@ruhlarinyazicisi
|
Karanlık gizemlidir. Karanlık saklayabileceğiniz herşeyi örten tek kavramdır. Ya da siz aptalsınız! Karanlık körlüktür. Karanlık saklanmadır. Karanlık daha çok Kan dökmektir!
Sisli ve boğucu bir hava vardı dışarıda. Geceden kalma kırmızı kan rengi, karların üzerine yansımıştı. İstediği buydu tam zamanıydı. Bir tak sesi duyulacak ya kıyamet kopucaktı ya da katliam başlıyacakdı. Çok kan dökülecekti bu kırmızının gölgesine. Yansıtılan rengin daha koyusu kaplanıcaktı karların üzerini. Eriyip gidecekti belki de, herkes görecek ama kimse fark etmiyecekti bir kayıbın çoktan buralardan gittiğini.
Kırmızı ay ışığının altında karları insan cesedini eziyormuşcasına sağlam basıyordu adımları yere. Ne öfkesi vardı üzerinde ne de neşesi. O karamsarlıkların katili değildi ama o bir katil bile değildi belki de?
Birilerinin onu bulmasını ve oyununa dahil olmasını isterken yine dışlanmıştı, o. O kim mi? O, sisli ve bir o kadarda demir ve pas içinde şehirlerine karların ilk adımını attığından beri kana bulamaktan asla vazgeçmediği, şehri adeta bir oyun pistine, hayır. Kan pistine çeviren. Arkasında onlar için büyük kendisi için küçük ip uçları bırakan bir isimdi. Birisiydi ama asla insan tanımını taşımayacak biriydi, kimdi peki o? Buradaki rolü neydi?
Bunu henüz ben dahil kimse bilmiyordu. Yürüyordu ama kendisi de bilmiyordu nereye gideceğini, önemi de yoktu aslında yolun nereye çıkacağının, ya kan dökcekti. Ya da kan'a bulanacakdı. Zihni kontrolünden çıkmıştı. Kendi isteğiyle oyun oynamıyordu artık, onun isteğiyle oyun oynuyordu. Peki zihnini yönlendirip onun bu oyunları oynamasına sebep olan kişi kimdi?
Hepinizin tahmin ettiği gibi. O, Nefes Yolu. İstediği insanı kontrol edebilir. Gücünü üst sinirlarda kullanip birisini var edebilirdi. Yaratma gücüne sahipken yok etme gücüne de sahipti. O bunu biliyordu, birisini kurtarmak için geldiği bu dünyada kendini bataklığa sürüklemişti. Ya kurtarılması gereken kendisiyse?
Bunca polis o'nun peşindeyken o nasıl elini kolunu sallayarak dışarıda gezebiliyordu? Bir nefes kadar yakınken nasıl bir yol kadar uzaktı onlara.
Yutkundu, adımları durdu. Yine başlıyordu, yine bir ürperti girdi ve vücudu buz kesti. Beynini ele geçirip vücuduna yayıldı, artık anlamıştı onu kimsenin göremeyeceğini. Çünkü içine girmişti, Nefes Yolu.
O Nefesti, ona nefesini veren biriydi. Ama bir yandan katil damgasını yemesine neden olandı da. Şikayet etmemesi gerekiyordu edemezdi. Ama ederse ilk onu yok edicekti.
X.
Ona X demişti, ama o çoktan kendi ismini biliyordu. Vâr edilen bir “Katliamın Sonuncu Katili” olarak adlandırıldığının farkındaydı. İnsanlardan nefret ederdi, çünkü insanlar onun için boş gezen aptallardan başka birşey değildi. Zamanının çoğunu Kanlı Zaman Kulesinde, Nefes Yolunun hizmetinde geçirirken sadece dünyaya gece ve Kanlı Ay zamanında çıkıyordu. Peki bunca zaman ki cinayetleri kim mi işliyordu. Cevabı aslında çok basitti ama insanların anlaması için çok güç bir meseleydi.
Onlar bir katil değildi, onlar bir can bile almamışlardı. Canı alan ve katil olan insanlar ortadayken neden o, katil damgası yiyordu?
Bundan mutsuz olduğu da söylenemez. Aksine insanlarla oyun oynamak hoşuna gidiyordu, çünkü hiç birşey gördükleri gibi değildi.
