@ruhlarinyazicisi
|
Dur da bir bak arkana kim var sağında solunda, senden başka söyle şimdi? Kim var yanında..
İyi gününde gülüp eğlendiklerin neredeler şimdi? Nerede o kahkahalar cıvıltılı sesler.. söyle
Hangi sessizliğin altında yatıyor o güzel sesler.
Yalnızsın herşeyden herkesten o kadar yalnızsın ki artık hayat bile istemiyor seni, bir yere sığdıramıyor. Orayı düzelttim derken biyer yerden dökülmüyormu taşlar?
O duvarları ördüğüm gibi aşmasını da bilirim derken, daha da yapışıp sağlam olmamışmıydı...
Ya da sağlam durmaya çalışırken tek bir nefeste yerle bir olmamışmıydı o güçlü durmam gerek diye ördüğün duvarlar.
Bak çevrene senden başka kim var söyle, susma konuş. Söyle kim var, bir nefesin kada yakınken bir yol kadar uzak olan kim var ?
"Ben varım"
***
Soğuk ve karanlık bir odanın içinde bir ben, kucağımda üşümekten titreyen yavru bir kedi vardı.
Yolumu kaybetmiştim, yolum varmıydı onu da bilmiyordum.
Şarjım yoktu telefonum sırılsıklam üzerimden yağmur suları akıyordu, kucağımda üşmekten titreyen bir de kedi vardı..
Hüzünle baktım ona onun kaderini de değiştirmiştim.. Onu da kendi yalnızlığımın içine dahil etmiştim.
Terk edilmiş duvarlarında sprey boyalarla yazılar yazılan bir yerin içindeydim.
Ne kadar zaman önce buraya geldim, yağmur ne zaman kesilicek.. hiç bir fikrim yoktu.
Oturduğum yerden kalkıp kediyi çantamın içine koydum.
Gözlerimle duvarlarda ki yazıların ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ama boyları akıp, yıpranmış. Birbirine kargacık kurgacık yazılardan anlamamıştım.
Pas ve demir kokusu miğdemi bulandırdığında öğürmeye başladım. Yağmurun durmasını beklerken epey bir zaman geçmiş olmalıydı, telefonumun şarjı olmadığı için önümü tam anlamıyla göremiyordum.
Hava şartlarından dolayı,.yavaş yavaş kararmaya başlamıştı gökyüzü. Saat kaçtı?
Adımlarımı güçlükle ve dikkatle atarken bir başka odaya daha girdim. Yerde ters bir şekilde düşmüş bir sandalye ve kırık bir masa vardı.
Masanın olduğu yere doğru yürüdüğümde, üzerindeki tozu parmağımla sildim.
Çok eskiydi.
Bir adım daha attığımda, ayağımın altından kırılma sesi gelince geriye bir adım attım.
Bastığım yere yani cam kırıklarına çevirdim bakışlarımı, cam kırıkları çok fazlaydı etrafa parçalanmış ve altındaki zemin yosun tutmuştu.
Sağ tarafıma döndügümde bir kapağı açık vitrin duruyordu karşımda, onun da önünde cam kırıkları vardı.
Dikkatli adımlarla cam kırıklarına basmamaya dikkat ederek vitrine doğru yurumeye başladım. Adımlarımı camdan yansıma görmemle, geriye attım.
Kalbim göğüs kafesinden çıkacak gibiydi, yağmurun sesi dinmeye başlamış, ortamın sessizliğinin sesini korku pompalayan kalbim almıştı.
Bu bir dans oyunuydu. Hayır. Bu bir şantaj oyunuydu.
Hemen arkamı dönüp baktığımda orada kimsenin olmadığını görmemle yutkundum.
Geriye bir adım daha attığımda yansımadan yine o kızıla çalan koyu kahverengi saçları etrafına dağılmış bir karartı görmemle hızlı hızlı nefes alamaya başladım.
Artık oyun bitmişti, ben kendi ayaklarımla cehennemimi yazmıştım. Ben kendi cehennemime koşarak Gelmiştim.
Bir fısıltı.. inleme belkide.. tekrardan bakışlarımı ters duran sandalyenin olduğu duvara çevirdiğimde olduğum yerde kitlenip kalmıştım.
Gördüklerim karşısında dilimi yuttuğumu söyleyebilirdim.
O sandalye artık yerde değildi hatta masa da kırık değildi. Vitrinin içinde çeyizlik mutfak eşyalarıyla donatılmıştı, masa 6 kişilik hale gelmişti.
Duvarların rengi soluk değildi, griye boyanmış duvarları dekore edilmişti.
İki dakikada bu nasıl olmuştu? Zihnim bana oyun oynuyordu.
