@ruhlarinyazicisi
|
Beyaz güllerde, iyi günler belirirdi. Kokusuz ama yatıştırıcı, sakinleştirici bir ilaç gibiydi. Her gül kokarmıydı? O kokusuz bir güldü işte.. İçindeki güzellik dışında da vardı. Bembeyazdı o, kar beyaz.
Bir gün susuz kaldı o gül, yavaş yavaş sararmaya başladı. Sararınca endişeleri arttı, kaygıları çoğaldı. Ne olmuştu birden bire kendisi de şaşırdı, yeşermeye başladı. Korkuları arttı, nefesleri kesilmeye başladı.
Çürümeye başlamıştı, doğduğu yerden kopmaya, koptukça solmaya. Asla yaprak dökmüyordu.. Bir gün tamamen çürüdü, kurutular onu, bir günün susuzluğu bin gününü almıştı.
Kar beyaz artık Kara güldü. O beyazlıkları, siyahla süslenmişti. Güzelliği eğlencesi, Asaletiyle mutsuzluğa gömülmüştü. Kopmuştu, çürümüştü, yıpranmıştı ama asla ölmemişti.
Neden ölmüyordu ki? Yaşamak için daha ne sebebi vardı. Bir damla suya muhtaçtı taç yaprakları. Ama yeni hâline de alışmıştı, biraz alıngandı biraz üzgün. Ama hep mutlu ve pozitif olmakda yormuştu onu, bıktırmıştı.
Şimdiyse arafta kalmıştı bir yol seçecekti kendine, ya kar beyaz olucaktı, yada kara gül.
2 seçeneği vardı karşısında bu Cennet mi? Yoksa, Cehennem mi? Demek gibi birşeydi onun için vazgeçmedi karalığından alışmıştı yıldızların parıltısına, gecenin karanlığına.
Ama özlüyordu, kar beyazını. Güneşin doğuşuna, sıcaklığın nemine hasretti. Ama yinede vazgeçemedi karanlığından. Bilmiyordu ki seçim yaptıktan sonra hayatının tamamının kararacağını. Nereden bilebilirdi? Yorgundu. Ama önemli değildi işte.
“Kar beyaz olmaktansa ben Kara gül olurum, yine de kendimi öldürtmem”. Dedi.
O gün bir söz vermiştim kendime hayatın daha baharındayken, kara günler hep var, ha sen kar beyazsın ha kara gül? Ne farkederdi ki... İki türlü de karanlığın içine gömülüsün. “Yaşa işte hayatını kara gül olarak, tecrübe olur der geçersin”..
O günden sonra hayatım tamamen derin bir karanlıkla buluştu, sessizlik kucak açmıştı bana, tek arkadaşımdı o karalık oda ve sessizlik.
Kar beyaz'ın.Kara gülü olmuştum bir gecede.
Hastane odasında ki camdan acı içinde tek yaşam kaynağıma bakıyordum, hiç birşeyden haberi olmayan o masum surata..
Derin bir nefes verdiğimde onun iyi olması kalbime bir su serpmişti, o zaman yavaş yavaş düzeliyordu içimdeki kar beyaz.
Camdan ayrılıp merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başladım, dünya dönüyordu dönmesine de sanki beynimin içinde dönüyordu.
1 Ocak 2018 Kanlı bir gece
3 Ocak 2018 Kanlı bir gece
4 Ocak 2018 Katliamın eşiğinde.
Yayın kanalları bas bas beynimde bağırıyordu sanki, bunca cana nasıl kıymadan katlede bilirdi?
Nasıl yakalanmıyordu, çok mu zekiydi yoksa, polisler mi çok aptaldı.
Kantin katına inip kahve almış derin sessizlik ve karanlığın içinde boş masalardan birine oturmuştum, ortam çok sessizdi, kantin çalışanları dışında kimse yoktu. O kanlı günden katliamın en acı gününden tam 1 hafta geçmişti bugün 12 Ocak 2018 saat 02:15, hayatımızı değiştiren noktalar vardı.