Göründüğü gibi değil
Birisinin canını alacak kadar vicdansız değillerdi ama birini ölmeye yalvaratacak kadar vicdansızlardı. Onlar kimseyi öldürmedi! Sadece aptal insanların onları ölü olarak görmelerini istediler.
Yine başlıyordu, İçinden birşeyler çekiliyordu. Vücudu bir tüy gibi hafifti artık gözlerini kapatı ilk önce. Bir gözü gri dumanlarla kaplı iyiliğin ve kötülüğün karmasıyken, diğer gözü karanlığın dibiydi o, o karanlıkta kaç kan dökmüştü maddi manevi hesabı yoktu. Ama unutulmaması gereken birşey daha vardı, o kimsenin canına kıymamıştı.
Ayakları artık sert bir zemine değdiğinde gözlerini araladı, tamamen açtığında alt dudağı usulca aşağı kıvrıldığında 3 adım öne çıkıp boynunu büktü.
Alaycı bakışları artık karşısında gözleri kapalı bir şekilde korkudan uyurken bile titreyen kıza bakıyordu.
İlk yutkundu, sonra tekrar yutkundu. Boğazında ki kuruluk canını yakıyordu. Boğazında bir can kırığı taneleri var gibiydi, yüzünü buruşturup ellerini karnında kenetledi.
Konuşmak için hafif bir öksürükten sonra “Ne zamandır burada” zar zor döküldü dudaklarından. Bir bedene sıkışmış gibi saydam vücuda sahip, Nefes Yolu nefesiyle konuştu. “Çok zamandır burada ve derin bir uykuda. Onun yokluğunu kimsenin fark etmemesi... Çok yazık”. Gerçekten üzülüyormuş gibi zavallı yerde yatan kıza bakıyordu. Ama içinde gram üzüntü olmadığını bilen bu adam, göz devirerek iki adımda kızın önünde diz çökerken buldu kendisini.
Elleri usulca kızın saçlarında gezindi, saçlarını geriye doğru atarken boynunun arkasında ki simge kaşlarını çattı. Ardından arkasına dönüp öfke dolu bakışlarını, Nefes'e çevirdi. Tek bir adımda ayağa kalkıp, üç koca adımda Nefes'in karşısına dikildi. Ölümcül bakışları bir ölüden farksız olan kadının Beyazımsı mavimsi gözlerinde gezindirdi.
“Onu da sen yarattın ama...” Cümlesini tamamlamasına izin vermeyen bir terslik oldu kimsenin beklemediği birşey, kapıdan kan kırmızısı bir kadının sesi yankılandı duvarlarında ardında.
Nefes arkasını döndüğü gibi bir kahkaha peydah etti nefesinden.
Nefesti o, sadece nefes... Ne sesi vardı ne de eşi benzeri... Bir nefes nasılsa o da öyleydi.
Adam kaşlarını çatarak gelen kadına baktı, bu kadar erken dönmesini hiç beklemiyordu.
“Kanlay” adamın dudaklarından firar etti bu isim...
Bir oyunun oyunbozanıydı o, Kanlay Ulukan.
Bir oyunun başlangıcıydı o, Nefes Sonses.
Bir oyunun sonuydu, bir katliamın kıyametiydi o, kıyametten önce ve kıyametten sonrası için bir yeri vardı onun. Hepimiz öğreneceğiz o’nun kim olduğunu. Ama şuan değil... Şuan hiç sırası değil...
ᚐ҉ᚐ
Kanlay Ulukan, safece bir oyunbozan değil, bir oyunu tekrardan yaratabilirdi.
Yapmıştıda, herkese şüphe düşürmüştü. Ahsenin hasta olduğunu düşüneceklerdi ama kimse bilmiyordu ki hasta olan onların bunu düşünmeleriydi.
Kanlay Ulukan, kan'a susamış kan'a açtı ancak bir bebek kurban edilirse doğardı o.
O bebek, Ahsenin minik kardeşi olmuştu. En can alıcısı ise herkesin bu olaya şahit olmalarıydı. Her yer kandı çünkü kandan besleniyordu.
Kimse bu olayın aslını hiç birşekilde doğru düzgün öğrenemiyeceklerdi takı, son an’a dek.
