Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM

@ruhsuzanonim7_resm

Bir Dava Meselesi 1. Bölüm

Eski Hayatımda Yeni Ben

Yalova

Operasyon sonrasında, takviye ekibin dağılmaya başlamasıyla "İyi iş çıkardınız, çocuklar." dedi, esat amir. Başımla selam vererek polis minibüsüne binmek için adımladım. "Akay, seninle konuşabilir miyiz kızım biraz." Esat amiri'n sözleri adımlarımı durdurdu. Bu konuşmadan kaçamayacağımı biliyordum daha fazla konuşmaktan kaçınamazdım. Amirim'e yüzümü döndüğümde gözlerimiz kesişti. Yutkunarak, asker selamı vererek, omuzlarımı dikleştirdim. "Emredersiniz, amirim." dediğimde gülümsedi. Ellili yaşlarında olmasına rağmen, kel ve göbekli tabirinden oldukça uzaktı. Uzun boyu, ideal kilosuyla beyaz saçları ayrı bir hava katıyordu. Kara hareleri benim kahverengilerim ile konuşuyordu.

"Gel, kızım." esat amir'in yanına ilerlerken, gözlerim deli mavileri seçti. Bana öfkeyle bakan, hırçın dalgaları görmezden gelerek amirim'in yanına vardım. "Buyurun, amir'im." dedim, ciddiyetle.

Çünkü ne konuşacağımızı biliyordum..

"Resmiyeti, şimdilik bir kenara bırakalım akay." dediğinde gerildim. Gitmek istiyor hemde istemiyordum. Kimseyi arkamda bırakmadan gitmek isterdim. Kimsenin benim yüzümden üzülmesini de istemiyorum. Ama evime, şehrime gitmek, hayatımı orada idame ettirmek istiyordum. Ailemi özlemiştim. "Peki, amir- pardon, esat amca." dediğimde güldüm. Alışkanlıklar, alışıldığı kadar kolay bırakılmıyordu. Gülümseyerek, iç çekti. Bu konuşma onun içinde zordu tabii en çok benim için..kaçınılmaz sonumu konuşmak, düşündüğümden stresliydi. "Tayinini istemişsin." dediğinde aramızda sessizlik oldu. Konuşan herkes bir anda susmuştu sanki. Boğazımı temizleyerek konuşmak için dudaklarımı araladım. Aralanan dudaklarımın arasından çıkmayan kelimelerle dudaklarımı birbirlerine bastırdım. Ekip arkadaşlarım ve meslektaşlarımdan uzaklaşmıştık. Sessizliğin sesi olur muydu? Şuan çığlıklarını duyumsuyordum. "Ailem, biliyorsunuz.." yutkunarak amirim esat amcaya baktım.

Bakışları çok uzaktaydı. Burada ki ilk günümde beni benimseyen tek kişiydi. Zamanla başarılarım üzerine tanındık biri haline gelmiştim. Bu zaman diliminde beni aralarına kabul eden ekip arkadaşlarım ile aile olmuştuk. Babamız, amirimiz olan esat amcaydı. İkimizin geldiği sene aynıydı. Polis kızı vardı onunda, yönettiği operasyonda ölen kızı için mesleğine ara vermişti. İntikamı için kendisini yalova da bulduğunda benimle karşılaşmıştı. Ama şanslı olan bendim..Bana babalık yapıyor, beni koruyup kolluyordu ancak resmiyeti aşmıyordu. Onun için samimiyet ona yalnızca amca dememdi. Devam edemeyeceğimi anlayarak "Sen benim ikinci kızımsın, akay. Burada ki aileni unutmayacağını biliyorum, senin gerçek bir ailen olduğuna biliyorum ama.." titreyen sesiyle kasıldım.

"Esat amca, bu durum benim içinde zor bunu biliyorsun..bana aile oldunuz burada bana sahip çıktınız. Minnettarım." dediğimde sesim içime kaçmıştı. Ağlamamak için kendimi tutuyordum. Çünkü, biliyordum ki gidişim kadar üzüntüm de onları üzerdi. "Bu kadar duygusallık yeter, biliyorum sadece bana söylemediğin için vedalaşmadan gideceğinden endişelendim." dediğinde, şaşkınlıkla açılmış gözlerim ile dona kaldım."Bunu nasıl düşünürsünüz, insan ailesinden nasıl vedasız ayrılır." dediğimde, sesimin titremesine engel olamadım. Duygusal olmamam gerekiyordu. Bu meslekte, duygular yasaktı.

"Gel, buraya cadı kız." diyerek beni kendisine çekip sarıldı. Başım göğsüne yaslıyken ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. "Esat amca, beni ziyarete gelirsiniz değil mi?" dediğimde sesimin titrememesi için dua ettim. "Söz veremem." dediğinde, kısık gülüşünü duydum. Gülümseyerek ondan ayrıldığımda, sözleri beni incitmedi. Geleceğini biliyordum. "Ekibinle vedalaş, ve yarın, uyuya kalıp uçağını kaçırma." dediğinde, gülümseyişi yüzünde yerini koruyordu. Buna rağmen tok sesi ile "Emredersiniz, amirim." dediğimde elini ileri geri sallayarak 'kış kış ' yaptı bu 'hadi git ' demekti. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak baş selamıyla yanından ayrıldım. Ekip minibüsüne doğru adımladım, araca binmek üzereyken kolumdan çekilmem ile sağ yumruğumu reflex ile beni çekiştiren kollara savurdum. Yumruğum, sert çenesine denk geldiğinde acıyla inledi. Karanlıkta önümü zor görürken, polis aracının ışıkları, film sahnesini andırıyordu. "Gitmeden önce böyle mi vedalaşıyorsun.." dediğinde yutkundum. "Seni unutamayacaktım zaten ama, unutmamamı artık daha imkansız kıldın. " diyerek eliyle ovuşturduğu çenesini işaret etti. "Bunun için özür dilemeyeceğim. Bana benden izinsiz dokunamazsın." dediğimde, içindeki öfke tekrar gün yüzüne çıktı.

Bir dakika!

Gideceğimi mi biliyordu!

