@ruhlarinyazicisi
|
Yeni bir dünya, yeni bir başlangıç yaratmak içindir.
Yeni bir başlangıç bir felakete doğuş, bir zelzeleyle kan dökmek değil kan yaratmak için verilmiş bir savaştır.
Bu bir savaş değildi, bu bir mücadele de değil.
Bu çaresiz kalanların çıkarları ve görmezden gelinenlerin görünülmüşlüğüydü.
Asıl gerçek bir nefeste yatarken, bütün sahtelikler bir kan da yatıyordu.
Evet o, herkesin beklediği kişi o’ydu. Kanla bütünleşmiş, gücünü nefesten almış hem kan dökecek hem aynı bedende nefesi beraberinde yaşatacak, yaşattığı bedende kendi ruhunu köreltecek birisi.
Afil Alaz Dizdar
Soğuk bir çaresizlik yatıyordu içinde kimse göremezdi onu, duyamazdı, konuşamaz hatta etkileşime bile geçemezdi.
Soğuktu o, hep soğuk kalıcaktı. Zorundaydı, birini sevemez, bağlanamaz, birine merhametde bulunamazdı.
Kurallar ve Kuralsızlıklar onun içinde geçerliydi. Kafasına göre hareket edemez bir kurala uyması gerekir, kendince kurallar yaratada bilirdi.
Dünya onun için bir oyun merkezinden farksızdı. Burada olmayı o istememişti ama olmak mecburiyetindeydi. Hem onu koruyup, bir yandan da nefesini alması gerekiyordu.
Ya kan dökcek, yada kan dökülmesine müsade edecekdi.
Bu dünya insanların içlerinde rahatlıkla yaşadiklari bir yer değildi, şimdilik.
Farklı dünyaların insanlarıydılar. O bir dünyalı, o ise zaman kaçkınıydı.
Zamansız gelen herşey onun için en güzeliydi. Kendisi hariç.
Bir anne karnında sadece 3 ay durmuştu Afil. Annesi lavobadayken küçük bir bebeğin daha oluşmamış kemiklerini görmüştü. Çok kan akmıştı, ya kendisini kaybedicekti ya bebeği.
Kan kaybindan ölebilirdi ama öyle olmadı ansızın gelen biri onun bütün acılarını kendi içine çekti annesine nefes oldu. Kendisine ise ölüm.
Bir ölümle doğdu, kendi ölümüne. Hastanede bebeği kaybettiğini öğrenen anne dehşete düştü, kendisini aldatan kocasından olan bir bebeğe tek başına ne kadar bakabilirdi ki? Bu 3ay onun için çok zordu.
O gün hastaneden taburcu olup, hastane otoparkına ilerlerken savsak adımları bedenindeki yükü taşıyamıyordu. Yıkılmıştı. Bir bebekle, -ne kadar o adamdan olsa bile- toparlanacağını düşündü, en azından küçük bir bebek onu sever sandı. Ne sevdi ne sevindirdi, daha cinsiyeti bile belli olmayan küçük kemik yapılı canlı hayatını kararttı.
Arabaya binip sürücü koltuğuna geçmişti, artık yolun sonuydu. Nefesi yakınındayken yol ona çok uzun geliyordu. Anahtarı tahtı, arabayı çalıştırdı. Emliyet kemirini takmaya bile cürret etmeden son sürat gaza bastı.
Gözü dönmüştü bebeği ölemezdi, hayattaki tek yaşama nedeni ölmemeliydi. Otoparkın çıkışına doğru giderken bir anda bütün bedeni dondu, araba kontrolünden çıkmıştı. Ne kıpırdaya biliyordu, ne de önünü görebiliyordu.
Araba o kadar hızlı hareket ediyordu ki etraftaki arabalara çarpacak diye kalbi 360 atıyordu.
O an, ta o an birşey hissetti. Yanında birinin varlığını, o’nu. Gözleri pörtledi, bu olamazdı. Hayal görüyordu, ama o tam yanında zevkten dört köşe olmuş bir şekilde duruyordu.
Bir buhar gibiydi vücudu elini kaldırsa içinden geçicekti. Bir buhar değildi belki ama bir nefes olduğu tartışmaya kapalıydı.
Araba çıkışa vardığında ters yöne gidip sol viraj almıştı. Sonra bütün hastaneyi dolduran o ses yankılandı.
Bir arabanım yanan kaportasından gelen patlama sesiyle, araba havaya uçup bir bomba gibi patlamıştı.
Otoparkta olan felaket bu kadarla sınırlı değildi.
Daha çok kan lazımdı, daha çok kan onu yaşatmak için gerekliydi.
Bir katliam düzenledi. Ölümle doğacak olan bir bebek için o hastanedeki bir kişi bile sağ kurtulamadı.
Kurtulmaya çalışan, camdan atlayan insanların hepsi havada bir meyve gibi doğranarak can verdi.
O yıllardan sonra herkes bu katliamı konuştu gazete manşetlerinde tek bir haber vardı.
