada beden buldu. O, ilk Kızıl Havari'ydi.

 

 

 

 

 

Loading...
0%