O sırada içeriye bir kadın girdi, Kahverengi saçlarını at kuyruğu yapmış, üzerine hizmetçi elbisesini giymişdi, elinde ki tencereyi masaya bıraktığında benden yana dönünce, yutkundum.
Beni gördün mü?
"Yemek hazır, efendim" dedi ve gitti.
Bunu bana demiş olamazdı değil mi?
Hemen arkamdan adım sesleri işittiğimde titriyerek arkamı dönüp baktım, Kumral saçlı sakallarıyla aynı renkte olan kehribar gözleri ve çatık kaşlarıyla hemen dibimden geçtiğinde, neler olduğunu sorguluyordum.
Bu adam kimdi? Ve iki dakika içerisinde neler olmuştu.
Adam elinde ki alkol şişesini masasına bırakıp oturdu.
O oturur oturmaz, hizmetli kadın tekrardan içeriye girip, elinde şarap bardağı ve şişesiyle masaya doğru yürüdü.
Adamın tam dibinde durup bardağa şarap doldurdu, ve adamın önüne bıraktı.
Şişeyi de masaya bırakıp dudaklarını araladı.
"Çocuklar! Hadi annecim yemek hazır!"
A-annecim?
Neler oluyordu böyle, ne annesi?
Arkamdan koşma sesleri duyduğumda kafamı kapıdan içeriye çevirdim, merdivenlerden koşarak aşağıya inen 2 erkek çocuğu ve 1 kız çocuğu vardı.
Kafamı oradan çekip masaya gözlerimi diktiğimde aklım almıyordu, bir anda nolmuştu böyle.
Diğer erkek çocuğuna göre boyu biraz daha küçük olan kahverengi uzun saçlarını arkaya atıp, adamın soluna oturdu.
Diğer erkek çocuğunun saçları simsiyahtı, o kadar siyahtı ki bir an gözümün karardığını sanmıştım.
O da adamın sağ'ına geçtiğinde, hizmetli kadın sandığım anneleri de, kocası diye adlandırdığım adamın karşısına oturmuştu.
Güneş gibi parıldıyan saçlarıyla annesinin hemen sol tarafına geçti küçük kız çocuğu.
Annesi ayağa kalkıp tabaklara yemek doldurduğunda gözlerim masanın tam karşısında ki boş sandalyeye kaydı.
6 kişilik masada 5 kişilerdi..
6. Kişi kim?
"Seher, diğer çocuk nerde?"
Adamın bakışları küçük kıza döndüğünde, isminin seher olduğunu öğrendiğim kız olduğu yerde küçülerek dudaklarını dişledi. Babasına kaçamak bakışlar attığında, adımlarım benden istemsiz çalışmaya başladı.
Boş sandalyenin arkasına geçtiğimde artık hepsinin yüzünü net bir şekilde görüyordum.
Adam, küçük Seher'e öyle bir bakıyordu ki, bakışlarıyla öldürmüştü onu..
"Bilmiyorum, dışarı çıktı. Geri dönm-"
Adamın yerinden bir hışımla kalkdığında, sandalyenin yere devrilmesiyle odanın içinde ki herkes ölüm sessizliğine gömülmüştü, ben bile...
"Ne demek, gelmedi!"
Adamın gürleyen sesi boş odanın içinde yankılanıp kulağıma çarpıyordu.
Seher, korkudan masanın altına girecekti, annesi çaresiz gözlerle kocasına bakıp kızının elini sıkıyordu.
Kahverengi saçlı küçük çocuk, cesur gibi görünmeye çalışıyordu ama korktuğu her halinden belliydi.
Sağ tarafında ki çocukta mimik oynamıyordu, o kadar ifadesiz bakıyordu ki, kardeşine sanki bütün suç onunmuş gibi.
Ölüm sessizliğini bir gıcırtı sesi bölmüştü, adamın bakışları yavaşça kapıdan giren, birisiyle öfkeye döndüğünde bende bakışlarımı kapıya çevirdim.
Ama gördüklerim, göremediklerim ile yine olduğum yere çakılmıştım.
"Nerdesin lan sen, saat kaç oldu!"
Adamın gürlüyerek kapıdan içeriye adımlayan çocuğun yanına vardı adımları.
Bense olanları şaşkınlıkla izliyordum.
Kapıdan giren çocuğun yüzünü göremiyordum, siyah simsiyah haldeydi.. ayni vitrinde gördüğüm silüet gibi...
"Geldik işte, ne o çok mu özledin bni. BABA!"
ses tonu yaşına göre fazlasıyla olgun çıkmıştı, biraz hasta biraz yorgundu ama cesaret ve özgüven akıyordu dudaklarından.
Dudaklarını göremiyorum ki! Yüzünü göremiyorum!