“Hastanede olan katliam, insanların hayatlarını tehlikeye attı!”
O gün kaç insanın hayatı mahvoldu belli değildi. Ama kimsenin bilmediği bir gerçek vardı.
Onların kanları, bir bebeği dünyaya getirdi. Hemde hiç gelmemesi gereken bir bebeği.
Nefes bile pişmandı onun için bunları yaptığına.
Hiç birini haketmediğini, çok güçsüz olduğunda anlamıştı.
Afil, güçsüz değildi. Karamsardı. Kaderi arafların en üstüne yazılmıştı.
Dünya da bir görevi vardı, bir can alması, bir canı da yaşatması gerekiyordu.
Karar kumunda kimsenin beklemediği birşey oldu.
Onun kaderini o an anladılar.
Ölümle doğan bir bebeğin kaderi, yine bir ölümle kararacaktı.
Kendi ölümüne doğmuştu, yine kendi ölümüyle batacaktı.
Karar Kumu, ölüm ve yaşam arasında aynı isimde durdu.
Bütün masa sessizliğe boğulurken, sinir ve şaşkınlık arasında kalan Nefes, birşelerin ters gittiğini çok önceden biliyordu.
Karar Kumu herkesin yaşama kaderini belirlerken, onun nasıl ölüm kaderini belirlerdi? Ama atlanan bir nokta vardı.
Yaşam ve Ölüm arasında ki mücadeleyi iki tarafta kazanıyordu.
Yaşayan bir ölüydü, dünyada. Ölü bir yaşayandı, Kanlı Kum Kulesinde.
Hayat acımasızdı, yine acımamıştı ona.
Öldüreceği ve Yaşatacağı insan aynı olduğu için hem yakın hem uzak durması gerekiyordu.
Afil Alaz Dizdar, karamsarlığın kendisiydi.
Afil Alaz Dizdar, ölümün kendisiydi.
Afil Alaz Dizdar, Ahsen Karabağın kaderinin arafıydı.
✡
Zelzelelerde kanlar yatarken doğmuş bir bebek için bu dünya çok sade. İçinde biriktirdiği acının dozunu bir insanın nasıl anlayacağını çözmek, bir insanın canını nasıl alacağından daha zor gelince, düşünmemesi gereken şeyler düşünürken bulmuştu kendini.
Gerçekten sevilmemesi gereken bir yasak meyvemiydi o? Katil demişti, öldürmesi ve yaşatması gereken kişinin kendisi olduğunu bilse bu lafları edermiydi?
Gerçekten bir katil olsaydı, onu oracıkta sağ bırakıcağını mı düşünüyordu.
Bazen öfke anında kontrolden çıkar, kuralları kuralsızlıklara çevirip insanları bölmekten hoşlanırdı.
Geçerli bir çok sebebi vardı. Ve bu sebepler er yada geç herkesin öğreneceğini biliyordu.
Yürüyordu ama aklını kurcalıyan karamsarlıklar sağında solunda cirit atıp türlü şaklabanlıklar ediyordu.
Düşünmek yasaktı ve o bir yasağı daha hiç düşünmeden çiğnemişti.
Bunun için ceza alacağını bildiği halde umursamıyordu.
Sol koridordan geçerken durdu. Bunlara katlanmak zorunda değildi. Onların kurallarına uymak zorunda değildi, sonuçta o bir aykırı değilmiydi? Onlara uymak zorunda değil, onların kurallarına ayak uydurmak zorunda hiç değildi.
Adımlarını geldiği yoldan geri döndürdü tam bir adım atacaktı ki o lanet ses yine bedenini ele geçirmek için can atıyordu.
“Nereye? Toplantı alanının orası olduğunu sakın söyleyim deme bana!” diyen, Nefesin sesiyle tuttuğu nefesini verirken, tekrardan bir dönüşte varış rotasına döndü, kafasını kaldırıp kapşonunu kafasından çıkartıp elini ensesine attı.
“Galiba yine karıştırdım” soğuk çıkan sesi koridor boyunca havada asılı kalmıştı. Nefes karşısında hâlâ ona boş bakışlar atarken bunun ‘hâlâ orda ne dikiliyorsun’ anlamına geldiğini biliyordu ama gitmek istediği yer, kaçış alanıydı. İnsanların içine karışıp onların üzerinde bölme işlemleri yapmak istiyordu. Derin bir nefesin ardından adımları, kapının önünde son buldu. Sağına doğru kafasını yatırıp içeriye bir göz attı.
Herkes buradaydı ve o yine geç kalmıştı. Eli yine ensesine gitti, oradaki yara cayır cayır yanarken içi buz kütlesinden farksızdı. Zihni zamanı anlamaya çalıştığında tam 47 dakika geç kaldığını hissedince derin bir of çekip adımları boş sandalyesine doğru ilerleyip yerine otrudu.
Nefes kapıyı kapatıp kendi sandalyesine kurulduğunda, herkesin öfke dolu sinir nefesleri ortalıyta soluyordu.
