@ruhumunilacii123
|
BÖLÜM 10 Önümüzde hiçbir engel kalmamıştı. Şimdi konumuza dönebilirdik. Yani namı değer Sinan Kozanlılar’a. Bugün yine işe gidecektim ve hiçbir şey olmamış gibi davranacaktım. Bugün bir toplantıya da girmemiz gerekiyordu. Ben de “Eray’ın asistanı” olarak girecektim. Şu adamla isimlerimizin yan yana gelmesi bile içimi huzursuz ediyordu. Çünkü bunlar bildiğimiz mafyaydı. Hukuki şekilde kanıtlanamamış olsa da herkes olanları biliyordu. Aptal olmayan anlardı zaten. Delil yetersizliği yüzünden tutuklanamıyorlardı. O delilleri biz gün yüzüne çıkaracaktık. Yine evden çıkıyordum ve annem de beni ve Miran’ı kapıdan geçiriyordu. Miran da okula gidiyordu. “Dikkat edin kendinize. Miran, oğlum ders kitaplarının hepsini koydun değil mi?” dedi annem. Miran ise her an tekrar uyuyacak gibiydi. “Koydum anne.” Diye cevapladı. Bunun üzerine annem bana döndü. “Sende dikkatli ol kızım. Herkese çok dikkat et.” Dedi. Onu onayladım ve vedalaştık. Miran’la binadan çıktığımızda onun servisi önümüzde bekliyordu. Onunla da vedalaşıp ayrıldık. İş sırasıydı. (MİRAN’IN ANLATIMIYLA) Sabah’ın 07.30’uydu ve ben yine okuldaydım. Burası benim cehennemimdi. Hayır, ben beni beğenen her kızla sevgili olan, kendini beğenmiş erkek tipinden değildim. Tam tersi, sevdiğine sadık birisiydim. Kendimi tek bir cümleyle tanımlayacak olsam bunu söylerdim. Sevdiğine yıllarca sadık kalmış genç bir çocuk. Elif… Benim ömrüm bu kelime. Gece gözümü araladığımda ilk aklıma gelen kelime, ya da birisi bir şeyden bahsederken aklımda dolanan tek şey. Biliyorum. Belki bu hissettiklerime “takıntı” diyeceksiniz. “Takıntı yapmış senin beynine o kız.” diyeceksiniz. Hayır. Bu aşk. Ve ben bu duyguyu hissettiğimi anlayabilecek kadar her şeyin farkındayım. Yıllar geçti. Bir sürü şey feda ettim. Bazen uykumu, bazen geleceğimi, bazen hislerimi, bazen de kendimi… Onun için her şeyi feda etmişken nasıl bu kadar kör olabildi bana karşı. Onun o kahverengi gözlerine baktığımda denizleri gördüğümü biliyor mu mesela? Peki ya onun nerede ne tepki vereceğini her ayrıntısına kadar ezbere bildiğimi? Bana diyeceksiniz ki: “Hiçbir çıkarı olmadan kim sever böyle?” Bunu soracağınızı biliyorum. Kim sever biliyor musunuz? Çaresi kalmayan. Her yolu denemiş, her köprüden geçmiş, her şeyinden vazgeçmiş kişi sever. Başka seçeneği yoktur çünkü. Elif’i yıllardır tanıyorum. Ortaokulun sonunda girdiğimiz sınavda oldukça iyi bir puan elde ettim. Ama Elif pek iyi yapmış sayılmazdı. Meslek lisesi kazandı. Ben iyi puanlı bir liseye gidebilirdim ama onun yanına gelmek istedim. Zaten bana hiçbir karşılık vermiyorken bir de ondan uzak kalmaya dayanamazdım çünkü. Düşünsenize, fotoğrafını görüyorsunuz ama gerçekten sana bakmıyor. İnternet üzerinden paylaştıklarını görüyorsunuz ama yanına