"Neden gidiyorsun, akay?" Hırçın dalgaları beni dibe gömmek için can atıyor gibiydi. Onunla ne zaman göz göze gelsek tek görebildiğim öfke ve nefretiydi. "Bu seni ilgilendirmez." sakin sesim onu çıldırtmaya yetiyordu. Rahatsız olarak onu orada bırakıp minibüse bindim. Aramızda diğerleriyle olduğundan daha farklı bir bağ yoktu.

Arkadaşlarım ile vedalaşmam için yalnızca sabaha kadar vaktim kalmıştım ve

konuya nasıl gireceğimi bile bilmiyordum. Bir kaç gündür bende ki garipliğin farkındalardı ancak bana karşı tutumlarında değişiklik olmamıştı. Aile dediğin böyle olurdu. Onlar o yüzden benim buradaki ailemdi. Esat amca geldiğinde yola çıktık hırçın dalgaların sahibi başkomiser baran ise hemen karşıma oturmuş bana gözlerini dikmiş bakıyordu. Onları bırakacak olmamdan çok onlara söylemediğim için kızgındı. Bana karşı duyguları öfkesini harlarken ,ben o hariç her yere bakıyordum. Aramızda bir şey yoktu, olamazdı!

Bir süre sonra araç durdu etrafa bakındığımda buranın bazı operasyonlar sonrasında kafa dinleyip dertleştiğimiz, köfteci olduğunu anlamıştım. Sahile gelmiştik. Sahil kenarında ki bu köfteci bana istanbulu hatırlatıyordu. Her zaman ki gibi kaptığımız tabureler ile iki masayı birleştirerek masanın etrafında çember oluşturmuştuk. Oturduğumuz ilk anda bu gecenin anlatıcısının ben olduğumu fark ederek, bugüne kadar yaptığım dinleyecilik görevini bu gece devrediyordum. "Bu gece benim olsun mu?" iç çekerek, bakışlarımı, karanlık sulara çevirdim. Bana baktıklarını biliyordum ve bu vazgeçmeme neden olmak üzereydi.

Bu birlikte son sefa gecemizdi..

Köfteci, necmi usta masaya geldiğinde ayağa kalktık, erkek erkeğe birbirleriyle sarılırken, biz üç kadına "Hoşgeldiniz sizde kızlarım." dediğinde gülümsedik. Rüzgarın, sert esintisi-nin şalımı uçurmaması için bir elimle tutuyordum. Necmi usta bize her zaman ki bol soğanlı köfte ekmekleri getirmeye gittiğinde söze girme vaktimin geldiğini biliyordum.

Boğazımı temizlediğimde dalgın bakışların, hedefi ben oldum. Şaşkınca "Nasılsınız?" diye sorduğumda bu konuda ne kadar kötü olduğumu acı şekilde anlamıştım. Ben bu dinleyici olma işine geri dönebilir miydim? Daha fazla dayanamıyormuş gibi "Senin neden iyi bir dinleyici olduğunu anladım." dedi, merve gülerek. Gülümsemesi sahici değildi. Gülüşü ortamı havanın soğukluğuna inat ortamı ısıtmak için olduğunu belli ediyordu. Buraya geldiğimiz hiçbir gün susan olmazdı bende buna dahil ama bu gece bir ilk yaşıyorduk..ve bu gecenin sessizliği benim yüzümdendi. "Nereden başlayacağımı bilemiyorum." dedim sahici bir sesle.

Akın abi, "Karar verdiğin günden." dediğinde iliklerime kadar titredim. Yutkunma hissiyle dolup taşıyordum.

Biliyorlardı..

"Söyleyecektim, yemin ederim." dediğimde, susmayı tercih etmişlerdi. "Ailem, yaşlanıyor..kardeşim büyüyor ve ben bu anları onlar ile geçireceğim günleri kaybetmek istemiyorum. Sizlere değer veriyorum, burada ki ailem-" cümlemi tamamlamama izin vermeyerek lafımı kesti hırçın dalgaların sahibi, başkomiser baran. "Kim ailesinden, böyle birşeyi saklar ki?" diye sorduğunda, niyeti her ne ise beni sinirlendiriyordu. Ailem gibi gördüğüm, kimsenin benim hakkımda böyle bir şey düşünmesini kaldıramazdım. "Baş komiserim, tahmin edersiniz ki benim içinde zordu bu durum." dediğimde, ellerini birbirlerine kenetleyerek, dirseklerini diz kapaklarına yasladı. Başkomiser baran, bir şey söylemek için araladığı dudaklarını esat amcanın sözleri ile kapadı. "Sendeki tuhaflığı fark ettikleri ilk anda bana geldiler.." dedi esat amca, ekip arkadaşlarımı göstererek, sözlerine devam etti. "Beni darladıklarında, sana sordum ama bana bile bir şey anlatmayınca endişelendik.." dedi, iç çekerek. "Sonra ne oldu?" evet, bunu soran bendim. Konuşmam ile tekrar bakışlarının esiri olduğumda üzüntümü gizlemeye çalışmadım. Zaten bunu başara bilmiş değildim. Esat amca, "Müdürün odasına, kapanan dava dosyasını götürmeye geldiğimde, sizi konuşurken duydum. " dedi, sakince. "Başta bunu yapmayacaktım ama senin dertli hallerini hatırlayınca kulak misafiri olmak zorunda kaldım. Başta ekibini değiştirmek istediğini sandığımda, gerçek anlamda korktum, akay.." dedi. yutkundum. Pişmanlıkla oturduğum taburenin üzerinde kıpırdandım. "Sonrasında, laf arasında istanbul tayini geçince anladım. "Son sözlerini baş komisere yani baran-a bakarak söylediğinde gözlerimi kaçırdım. Bizi dinleyen, esat amca değil, başkomiserdi! O gün oda dan çıkar çıkmaz baranın bana olan tavrını hatırladım. Onu o an anlayamamıştım ama şimdi anlıyordum.. "Vedalaşmayacağız." dedi, selim abi. Bakışların hedefi o olurken, o direkt bana bakıyordu. "Nasıl yani?" diye sordum, tereddütle. Beni silecek olmaları düşüncesi beni, yıkmıştı. "Duydun, vedalaşmayacağız.." dedi.tekrar. Dolu gözlerimle ona bakarken, gülümseyerek "Gerçek aileler, birbirlerine veda etmez de ondan..görüşürüz elbet izin günlerinde toplanırız, sık sık arar görüşürüz." dediğinde dolan gözlerim de ki birikmiş yaşlar, akmaya başlamıştı. Beni silecekleri için korkmuştum ama onlardan ayrı kalmakta beni yaralıyordu. Koskoca, üç sene dedim kendime.."İyi ki varsınız.." diyerek ağladığımda, güçlü olamadığım için kızdım kendime.

