
Bazen her şeyin bir oyun olduğunu düşünmek istiyorum. Birileri sahneyi kurmuş, rollerimizi dağıtmış ve biz de kandırılmış birer figüran gibi sadece oynamışız. Ama bu kez sahne arkasını gördüm. Belki de kendimi fazla önemli görüyordum. Sinan Kozanlılar, Can, Eylül, Kumsal, Deniz, Eray, belki Canan… hepsi birer parçası bu gösterinin. Kendimi başrol sanıyordum lakin sanki bir fazlalıktım bu hikâyede. Ama artık susmayacağım. Gözümün önüne perde çekilmesine izin vermeyeceğim. Ne pahasına olursa olsun kendi sahnemi yazacağım. Ve bu defa oyunu ben yöneteceğim.
Kimimiz serçe, kimimiz kartal…
Rol kartlarını biz seçiyorduk ve ben kartımı değiştiriyordum.
Beni hayal kırıklığına uğrattıkları bugünü hiçbir zaman unutmayacaktım. Hepsinin aynı fikirde olması ise, beni daha da şoka uğratmıştı.
Ne yapacaktım? Ekibimden ayrılamazdım. Çünkü iş dışında onların hepsiyle ayrı ayrı kardeşlik bağım vardı. Nasıl olurdu da ilişkimi keserdim birden onlarla? Yapamazdım.
Bu yaptıkları da doğru bir şey değildi. Canan’a güvenemezdik ki. Nasıl güvenelim? O sadece burada çalışan bir kadın. Ayrıca o kız bizim ajanlık yaptığımızı nerden bilebilirdi ki?
Biraz fevri mi davranmıştım? Belki de daha sakin durup durumu bu şekilde onlara da anlatmalıydım. Artık iş işten geçmişti bu yüzden çıkıp istihbarata gitmek ve bu durumu orada dile getirmek hepimiz için en sağlıklısı olacaktı.
Artık gidip üstümü değiştirmek istiyordum. Düzleştirdiğim saçlarım karışmıştı. Dar mini eteğimin bir kısmının üstüne bir şey bulaşmıştı.
Sanki savaştan çıkmıştım.
Şirketin kapısının çıkışına doğru ilerliyordum ve tek hedefim istihbarata gitmekti.
Sinan’ın odasında bulduğum belgelerin fotoğraflarını çekmiştim. Bunları değerlendirmemiz gerekti. Bu yüzden umarım teşkilattaki herkes bir an önce istihbarata gelirlerdi.
Kapıdan çıkarken, sanki birisi beni dürtmüş gibi başımı kaldırdım. Başımı kaldırdığımda, şirketin dışında ve oldukça uzakta, birkaç siyah giysili adam gördüm. Baştan aşağı simsiyahlardı ve ayrıca hepsinde siyah şapka olması daha da dikkat çekiyordu. Dört tane siyah giysili adam bir de onlardan farksız simsiyah giyinmiş bir kadın vardı.
O bir kişinin kadın olduğunu da ayağındaki topuklu ayakkabılar sayesinde anlayabilmiştim. Toplamda beş kişi olan bu insan gurubu bir Mercedes vito’ya binmeye başladılar. İnsanları daha yakından görebilmek için hızlı adımlarla onların beni göremeyeceği şekilde arabaya yaklaştım. Tahmin edileceği gibi şirketin konumu merkezi bir yerde değildi. Bu yüzden gizlenmem ve daha yakınlarına sokulmam daha kolay oldu.
Arabaya ilk olarak kadın bindi. İçerideki görevli olduğunu düşündüğüm bir adam, kadının siyah eldivenli elini nazikçe tutarak ona destek oldu. Arabaya çok yaklaşmıştım, farklı bir arabanın arkasına saklanmış, onları izliyordum. Diğer adamlardan iki tanesi daha arabaya bindi. Dışarda kalan diğer iki adam da aralarında bir şey konuşmaya başladılar.
Duymalıydım!
Kimse bu tarafa bakmıyorken, ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp elime aldım ve bir öndeki arabanın arkasına geçtim. Buradan onları daha net duyabilecektim.