gidemiyorsunuz. Bu çaresizliği de kaldıramazdım. Anlatabildim mi? Yine bir okul gününün teneffüsündeydik. Birkaç arkadaşımla kantinde oturuyorduk. Muhabbet oldukça sarmıştı. Bu sırada kantinin kapısından içeri Elif, Belinay ve Gizem girdi. İşte benim dikkatim dağılmıştı. Elif kantin sırasına girdiğinde birkaç erkek arkasından gelerek, onu ittirip kakıştırdılar. Bunu gördüğümde sinirden ellerimi masanın altında birleştirmiş, sıkabildiğimce sıkıyordum. Bardağı taşıran son nokta Elif’in üzerine yürüyüp ona laf atmalarıydı. Yerimden fırladığım gibi herkes şaşırdı. Hızlı adımlarla Elif’in yanına vardığımda çocuklara çarparak Elif’in yanında durdum. “Hayırdır lan?” diye bağırdığımda ikisi de geri çekildi. “Kız sıradaydı. Ne önüne geçmeye çalışıyordunuz?” “Biz sıraya giriyorduk oraya gi-” derken çocuğun sözünü kestim. “Bir daha sizi bu kızın akınlarında görmeyeceğim!” iki çocuk da ters bakışlar atarak kantinden çıktılar. Elif’e döndüm. “İyi misin?” “İyiyim, sorun yoktu aslında. Ben başa çıkabilirdim.” “Biliyorum. Sadece korksunlar istedim.” Dediğimde Elif yere baktı ve sonra tekrar gözlerimin içine baktı. Kalbimde yangınlar çıkarken surat ifademi stabil tutmaya çalıştım. “Miran, biliyorum beni seviyorsun. Ama biz imkansızız. Olmaz.” Dedi. İşte her şeyi söyleyebilirdi ama bunu benim yüzüme vurmamalıydı. Keşke vurmasaydı… “Ben mucizelere inanıyorum Elif. Kalbimdeki en ufak kıvılcım dahi yok olup sadece küller kalana dek de inanacağım.” “Mucizeler her zaman gerçekleşmeyebilir Miran.” Dedi ve kantinden çıktı. Son sözü buydu. Günün geri kalanında da Elif’i bir daha hiç görmedim… (DEREN AKTUNÇ’UN ANLATIMIYLA) Her gün olduğu gibi istihbarattaydım. Girişte üslerimizden birisi olan, Pınar Başkan’ı gördüm. “Günaydın Deren. Nasıl gidiyor ‘Kozanlılar’ dosyası.” Diye sordu. Gülümseyip sorusunu yanıtladım. “Günaydın başkanım. Dosyayı öğrenen iki tane adam oldu ama onları susturduk. Merak etmeyin. Tam hız işimize devam ediyoruz.” Dedim saygıyla. Kafasıyla beni onayladı. “Tamamdır. Biz de diğer dosyaların yanında ‘Kozanlılar’ dosyası hakkında da araştırma yapmaya çalışıyoruz. En ufak gelişmede haber vereceğiz. Lütfen sizde öğrendiklerinizi ve yaptıklarınızı bize iletin.” “Tabii ki başkanım.” Dedim ve başımla veda ettim. “İyi çalışmalar.” “Size de.” Dedi Pınar Başkan. Bu konuşmanın ardından çalışma odamıza çıktım ve masamdaki yerimi aldım. Bizim ekipten sadece Can daha gelmemişti ve o da zaten genel olarak geç geliyordu. Yaklaşık on dakika kadar sonra o da gelmişti. Ben ise işe gitmek için hazırlıklarımı yapıyordum. Eylül yine kulaklıklarımı ve kameralı kolyemi bana vermişti. Can geldiği anda ben de kapıdan çıkıyordum. “Vay vay! Can Bey, hoş geldiniz efendim(!)” dedim küçümsercesine. Can bana boş bir bakış attı ve masasının başına