Ahsen, daha dün 11 Ocak saat 01:40 da gözlerini açmıştı şuan dinleniyordu zor bir hafta geçirmişti, belki de zaman kavramını bile unuttu sadece o günü hatırlıyordu...
En acısı da oydu, öğrendiklerime göre, Annesi Güldalı Oral gerçek annesi değildi.. Babası hastane katliamında ölmüş, Gerçek annesinin cansız bedeni kayalıklarda bulunuyordu.
Kızlarının kaderi kimin ellerindeydi? Doktorların mı, katilin mi. Derin bir iç çektiğimde kahvemden bir yudum aldım. Polisler bile sallamıyordu artık, başka işlere bakıyordu.
Benden başka Ahseni bekleyen yoktu, o komser bile gelmemişti kapısına, benim yaşama kökümü söküp atıyorlardı hayattan.
Masada bir hareketlilik olduğunda daldığım düşüncelerden sıyrıldım, karşıma oturan ela gözlerin sahibi ilk günkü gibi bakıyordu artık gözlerime, duygudan yoksun bakışları hâlâ üzerimdeyken canımı sıkılmıştı:
“Neden öyle bakıyorsun?”
“Nasıl bakıyormuşum” suratım düşmüştü, gözlerine daha dikkatli baktığımda hâlâ aynı ifadesizliğiyle karşımdaydı.
“Duygusuz, kalpsiz, hissiz, ifadesiz... Hayattan bıkmış gibi bakıyorsun, aydınlıktasın ama karanlığı paylaşıyor gibi..” kelimeler ağzımda bir anda dökülünce yutkundum.
Duygusuz demiştim, kalpsiz... Hissiz... İfadesiz...
Ağır konuşurdum her zaman karşımdakini üzeceğimi düşünmeden o an ne düşünüyorsam onu dile getirirdim. Açık sözlüydüm, ama bir gün bu başıma bela olucak gibiydi.
İlk önce güldü, bu öylesine bir gülümseme değildi, ölesiye bir gülümsemeydi.
Acının gülümsemesi.
“Belki de duygusuzumdur”.
Kalbime bir hançer saplandı, içim kan ağlarken , yüzümde mimik değişimi bile yoktu.
“Belki de...” kelimeler ağzımdan zorla dökülmüştü boğazıma bir bıçak saplayıp çıkarıyorlardı sanki.
“Sen neden geldin?” dediğimde sadece gözlerime bakıyordu. İfadesiz, duygusuz. Nasıl beceriyordu onca olanlardan sonra bunu?
“Ahsen uyandı, gitmek istersin diye düşündüm”
Hemen yerimden fırladığımda kolumdan tutup beni kendine çevirdi, kolumu kurtarmaya çalıştığımda ışıklar kapandı. Çalışanların hiç biri yoktu, kafamı ona çevirdiğimde onun da bakışları etraftaydı. Şaşırmışmıydı?
“Neden yaptın bunu?” Sorumla karanlıkta parlayan ela gözleri bana döndü, o an fark ettim ki gözlerinde tek bir duygu geçiyordu, öfke.
Öfkeli miydi? Neden? Neye öfkeliydi bu kadar.
“Ben hiç birşey yapmadım”.
Kaşlarım korkuyla havaya kalktığında ona inanmayan gözlerle bakıyordum, o yapmıştı işte..
“Sen yaptın, sen çalışanları gönderdin, ışıkları kapatmalarını istedin. Çünkü sahne sana kalıcaktı değil mi? Geçen hafta dediklerimin intikamını alıcaktın benden. Yemezler, Esmer komser. Yemezler” kolumu hızla çektiğimde tekrar tutup beni kendine bastırdı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki bir an kulaklarımda çalıyor gibi hissettim.
“Ben hiç birşey yapmadım, Âsi kara, evet çalışanları ben gönderdim. Ama buraya geldiğimde, ışıklar neden gitti bilmiyorum. Ama bu işe birşey var”. Beni oturduğumuz masaya oturttuğunda telefonunu çıkarttığını yanan ekrandan anladım.