"İşte köfteler, buyrun bakalım" necmi usta da masaya geldiğinde sohbet ilerlemişti. Saatin üç olduğunu ve sabah için sorun olmaması adına, beni eve bıraktılar.

⛓️‍💥

Çalan telefonumun sesi tüm odayı dolduruyordu. Gözlerimi aralayarak bir kaç saniye yumdum. Geç gelmiştim eve ve gelir gelmez evrakların başına oturmuştum ne zaman uyuya kaldığımı bile bilmiyordum. Çalan telefonu dosyaların altında ararken homurdanmayı eksik etmiyordum. Telefonu çalıştığım dosyanın altında bulduğumda gecenin yorgunluğunu üzerimden atamadığımı fark ettim. Sersem gibiydim. Aramayı cevaplayarak "Efendim." dediğimde annemin homurtusu zihnimde yankılanıyordu. "Bu saat oldu neredesin? Sakın bana gelemiyorum buraları bırakamam gibi cümleler kurma burada ki yerini hazırladı baban." Art arda konuşması beni düşünmeye sevketmişti. Nereye gelmek, hayır! "Saat kaç ya!" kendime kızıyorken saate baktım. Annem beni duymuş olmalıydı ki "Ne demek saat kaç ne demek ha kızım sen kime çektin böyle bana çekmemişsin o kesin hâlâ uyuyor musun ?" sinirini kilometrelerce uzaklıktan hissedebiliyordum. "Daha bir saat var anne." sözlerim onu sakinleştirmek bir yana dursun daha çok tetiklenmesine neden olmuştu. "Bir saat sonra oradayım, sizi çok özledim. Valizimi topluyorum. Uçağa binmeden önce ararım." dediğimde beni, valizini son saatler kala mı hazırlıyorsun diyerek azarlamıştı.

Telefonu kapattığımdan itibaren, tüm odayı ve valizi toplamıştım. Daha çok her şeyi valize doldurduğum için oda da toplanmıştı. Giyindiğim gibi başörtümü yapmaya başlamıştım. Yapması en az bir saat süren başörtümü bir dakikaya sığdırmak oldukça zor olmuştu. Hazır olduğuma karar vererek, akademi yurdundan, evimden çıktım. Çağırdığım taksiciyi gördüğümde hızla valizimi bagaja yerleştirmek için şoförün araçtan inmesi ile valizimi şoförün yerleştirmesine izin vererek teşekkür ettim. Kendimi arka yolcu koltuğuna da attığımda havaalanına gidiyordum.

Dün son görevimi yapmış akademiye gelmeden önce meslektaşlarım, arkadaşlarım ile vedalaşmıştım. Burada ki üç senelik hayatımda doğru düzgün akademide ki evimde bile kalamamıştım. Gecem ve gündüzüm full karakolda geçerdi. Uçağa binmeden hemen önce annemi arayarak "Anne, uçağa bindim geliyorum." diye, haber verdim. Heyecanı beni de heyecanlandırmıştı. Bir saatlik yolculuğumda, okumaya vakit bulamadığım kitabımı sırt çantamdan çıkartarak bulutların manzarası eşliğinde okumaya başladım.

İstanbul

Kardeşim beni havaalanında karşılamaya geldiğinde bu üç senede büyümüş olduğunu gömek beni duygulandırmıştı. Babamın arabasıyla beni almaya gelmişti. Abla kardeş arabaya bindiğimizde yorgunluktan bayılmak üzereydim. Bu üç senenin yorgunluğu hiç azalıp, gitmemişti. "Nasılsın, ablacık?" kardeşimin uyuduğumu bile bile soru sormasına kızmayacaktım, hayır ona kızmamalıydım. "iyi senden." gözüm kapalı arka koltuğa yayılmış uyuyordum ve valizimi kardeşime taşıtmış olmanın mutluluğu beni tatmin ediyordu. Canım hamal aman kardeşimi özlemiştim. "Güldüğünü görmedim, eğer mutsuzsan seni hemen geri götürebilirim." dediğinde kapalı gözlerimi zorlukla açtım. Sakindim. Sakin bakışlarımı dikiz aynasından gözleriyle buluşturdum. Bakışlarımın sertliği altında bana bakarken "Şaka yaptım şaka yaptım ben sana!" Şarkı söyler gibi söyledikleri beni güldürmemişti ama gülümsedim. Eve geldiğim gibi babam, beni önceden yani emekli olmadan önceki çalıştığı karakola getirmişti. Karakol müdürüyle konuşurken ikimizde gergin bir o kadar rahattık.

Kesinlikle babamın kızıydım.

 

⚖️

Bir kaç saat sonra

Hepimiz bilgisayarın başında, gelecek maili bekliyorduk. Üniversite mezunuydum ve tahinimi yaşadığım şehre aldırmıştım. Bölge karakolunda ki müdür bey, akşam bir bildiri geleceğini ona göre burada işimi yapabileceğimi söylemişti. Ekrana düşen bildirim ile hep birlikte oturduğumuz sandayelerden kalktık. Şok olmuş gibiydim.. Annem ve babamın tepkisi beni deli gibi sevindirmişti. Burada olacağımdan çok, mutlu oldukları için sevinmiştim. Stresli ve bir o kadar çabanın sonucunda istediğim olmuştu. Çocukluğumun hayali artık kabul edilemeyecek kadar güzellikle karşımdaydı.

Mahallemin polisi..

Babam, "Mevlüt mü okutsak, hanım?" dediğinde, annemin düşündüğünü görmem ile kaynar sular, başımdan aşağıya döküldü. İç çekerek, "Tüm ülkeye duyurdunuz zaten, en son, cami-nin minaresinden imam bilal, amcayı ezandan sonra duyuru yaparken yakaladım." dedim, bıkkın bir sesle.