"Lan senin dilin çok uzamış! Bana "Baba" demeyi hak etmiyorsun demedim mi lan ben sana piç herif"
Adamın sert çıkışıyla çocuk omuz silkerek boş olan sandalyeye tam oturuyordu ki, adam çocuğun kolundan tutup sürüklemeye başladı.
O kadar sert tutuyordu ki adamın damarları belli oluyordu.
Küçük çocuğun bu sertliğe karşı sesi çıkmazen, annesi ayağa kalkıp , Seher'i de beraberinde kaldırmıştı.
"Kızımın hiç bir suçu yok, bu piçin geç gelmesi ile. Hâlâ neden satmıyorsun şu çocuğu, kariyerimizi beş paralık edicek. Doğduğu günden beri huzursuzluk çöktü evin içine. Satıyor musun, gebertiyormusun naparsan yap, ama bir daha benim kızımı suçluyacak olursan! İşte o zaman görürsün BORA DİZDAR!!!"
Kadının gürleyen sesiyle, kulaklarımı kapatmıştım, kadının sesi zihnimde çınlıyordu. Dizdar.... Dizdar.... Bora Dizdar...
***
Bir zelzele olmuştu sanki başım çok şiddetli ağrımaya başlamıştı, gözlerimi yavaş yavaş araladığımda neler olduğunu anlamlandıramamıştım. Yer sanki sallanıyordu, deprem mi olmuştu?
Elllerimi yere daha kuvvetli bastırıp doğrulmaya çalıştığımda etrafta gezindi gözlerim burası da neresiydi?
Duvarlar kir pas içinde kalmış, tavan tamamen yosun tutmuştu.
Duvardaki çatlaklık ve kan lekelerine diyecek tek bir lafım dahi yoktu.
Korkudan yerde geriye emeklediğimde elime batan bir şeyle dudaklarımdan kesik bir inilti döküldü, yankılanan sesim kulaklarıma vurduğunda içeriyi başka bir ses kaplamıştı.
Görüntü bulanıklaşıyor, sahneyi başka bir manzara alıyordu.
Ellerimi yüzümün hizasına getirdiğimde her tarafım kan içinde kalmıştı.
Cam kırıkları avuç içimi delip geçmişti sanki..
Kafamı kaldırıp odanın içinde ki mindere baktım.
Daha bir kaç dakika öncesine kadar o minderin orada olmadığına adım kadar eminim.
Neler oluyordu? Bunlar bir ilizyonmuydu? Yoksa ben mi aklımı yitiriyordum.
Etrafa baktığımda çantamın olmadığını gördüm..
Kedi..
Kedi çantamın içindeydi!
Hızla ayağa kalkmaya yeri düşmem bir oldu.
Ama ben kendim düşmemiştim, sanki birisi beni karnımdan yere itmişti.
Kanlı ellerimle karnıma baskı uyguladığımda, demir kapının açılma sesini işittim.
Orada kapı da yoktu bir kaç dakika öncesine kadar...
Yine o kir sakallı adamın, kendisine diklenen çocuğu sürükleyerek içeriye attığını gördüm.
Neler oluyordu? Ben neredeydim böyle? Küçük bir gece kondudan başka bir yer değildi burası ama bu gördüklerim nelerdi?
Kır sakallı yani Bora Dizdar'ın elinde ki sanki önemsiz bir şeymiş gibi mindere fırlattığı çocuğa bakıyordum.
Yüzü kanlar içinde kalmıştı, artık yüzünü seçebiliyordum.
Bir gözü siyah ve griydi. Dudakları patlamış, göz kapaklarının altı mosmordu.
Siyah-Sarı karışımı parlak saçları... Kır içindeydi..
Bora Dizdar'ın ona doğru attığı adımlarla küçük çocuk sadece olduğu yerde dikiliyordu.
"Seninle işim bitti, Velet!" Dedi, Bora Dizdar.
Öyle bir gürlemişti ki kulaklarımda uğuluyordu tiz sesi.
Çocuğun yutkunmasıyla, kalbimde bir acı hissettim. Neler oluyordu bilmiyorum ama canım yanıyordu..
Canım çok yanıyordu..
Adam cebinden bir poşet çıkartıp içindeki bütün hapları avucuna döktü, uyuşturucu...
Gözlerim iyice açılmıştı artık, neye şaşırıcağımı korkucağımı şaşırmıştım.
Adam çocuğun karşısına oturup avcundaki bütün hapları, küçük çocuğun avucuna bıraktı.
"Bunların hepsi biticek, hemen şimdi!"
Bu kadar mıydı?
Yapıcakmıydı bunu?
Engel olamm gerekiyor muydu? Ama ben sanki burada bile değildim..
"Bu ne, baba?"
Çocuğun ağzından çıkan "Baba" kelimesi kalbimdeki ağrıyı daha çok arttırmıştı.