Orta yaşlarda bir adam, karşısındaki adama şöyle dediğini duydum.
“Soyadının hakkını ver. Çok kişi bilir ama herkes tanıyamaz. Biliyorsun.” Dedi ve bu sözlerden sonra arabaya bindi. Geriye kalan diğer kişi de araca bindiğinde, bir görevli, kapıyı kapatıp ön koltuğa geçti.
Araba çalıştı ve yavaşça yol almaya başladı. Gözlerim plakaya kaydı.
İÇ.
İ ve Ç…
“Çok kişi bilir ama herkes tanıyamaz…”
“Soyadının hakkını ver…”
Beynimde dönüp dolaşan şeyler bu kanıtlarla bağdaşınca, artık hiç kolay olmayacağını anlamış oldum.
İlyas Çanak.
İşte buradan sonra akış tamamen değişecekti ve planlar U dönüşüne tabi tutulacaktı. Bu sefer tahmin etmiyordum. Emindim. Bu perdenin arkasındaki adam kesinlikle İlyas Çanak’tı.
34 İÇ 382
Plaka buydu. Hemen telefonumu çıkarttım ve Gizli Operasyon gurubumuza tek bir mesaj yazdım.
“Herkes acil istihbarata gelsin. Çok önemli.”
Mesajı yazdığım gibi bende istihbarata gitmek için yola çıktım.
*
(Eylül’ün Anlatımıyla)
“Bu kadar fevri davranmasını gerektirecek bir durum yoktu aslında.” Dedim herkesin yüzüne tek tek bakarken. Deren’in gelişiyle gidişi bir olmuştu. Hepimiz ne yapacağımızı bilemez halde oturuyor ve düşünüyorduk.
Belki bizim yaptığımız tam anlamıyla doğru değildi ama Deren’in yaptığı ve söyledikleri de onu haklı çıkarmazdı.
Canan’ı biz bulmamıştık, o bizi bulmuştu. Bildiği bir sürü şeyi bize anlatmıştı ve bu kızın çok daha fazla şey bildiğine adımız kadar emindik. Aslında amacımın kızla aramızı iyi tutup bunları öğrenmekti ama Deren buna pek yardımcı olmadı. Evet, ona önceden haber vermeliydik fakat böyle bir aralığımız olmamıştı.
Can benden sonra söz aldı:
“Ani karar verdi. Önemli değil. Canımızı sıkacak bir durum yok, hallederiz.” Dedi. Can bunu derken bir anda hepimizin telefonuna mesaj sesi geldi. Bu demek oluyordu ki “Gizli Operasyon” gurubuna bir mesaj gönderilmişti. Ayrıca hepimiz burada olduğumuz içim mesaj atan kişinin kim olduğunu tahmin etmek zor olmamıştı.
Deren.
Hepimiz aynı anda telefonlarımıza baktık ve gelen mesajı okuduk.
“Herkes acil istihbarata gelsin. Çok önemli.”
Beşimiz birbirimize baktık.
Canan dışında.
O ne olduğunu anlamamıştı ama biz önemli bir şey olduğunu ve olmaya devam edeceğini anlamıştık. Hiç konuşmadan ayağa fırladık ve Kumsal, Canan’a bakarak tek bir cümle kurdu.
“Sende evine dön artık yine görüşürüz.” Sonra bize doğru dönüp “Hadi” der gibi bir kafa hareketi yaptı.
Deponun kapısından aceleyle çıkıp asansöre tıkıştık. Canan içerde kalmıştı ama şu anki durum çok daha önemliydi. Çünkü, Deren kolay kolay böyle bir şeyi guruba yazmazdı.
Dikkat çekmemek için birbirimizden ayrıldık ve kısa süreler aralığında şirketten teker teker çıktık.
Küllerimizden mi doğacaktık, yoksa kül mü olacaktık?
Sanırım birazdan anlayabilecektik…
(Deren’in Anlatımıyla)
İstihbarata varmış, ekibin gelmesini bekliyordum.