Bir numarayı tuşlayıp kulağına götürdüğünde olduğum yerde titriyordum ...
Titreyen ben değildim, içimdeki küçük kar beyazdı.. korkardı o herşeyden korkardı.
“Alo, Yavuz. Yukarıda elektirik var mı. Tamam tamam, kantin katına in burda ışıklar gitti. Ne bileyim ben oğlum, çabuk ol işte. Banu var. Ne demek kalın amına koyim. Gelemzsem gelme sana mı kaldım”.
Bir numara daha tuşladığında tekrar kulağına götürdü.
“Alo, Ersin. Kantin katına gel ışıklar gitti çıkamıyoruz. Banu var. Amına koyim sende mi!”
Sinirle kafasını iki yana salladığında kıkırdadım. Çatık kaşlarla bana döndüğünde, dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü kestim.
“Alo, Soykan. Bak abicimtek umudum sensin, kantine in sebep falan sorma gel!”
Sinirle telefonu kapatıp yanıma oturduğunda öfkeden burnundan soluyordu. Bu hâline kahkaha attiğimda boş kantinin içinde kendi gülüşüm yankılandı.
Bir kaç dakika sessiz bakışmalarımızdan sonra bir ses duyduk, iliklerime kadar hissettiğim bir ses..
Bir ıslık sesi soğuk duvarlarda yankılanıp kulağıma çarpıyordu, sert adımlarla birileri bize doğru yaklaşıyordu.
Evet birisi değil birileri... Belki iki belki dört..
Ermiş silahını çıkartıp beni arkasına aldı. Ne oluyordu?
“Kimsiniz lan siz”
Karanlıktan önde birisi belirdi, artık yüzü dışarıdan gelen ay ışığı ile aydınlanıyordu.
Sinek traşı siyah saçları, sert bakışlarını süsleyen kömür gözleri, çatık kaşlarıyla başını dikleştirdi. Göğsünü kabartıp bir adım ileri çıktığında, affallamıştım. Hadi be!
Arkasından aynı sinek traşına sahip, siyah saçlı, ay ışığında parlayan mavi gözleri, sert bakışlarıyla diğer askerin yanında göğüs kabarttı.
Arkasına bakıp kafasıyla birini daha çağırdığında kalbim yerinden fırlıycaktı.
Bir adım öne, sarışın mavi gözlü birisi daha çıktığında kaşlarım çatıldı. Ermişe baktığımda ağzı açık onlari izliyordu.
Gür bir kahkaha attiğimda sesim duvarlardan tekrar kulağima geldi.
“SÜPRİİİİİİİZZZZ!!!”
Sarışın olan, Ermiş'e doğru sırıtarak baktığında, elini kaldırıp gözüne doğru sallamaya başladı.
Bu hallerine kıkırdadığımda, bu komserin Soykan olduğunu anladım. En son onu aramıştı, o gelmişti işte..
“Tekol, bak lan şuna şoka girdi amına koyim. HEYYY! Brooo havalar nası orda”
Kendi aralarında gülüştüklerinde o bilindik iki surata çevirdim başımı. Derin bir iç çektiğimde masadan inip, Ermişin karşısına geçtim. Boyu ne uzundu, bende kısa değildim ama!
“Şoka gireceğine bim'e gir, esmer komser” elimi kaldirip suratına tokat attiğimda hâlâ ifadesiz bakıyordu.
“Ooooo çürük çıktı bu, altına da sıçtımı eh tamamdır”
Korkutun kahkahasıyla bende kıkırdamıştım. Gerçekten şuan kalp krizi geçirecek gibiydi.
“Lan sikik! Bak kadın da var burda, açtırtma ağzımı. Kendine gel lan!” Soykanın bağırışıyla ilk ilkildi kendine gelmeye çalıştığında bir bana bir de karşısında ki Soykan'a bakıyordu.
“Günaydiin!” önüne geçip bir tokat daha atıcaktım ki bileğimden nazikçe yakalayip geri savurdu. Hiç nazikçe değildi!