Bunu gerçekten yapmışlardı!

"Tüm mahalle, artık beni konuşuyor, sayenizde." Annem, gururlu bakışlarının altında ki uyarı dolu tehditkar mimiklerini iliklerime kadar hissettirirken "En azından, onlara bizim verdiğimiz malzemeyle konuşuyorlar, arkamızdan boş konuşacaklarına, bırakalımda dolu dolu konuşsunlar." dedi, gururla. Babam, anneme her zaman ki 'ya sabır' bakışlarını atıyorken bende ,yarın, buradaki mesleğimin ilk günü olduğu için heyecanlıydım.

Doğduğum ve büyüdüğüm şehirde, görev yapacaktım. Okuduğum, bir efsaneye göre; Ruhlarımız biz doğmadan önce tüm özelliklerimizi seçer ve sonra bedenimizi seçerdi. Ben, bana göre cici kızlardan değildim.Bu durumu her ne kadar inkar etsemde babam, her kızın içerisinde, bir cicilik yattığını söylerdi. Ona, bazı kızlar, barbie değil harbidir dediğimde bana anlamlandıramadığım bakışlar altında "Her kızın içerisinde bir barbie vardır, sadece, kendilerini korumak için tırnaklarının pedikürlerini bozmak zorunda kalırlar. Göstermiyor olmaları onları farklı yapmaz." demişti. Bu konuşmadan sonra hayatımın bakış açısı değişmişti. Babam emekli, amirdi. Ben, küçükken babamın görevden gelmesini beklerken, uyuyakalırdım. Bazen ise oyun esnasında telefonu çalar beni öpüp sarmalar, ağlamamam için teselli eder öyle giderdi.

 

Küçükken, işten gelir gelmez yanıma gelirdi. Yine o gecelerden birinde uyku semesi babam odama gelmişti. Yatağımın kenarına oturur, saçlarımı okşardı. Babamın, geldiği gecelerin çoğunda uyanır, onun bana masal anlatıp tekrar uyutmasına izin verirdim. O gece bilinçsizce dudaklarımın arasından bir soru döküldü. "Neden, sürekli gidiyorsun?" diye sormuştum. Babamın gözlerinde ki üzüntü o zaman aklımdan hiç çıkmamıştı. Onu üzdüğümü düşünerek, üzülmüştüm. "Sana, bir sır vereceğim, güzelim." dedi. O an ki heyecanımdan, uykuya dair bir şey kalmamıştı. "Evet, lütfen." ona, sır veriyor gibi fısıldamıştım ama asıl sırrı babam veriyordu.

"Hani, ben gidiyorum ya, bazen seni bırakmak zorunda kalıyorum.." dediğinde, saçlarıma dudaklarını yasladı. "Bazen seni gidişimle, üzüyorum." sözleri teselli ediyor gibi değil, anlamamı bekliyormuş gibi sakin ve sabırlıydı. "Ben, aslıında insanlara yardım ediyorum. " dedi. Çocuk aklıyla "Süper kahraman mısın?" diye sorduğumu hatırlıyordum. Babamın gülüşleri arasından "Evet, balım. Öyle de denile bilir." dedi, kadife sesiyle. "Kahramanım, diyerek sarılmıştım. Geniş bedeni beni sarmalarken, uyumam için ikna ederdi. O zamanlar ilkokulda babamın mesleği sorulduğunda verdiğim tek cevap, kahraman olmuştu.

"Kızımızın umurunda mı sanki, baksana şimdiden bize olan ilgisini kaybetti." Annemin homurtularıyla, düşüncelerimden ayrıldım. "Efendim, afedersin anne, bir şey düşünüyordum. Duymadım. " dediğimde annem, beni şaşırtmayarak "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. Başım ağrımaya başlamıştı. Püneklediğim kanepaden kalkarak, "iyi geceler, majesteleri." dedim. Anneme, bakarak. Babam açık televizyonda ki bakışlarını bana çevirerek üstten bir bakış attı. Bu bakış alındım gücendim bakışıydı. Babama tıpkı anneme yaptığım gibi içtenlikle gülümseyerek, "İyi geceler, hünkarım." dedim. Babamın, gülüşü annemi gülümsetirken küçük ama şirin ailemizin eksiği kapıda belirmişti. "Kardeşine, kapıyı aç öyle git." diyen annem ile duraksadım. "Odama gidecektim zaten ama sen resmen beni postaladın." alınmış sesimle anneme ağzım açık bakıyordum. Kapı zili tekrar çaldığında, içimden söylemem gereken her şeyi söylüyordum. "Patlama be!" kapıya, bakarak cırladığımda babam, bana gülümsüyordu.

Ona gülümsedim. O benim sırdaşımdı.

Kapıya ilerleyerek hızla kapının kolunu aşağıya indirdim. Açılmadığında üstten kilitli olduğunu gördüm. Homurdanarak, kapıyı tekrar kapatmaya çalıştığımda kapının ardından kapatmamam için ittirdi. "Açsana şu kapıyı!" Dediğinde sinirle soludum. Kapıyı kapatmak için tüm gücümle ittiğimde elinin sıkışmasını umursamadım. Bana ettiği hakaretlerin cezası bir parmak kayıbı olabilirdi. Parmağının sıkışmasına son saniye kala elini çekmişti. "Kapa çeneni zaten kapıyı açıyorum salak." dediğimde kapıyı çalmıyor, artık yumrukluyordu. Kilidi açarak kapının kulpunu tekrar kavramam ile indirdim. "Ne bekletiyorsun, on saat!" homurdanarak içeri salona geçti. Kapıyı kapatıp, merdivenleri tımanarak odamın yolunu tuttum. Aile saadeti dozumu fazlasıyla almıştım. Geldiğimden beridir tüm mahalleyle konuşmak zorunda kalmıştım. Çoğunu tanımıyordum. Doğum yapmışım gibi herkes tebrik etmeye gelmişti. En son "kızımızda büyümüş maşallah.." muhabbetinden sonra ortadan kaybolmuştum. Resmen gelir gelmez bana kısmet ayarlamaya başlamışlardı.