gidip koltuğuna oturdu. “İyi ki beş dakika geç kaldık yani. Hemen abarttın yine.” Dedi Can. “Aynen beş dakikacık sadece(!)” diye onu geçiştirdikten sonra kapıdan çıktım. Eylül arkamdan seslendi. “Deren.” Dedi. Ona döndüm. “Profesyonel davran. Her zamanki gibi.” Bu sözleri ardına gülümsedi. Benim de dudaklarımda aynı tebessüm belirdi. “Her zamanki gibi.” Göz kırptım ve cesurca arkamı dönüp yürümeye devam ettim. Üzerime bugün de klasik kısa, kalem eteğimi ve beyaz gömleğimi giymiştim. Beni bile asistan yapan bu hayat başkalarına neler yapmazdı. * Şirkete varana kadar aklımda çok soru dönmüştü. Biz bu Sinan Kozanlıların mafya olduğunu biliyorduk, ancak kimse bilmiyordu. Yani öyle gizli, öyle karanlık tarafları olmalı ki bu Sinan Kozanlıların… Çünkü hiçbir sır ebediyen saklanmaz. Er ya da geç tüm gerçekler, tüm hırslar, tüm sahteler ortaya çıkar. Elbet Sinan’ın sırrı da bir gün ortaya çıkacaktı. Ama sanırım bu çok daha zor olacaktı. Güvendiği, sırrını en iyi şekilde koruyan kişiler olmalıydı. Hayattaki hiçbir şey böyle masum değildi. Adam mafya, şirketi var ve sır saklıyor(!) Ne klişe ama! Böyle değildi. Asla olamazdı. Kendimi tam anlamıyla bir mafya kurgusunun içinde gibi hissetmeye başlamıştım. Belki de bu yaşadıklarımız bir başlangıç bile değildi. Sadece bir girişti. Kim bilir? Aklıma takılan bir soru daha vardı. İlyas Çanak. Can olan değil. Gerçek İlyas. Bu adam illa ki bir gün gelecek. Gelmese bile yüzü görünecek. Bir sürü farklı sitede çok farklı adamları “İlyas Çanak’ın yüzü!” başlığı altında paylaşıyorlardı. Bu sıralar Can’ın gizli çekilmiş fotoğraflarını paylaşmaya başlamışlardı. Bu fotoğraflar daha da paylaşılmaya devam ederse, İlyas durumun farkına varacak ve: “Bu kişi ben değilim.” Diye bir mesaj atacaktı. O zaman ise her şey tepetaklak olacaktı. Çok şükür ki İlyas, sosyal medyayla ilgilenmiyordu. Yoksa çoktan bitmiştik. Bizim en kısa sürede bu adamı ve ailesini bulup kaçırmamız lazımdı. Başka çıkış yoktu. Şirketin kapısının önümdeydim. Arabamdan inip girişe doğru ilerledim. Şirkete girmeden önce Canan’ı gördüm. “Selam, Deren.” Dedi bana bakarak. “Nasılsın?” sorusuna kibarca cevap verdim. “İyiyim, işe geç kalmamak için erkenden geldim. Sen nasılsın?” diye sordum. Saçlarını düzelttikten sonra cevap verdi. “İyi bende. Sana kolay gelsin o zaman, işin zor sonuçta.” Dediğinde ne dediğini tam olarak anlayamamıştım. “Nasıl yani? Anlayamadım. Neden zormuş benim işim?” Canan kaşlarını çattı. “Bilmiyor musun? Bugün Eray Bey’in bir sürü toplantısı var. Senden çok şey isteyecektir.” Derin bir nefes aldı. “Neyse, sen halledersin zaten. Görüşürüz.” Dedi umursamazca. Benim toplantıdan falan haberim yoktu. Neden bilmiyordum acaba? Neyim ben burada? Onun gözünden bakınca eşek falan mıyım? Onca işi bir güne nasıl