“O bir defa olur” dediğinde alayla kaşlarım havalandı.
“Yanlız canım galiba şokun etkisiyle sayı saymayı da unuttun, iki kere oldu” dudağımı büzdüm “Üç neden olmasın”
Sert bakışları gözlerimi bulduğunda
“Canım, üç olmaz bizde. Birincisine izin, ikincisine hediye, üçüncüsüne ne verdiğimizi söyletme!”
Bu hâline sadece kafamı saklamakla yetindiğimde Soykanın imalı bakışları bir bana birde Ermişe baktığında arkasını dönüp, askerlere baktı. Baş hareketiyle bizi gösterdi
“Gördünüz mü? Bizim çifte kumrular bir level daha atlamış”
Sırıtması miğdemi bulandırdığında, o iki kan kardeşlere doğru yürüdüm.
Önlerinde durduğumda, Korkut elini kaldırıp saçımı okşicagında bir ses onu durdurdu
“DOKUNMA ONA!”
Ermişe göz devirdiğimde çocukluğuma sarıldım. Güçlü kaslı kolları her zaman ki gibi korumak için sarıp sarmaladı ama bu sefer korumak değil, özlemden.
Ondan ayrılıp, Kuvars'a da sarıldım. Tek evim, yaralarım. Çocukluğumun kirli yüzüne duvar örüp beni koruyan, güçlü yanım.
Ondan da ayrıldığımda “Sizi özlemişim” “Bizde seni özledik, kar beyaz” “Kar beyaz değil, kara gül” “Kar beyaz!” “KARA GÜL!” “Kar b-”
“Ayyy durun” aralarına girdiğimde başımı ikisine de çevirdim “Hiç değişmemişsiniz! Aynı uyuzluktasınız yahu”
Bir birlerine bakıp güldüklerinde bende güldüm üçlü gülmemiz bir öksürükle durduğunda bakışlarım, sorgulayıcı olan ela gözlerle buluştu. Kaşları çatılmış anlında ki damarlar gün yüzüne çıkmıştı. Ay ışığının altında ne kadar da çekici duruyordu. İç çekmemek için kendimi zor tutuyordum.
“Ee hadi yukarı çıkalım asıl eğlence orada” Soykanın arkasından bizde ilerlemeye başladık. Kara gülün içinde, kar beyaz yatıyordu. Karışmıştı damarlarıma bu. İkisi içinde tutmuştum kendimi. Dışımda hep kara gül, âsi, korkusuz, dik başlı bir kadın yatıyordu... Bu kadın hep korkularımın tarafı olmuştu.
İçimde ki neşeli kızın bir damla göz yaşı dahi dökmemesi için. Kara gül tarafım.. Kuvars Barbon'a aitti.
İçimde ki cıvıl cıvıl neşe saçan beyaz güllerin arasında bir melek edâsıyla cıvıldayan küçük kız çocuğunun mutluluk kaynağı, Korkut Özyurt. Onun içinde Kar beyazdım.
Kuvars için hep bir zehir olmuştum. Kar beyaz mı? Yoksa. Kara gül mü dediler bana. Ben karanlığı seçtim. Aydınlıkta ben kaybolurdum, karanlıkta herkes.
Kendimi kaybetmemek adına, herkesi kaybettim. İki ışık yandı bana o gün. “Kara Gül'ün lekesi” dendi ona. Kuvars Barbon. Korkusuzdu, yiğitti, mertti o.
Bir diğer ışıkta, endişe vardı ama gülmeyi bilen, eğlenmekten anlayan birisi. “Kar beyaz'ın ilacı” dediler ona. Korkut Özyurt'tu o bildim bilel i korkuturdu, eğlendirirdi, gülerdi. Çevresini neşelendirirdi o.
Ben hep Kara gül olarak kaldım. O ise “Kara gülün lekesi” .
Çocukluğum hep Kar beyaz olarak kaldı. O ise “Kar Beyazın İlacı” .
•••
Bölüm sonuu :) |
0% |