Burnunun direği sızlıyordu, nefes almakta zorlanıyordum. Burasının kan ve demir, pas kokusu yüzünden, hem de çocuğun hâlâ o adama "Baba" diye hitap etmesi canımı yakmıştı..
Adam elini kaldırıp, çocuğun suratına tokadını geçirdiğinde panikten yerimden sıçramıştım, bu sefer beni geri iten her neyse o yoktu.. ama ayaklarım gitmiyordu, ne ileri gidiyordu ne de geri.. Olduğum yere kenetlenmiştim.
"BANA O KELİMEYİ KULLANMA!"
Kulaklarımı sağır eden bu ses, zihnimdeki bir çok anıyı gösteriyordu.. bir çölün ortasında serap görmüş gibiydim.
"Baba, biraz şeker alabilir miyim?"
"BANA BABA DEME!"
"Baba, annem neden beni sevmiyor"
"KAÇ KERE DİCEM! AHSEN. BANA BABA DEME!!"
Gözümden bir damla yaş akmıştı, tek bir damla yaş..
Küçük çocuğun suratı soluna kaydığında yeni bir yara oluşmuştu, kabuk bağlamaya çalışan dudağı tekrardan parlamış, gözü mordan siyaha kayıyordu artık.
"Senin yemeğin bu! Biticek bunlar hadi başla!"
Küçük çocuk bakışlarını avucunun içinde ki pisliğe çevirdiğinde içinde ki ürpertiyle titremeye başladı, sol elinde ki hapları tek hamlede ağzına atıcaktı ki, yerimden fırlayıp çocuğun kolunu tutmaya çalıştım. Ama nasıl olduysa elim, elinin içinden geçmişti.
Dolmuş gözlerimi çocuğun üzerine çevirdiğimde, ağzındaki bütün hapları tek seferde yutmasıyla bende yutkunmuştum. Ama bu yutkunma orada bir kayanın oturmasına sebep olmuştu.
Belki kurtara bilirim sanmıştım onu, neden yaptın bunu.. neden
Bakışlarımı aşşağılık pisliğe çevirdiğimde keyifle çocuğun suratına bakıyordu, neden gülüyordu?
"Afferim, velet. Kendi ölümünü kendin inşaa ettin"
Adam ayağa kalktığında bende hemen yerimden kalktım.
Adam arkasını dönüp gideceği sırada ağzımı aralayıp ona birşey diyecektim ki, sanki bir elin ağzıma baskı yapmasıyla nefesim kesildi.
Kulağımın hemen yanında bir ürperti içime girmişti..
"Onun kaderini sen değiştiremezsin. Ama kendi kaderini kurtarabilirsin, ne kadar nefesin varsa o kadar kum tanen var demektir. İyi oyunlar, Kan Tanesi"
Ağzımdaki baskı gitmişti.. ben olduğum yerde ecel terleri döküyordum. O tiz kadın sesi ölüden bir farkı yoktu.. sanki hiç sesi de yok gibiydi. Neler oluyordu. Ne kaderiydi? Benim kaderim neydi? Kan Tanesi de ne demek?
Ne kadar nefesin varsa, o kadar kum tanen var demektir.
Bu cümle de ne demek oluyordu?
Bakışlarım arkamda ki küçük çocuğun acı çığlıklarıyla bıçaj gibi kesildi.
Arkamı döndüğümde gördüğüm manzarayla içim titredi.
Minderin üzerinde artık kan vardı. Boş miğdesiyle yuttuğu hapların kalıntıları artık minderin üzerinde kan lekeleriyle süslenmişti.
Küçük çocuk karnını tutarak öğürmeye başladı. Hâlâ ağzından kan akarken, burnumdan bir sıvının akmasıyla elimi burnuma götürdüm, kan...
Gözlerim minderin uzerindeki çocuğa baktığında artık titriyordu.. sadece titriyordu..
Görüntü artık silikleşmişti.. Altındaki minder kaybolmak üzereydi..
Bense dengemi kaybetmiş, yere düşmüştüm.
Düşerken tek gördüğüm şeyse minderin hemen başında dikilen kara silüetli bir kadının elinde ki tutuğu küçük çocuğun kanlı bir fotoğrafı olmuştu.
Kulaklarımda çığlığa karışmış ölü kahkah a sesiyle bilincim artık kapanmıştı..
Karanlık Günlerdeki Küçük Kız Çocuğuna Merhaba!
***
Ne kadar nefesin varsa o kadar da, kum tanen var demektir.
Kum Tanesi
Kan Tanesi
Kar Tanesi
:)
Bu üç küçük çocuğun kaderleri peki...
Diğer bölümde 3 Küçük Kız Çocuğunun geçmişteki hikayelerini okuyucaksınız..
Bölüm sonu
*** |
0% |