Odama eşyalarımı yerleştiriyordum. Deli gibi uykum vardı ama uyumamak için dolabımı yerleştirmeye başlamıştım. Kendime işkence etmek hoşuma gitmiyordu ama uyuyasım da yoktu. Kardeşim, "Akay." diyerek, benden cevap beklemeden kapıyı açarak bodoslama odama dalmasıyla eski alışkanlıklarının devam ettiğine tanık olmuştum. "Bir dahakine, benim müsademi bekle." dediğimde, kaşları alayla yukarı kalktı. Elbette beni kaale almıyordu. Gözlerimi devirdiğimde kitaplığıma kitaplarımı dizmeye başlamıştım. Bu kitapları, kargoyla getirtmiştim ve benden hemen sonra gelmişlerdi. Kardeşim nevresimini yeni değiştirdiğim tek kişilik yatağıma yayılmış beni izliyordu. "Akay?" soru sorar gibi adamı bilmem kaçıncı söyleyişiydi. "Efendim, efe?" ondan hep kardeşim diye söz ettiğim için uzun zaman sonra ilk kez ismini sesli söylemiştim. Bu beni garip hissttirdi. "Çok uyumlu söyledin lan." dediğinde, şaşkınlığı ve beğenisi sesine yansıyordu. "Geldiğimden beridir akay akay diye dolanıyorsun peşimde efe?" bıkkınlığımı sesimden anlamış olmalıydı ki "Sana bir diyeceğim ama-" efenin, cümlesinin yarıda kesilme nedeni annemin bana seslenişiydi. "Neyse sonra söylerim annem çağırıyor sen git bak sonra kızmasın kitaplarıda.." efenin gözleri kitapların üzerinde oyalandığında kendisinin dizmesini teklif edeceğini sanmıştım ama " Gelince yerleştirirsin, hadi git." dediğinde, gözlerimi devirdim.

Kardeş terörü!

Annemin tekrar eden seslenişiyle daha fazla annemi bekletmek istemeyerek efeyi oda da yalnız bırakarak aşağıya indim. "Merdivenlerden yavaş in, kızım." annemin uyarısı üzerine gözlerim merdivenleri bulduğunda annem elime bir şey tutturmasıyla hızla ellerime indirdim bakışlarımı. Bunu o kadar hızlı yapmıştım ki başım dönmüştü.

Mahallede ki kadınların emekleriyle yaptığı elleri boş gelmemek için getirdiği yemeklerin koca bir tabakta buluşmuş haliydi. Kaşlarımı çatarak tabağa baktığımı gören annem sözü eline alarak "Düzgün tut düşürme." dedi. "Ben tokum, teşekkür ederim." diyerek, tabağı mutfak tezgahına bıraktığımda annem, "O sana değil." dedi, sert sesiyle. Kaşlarımı çatmaktan, kırışıklıklarım çıkacak korkusuyla ifademi düzelterek anneme döndüm. "Bana neden veriyorsun o halde. " dedim, bozulmuş bir sesle. Sabır çeker gibi " Kızım sen saf mısın?" diye sordu tüm içtenliğiyle.

Alındım, gücendim.

"Bu tabağı bana vermedin mi?"

"Evet? yani hayır!" dediğinde, afalladım. "Ben en iyisi gideyim." diyerek arkamı dönmüştüm ki annemin bağırışıyla yerimde zıpladım. "Benimle oynama akay." dedi, annem. "Oynamıyorum, sadece anlamadım." dedim, şirin bir sesle. Annem öyle düşünmemiş olmalıydı ki sert sesiyle "Al o tabağı eline." dedi. Kızmaması için söylediğini yaptım ve tabağı bıraktığım yemek masasının üzerinden sakin hareketlerle elime aldım. Annemin gözleri, elimde ki tabaktaydı ve bu hiç yardımcı olmuyordu. "Benimle gel." dedi ve koridora ilerledi. Peşinden giderken bu tabağı neden gezdirmeye çıkardığımı sorguluyordum. Dış kapısının sesini duymam ile bakışlarım tabaktan ayrıldı ve açık kapıyı buldu. "Anne-" Annem, sözümü kestiğinde dudaklarımı birbirlerine bastırdım. "Başörtünü hazır çıkarmamışken, bu tabağı yeni taşınan komşumuza ver de gel." dediğinde, aval aval anneme bakıyordum. "Ne bakıyorsun aval aval hadi kızım geç olmadan bir koşu tabağı ver ve oyalanmadan doğrudan eve gel. Yemek yemeye vakti olmamıştır. Taşınmasıydı eve yerleşmesiydi acıktığını bile fark etmemiştir çocukcağız." annemin dalgın düşünceleri arasında kaybolduğunu fark ederek boğazımı temizledim. Daldığı rüyadan uyandığında "Kız sen hâlâ burada mısın?" dediğinde şaşkınca bakakaldım. "Anne daha tabağı kime vereceğimi bile söylemedin!" diye homurdandığımda annem ciddileşti. Yutkunarak anneme masum bakışlar atıyordum. Annem,"Bekle az sen." diyerek kapıyı yüzüme kapattı. Şaşkınca elimde tabakla kapıda kaldığımda "Ya havle!" diyerek sabır çektim. Kapı, açıldığında tepki vermedim. Benim aksime kapıyı açan efe kocaman olmuş korkmuş gözlerle bana baktığında ettiği terbiyesiz küfürleri duymazdan geldim. Nefes nefese "Ödümü kopardın manyak karı!" dediğinde, çatık kaşlarla ona baktım. "Sende kapıyı düzgün açsaydın!" diyerek, onu azarladığımda altta kalmadı. "Ne yani o zaman öcü ruh gibi karşıma çıkmayacak mıydın?" dediğinde afalladım.

Öcü ruh mu? daha iyilerini duymuştum.