sığdırabileceğimi düşünmüştü? Bu düşüncelerle şirkete girdim ve sinirli bir şekilde Eray’ın odasına çıktım. Onu gelene kadar uzun bir süre bekledikten sonra en sonunda gelebilmişti beyefendi! Odaya girdiğinde sessizliğimi korudum. Bana dik dik bakıyordu. Ne var bende? Neden bakıp duruyor bu dağ ayısı? “Nasıl geçti doğum?” dedi koltuğuna otururken. Doğum mu? Ne doğumu be? “Doğum mu?” dediğimde şaşırdı. Ya da taklit yaptı. “Aa Deren. Teyzenin doğumunu soruyorum. Sağlıkla doğmuştur umarım.” Dediğinde kendi söylediğim yalanı unutmuş olmanın şokuyla sarsıldım. “Ah, tabii! Sağlıklı tabii ki. Çok tatlı maşallah.” Dedim olmayan teyzemin çocuğu hakkında. “Çok sevindim. Bir gün getirirsin şirkete de.” Dedi Eray. Ay bir kes sesini Eray ya! Sana ne benim olmayan teyzemin çocuğundan? Sanki gerçekten merak ediyor da bir de boş boğazlık yapıyor. “Mutlaka getireceğim. Çocuğun tabii önce bir kırkı çıksın, yürümeye başlasın, e tabi bizimle de iletişim kurabilmesi için konuşmayı da öğrenmesi lazım. Ayrıca buralarda korkmaması için ilkokula da başlaması lazım. Bunların hepsi olduğunda zevkle getiririm.” Eray alay edercesine gülümsedi. Sevimsiz şey. “Mutlaka getir.” Dedi ve oturduğu yerden kalkıp bana toplantıları anlatmaya başladı. Her şeyi de merak etme be adam! “Bak Deren, bunlar 2022 ve 2023 uygulamalarımızın kullanım sayıları. Uygulama kullanıcılarının artışı ve düşüşleri de var. Görmüş olduğun bu dosyalar yine karışık ve tabi ki bunları sen düzenleyeceksin. Umarım geçen seferki rezilliği tekrar yaşamayız.” Deyip elindeki dosyaları masanın üzerine bıraktı. Ay kendini beğenmişliğe bak ya! Terbiyesiz şey. Neymiş efendim rezillik yaşamamalıymışız. Çok biliyorsun her şeyi sanki. Anca silah kaçakçılığı falan yap sen! Tüm sakinliğimi koruyup söylediği cümlelere cevap verdim. “Anladım Eray Bey. Ben birkaç saat içerisinde düzenleyip size teslim edeceğim.” Dedim. Benim yüz ifadelerimin ve sakinliğimin tam aksi bir haline bürünmüştü. Eray’ın giydiği kıyafetler yeni yeni dikkatimi çekiyordu. Siyah bir gömlek ve altına da siyah bir pantolon giymişti. Yakışmış. Yani babasının ve kendisinin tüm Türkiye’nin korkulu davası olmaları dışında bir sorun yoktu. Bir çete liderinin oğlunu beğenecek halim yoktu. Asla da olmayacaktı. Eray ayağa kalktı ve ellerini masaya koyup bana doğru eğildi. “Sadece bir saat içerisinde o dosyaları istiyorum. Yoksa senin gibi bir sürü asistan bulabilirim. Ne dersin?” dediğinde korksam mı yoksa sinirlensem mi bilememiştim. Biz görev yapma peşindeydik. Bu adam ise dosya düzenleme peşinde! Gerçi o da şüpheli. Ne dolaplar çeviriyordur da haberimiz yoktur. Ama elinde sonunda her şey ortaya çıkacaktı. Özgür serçe sonsuza dek uçmaz. Bir gün o da bir kartala yem olur. Sinan ve Eray da bir gün bize yem olacaktı…
|
0% |