•••
Nefes Sonses, çok vakti olmamıştı dünyada, bütün insanlara düşmandı bundan dolayı. Kendinde güç bulup yine kendine güç vermişti. Yalnızdı daima yalnız kalacağını düşünüyordü her an’a dek. Ama birşeyler ters gitti. Yardıma ihtiaycı vardı, oyununu daha zevkli hâle getirmek için piyonlar inşâ etti.
Birilerinin hayatını mâhfederken birilerinin hayatını kurtarması gerekiyordu. O ne iyilik meleği ne de şeytandı. O Nefesti, ama kısaca Şeytan-i Nefes-iz.
•••
O, evet. Hâlâ ve hâlâ o. Birilerini kurtarmak için gönderildiği dünyada kendini kaybetmişti. Ezilmişti bunca şeyin arasında o dünyada doğmamıştı, o Nefes’in yarattığı bir piyon bile değildi. O bir fabrika hatasıydı, Kimse tarafından istenmeyen, hor görülen ve dışlanan taraftı. Sahte bir ipin üzerinde tren yolunda gider gibi gidiyordu. Ama o yolun sonu uçurumdu.
Ya ölücekti, ya da öldürecek. Birini kurban etme hakkı vardı dünyada, eğer birisini öldürmezse kendisi ölecekti.
Ya kurtaracaktı, ya da kurtulacak. Birini kurtarma hakkı vardı dünyada, eğer birini kurtarmazsa bencillik edip kendisi kurtaracaktı.
Kurtaracağı kişi Ahsenken, Kurban edeceği kişi yine Ahsen'di.
Ona hem ölme hem yaşama şansını nasıl verebilirdi ki? Veremezdi.
•••
Kimsenin tahmin etmediği, önemsiz birisi diye dışarı atıp unuttuğu o kişi aslında bir vâr olan. İntikam Düşmanıydı. Bulanık zihinlere istediği komutu verip oyunlar yaratabiliyodu. Çift karakterli kişilik bozukluluğuna sahip olduğu için kimse ondan şüphe dahi duymamıştı. O kimmiydi? O şeytanın soyundan gelen en tehlikeli İntikam Düşmanıydı.
Şevval Karayel.
Ya da, Hırsal Oksubay
•••
Onlar birilerini öldürenler değildi. Onlar kimseyi katletmedi. Evet aklınızda o soru işareti var, Zehra. Evet Zehra ölmedi! Zehrayı hapsettiler. Kum Saatinin içindeki bir kum tanesiydi Zehra.
Bunca yıldır öldü sandığı sevgilisi aslında ona doğum gününde aldığı kum saatinin içinde ki bir kum tanesiydi.
Nefes Yolunun türlü oyunları daha bununla sınırlı değildi, bunlar çeyrek bile değil!
Bunları bilmeniz bile mucize. Çok büyük bir şans, ya da pardon! Şans-sız-sınız.
ᚐ҉ᚐ
“Uyansana uyuyan güzel, bir oyun oyniyacağız. Tik tak, tik tak. Zaman daralıyor gece mavisi artık gece kırmızısı mı demeliyim”.
Adi, arsız pislik. Nerede ve nasıl buraya geldiğimi hiç bilmiyordum ama tek hatırladığım şey en son bir gece konuda olduğumdu. Şimdi ise ağzım ve elim kolum bağlı bir halde sandalyeye bağlanmıştım.
Karşımdaysa inanılması güç olan birisi duruyordu, Katilim. Evet yanlış duymadınız karşımda o kurtarmaya çalıştığim ama bir türlü kurtaramadiğim küçük çocuk vardı, ama küçük değildi. Katilimdi.
Bana iki adımda yaklaşıp ağzımı açtığı gibi suratına tükürdüğümde bir kahkaha firar etti o pislik dolu sesinden. Neye gülüyor bu arsız adam?
“Pisliksin, Pislik!”
Gülüşü yavaş yavaş solup, ciddi bir yüz ifadesi takınmıştı. Arkama geçtiğinde elimi ve bacağımı çözdüğünde affalamam ve şaşırmam bir oldu.
Ne yani serbestmiydim.
“Nasıl yani serbestmiydim?”