"Düzgün konuş, efe! Sensin öcü ruh ayrıca öcü ruh nedir ya başka bir şey mi bulamadın kafasız!" kınayan bakışlarımı ona yollarken tabağı düşürmemek için dikkat ediyordum. Aksi takdirde mezar manzarımı seçme hakkımda elimden alınacaktı. "Her şey çok doğru da öcü ruh demem mi yanlış geldi majesteleri?" son kelimeyi ekstra alaylı söylemesine göz devirerek "Kes sesini üç harfli." dedim, pörtlek gözleri ile bana bakmasına sebep olmuştum. Bu haline kahkaha attığımda "Öcü ruh benzetmeme laf eden birine göre üç harfli demen baya ironik!" dedi, bozulan ifadesiyle. "Her neyse, annem nerede?" soruma cevap vermediğinde trip attığını fark ettim. Gözlerimi devirmemek için çaba sarf ederek, "Ne yani kız gibi trip mi atacaksın?" diye sordum, şaşkınca.

"Sadece, kızların mı duyguları var?" diyerek sordu, ciddi bir ses tonuyla. Ben kardeşime inanamayarak baktığımda, sinirle konuştum."Kızdırma beni efe, annem nerede diye sordum." dedim. Efe, "Ondan önce başka bir şey dedin ama!" dediğinde, şoke olmuş gibi ona bakıyordum. "İnanamıyorum efe, gloss markan ne?" diyerek, sordum alaylı bir sesle. Efe, merdivenlere yönelerek, "Maybelline new york 016." dediğinde, ağzım açık kalakaldım, arkasından.

Apartmandan çıktığımızda efeye yetişmiştim. Ona yetişmek için asansöre binememiştim ve tüm merdivenleri elimde ki tabağı gezdirerek indim. "Ya ne kadar insaflı kardeşsin sen öyle sağol nazik teklifin için, ben taşıyorum!" dediğimde sinirli sesim alayla harmanlaşmıştı. Beni kaale almayan kardeşime intikam planları kurarken kendi içimde homurdanmaya devam ediyordum. Evden uzaklaştığımızda bu komşunun bizim komşumuz olduğundan şüphe etmeye başlamıştım. "Off nerede bu komşunun evi ayrıca bizim komşumuz olduğu şüpheli." dedim, bıkkın bir sesle. Yeni gelmiştim ve gelir gelmez oturmaya vaktim bile olmamıştı doğru düzgün. Şimdi de sözde komşumuza yemek götürüyordum. "Of amma çok konuşuyorsun Akay Pektaş. " dedi, kardeşim adımın yanına soyadımı getirerek. "Kaşınma efe!" uyarı dolu sesim efenin dikkatini çektiğinde artık ilerlemiyorduk geldiğimizi düşünerek etrafa bakmaya başladığımda efenin alaylı sesini duydum. "Yoksa nolur ablacım, döver misin?" diyerek sorduğunda onu dövemeyeceğimi biliyor olmanın verdiği rahatlık üzerindeydi. Yokluğumda yaptığı vücut antremanlarıyla geliştirmiş kaslarına göz attı gururla. Gözlerimi devirerek ciddileştim. Tabii elimde ki yemek tabağıyla ne kadar işe yaradığı şüpheliydi. "Hayır, efeciğim seni dövmekten beter etmem için tek kelime etmem yetecektir." dediğimde, parlayan kahverengi gözleriyle, gözlerime baktı. Gülümseyerek, "Nezarete atarım." dediğimde, tüm alaylı ifadesi sarsıldı.

Kendi içerisinde bunu yapıp yapamayacağımı tartıyor gibiydi. Yapacağımı düşünmüş olmalıydı ki şaşkınca bana baktı. "Mesleğini kullanarak beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordu inanamaz bir sesle. "Mesleğim ile seni tehdit etmiyorum efe, seni mesleğimle terbiye ediyorum." dedim, sakin bir sesle. Efeyi şaşkın haliyle geride arkamda bırakarak önünde durduğumuz, perdesiz evin zilini çaldım. İçeriden matkap sesleri gelirken çaldığım zilin sesini duyma ihtimali düşüktü. Efe arkamda homurdanarak "Çal, şu kapıyı." dediğinde, efe-nin tribi yüzünden çalmadığı kapıyı çaldım. Sabır çekerek sinirle yükselen sesim ile "Ya havle." dediğimde "Vela kuvvete." diyerek, kapının sertçe açılmasıyla kalakaldım. Şaşkınlıkla büyüyen gözlerimle kapının hemen önünde duruyordum. Kapının önünde kalakaldığımda sabrımı tamamlayan adamın yüzüne bakıyordum. Annemin bahsettiği şu çocukcağız tabirini kapsayan çocuğun cağızı neredeydi? Kapıda kalakaldığımda dejavu yaşıyordum.

⚖️

Pars Yaman

"Taşınmak sandığımdan zormuş abi ya." Furkanın boş boğazlığını duymazdan geldim. Geldiğinden beridir yaptığı buydu. Yardım ayağına gelerek bir köşeye kurulup oturduğu yerden o zor bu zor diyerek kafamı şişirmekti. Şuana kadar yaptığı tek şey buydu. "Oğlum, ambalajlı yiyecekleri hangi koliye koyduysan çıkar artık. Midem sırtıma yapıştı." dediğinde, geldiğinden beridir yaptığı diğer bir şeyi de bana hatırlattı.

Tüm yemeklerimi yedi!

Ondan, tüm zararımın karşılığını alacaktım. Doğal gaz için gelenler evden çıkarken ev tam bir karnaval gibiydi. Her yer her yerde! Furkan kendi kendine konuşmaya devam ettiğinde sessizlik yeminimi bozarak, "Evin yok mu senin kardeşim?" diyerek sordum, agresif bir sesle. Furkan, "Vay kardeşim benim, kovuluyor muyum hayırdır?" dediğinde, sabır çekerek salona geçtim. Açık salonun geniş olmasını beğenmiştim. Açık salonla mutfak birdi fakat salonun bir köşesinden mutfağın dolapların olduğu kısmı gözükmüyordu. Bu benim için sorun değildi. Tek yaşıyordum. Tabii, furkan eve girmek için kullandığı kapıyı çıkmak içinde kullanmayı öğrenebilirse, yalnızdım. Duvara televizyonu monte etmek için duvarı delen ustayla matkabın sesi zonklayan başımın daha çok ağrımasına sebep oluyordu. İçeride ki odaya tablo asabilmem için duvarı delen başka bir usta da içeride uğraşıyordu. Kolilerin ayak altında olmaması için onları duvar kenarına dizmiştim ama aklım koliler'in içerisinde ki dağınıklıklarda kalmıştı. Her aletten bir sesle kapının zilini zar zor duymuştum. "Furkan kapıya bak, kardeşim sana zahmet." dediğimde, faraşla yerde ki duvar tozlarını alıyordum. Furkan, "Yoruldum, abicim. Bu seferde sen bakıver kapıya." dedi, gevişgetirir gibi yediyi kalan son atıştırmalığımla! Gözlerimi bir kaç saniye yumarak sabır çektiğimde kapının tekrar çalışıyla sinirlenerek "Ya havle!" hızlı adımlarla kapıya vardığımda "Vela kuvvete." diyerek, sinirimi yatıştırmak için kapıyı hışımla açtım.