Etraftaki kendi üzerine bakan gözlere hiç değdirmeden karşısında ki kadına bakıyordu
Hırsal Oksubay Şevval Karayel
Bu kadını buraya getirmekte çok büyük bir hata yaptıklarını onlara uzun uzun açıklamak isterdi ama sözleri havada asılı kalacağından, bir insanin asılı kalmasına tercih ettiği için sustu ve izlemeye devam etti.
Masanın en başında oturan kırmızının kor rengine sahip siyahlıktaki duman karası gözlü kurucu isimini henüz öğrenmediği Kadın ayağa kalkmasıyla herkes ayağa kalkmıştı.
Birisi hariç. Evet, Afil.
Yine gözler onun üzerine dikildi. Bir saygısızlık yapmıştı ama onun için kendini hiç yoramazdı, bir an önce saçma toplantilarini bitirip dünyaya gitmek istiyordu.
Ona kınayıcı bakışlar atan bütün gözleri yok sayarak omuz silkti.
Kurucu, sanki onu görmezden gelmiş gibi söze daldı.
“Evet, çok büyük bir iş başardınız. Birimizi daha aramıza alıp kurtardık.” kadının sözünü kesmişti, susamazdı.
“Kurtarmadım, Buraya getirdim. Olması gerektiği yere.” üstüne basa basa söylediği cümleyi hiç duymamış gibi davranan kurucu konuşmaya devam etti.
“Buraya kendi benliğini, kaderini bulmaya geldi.” eliyle Hırsal’ı gösterdi. Korkudan ve endişeden hâlâ yerinde baygın bir şekilde titreyen kız neler olacağını kestiremiyordu. Korku dolu gözleriyle masadaki herkesi süzdüğünde daha fazla korkmuştu.
“Evet, Hırsal Oksubay. Kaderin senin ellerinin altında, çevir bakalım Karar Kumunu.” kadının dediklerinden ürperek arkasında duran bir duvar saatinin içindeki kumlara ve isimlere öylece göz gezdirdi.
Bir yerde cehennem ateşi varken diğer yanda kırlarda çiçekler vardı. Kız titrek elleriyle ilk önce saate dokunduğu an bedenine sızan kor buharla korkuyla gözlerini açtı, elini çekmek istiyordu ama bir güç onu buraya itiyordu.
Bu eline ve vücuduna yayılan sıvı her neyse uzun süren bir uykudan yeni kalkmış hissiyatı yaratmıştı.
Kapattığı Orman yeşili gözlerini açıp sağına ve soluna öylece bir bakış attı. Şaşırmıştı. Bu onu çok şaşırtmıştı.
Eli saçına gitti, örülmüştü kömür karası saçları. Dudaklarindan bir gülümseme peydah olurken üzerine bir göz gezdirdi.
Oduncu pantolonu ve okçu kıyafetleri vardı üzerinde. Ayak ucundaki torba dikkatini çekti, eline alıp içini açtığında bir ok ve yay çıkmıştı.
Motifleri hoşuna gitti. Yayın ucunda kırmızı bir zümrüt, okun ucundakiyle aynıydı. Ok ve Yaydaki yılan desenleri kırmızı ve beyaz diye iki renkten oluşuyordu. Okun tüylerindeki kum saatine hayretler içerinde baktı. Yapraktan oluşan bir kum saatini andırıyordu. Buna kum saati demeye bin şait isterdi.
Yaprak Saati.
Mutluluktan ve sevinçten masadaki hayret ve beğeni dolu gözlerde gezini yeşilleri. En son Kurucuda durduğunda dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme peydah oldu. Elindeki torbayı yere bıraktığında koşarak Kurucuya sarıldı.
Ve dudaklarından tek bir kelime döküldü.
“Eve döndüm, anne. Eve döndüm, teşekkür ederim.”
Bu cümleyi duyan Afil şaşkınlıkla kaşlarını çattığında ayağa kalktı. Bunu gören herkesin meraklı bakışları ona dönerken, Hırsal ve Kurucu yani Harzal Oksubay birbirlerinden ayrılıp herkes gibi bakışlarını ona çevirdi.
Kaşlarını daha çok çattı, Afil. Çenesi seğriyordu şakaklarında ki damarlar boğumlandıkça patlayacak gibi oluyordu. Ve o an kimsenin daha önce görmediği birşey oldu.
Afil'in gözleri aynı rengi aldı. Sadece siyah, zifiri karanlıktı. Gece karanlığıydı, boşluk karanlığıydı.
O an bakışları tek bir kişiye baktı öyle bir baktı ki şuan ölmek için dua etmeye bile vakti olmadan öle bi lirdi.
Öfkesi neyeydi bilmiyordu ama bu kızda baktığında hiç iyi şeyler hissetmiyordu. Aynı bir ölümlünün, hayatlıya hissettiği şeyler gibi.
Düşmanlık ve tek düşündüğü.
Bir ölümdü.
🝮
Bölüm sonu |
0% |