İçten ve sıcak bir gülüşle bana baktığında ayağa kalkıp karşısına dikildim.
Boyu benden biraz uzundu, baya uzundu. Peki peki evet boyu baya uzundu, ona yerden baktiğim için boynum tutulmasından korkuyordum.
“Bunu neden yaptın, isimsiz?”
Hâlâ sırıtarak suratıma bakyordu, derin bir nefes aldı.
“Seni kurtardım, Kan Tanesi. Böyle mi teşekkür edilir?” başını iki yana sallayıp cıkcıkladı. “Sana hiç yakıştıramadım bak, tessüf ederim”.
Dediğinde, bu sefer kahkaha atan ben oldum.
“Beni kurtarmak mı? Aptalmısın isimsiz katil.”
Kaşlarını çatarak bana bir adım daha attiğinda yutkundum.
“B-ben” kahretsiz kekelemiştim! “B-ben, öyle demek ist-”
“Ben sevilmeyecek kadar kötü birisimiyim, Kan Tanesi?”
Ani sorusu ile yutkundum. Bütün laflarımi geri teker teker yuttuğumda yerini sadece sinir ve öfkem almıştı. Bir anda ağzından “Sen katılsın, İsimsiz. Unuttun mu? Katılsin!” firar eden bu cümleler gözlerinde ki yıkılışa şahit olduğumda dilime binlerce kere küfrettim.
Utanarak başımı yere eğdiğimde koşarak buradan uzaklaşmak istedim kaçıp gitmek yok olmak istedim. Ama hiç biri olmadı tek bir kelimesi hayatımın daha yeni başladiğinin uyarı sirenlerini çalmıştı.
“Son daki Kan, Kan Tanesi. Son daki Kan”.
Bu ne demekti?
“Son dakikam olan şeyde ne?”
Alayla güldüğünde, kaşlarımı çattım ve tekrardan yeniledi.
“Son daki Kan” dedi yeniden.
Sonra elini arkasına atıp bir şey çıkarttı öne gözlerim gördüklerinden dolayı yuvalarindan çıkacak gibi oldu. Kalbim çok hızlı atiyordu şuan buradan gitmem gerektiğini ikaz ediyordum kendime. Ayaklarimin tabani yanıyordu, elinde tuttuğu şey. Bir kum saatiydi ama bildiklerimle uzaktan yakından bir alakasi yoktu. Kumları kanla bulanmış kırmızı kuru lekeler vardı, dış camına diyecek sözüm yoktu. Yine kan vardı ve yutkunmama sebep olan şey dediklerini yeni yeni idrak ediyor olmamdı.
Kum tanelerinin bitmesine sadece çeyrek bir kum kalmıştı ve dediği Son dakikan değil. Son daki Kan’dı.
Tekrar beynimd kazınacak bir şekilde sesi kulaklarımda uğuldadı. “Son Daki Kan”
Sanki bir kasırga çıktı ormandaki bütün toprak havaya kalktı ağaçların yaprakları fırtınada havaya karışıp kopacak her yer yerle bir olacak gibiydi.
“Bir dünya Kum Tanesinin içindeyse, fazla vaktin yok Kan Tanesi. Kaybedecek bir şeyin yoksa Nefesinde yoktur. Son daki Kan’ı bul. Bulamazsan kurtar kendini, Kaybet beni”
Bir zelzele oldu yeniden... O günkü gibi bir baş ağrısı ben yere düştüm. Kum saati elimin dibine. Kum taneleri usulca akmaya devam ederken başımdaki ağrı giderek artıyordu. İleri uzanmak istedim ters çevirip zamanı yeniden başlatmak istedim ama yapamadım.
Birşey bana engel oldu, kara siyah silüetli kadın ve önündeki kum saatinin yanına koyduğu kanlı bir fotoğraf.
Biri vardı resimde bana benziyordu. Ama ben değildim. Çünkü o kum saatinin içine haps edilmi şti. Bense kum saatinin dışındaydım.
Neler oluyordu bilmiyordum ama gözlerimi sımsıkı yumdum, ve kendimi boşluğa zifiri karanlığa haps ettim. Yeniden...
Sonsuza dek’ yeniden...
⏳
Sezon Sonu
Ara tatilde 16. Bölümü aticam. |
0% |