Kapımı kimin çaldığını düşünmemiştim ama böyle bir manzarayı da beklemiyordum.

Bana şaşkınca bakan acı kahve gözleriyle, ürkmüş gibi bakıyordu. Onu korkuttuğum için pişman olmuştum. Bakışlarım, ellerinde sımsıkı tutmaktan parmak boğumlarının beyazlamasına sebep olan tabağa kaydı. Yutkunduğumda, duraksadım. Yüce rabbim'in sevdiği kulu muydum? Gözlerimi tekrar şaşkın acı kahveleriyle buluşturdum. Gözlerini kaçırdığında, bakışları elinde tuttuğu tabaktaydı.

Bir kaç adım geri çekildi. Bunca koşuşturmanın arasında ter mi kokmuştum? Çaktırmadan, burnumu omuza değdirdiğimde kokuyu içime çektim. Parfüm kokuyor gibiydi. Ya ter kokuyorsam? Bunun içinde mi özür dilesem acaba? önce korkuttum şimdide ter kokumdan kaçırdım,küçücük kızı. Düşüncelerim arasında kaybolduğumda, boğazını temizleyerek, söze girdi. "Kusura bakmayın." dediğinde, sesi içime işledi. Ne diyeceğini bilemiyor gibi sesi tereddütlüydü. Bir anda, "Mahallemize hoşgeldiniz, iyi geldiniz." diyerek, elime tabağı vermesiyle reflex ile son anda tabağı yakalamıştım. Sırtını dönüp giden kadının arkasından şaşırma sırası bana geçmişti. Afallayan ifadem ile kapıda kaldığımda, şaşkınca gözden kaybolan kadının arkasından bakıyordum. Furkan, "Ne dikiliyorsun oğlum, kapıda. Evi soğuttun- " Kapıya yaklaşırken kurduğu cümleyi elimde gördüğü tabak ile yarıda keserek heyecanla "Ooo, beni içeride aç bırak, beyefendi kapıda börek çörek gömsün." diyerek, tabağı elimden almadan, tabağın içindekileri yemeye başladı. Ağzına tıkıştırdığı böreği yutmadan, "Oha! yaprak sarması mı o?" tıka basa dolu ağzıyla hem konuşmaya çalışıyor hemde her şeyi midesine süpürmeyi amaçlıyordu. Çatık kaşlarım ile furkana döndüğümde öksürmeye başladı. Dolu ağzıyla "Ne oldu lan?" diye sorduğunda, "Koklasana beni." dedim. Ciddi bir sesle. Öksürük krizine girdiğinde, bana pörtlek gözleriyle bakıyordu. Öksürükleri arasından, "Beni eve sen atmadın, ben geldim yalnız benimle böyle konuşma." dediğinde, bana kınayan bakışlar atıyordu. "Kokla beni, furkan." dedim tekrar tok sesimle. Furkan, ağzında ki lokmayı bütünüyle yuttuğunda boğazına takıldığını boğuk sesinden anlayabiliyordum. "Abicim, kafan mı güzel başlatma kokuna. Kim ne koklattı sana tövbe estağfurullah neler diyorsun?" dedi korku dolu sesiyle. Kapıyı sertçe kapatarak, "Ne saçmalıyorsun lan?" dediğimde furkan bana inanamıyormuş gibi bakıyordu. "Asıl sen neler neler diyorsun hem neden kapıyı kapattın?" yutkunduğunda, çatık kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "İçeride ustalar var, pars." diyerek sözlerine devam ettiğinde afalladım. "Furkan, başlatma şimdi soyuna sopuna ter mi kokuyorum kokla diyorum sana." dediğimde, yüzünde ki rahatlamış ifade sinirimi harladı.

Sapkın herif, kim bilir ne anladı.

"Öyle söylene manyak," bakışları beni bulduğunda boğazını temizleyerek "Yani savcım." diyerek, portmantaya bıraktığım tabağı aldı. Bana biraz daha yaklaştığında hayret içerinde ona bakıyordum. Burnuyla üzerimdeki olan parfümüdü sömürdüğünde "Yanlış anlama sen dedin diye valla." diyerek kendince açıklama yaptı. Onu duymazdan gelerek, "Bugünden sonra kendine kalacak başka yer bul." dedim tok sesimle. Konuşmasını beklemeden onu gerimde bırakarak içeri salona geçtim.

⛓️

Akay Pektaş

Efe'nin beni bırakıp ilerlemesine ilk kez kızmamıştım. Aksi takdirde saçmaladığım o anı görseydi ömrüm boyunca ne unuturdu ne de bana unuttururdu. "Mahallemize hoşgeldin, iyi geldin nedir ya?" kendimle alay ederken bir yandan da halime acıyordum. Bunu nasıl yapabildiğime inanamıyordum.

Rezil olmuştum!

Efeye hızlı adımlarla yetiştiğimde, apartman kapısının önünde akşamın soğuğunda üşüdüğü için hararetli hareketlerle benim gelmemi bekliyordu. Tabikii beni düşündüğünden değildi. Annem bizi birlikte göndermişti ve birbirimizden ayrı gelirsek azar yiyeceğimizi biliyordu.

Çakal!

"Seni bu yavaşlıkla nasıl aldılar kızım polisliğe ne öyle mıymık mıymık on saat oldu." dediğinde, ağzından dumanlar çıkıyordu. Gerçekten üşümüş olmalıydı. "En fazla bir dakika oldu abartma efe." dedim, bıkkın bir sesle. "Abartma mı? Ağzımdan duman çıkıyor az daha gelmeseydin kaşımın kirpiğimin üzerinde küçük buz kütleleri oluşacaktı." dediğinde ona inanamaz bir şekilde bakıyordum.

"Abartma efe. Alt tarafı bekledin bir şey olmadı ya." dediğimde, ciddi sesiyle "Ne demek bir şey olmadı?" diye sordu. Kaşlarımı çatarak ellerimi birbirine sürttüm ısınmak için. Resmen kapının önünde bu soğukta tartışıyorduk. "Bir şey mi oldu? alt tarafı bir dakika bekledin efe oturup ağlamadığın kaldı." dedim, tok sesimle. Kaşlarını çatarak, "Götüm dondu lan, götüm dondu! daha ne olsun?" diyerek bağırdığında sinirden güldüm. "Montunu giyinseymişsin sende." diyerek, apartmana girdim. Peşimden gelmeye devam etti. Bunu daha ne kadar uzatacağını merak ediyordum. O sokakta beklerken bende kaplıca da tatilde değildim. Çıkarken merdivenleri kullanmak gibi bir saflık yapmayarak asansöre yöneldik.

Kapının önünde durduğumuzda efe ile birbirimize baktık. "Kapıyı çalsana?" diye sordu, bıkkın bir sesle. Ona gözlerimi devirerek, "Sen neden zile basmıyorsun?" diyerek, teklifte bulundum. Efe, "Beni gıcık etmek dışında yapmayı düşündüğün bir şey var mı ablacığım?" diye, sorduğunda alaylı sesi sinirimi bozuyordu. İşaret parmağımı bükerek kapıyı tıklattığımda efe de aynı zamanda zile basmıştı. Kapının açılmasıyla annem, "Neden,geç geldiniz?" diyerek sordu. Kapıdan içeri giremezken önceliğimi annemin sorusuna vererek, yanıtladım. "Bahsettiğin çocuğu göremedim. Ayrıca, komşumuz diye gönderdiğin ev bizim komşumuz olmuyor anneciğim olsa olsa kardeş ülke olur." dediğimde efenin gülüşünü işittim.

Anırıyordu.

"Ne demek, çocuğu göremedin? kapıyı başkası mı açtı?" diye sordu annem ciddi tınıyla. Onca kelimenin oluşturduğu cümlemden ayıklayarak tek ilgisini çeken ayrıntıyı öne sürdüğünde ona hayretle baktım. "O kadar şey dedim senin tek merak ettiğin bu mu? küçük çocuğu görememem mi?" diye, sorduğumda annem, "Kapıyı başkası mı açtı?" diye sordu tekrar ederek. "Başkası açsa bile biz kimin açması gerektiğini bilmediğimiz için açan herkes bizim için başkası olur anne." dedim ciddi bir sesle. Söylediklerimin annemin gram umurunda olmadığını gösteren ifadesiyle "Yarın birlikte gider bakarız, hadi yatın saat geç oldu." dedi, kendi içerisinde planlamalar yaptığını anlayabiliyordum. Eve girdiğimizde, aitlik duygusu ağır basmıştı.

Yuvamı özlemiştim.

Hem hiç yuvamdan ayrılıp gitmemişim gibi hissediyorum, hemde sanki hiç bir zaman yuva olarak adlandırdığım yere, buraya ait değil mişim gibi hissediyordum. Buraya gelmeden önce geldiğimi düşünmekten kaçınmıştım. Bunca kaçışıma rağmen kendimi düşünmekten de bir türlü alıkoyamamıştım. Hiç ayrılmasaydım, tercihimi burada yapsaydım ne olurdu diye düşünüyordum. Yalova, benim için küçüklüğümün güzel bir anısını kapsayan güzel bir şehirdi. Küçükken, ortaokulda beşinci sınıfta kardeşim efe ile go kart'a gider yarışırdık. Erkek gibi büyümemiştim ama her zaman dikkatimi çeken şeyler pembe elbiseli sar saçlı bir bebekte olmamıştı. Savaşçı bir ruhum vardı bu öngörülemez bir özelliğimdi.

Elbette barbie bebeklerim de olmuştu. Giyindirip, soyduğum saçlarını boyadığım banyoya onsuz giremediğim zamanlar da olmuştu. Bağ kurmayı seven biriydim. Gerçek ya da değil ona bağlanırdım. Korur kollardım. Küçükken, özetlerini izlemekten bıkmadığım dizi'm power rangers dı. Her zaman kendimi sarı renkli ranger ın yerine koyardım. Dövüşmeyi, onlardan öğrenmiştim. "Kızım, iyi misin?" babamın kadife sesi kulaklarıma ulaştığında daldığım düşüncelerimden çıktım. "İyiyim, babişim. Dalmışım sadece." diyerek gülümsedim. Önceden ona babişim dememden hoşlanmazdı ama şimdi bunu sorun etmiyor gibi gözüküyordu.

 

"İyi geceler, herkese." diyerek, yukarı merdivenlere adımladım. Hepimiz odalarımıza dağılırken iyi dilekte bulunarak merdivenin sonunda ayrılıyorduk. Odama girdiğimde kitapları dizmeyi sonraya bırakarak aynanın karşısına geçtim. Başörtümü çıkararak komodine bıraktım. Üzerimdeki dışarı kıyafetlerimi çıkararak dolaptan pijama takımımı çıkartıp giyindim. Yatağıma geçmeden önce telefonumu şarja takmak için tüm gün elime almadığım telefonumu gün sonunda elime alarak şarjının dolması için yatğımın başındaki komodinin üzerine bıraktım. Bildirimlerimi kontrol ederek yeni şube müdürünün attığı dosyaya göz attım. Yarın bu formu doldurmayı aklıma not ederek telefonu bırakarak kendimi yatağa bıraktım. Gecenin karanlığında, düşüncelerim ile yalnız kaldığımda gerçek ailem için geride bıraktığım ekibimi, ailem gibi olan insanları düşünmeye başladım. Düşüncelerim, beynimi zonklatırken uykum ağır basmıştı ve gecenin karanlığında uykunun kollarına esir düşmüştüm.

 

 

 

 

Loading...
0%