Korktuğumuz başımıza gelmişti ve çok erken olmuştu. Eğer o adam gerçekten İlyas Çanak ise ve gerçekten şirkete bu kadar yaklaştıysa, işte o zaman sıkıntımız büyüktü.
Çünkü adamın büyük ihtimalle kendi yerine geçen bir insan olduğundan haberi yoktu. Olsaydı şu ana kadar müdahale etmesi gerekirdi. Çok şükür ki magazine hiç düşmemiştik. Eğer “İlyas Çanak’ın yüzü” başlığı altında Can paylaşılırsa, adam şüphelenir ve bir şeyler olduğunu anlayabilirdi. Bilakis böyle bir şey olsa, adamın umursamama ihtimali de vardı. Neticede böyle paylaşımlar bir sürü oluyordu. Belki de artık alışmıştı.
Yaklaşık yirmi dakikalık bir bekleme sonunda, bizimkiler buraya varabilmişti.
Kapıdan içeri dehşetle girdiler.
“Sakin olun. Ya da olmayın. Sorun biraz büyük.”
Haktan kaşlarını anlamayarak çattı ve:
“Anlatacak mısın yoksa meraktan çatlayalım mı?”
Haktan’ın bu sözü üzerine derin bir nefes aldım ve başladım olayı en başından anlatmaya…
“Sizin yanınızdan çıktıktan sonra, şirketten hızlıca ayrılmak istedim. Tam kapıdan çıkarken, şirketin dışında, hatta bayağı bir uzakta bir araba ve beş insan gördüm. Hepsi simsiyah giyinmişlerdi. Ayrıca gördüğüm kadarıyla arabanın içinde de birkaç koruma tarzında insanlar vardı. Dikkatimi çektiler. Çünkü belki de dikkat çekmemek için siyah giymeleri onları benim açımdan daha da dikkat çekici yapıyordu. Sonra otoparkta park edilmiş arabalara doğru ilerledim ve sessizce onlara yaklaşıp bir arabanın arkasına geçtim. İki adamın konuştuklarını duydum. Bir adam diğerine, ‘Soyadının hakkını ver. Çok kişi bilir ama herkes tanıyamaz. Biliyorsun’ dedi. Belki adamlar önemli biriydi. Hatta bizi ilgilendiren hiçbir durum yoktu. Bende böyle düşünmek istedim ama araba hareketlendiğinde gözüm plakaya kaydı. ’34 İÇ 382’ İ ve Ç harfleri size bir şey hatırlatıyor mu?” sözlerimi bu şekilde bitirdiğimde herkesin gözündeki kaygıyı ve şoku görebiliyordum. Kimse bir süre konuşamadı. Konuşmaya ilk cesaret edebilen Eylül oldu.
“Yani sen şimdi, bu adamlar İlyas Çanak ve ekibi olduğunu mu düşünüyorsun?” dedi. Ona doğru döndüm ve:
“Bende size soruyorum. Sizce?” dedim. Herkesin kafasında neler döndüğünü az çok biliyordum çünkü hepimiz aynı şeyin içindeydik. Bu adamın, İlyas çanak olduğunu biliyorduk ama hiçbirimiz bu gerçeği itiraf etmek istemiyorduk. Çünkü ağzımızdan çıkacak birkaç kelime tüm planlarımızı değiştirip bizi kül edebilirdi. Planlarımız küllerden doğamayabilirdi. Çünkü işi kolay yoldan halledemezdik. İlyas Çanak’ı öldüremezdik. Öldürürsek tüm şirketi kim yönetecekti? Televizyonlardaki her kanalda adamın battığı hakkında haberler çıkardı. Bu sefer de çoğu kişi İlyas’ı bizim Can olduğunu sandığı için onun başına gelirlerdi. E, bu sefer adamın karısı, kızı bir şey demez miydi? Benim babam, benim eşim öldü demez miydiler?
Bu kafa karışıklığından nasıl kurtulacağımızı bilmiyorduk.
Tek bildiğimiz şey bu işi halletmemiz gerektiğiydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |